Sunday 10 April 2011

Soru Kosesi-Eski Yazismalar-16/05/2010-28/06/2010


Sayfa : 1 [2] 3

paslıçivi
16-05-2010, 06:52
duygulanma boyutunu sabitleyip düşünceyi özgür bırakan-paslicivi-

Duygulanma boyutu, neden sabit olsun, bu sabitlik insanoglunun soyutlamasina ters, ustelik benim dusuncem zaten; metafizik ve etiksel tum deger, veri ve tabulardan, tum insandisi ideolojik inancsal dogrulardan, ozgur zaten. Bundan sonraki ozgurlesmesi de sonsuz/sonsuz.


sevgili e.i.. ben de bunu anlatmaya çalışıyorum zaten.. yani ters derken henüz insanoğlu bu şekilde yaşamaya uygun evrimleşmedi.. yani ters falan değil, sadece henüz uygun değil..

o yüzden insanoğlu bu bilinç evrimini tamamlayana kadar "gnostik" yaşamak zorunda.. yani 5 duyusunun ve bilimin yetersiz deklarasyonun dışına çıkıp kendisine yansıyan "şeyi/varlığı" bir şekilde bildiğini zannetmek zorunda.. aksi takdirde duygulanması ve dolayısıyla düşünce yapısında çok ciddi bozulmalar ortaya çıkar.. yani duygulanmayı dengeleyebilmesi için düşünce boyutunu sabitlemek zorundadır..

bu gnostik kesim içinde varlığa en realist/gerçekçi/materyalist yaklaşan kesim ateistlerdir.. ama onlar bile bilimin deklarasyonu olmayan ve bilimin uğraşmadığı tanrı soyutunu "yok"lamak için yaşamlarını heba edip ıskalarlar.. çünkü duygulanmayı dengelemek için kendilerine yansıyan şey/varlık için "bilinemez/bilmiyorum" diyemezler..

çünkü bilinemez/bilmiyorum demek insan zihnine düşen sonsuz sayıdaki soyuta 1/& şans, olasılık tanımak demektir.. ve ateistler sıradan bir tanrıya(deizm, panteizm) bile 1/& olasılık tanımaya tahammül edemezler..

oysa bizim bilincimize yansıyan şey/varlık; kafamızda hiçbir soru işareti kalmadan zaman/mekan/içerik olarak bir bütün haliyle ortaya konamaz, yani bilinemez ama insanoğlu bunu kabullenecek düzeyde henüz evrimleşmemiştir..

evet kendi dahil herşeyi ortaya koyan insanoğludur ama insanoğlu kendi dahil herşeyi ortaya koyarken bir bütün halinde ortaya koyamaz.. yani zaman/mekan/içerik olarak bu "bütün"ün sınırlarını çizemez ama bu durum onda çok ciddi bir belirsizlik, boşluk ve kaos yaratır.. ve o yüzden kendisine yansıyan şeyin bir sır/gizem/bilinemez olduğunu kabullenemez..

şöyle örnek vereyim..

-bize yansıyan şeyi/varlığı(insanın kendisi de dahil) kafamızda hiç bir soru işareti kalmadan bir bütün olarak ortaya koyabilecek biri varsa çıksın ve ortaya koysun,

dediğimde kimse bunu yapamaz ama bunu dile getirip ifade de edemez.. yani

-evet ya varlığı bir bütün olarak ortaya koymamız mümkün değildir,

diyemez.. bunu dediği anda duygulanması ciddi oranda bozulur.. o yüzden ucundan kıyısından ya da başaka bir alternatife sıkı sıkıya yapışmak, tutunmak zorundadır..

peki insanoğlunun olmadığı dönemi tahmin ederek ya da yarın öbürgün bu insanoğlunun olmadığı dönem bilgi düzeyine indirgenip kanıtlanırsa; bugün varolan insanoğlu olarak o insanoğlu olmayan dönemi ortaya koymaya çalıştığımızda bilincimizde beliren "bu insanoğlusuz şey/varlık nedir?" sorusu belirdiğinde yine bu sorudan kaçıp cevaplamayacakmıyız, cevaplamazsak bu bilinç bu tatminsizlikle yaşayabilir mi?-paslicivi-

Mesela dinazor. Mesela insanoglunun, kendi evrimi oncesi olanlari ortaya koydugu, mesela, 160000 sene oncesi, 2.5 milyon yil oncesi, 65 milyon yil oncesi, 3.5 milyar yil oncesi ve 13.7 milyar yil oncesi, big bang oncesi, nerde bu oncesinin sonu?, ya da 1000 yil sonrasi, milyar yil sonrasi, nerde bu sonrasinin sonu?,, nerede ilk, nerede baslangic, nerede bitis v.s. yani, nerede zamansal bitiris, sonlayis, baslangic? tum bu sorulari soran da, bu sorulara bilimsel/inancsal cevap veren de insanogludur ve sadece kendi turu icin/eliyle/adina/aittir.


yukarda örneklerini verdiğin soruların cevaplarını biliyor muyuz? bilmiyoruz değil mi.. peki neden "bilmiyoruz" demiyorsun da tüm bunları ortaya koyan insanoğludur diyorsun.. tüm bunları kendi türü için/eliyle/adına insanoğlunun ortaya koyması varolan neyi değiştirir, biz insanoğluna nasıl bir farkındalık, bilinç kazandırıp katar?

ve tüm bunları ortaya koyan insanoğlunun somut beynini/bilincini nasıl varolduğunu ve tüm bunları neden/niçin ortaya koyma ihtiyacı olduğunu, neden insanoğlunun bunları ortaya koyamama tercihi olmadığını, niçin bunun bir zorunluluk/dayatma olduğunu, tüm bu kurguyu/mekanızmayı bana açıklarmısın.. çünkü her insan gibi ben de bunları bilmek ve öğrenmek istiyorum..

tüm bunları biliyor musun, bilmiyor musun?

biliyorsan; bu gizemli matrixi beni tatmin edecek şekilde bir bütün olarak ortaya koymanı istiyorum..

şayet bilmiyorsan niçin "bilmiyorum/bilinemez" demiyorsun? bunu ifade edip kabullenmek sende bir sorun/rahatsızlık mı yaratıyor?

paslıçivi
16-05-2010, 07:12
peki bu "ortaya koyum"dan kaçarak senin sorunsuz dediğin evrensel-insan düşüncesine sapmak varolan insanoğlunu tatminsiz bir robota dönüştürüp bitki ve hayvanlar gibi hiçbir bilimsel gelişme sağlayamayan sadece evrimsel sürece bırakılacağının farkında mısın?-paslicivi-

Bu ortaya koyumun, dogal dusunce bunyesinde insandisi ve insanlikdisi oldugunu soylemek ve bunun sorun oldugunu soylemek, neden kacis olsun? Sadece bunun evrensel/insansal icerikli ve insanoglunu temel alarak, ortaya koyumu konusudur,

bu gizemli matrixi bir bütün olarak kendi bilincinde ortaya koyamadığın/bilemediğin ve bu durum seni rahatsız edip kabullenemediğin için sen de herkes gibi bu devasa zifiri karanlıkta bir şeye tutunmak zorundasın..

senin tutunduğun halat da; evrensel insan düşüncesi ve bunu insanlığa haberdar etmeye çalışarak bu gizemden kaçmaktan başka bir şey değildir.. çünkü henüz tutunabileceğin hiç bir şeyin olmadığı o gizemli matrixin, zifiri karanlığın, kapısından içeri girmek için uygun evrimsel donanıma erişmedin.. erişmediğin sürece de sen de her insan gibi duygulanmanı dengelemek için kendi halatını varedip ona sıkı sıkıya tutunmak zorundasın, çünkü henüz başka seçeneğin yok..

o kapıdan içeri girdiğinde tutunabileceğin hiç bir şey olmaması seni savurur, hiçliğe, yokluğa, anlamsızlığa iter ve buna düşmek zorundasındır..

işte o kapıdan içeri girebilmek ve/veya içerde kalabilmek için duygulanma boyutunu sabitlemiş olman gerekiyor.. yani bahsettiğim mutlak mutluluk..

kendi safbilincine dolasıyla mutlak mutluluğa erişmediğin sürece o kapıdan içeri giremezsin, girdiğinde de içerde kalamazsın zaten, kendini dışarı zor atarsın ve hemen tutunacak bir dal ararsın..

çünkü evrimsel sürecin henüz buna uygun evrilmemiştir.. bunun için belki de daha binlerce yıl geçmesi gerekmektedir..

paslıçivi
16-05-2010, 07:55
Oyuzden de senin kalin puntaladigin, ne inancsal ideoloji, ne de ideolojik inancsal grubuna, yani senin terimin ile gnostisizme girmez.



sevgili e.i.. burda benim yazdıklarım da dahil olmak üzere, bilim tarafından deklare edilip evrensel onay almadığı; yani tüm dünya insanlığı önünde sınanabilinir, tekrarlanabilinir, tartışmasız hemfikir olunmadığı sürece bir zihin oyunu, çatışması, inançsal ideoloji ve fikirden öteye gitmez.. ne senin evrensel insan düşüncesinin yapısı ne de benim safbilinç ve mutlak mutluluk dediğim şey..

zaten bunlar bilimsel/evrensel olsaydı burda bunları tartışıyor, konuşuyor olmazdık.. tüm dünya insanlığı bu konuda tartışmasız hemfikir olurdu, bizde burda kafa patlatıp, klavye hırpalamazdık..

artık bilmek ve inanmak arasındaki farkın farkındalığına erişmen lazım..

bil-imin deklare edip bil-gi düzeyine erişmemiş her konu bilimsel ya da bilimsel olmayan tez/hipotezdir.. buna benim safbilincim senin evrensel-insan düşüncen de dahildir.. bunlar henüz bil-gi değildir..

Eger, paslarindan arinmazsan, nasil civi olacaksin? Bunun icin, bizlerinde bir yardimi oluyorsa, ne mutlu bizlere! Ustelik, benligi olmayan bir bilincin, pasindan kurtulma cabasini, "pas artirmaya" ceviren, ve bundan "rahatsiz olan" nedir acaba?


beş duyumuza yansımayan ve soyut olarak nitelendirdiğimiz şeyler üzerinde tartışmamızın bir anlamı yok demiştim daha önce.. ama ulaştığımız bazı bilinç seviyelerini ifade edebilmek adına bazı "isimlendirmeler" yapmak zorundayız.. çünkü şimdi burda konuştuğumuz konular dünya insanlık literatüründe birebir karşılığı olan tartışmasız onay görmüş ifadeler değil..

ben bilincin aşamalarını ifade edebilmek adına kendi terminolojimle konuşmak zorundayım.. ve bu terminoloji bir sabit değildir.. bilincim yükseldikçe yeni kişisel terminolojiler üretebilirim.. "ben safbilincim, ben benliklerden arınmışım" demek zaten sınanabilinir, tekrarlanabilinir ve dünya insanlığını hemfikir olduğu bir bil-gi değildir.. çünkü dediğim gibi benlik-bilinç gibi kavramlar 5 duyumuza yansıyan şeyler olmadığı için hiçbir zaman bir hemfikirlik olmasını beklemiyorum..

ama bu benliklerden arınmak tabiri seni hoşuna gitmiyor ve kabul etmiyorsan seninle iletişim kurabilmek adına

-evet benim de bir benliğim var ama varolan dünya insanlığındaki kadar yoğun, bulanık değil mümkün olduğunca saflaştırılmış kristalize olmuş halidir diyeyim..

bunu ifade etmem neyi değiştirir ki, biz burda evrensel bir terminoloji kurma heyeti değiliz.. sadece ulaştığımız bilinç seviyelerini bir zihin karşılaşaması olarak ortaya koymaya çalışıyoruz..

daha önce kullanıp savunduğum agnostisizmi daha sonradan terketmem neyi değiştiridi ki.. benim bilincim mi değiştimi? tabiki hayır.. ama sizlerle bir iletişim içinde olup analaşabilmek adına vareetiğimiz lisanı birşekilde kullanamk zorundayız..

keşke insanoğlu birbiriyle iletişim kurmak adına artık şu konuşma dediğimiz lisan olayından kurtulup biran önce başka bir iletişim mekanızması bulabilse.. zaten sorunların çoğu bu "konuşarak anlaşma" dediğimiz iletişim sitemimizin hala çok ilkel olmasından kaynaklıyor..

ben diyorum

-taka tuka..

karşımdaki anlıyor

-gel kıçıma mantar tıka..

(espri bu, hakaret ya da bir yanlış anlaşılma olmasın)

burda insanların bir suçu yok.. bu "konuşarak anlaşma" iletişimimiz devam ettiği sürece 5 duyumuza yansımayan soyutlar her zaman tartışmaya açıktır zaten.. dünyada "elma"nın ne olduğunu tartışan iki insan gördünmü hiç.. göremezsin çünkü "elma" 5 duyumuza yansıyan bir somuttur..

Aynen, ah bir de su verdigim linkleri okusan, ya da sordugun sorulara cevap veren mesajlari, bu algilanmanin hizi artacak, ya; neyse! Yalniz dikkat et, kisilere kendince aciklama yaparken ve onlari "degisime zorlarken", kendi bindigin dali kesiyor, varolusun, "bictigine " "karsi" hareket ediyorsun. Varolus ile "aran acilirsa" kimseyi sorumlu tutma. Bu arada, bir atasozu vardir, "ava giden avlanir" bunu da unutma!:fish:


kaplumbağa yol alabilmek için başını koruyan o kabuktan çıkarmak zorundadır.. aksi takdirde olduğu yerde çakılır kalır..

en büyük risk hiç riske girmemektir..

paslıçivi
16-05-2010, 08:12
Sevgili paslıçivi, Ululelbab arkadaşımızın yazılarını yeni fark ettim ve gördüğüm kadarı ile takipçileriniz, hayranlarınız var. Sizin düşünce ve duygulanım temalarını onda da gördüm. Geçenlerde de ismini hatırlayamadığım bir üye size "Üstad" diye hitap ediyordu. Anlaşılan çekirgeleriniz çoğalıyor umarım çekirge istilasına yol açmazsınız.


sevgili düşüngen.. benliği zımparalama işleri tam istediğim gibi gayet iyi gidiyor, acımasızca eleştiriye devam.. başka türlü kendimizle yüzleşip kendimizi tanıyamayız yoksa..

evet yukarda bahsettiklerin doğrudur, çünkü kırık kanatlı kuşlar başka kuşların kanadından medet umarlar.. ama o başka kuş, kanadı kırık uçamayan kuşa bir kanat verirken onun etinden sütünden sonuna kadar faydalanır ve onu sömürür.. varoluşun insana dayattığı benliğin bir dayatmasıdır bu.. benlik bir şekilde diğer varlıklardan beslenmek zorunda ve tatmin/mutlu olmak zorundadır..

mutlak mutluluğa erişmediği sürece tabii..

sen dahil yukarda bahsettiğin ve senin daha bilmediğin bir çok insanın bana hem sanal ortamda özelden hem de reel yaşamımda yanaşmasını niçin geri çevirdiğimi umarım algılayabiliyorsundur..

bugünlük bu kadar..

Dr. Neo
16-05-2010, 13:46
bunu ifade etmem neyi değiştirir ki, biz burda evrensel bir terminoloji kurma heyeti değiliz.. sadece ulaştığımız bilinç seviyelerini bir zihin karşılaşaması olarak ortaya koymaya çalışıyoruz..


Nötralize olmaya başlamış, dahası asidik ortama girmeye çalışmış bir bilinç bunu yapamaz. Yaparsa, sahilde kumlarla oynuyor demektir. Uğraşısı felsefeden öte gidemiyenlerin hâli ile eş değer.

Asid ortamdan çıkınca varlığın kalmaz. Aslında, bütün bunlar bazik yapının karakteristiği.

evrensel-insan
16-05-2010, 15:11
Saygideger paslicivi;

evet ya varlığı bir bütün olarak ortaya koymamız mümkün değildir,-paslicivi-

Iste ben tam da bunu soyluyorum. Cunku kendisini butun bunyesinde insanoglu diye ayiran bir turun, ne baska parcalari, ne de bir parca olarak butunu ortaya koyma ihtimali ve olasiligi yoktur. Zaten diger parcalar ve butun de kendi kendisini ortaya koyamaz ve ortaya konan ne olursa olsun, bunu kendini butunden ayiran insanoglu kendi adina/eliyle/icin/ait yapar ve bu ortaya koyumda da ne ortaya konan diger parcalarin, ne de butunun bir katkisi yoktur.

Daha once sana linkini verdigim "parca/butun-kap/icerik" mesajini okusaydin bunu algilardin.

Ama sen durmadan baskalarinin bunu yapamiyacagindan dem vuruyorsun. Biz burada seninle yazisiyoruz, sen ise durmadan baskalarini kastediyorsun.

Burdan da anlasiliyor ki, se de bu baskalarina dahilsin, bu yapilamaz dedigin seyi, sende yapamiyorsun ve bunu yapamamanin bahanesini mutlak mutluluga veriyorsun. Bu senin sorunun, benim degil. Ne zaman bunun soylenebulecegi algi, bilinc ve farkindaligina varirsin, o zaman sen de soylersin.

Oyuzden kendi yapamadigini, baskalarini ornek vererek ortaya koyma. Sadece yapamadigini ortaya koy. Benim yapabildigimi ortaya koydugum gibi. Baskalarini da ornek verme. Cunku bunu yapabilmenin onundeki tek engel; bunu yapabilme algisinin bilinci ve farkindaligidir. Darisi basina.

Bir daha yaziyorum, insanoglu kendini butunden ayirarak ortaya koyan bir parca oldugu icin, kendi parcasi adina ne butunu ortaya koyabilir, ne de parcalari. Ustelik, ne butun kendini kendi adina ortaya koyabilir, ne de parcalar. Bizler bu turun birleri olarak, sadece kendi turumuzu ortaya koyabiliriz. Bunun da henuz dogal dusunce yuzunden bilincinde ve farkinda degiliz. Oyuzden kendimizi bile henuz ortaya koyamadik.

Benim evrensel-insan olarak yaptigim, tek ortaya koyabilen turumuzun, en azindan kendi turunu evrensel/insansal bir bir olarak ortaya koyabilmesi, hepsi bu.

Oyuzden bir daha lutfen bana, baskalarindan ornek verme ve bu orneklere "siginarak" ta, kendi kabul edememeni bahanelerle "susleme" Sen bunu kabullenemedigin icin, zaten mutlak mutluluga sarilmissin, cunku kabul edersen, duygu boyutun zedelenecek ve bosluga duseceksin. Benim boyle bir sorunum yok. Cunku ben, seni ve herkesi bu duruma koyan, dogal dusuncenin bilincinde ve farkindayim.

Saygilarimla;
evrensel-insan

evrensel-insan
16-05-2010, 16:21
Saygideger paslicivi;

yukarda örneklerini verdiğin soruların cevaplarını biliyor muyuz? bilmiyoruz değil mi.. peki neden "bilmiyoruz" demiyorsun da tüm bunları ortaya koyan insanoğludur diyorsun..

Var mi senin bildigin baska bir tur veya canli/cansiz ortaya koyan? Cunku bilmemek baska, ortaya koymak baska, bir seyin ortaya konulabilmesi icin, bildirilmesi ve belirtilmesi gerekir. Bildirilmeyen, belirtilmeyen (ogreti/bilgi) ortaya konamaz.

tüm bunları kendi türü için/eliyle/adına insanoğlunun ortaya koyması varolan neyi değiştirir, biz insanoğluna nasıl bir farkındalık, bilinç kazandırıp katar?

En azindan herseyi ortaya koyanin insanoglu turu oldugunun algilanmasi, bilince cikmasi ve farkina varilmasi; once henuz kendini ortaya koyamamis olan, insanoglunun kendini ortaya koyma dusuncesini gelistirir ve kendi disindaki algiladigi herseyi de aslinda kendinin kendi adina/eliyle/ait/icin koydugunun bilincine varir. Dolayisiyle, aynaya bakmayi ogrenir.

ve tüm bunları ortaya koyan insanoğlunun somut beynini/bilincini nasıl varolduğunu ve tüm bunları neden/niçin ortaya koyma ihtiyacı olduğunu, neden insanoğlunun bunları ortaya koyamama tercihi olmadığını, niçin bunun bir zorunluluk/dayatma olduğunu, tüm bu kurguyu/mekanızmayı bana açıklarmısın.. çünkü her insan gibi ben de bunları bilmek ve öğrenmek istiyorum..

Bir seyi iki turlu ogrenebilirsin, ya insanoglu biliminin bildirdigi epistemolojik bilgilerle, ya da senin gibi sabirsiz ve bilimselligin epistemolojisini algilayamayan ve bununlas tatmin olmayanlarin, ortaya attigi ogretilere ideolojik inancsal bir dogru olarak sahiplenerek, ya da kendi ideolojik inancsal dogrunu yaratarak. Bana epistemolojinin siniri yetiyor, bu tatmin olma meselesi.

tüm bunları biliyor musun, bilmiyor musun?

Bu tip sorular, 18. yuzyildan itibaren tarih olmustur, simdiki soru ve cevaplar, dusunceyi dusundurtmeye yoneliktir. Cunku senin bu sorun, kesin, noktalayici bir cevap talep etmektedir. Halbuki, bilme, bildirme, belirtme suregelen surekli sureci epistemolojiktir. Ayrica, insanoglu turu yasamini surdugu surece de, dunyaa hangi devri yasarsa yasasin, her zaman epistemolojik olacaktir, yani bildirecek, belirtecek ve bildirmek ve de belirtmek icin deney, gozlem, bulusuna ve bunlari teorilestirmeye devam edecektir.

biliyorsan; bu gizemli matrixi beni tatmin edecek şekilde bir bütün olarak ortaya koymanı istiyorum..

Walla, kusura bakma; tatmin konusu, kisinin kendi kendini etmesidir. Eger bir tatmin soz konusu ise, ben ancalk kendi bilgi, bilinc, birikim v.s. duzeyimi her zaman daha da evrensellestirmek ve insansallastirmak icin sinirlamam. Senin tatminin de, senin kendi bilgi, bilinc, birikim v.s. duzeyine baglidir. O yuzden bunu benden veya baskasindan degil; kendinden talep edeceksin.

şayet bilmiyorsan niçin "bilmiyorum/bilinemez" demiyorsun? bunu ifade edip kabullenmek sende bir sorun/rahatsızlık mı yaratıyor?

Bende sorun ve rahatsizlik yaratan tek sey; dusunce ve duygularimin kendim dahil baskasina rahatsizlik vermesi. Oyuzden konu bilip, bilmemek degil; bireyin yasam ve evrensel/insansal iliskileri. Ayrica epistemolojik olarak bilinmeyen ve bilinmez yoktur. Epistemoloji bilginin, bilimin, bilmenin, bilimselligin su anlik siniridir. Otesi ise, epistemolojik degil; spekulatif, doga/dunya otesi, mistik, mitolojik, ideolojik, inancsal, bilim-kurgusal v.s. dir. Oyuzden epistemolojik gerceklik, o yuzden herkesin kendisini tatmin temelindek dusunce ve davranisindan ve bunun bilinc ve farkindalik farkindan dolayi, notr algi ve disaridan bakis acisi. Oyuzden var ve ol degil; bil kokeni.

Saygilarimla;
evrensel-insan

paslıçivi
17-05-2010, 06:14
Ancak bu durum bu arkadaşlarda bir özenti midir yoksa kendine bulduğu gerçek reçete midir bu muammadır. Sİz göle taş mı atıyorsunuz yoksa maya mı çalıyorsunuz belli değil. Sahte benliğin dayetmesı dediğiniz hususlar bizim evrim sürecimizde var olmamızı sağlayan genel dürtü ve güdülerimizdir. Bunları gidermek için canlı eyleme geçer ortada sahte ya da aslı gibi bir durum yok. Bu giderilmeyen dürtüler daha büyük sorunlara yol açabilir. Herkes bunları özgürce gidermeli önüne ket vurmamalı gerilimi taşkınlığa dönüştürmemelidir. Kişinin kimyasına(dürtü, hormon) rest çekmesi imkansız derecede zordur. Siz belki bunu başardınız doğal güdülerin kontrolündeki robot benliği bastırdınız ama sizi takip edenler bu duruma gelemeyecek çabalayanlarda acı çekecek. Belki bu saf bilinç durumu size şart olmuştu, belki hazları tüketmiştiniz ve tatminsizlik acısı çekiyordunuz bu acılar sarsıntılar sizi yeni bir kulvara çekerek hayatta tutmaya çalıştı. Bir çok zevkin suyunu çıkardığınız için daha uçlarda ve daha uçuk hazlar/mutluluklar gerekliydi ve bedeninizi yok edercesine yeni bir sıçrama gerçekleştirdiniz mutlak mutluluk.
,

sevgili düşüngen..

beni takip edenler diye kastetdikleriniz beni okuyanlar sanırım.. ve ben kimseye benim takipçim olun gibi bir şey demiyorum.. aslında burda tam bunun aksinin mücadelesini veriyorum bir anlamda..

yani herkesin bilinci kendinedir, herkes ayrı bir dünyadır.. sahte ve öz demeyelim de benliğin değişik katmanlarında bulunan insanlar bu dayatmaları zaten yaşamak zorundadır diyorum.. ve kimsenin benliğini eleştirmek ya da değiştirmek gibi bir amacım hiçbir zaman olmadı.. herkesi olduğu gibi kabul etmeli ve yaşamı ıskalamamalıyız diyorum zaten..

biliyorsun daha önce insanın manevi/soyut aygıtını bir küreye benzemiştim.. bu kürenin merkezinden çeperine kadar benlik ve bilinç birbiriyle ters orantılı olarak birbirini tamamlıyor.. yani kürenin çeperinde benlik tabakası çok kalınlaşıp bilinç minimuma inerken, merkeze yaklaştıkça benlik törpülenip/incelip bilinç kristalleşiyor, yükseliyor..

elmayla benzetme yapmıştık hatırlarsın.. elmanın kabuğunda benlik çok kalın ya da merkezinden, özünden çok uzak olduğu için "sahte" diyorum.. ama sahte kelimesi seni rahatsız ediyorsa "çeperbenlik" diyelim.. çeperbenlikte yaşayan insanlarda bilinç minimum seviyede, en düşük dozda.. elmanın çeperinden içeriye/çekirdeğe yolculuğa başladığında değişik katmanlarda/seviyelerde benlik ve bilinç kombinasyonları var.. ve elmanın çekirdeğine geldiğinde benlik minimuma indiği için bilinç maximumlaşıyor yani kristalleşiyor.. ben bu elmanın çekirdeğine safbilinç diyorum ve benlik burda minimum değerde, yok gibi bir şey..

ama daha önce de bahsettiğim gibi somut bir bedende varolduğumuz sürece benliğin mutlak manada sıfırlanması çok zor, hatta imkansız gibi.. ama söyledğim şeylerin anlaşılması için benlik&bilinç birlikteliğini sahtebenlik, özbenlik ve safbilinç gibi basitçe 3e ayırmıştım.. ama her zaman söylüyorum burda kullandığımız terminoloji evrensel onay almış bir terminoloji değil, sadece herkes kendi bilincini algısını ortaya koyabilmek adına bazı terimleri kullanmak zorunda olduğumuz için daha önce kullanılmış böyle isimlendirmeleri kullanıyorum.. yoksa zihnimdeki herşeyi birebir ifade edebilmem "konuşarak anlaşma" denilen insanoğlunu şimdilik kullandığı ilkel iletişim sistemiyle zaten mümkün değil.. çünkü burda konuştuğumuz konular 5 duyumuza yansıyan somutlar değil soyutlardır..

ve bu bahsettiğim benlik&bilinç kombinasyonları kişinin öziradesindeki seçimler, tercihler değil.. yani bir insanın çeperbenliktemi yaşıyor yoksa elmanın çekirdeğine inip benliğini minimize edip bilincini kristalleştiriyormu, tüm bunlar kişinin düşünerek yapabileceği aşabileceği şeyler değil.. zaten düşünmenin seviyesini ayarlayan bu benlik&bilinç kombinasyonu.. bu kombinasyona dışardan müdahele etmediğiniz sürece kişi her düşündüğüne, kendisini ne kadar zorlarsa zorlasın, ulaşacabileceği sonuç bulunduğu benlik&bilinç kombinasyonunun seviyesidir..

bir müslüman, bir budist, bir musevi, bir ateist istediği kadar düşünsün, sonunda varacağı nokta kendi benlik&bilinç kombinasyonunun deklarasyonudur.. bu bahsettiğim seviyeler oturduğun yerde düşünerek değişmez, değiştiremezsin.. benlik&bilinç kombinasyonlarını belirleyen beyin kimyan değişmediği sürece dünyanın kitaplarını okusan, tüm ömrünü düşünerek geçirsen de bir arpa boyu yol alamazsın..

işte bu bahsettiğim beyin nörokimyasını değiştiren benim gözlemlediğim birkaç şey var diyorum.. bunlardan biri yaşanan ağır bir psikolojik travma, meditasyon ve günümüzde psikiyatride kullandığımız bazı medikal ürünler(ilaçlar).. ya da kişinin doğuştan beyin kimyasının değişik olması vs..

sevgili düşüngen.. bu arada "acımasızca eleştir" derken kendimi kastetmiştim.. forumdaki diğer üyelerin ismini kullanmazsan sevinirim.. çünkü benliğin her kademesi dışardan gelen her eleştiriyi bir varlık/mutluluk tehdit edici olarak algıladığı için hemen savunma ve saldırı mekanızmalarını çalıştırarak kendini ortaya çıkarır.. senin sevgili ululelbabın ismini kullandığında verdiği reaksiyon ya da benim sevgili e.i yi eleştiriken bir yazısında beni psikolojik hasta olarak etiketlemesi gibi.. sen bana alanen küfür bile etsen ben merkezimde kalıp sana ona göre cevap veririm, çünkü senin bilinç seviyeni algılayabiliyorum..

paslıçivi
17-05-2010, 06:36
Belirttiğim gibi kimsenin bilinci kimseden üstün ve değerli değil sadece özeldir o da kendine özel. Herkes şartlarına göre bilinç tasarımına girer ne var ki herkesin şartları farklıdır tabi tasarımıda. Bana sizin bilincinizin sevgili evrensel insanın bilincinden daha üstün olduğunu kanıtlayamazsınız. İki tarafta kendisine şartlarına uygun bir bilinç tasarımı kurmuş. Nasıl sizin saf bilinciniz teslimiyetin meşruluğu ile bir takım çaresiz kişilere merhem oluyorsa, evrensel insanın düşünce sistemide bir takım çaresizlere merhem oluyordur. En azından kişinin, atalarının kendi yok sayarak(yabancılaşarak) yarattığı soyutunun içinden çıkamayan kendisinin ortada olmadığı ama kendisine kazılan mezarın ortada olduğu durumlarla karşılaşan biçare insanlara bu durumu açıklayarak rahatlatması merhem niteliğindedir. O yüzden herkesin bilinci kendisine özel olup kimsenin kimseye üstünlüğü yoktur, sarının pembeye olmadığı gibi.

sevgili düşüngen.. şayet yazılarımı dikkatli okursan bilinç üstünlüğü gibi bir ifadeyi kullanmadığımı farkedeceksin... benim her zaman kullandığım kelime bilinç açıklık seviyesidir.. ve bu bahsettiğim "açıklık" seviyesi de zaten kişinin elinde olan bir şey değildir, varoluşun insanoğluna benlik vasıtasıyla bir dayatımıdır.. o yüzden bir üstünlükten bahsetmemiz abestir zaten..

ama bu bahsettiğin merhem olma olayını çok dikkatli ve uyanık izlemen lazım yalnız.. yani senin tabirinle göle taş atmakla, maya çalmak olayı.. benim yaptığım gölün ortasına taşı atıp, kenara çekilmek.. dalga kıyılara ulaşır ulaşmaz, orasını bilemem artık.. ama o dalgayı sahiplenip ve dalganın tepesine oturup tüm kıyılara ulaşamasını çabalamak, işte o bahsettiğin göle maya çalmaya çalışmaktır.. yani bir kase yoğurttan bir göl kadar yoğurt sahibi peşinde olmak demektir.. ve göle maya çalmaya çalışan kişi ne yaptığının farkında değildir.. bu paradoxu algılayamaz, yani kaş yapayım derken aslında göz çıkardığının farkında değildir..

paslıçivi
17-05-2010, 07:12
Teslimiyet hep yanlış anlaşılıyor diyorsunuz demek ki hep yanlış anlatıyorsunuz ya da yanlış anlaşılmıyor?


tekrar ve ayrıntılı açıklayayım o zaman..

ben; benim bilincime yansıyan şeyi/varlığı bir bütün olarak ortaya koyamıyorum, ben bu bütünün bir parçasıyım ve bu bütündeki ilerleyen süreç benim bilincimin dışında, ötesinde..

yani bana yansıyan şey/varlık/varoluş/evren, benim yetilerimin dışında bir şey.. varlık bilincime çarptığında oluşan "bu nedir?" sorusunu cevaplayamıyorum, ben bu şeyi bir bütün olarak ortaya koyup sınırlarını çizemiyorum.. ne zaman, ne mekan, ne de içerik olarak.. ben bu bütüne hakim değilim ve o yüzden bana yansıyan şey an itibariyle bilinmezdir, sırdır diyor ve bu noktada teslimiyetimi açıklıyorum.. yani teslimiyetim; zihnimi bilincimi ne kadar zorlarsam zorlayayım "bu nedir?" sorusu düşünsel anlamda benim yetilerimin dışında bir şey..

Birde dikkatimi çeken bir hususu yazmak istiyorum. Sorunları hep özbenliklerin öğretilerinde arıyorsunuz, Filistin-İsrail savaşlarınıda ve diğer savaşları da aynı şekilde sadece inançlara bağlıyorsunuz. Oysa ki savaşların kökeninde maddi çıkar unsuru yatar. İnsanlar çıkarını kollamaya yönelik evrildiği için bu savaşlar bitmedi biteceği yok.
İnanç savaşları benim gözümde birer fantazi savaşıdır asıl savaş mal savaşıdır. Yani önce cinsel objeyi(çıkar nesnesi) ele geçirmek için savaşılır bu başarıldıktan sonra fantezi(inanç-öğreti) savaşları başlar. Fantazi savaşlarını durdurarak bu vahşeti sonlandıramazsınız önemli olan bu çıkarcılık dürtüsünü, nesneleri ele geçirme, sahiplenme dürtüsünü ortadan kaldırmalısınız.


varoluşta her varlık varolma mücadelesi verir ve bu durum zaten varoluşun bir dayatması yani bir zorunluluktur.. bir taş, bir hayvan, bir bitki de bu mücadeleyi vermek zorundadır.. varoluştaki kurgu zaten müstakil varlıkların varolma savaşından başka bir şey değildir..

evet dediğin gibi savaşalrın asıl kökeni budur.. ama insandışı varlıklar bilinç donanımı olmadığı için bu savaşı varoluşun dayatması olan vahşilikle yapmak zorundadırlar..

peki bilinçli canlı insanoğlu niçin bilinçsiz varlıklardan beter bir vahşilikte yaşam sürmektedir.. niçin kendi türünü ve diğer türleri öldürerek, yokederek, yaşamları sona erdirerek bu savaşı vermektedir.. çünkü bilinci vardır ama stand-by konumundadır.. yani çeper(sahte)benlikte çok derin uykuda rüya görmektedir.. uyanık değildir.. körkütük sarhoş bir şekilde yaşamını idame ettirmektedir.. çekirdeğe, safbilince ulaşabilseydi bu vahşice savaşı vermeden yaşamını insana yakışır bir şekilde idame ettirebilirdi..

tüm canlılar yaşamda kalmak üzere kurgulanmıştır, sağlıklı bir insan yaşamını sona erdirecek bir olayın üstüne bile bile gitmez.. yani sen bir uçurumdan aşağı atlamazsın, çünkü ölme yüzden çok yüksektir ama körkütük sarhoş ya da narkotik almış bir adam uçabileceği zannıyla bu uçurumdan atlayabilir..

peki vatan, millet, namus, ölüm sonrası yaşam/yaşamlar gibi insanı merkezinden uzaklaştırıp çeperde uyutan soyutlar olmasa bu insanlar savaşırlar mı.. yani ölme ihtimalinin yüksek olduğu bir ortama kimse seni girmeye zorlayabilir mi.. bir uçağa binip binlerce masum insanı öldürecek ikiz kulelere dalış, yada bir savaş gemisine kamikaze uçuşu, ya da binlerce merminin topun silahın atıldığı bir ortama bir insanı gönderebilir misin.. gönderemzsin değil mi.. uyanık farkında bir insanı göndermezsin.. ama bu insanı uyutup yani narkozu/narkotiği verirsen bu adamı canlı bombaya çevirisin..

işte tüm dünya insanlık tarihinde başta ölüm sonrası cennetler cehenemler, yeniden doğumlar ve karma yaşamlar olmak üzere insanoğlunun kendi eliyle kendi adına varettiği tüm bu soyutlar insanoğlunu merkezden alıp çepere fırlatmıştır... yani maximum uyanıklıktan çok derin bir uykuya itmiştir.. yani safbilinçten çeperbenliğe atmıştır..

filistin/israil savaşında cephede savaşan her iki tarafın derin uykudaki insanlar da karşı tarafı öldürdüğünde ya da bu uğurda öldüklerinde kendi tanrılarının vaadettiği cennete gitme hayalleriyle insanlıkdışı vahşi birer hayvandan farklı davranmamaktadır.. bu insanların elinden en başta ölüm sonrası yaşam ve diğer kutsal tüm soyutlarını alırsan birini dahi cepheye gönderemezsin..

ne demek istediğimi umarım ifade edebilmişimdir..

paslıçivi
17-05-2010, 07:40
Saygıdeğer paslıçivi,
Bazı geçmişden kalan "ÖFKE"lerinden kurtulamamışsın gibi bir izlenim veriyorsun.Oysa ki elimizde ki tarihsel veriler ve "kutsal" metinlerin tartışmalı olduğunu biliyorsun.Hangi verilere dayanarak İsayı Musadan veya Budhayı...Muhammedi ve Yahyayı diğerlerinden daha üstün veya daha alt seviye görebiliriz ki?
Neye göre? Bugün onlardan birini çok seven ama diğerlerine saygı duymayan
bir Teist bunu söylerse güler geçerim...Ama senin gibi üst seviye Bilinç açıklığına ulaşmış birinden bu sözleriduymak oldukca şaşırtıcı:(


sevgili ululelbab..

şayet; musa ve muhammed'in komutanlığını yaptığı silahlı orduları ve diğer insanları düşman hedef gösteren savaşları hatalı bir tarihi bilgiyse hepsinden özür dilemeye hazırım..

ama bir budha'nın bir isa'nın komutanlığını yaptığı silahlı orduları yoktu ve en başta insan olmak üzere hiçbir canlıya zarar vermediler.. kendi soyutları sevgi(isa) ve yaşam(budha) üzerineydi.. ama musa ve muhammed'inkiler sevgi ve yaşam değil zihinlerindeki yarattıkları o vahşi acımasız tanrıya yaranmak amacı güdüyordu..

ve tekrar söylüyorum.. o insanların döneminde yaşasaydım, o kişilerin o kutsallarını, tanrılarını ve cennetlerini cehenmemlerini onların en uygun yerlerine yerleştirmek için tüm gücümle savaşırdım.. burdaki savaştan kastım; onların bu durumunu bir ayna gibi yansıtıp gerçek yüzlerini ortaya çıkarmak olarak algılanmalı.. bu konuda her türlü hizmeti vermeye her zaman olurdum..

Boyut değiştirmeden,yani yaşarken sınırlı bir görüşe mahkum görünüyor.Tek çare Yükselen/Saflaşan Bilinçlerin biraraya gelmesi,paylaşımda bulunması ve birbirine katkıda bulunması.
Ancak bunu usta-çekirge veya Mürid-Mürşit ilişkisi ile değil Egodan arınmış ve eşit şartlarda yapılması gerek.
Bildiğin gibi "Şeyh uçmaz Onu muridleri uçurur":)...Benim kimseyi uçurmayada kendim uçmayada niyetim yok.

evet bu konuda hemfikiriz.. şu an yaptığımız da birebir bu zaten..

Nötralize olmaya başlamış, dahası asidik ortama girmeye çalışmış bir bilinç bunu yapamaz. Yaparsa, sahilde kumlarla oynuyor demektir. Uğraşısı felsefeden öte gidemiyenlerin hâli ile eş değer.

Asid ortamdan çıkınca varlığın kalmaz. Aslında, bütün bunlar bazik yapının karakteristiği.

sevgili dr. neo.. sohbete hoşgeldin.. iltifatların için teşekkürler.. zaman içerisinde o kumdan kaleleri beraber yapar, oynayıp eğleniriz.. ya da ben yaparım sen oynarsın.. tekrar hoşgeldin..:)

benden bugünlük bu kadar..

evrensel-insan
17-05-2010, 08:23
Saygideger paslicivi;

peki bilinçli canlı insanoğlu niçin bilinçsiz varlıklardan beter bir vahşilikte yaşam sürmektedir.. niçin kendi türünü ve diğer türleri öldürerek, yokederek, yaşamları sona erdirerek bu savaşı vermektedir.. çünkü bilinci vardır ama stand-by konumundadır.. yani çeper(sahte)benlikte çok derin uykuda rüya görmektedir.. uyanık değildir.. körkütük sarhoş bir şekilde yaşamını idame ettirmektedir.. çekirdeğe, safbilince ulaşabilseydi bu vahşice savaşı vermeden yaşamını insana yakışır bir şekilde idame ettirebilirdi..-paslicivi-

Iste simdi yakayi ele verdin!:mod:Kirmizi olarak alintiladigim alintinin cevabi DOGAL DUSUNCE.

Simdi soruyorum:

Birincisi,insanoglu neden safbilince ulasamadi?
Ikincisi insanoglu neden yasamini insana yakisir sekilde idame ettiremedi?

Simdi bana kalkipta ne varolustan bahset, ne de norokimyasal yapidan. Cunku agzinla kendin yesil olarak alintiladigim yerlerde "...BILSEYDI/BILIRDI" ifadelerini kullandin. Demekki bilebilmesi ve idame ettirebilmesi, TAMAMEN STAND-BY KONUMUNDAKI BIR BILINC SORUNU. Benlikte derin uykuda ruya gormesinin nedeni de, dogal dusunce ile herseyi yapmasi.

Iste ben insanoglunun, dogal dusuncenin bilincine ve farkina varabilecegini ve bu bilincin koksel ve temelsel sorununu algilayabilecegini soyluyorum ve benim dogal dusunceyi, notr ve disaridan bakis acisiyla ortaya koymamin sebebi de bu.

Bu da insanoglunun, dogal dusuncenin bilincine ve farkina varmasina bagli.

Bunu basardiktan sonra da gerisi, delearn, yani tum ogrendigini geriye cikarmak ve onlardan arinmak/kurtulmak.

Yani, insanoglunu safbilince ulastirmayan ve yasamini insana yakisir bir sekilde idame ettirememesini saglayan, ustelik insanoglunun kendi ortaya attigi ve yasamininda onune koydugu her turlu, insanoglunu kendi turuyle vahsice savastiran, ayrimci, cikarci v.s. deger, veri ve tabuyu, dusuncesinden, zihninden bosaltarak, onlardan arinmak/kurtulmak ve bu degerleri tabulu rasa duzeyine getirmek.

Simdi varolus ve norokimyasal yapi bahanesi bulmadan soyle bakalim, insanoglu bu bilince neden ulasamaz?, nedir engel?

Cunku bu sorularin, varolussuz ve norokimyasal yapisiz verecegin cevabin, sana evrensel insan'in isigini gosterecektir ve kapisini aralayacaktir. Ister isik ile aydinlanirsin, ister kapidan girersin, o senin bilecegin is. Ama en azindan isigi gorur ve bir aralik kapinin farkina varirsin.

Iste evrensel insan bu isik ile aydinlanmak isteyenler ve aralik kapidan girmek isteyenler icindir.

Saygilarimla;
evrensel-insan

Düşüngen
17-05-2010, 16:21
filistin/israil savaşında cephede savaşan her iki tarafın derin uykudaki insanlar da karşı tarafı öldürdüğünde ya da bu uğurda öldüklerinde kendi tanrılarının vaadettiği cennete gitme hayalleriyle insanlıkdışı vahşi birer hayvandan farklı davranmamaktadır.. bu insanların elinden en başta ölüm sonrası yaşam ve diğer kutsal tüm soyutlarını alırsan birini dahi cepheye gönderemezsin.. Paslıçivi-----

Hoş güzel diyorsunuz insanları savaştıran inançlar, peki bu inançlar neden ortaya çıktılar, tabi ki çıkar amaçlı ortaya atıldılar. Başlangıçta soyutlar somutları ele geçirmek için motivasyon amaçlı ortaya atıldı daha sonra yoldan sapılarak araç amaç durumuna geldi insanlık kendi kazdığı çukura düştü.

Düşüngen
17-05-2010, 16:27
Sevgili paslıçivi,
Bulunduğunuz bilinç düzeyi sosyal yaşantınızı nasıl etkiliyor, sahte benlik dediğiniz toplumun %99 unu oluşturan kesim ile ilişkilerinizde zorlanıyor musunuz? Bu sahte benliklerin kurduğu uygarlığın içinde yaşamakta ve kültürlerine uyum sağlamakta zorlanıyor musunuz? Açıklamaya çalıştığınız saf bilinç durumunu pratik hayatta (iş ve sosyal yaşamda) uygulayabiliyor musunuz yoksa bu, sadece soyuntunuzda yaşadığınız bir durum mudur?

Yazacaklarım kişisel gözlem ve analizlerimdir, saf bilinç durumunu herkesde olması gereken bir durum olarak lanse ettiğinizi fark ediyorum . Diğerlerini ötelercesine ya da aşağılarcasına sahte benlikle adlandırmanız bu gözlemimin doğruluğunu göstermektedir. Olması gereken durum, ne saf bilinç durumu ne de sahte benlik(çeper benlik) dediğiniz durumdur olması gereken durum zaten olmaktadır biz sadece olanın dedikodusunu yapıyoruz, başka bir şey değil.

Empati kurduğum için biliyorum ki, nüfusun %99 una sahte benlik damgası vurmanız o kişilerde aşağılanmaya yol açacaktır ve sahte nedir gerçeği nedir bilmediği için sahtelikle suçlanmasına bir anlam veremeyecek bu da kişinin zihninde sıkıntı yaratacaktır. Şimdi eminim, o onların suçu değil onları suçlamıyorum diyeceksiniz peki kimi suçluyorsunuz? Ben ortada ne bir suç görüyorum ne de bir suçlu görüyorum, siz bu suçu kendi zihninizde mi kurdunuz? Urfada yaşayan "kelaynak" kuşlarının kel olması onların suçu mudur, ya da bu doğal durumları suç mudur? Değilse ve bu durumları değişmeyecekse bizim onlara siz kelsiniz dememizin ne mantığı vardır bu tutumumuz onları üzmekten başka neye yarayacaktır? Saç mı ektirmeleri lazımdır ya da kel oldukları için sözleri dinlenmiyecek midir böyle saçmalık olur mu? En sonunda, biz ona "kel" dediğimizde o da bize; bir öpeyimde kendine "gel" diyecektir. Sizin başınızın tüylü olamsı da, sizi yüceltmez çünkü her ikinizde doğadan geliyorsunuz.

Hadi evrensel insan bilinç varyasyonlarının evriminde seçilme şansını deniyor bunu da insanlığı kendisini şimdiye kadar ortaya koymadığı söyleyerek bu ortaya koyum ile insanlığa bir ivme kazandırma, sıkıntıları azaltma ve evrensel insanı ölümsüz, kalıcı kılma çabası içinde. Ya siz ne yapıyor sunuz, tanık olarak olan olayların olduğunu ve bunun olması gerektiğini söyleyerek maç anlatan spiker gibi herkesin gördüğü durumu dillendirip kafa ağrıtmaktan başka bir şey yaptığınız yok, skorbord gibisiniz sadece sonucu göstererek herkesin bildiği sonucu gözümüze sokmaya çabalıyorsunuz. Halk arasında ünlü bir fıkra vardır; Yeni evli genç kız gerdeğe girmeden gurbete çalışmaya giden kocasının 2 yıl aradan sonra dönüşünde cebine bakar seksen lira olduğunu görür, kocası giderkende cebinde seksen lirası olduğunu hatırlayınca çemkirmeye başlar der ki, "Gittin seksen geldin seksen evde kalsan da beni öpsen". Durumunuz bu genç kocadan farksız. Üzerine hiçbir şey koymadan parazit gibi yaşayor türü adına birşeyler yapmaya gayret edenlere de sahte/ öz benlik robotu yaftasını yapıştırıyorsunuz. Halbuki türünüzün sağladığı olanaklardan fazlası ile istifade ederken diğer yandan türünüzü yadsıyorsunuz.

Birde tutturmuşsunuz, "anı yaşamak, yaşamı ıskalamamak" diye tecrit pilavı gibi ısıtıp ısıtıp önümüze koyuyorsunuz. Merak ediyorum, yaşamı ıskalayanlar öldüde ıskalamayanlar ölmedi mi? Ömer Hayyam'ın tabiri vardır der ki; Şarap içen öldü de su içen ölmedi mi? Söyler misiniz paslıçivi, yaşamı ıskalamayan ölmedi mi? Belki diyeceksiniz ki, yaşamı ıskalamayan yaşamın tadını vardı, peki yaşamın tadına varamayan öldü de varanlar ölmedi mi? Bu durumu açıklamanızı bekliyorum tekrar bahane olarak "Zamanım kısıtlı ıskalamamam gereken bir yaşamım var" demeyin. Yaşamı ıskalamamak demek kaçınılmaz olan bir tecavüzden zoraki bir zevk çıkarma çabasıdır. Çünkü yaşamı ıskalayanda, ıskalamayan da karavana atan da hepsinide aynı son beklemektedir. Iskalama kompleksiniz çok yersiz ve beyhude çabalamadır lütfen rahat olun, rahat yaşayın. Son olarak, "Yanıma kimseyi yanaştırmıyorum" diyerek benliğinizdeki kibiri dışa vuruyorsunuz, belli ki elinizin öpülmesi sizi okşuyor ne diyeyim el öpenleriniz çok olsun. Ne yapayım buradan böyle görünüyorsunuz.

Düşüngen
17-05-2010, 16:33
Bizler Afrikalı büyük insansı maymunlardanız doğuştan getirdiğimiz bir takım biyolojik özelliklerimiz temel ihtiyaçlarımız var. Canlı varlık olduğumuz için canlılığın yasalarıyla yönetiliriz. Bu temel ihtiyaçlarımızı (yeme-içme, barınma, üreme, kendini ispatlama vs.) karşılamamız ve kendimizi korumamız için birde yanımızda benlik getirmişizdir. Bu benliği canlının çobanı olarak düşünebiliriz ya da canlının rehberi diyebiliriz. Bu rehber, gölge gibi canlıyı takip eden çıkarlarını koruyup kollayan onu hayatta kalıp bencil genlerini devam ettirmesine koşullayan doğuştan gelmesi sebebiyle "doğal benlik" diyebileceğimiz bir merkezdir. (Şimdi okuyucular, herkes bir benlik tutturmuş gidiyor diyecekler ama ne yapayım evrenin görüntüsü böyle). Bu benliğin aslı ya da sahtesi yoktur nasıl gelip çevre şartlarında biçimlendiyse odur. Nihayetinde bu benlikte nesnel temellidir, nöronların etkileşimi, birleşimi sonucu var olan moleküler, kimyasal bir maddedir. Madde olması münasebetiyle diğer maddeler gibi fizik yasalarının askeridirler. Ne olması gerekiyorsa onu olmak zorun dalardır, havadan bırakılan taşın düşmesi gerektiği için düştüğü gibi onlarda bazı fizik kimya yasalarını tatmin etmeye çalışırlar.

Dahası ne yapması gerektiği ve ne yapacağı üst bir beyin tarafından bilinebilir, bu süreçler deterministtir hesaplanabilir. Atom kökenli olduğumuz için benlik/bilinç kavramlarıda atomik yapılar oldukları için uymamız gereken doğa yasaları hesaplandığında sebeb sonuç zincirleri takip edilebildiğinde nereye varacağımız bilinebilir nereye gittiğimiz nerden geldiğimiz bellidir ancak biz o bilgilere ulaşamayız zaten işin espirisi bu bilgiye ulaşamıyor oluşumuzdur, ama ulaşamıyor olmamız gideceğimiz yerden sapacağımız anlamına gelmez. Tıpkı aşağıya bırakılan bir taşın nereye gittiğini bilmediği ama bizin onun yere doğru gittiğini ve yere çakılacağını bildiğimiz gibi, bizimde nereye doğru gittiğimiz bir üst beyin tarafından bilinebilirdi, biz bu taşa göre üst bilinciz bizimde mesela uzayda bize bakan bir üst bilincimiz olsaydı bizim nereye doğru gittiğimizi nereye çakılacağımızı söyleyebilirdi.

Dediğim gibi bunu bilmiyor oluşumuz bu olacak olan durumu değiştirmez bizim mücadele etmemizin sebebi ise doğal seçilimin kazandırdığı özelliklerimizdir doğal benlikte bunun içindedir. Çünkü arzu ettiği durumun olma ihtimalini yükseltici eylemlerde bulunanların(mücadele edenlerin) arzularının gerçekleşme oranı diğerlerine göre yüksek olduğu için başarılı sayılmışlar ve doğal seçilimden geçmişlerdir. Bizlerde kalıtımla o özellikleri kazandığımız için koşturur dururuz. Bu bize rehberlik eden doğal benlik canlının üremesi ve genlerinin devamı için canlıyı güçlü konumunda tutmaya mecburdur, bu güçlü durum için kişinin uyuması gerekirse uyur, inkar etmesi gerekirse eder, öldürmesi gerekirse öldürür. Çünkü bizler, öldürmesi gerekli olduğu yerlerde gözünü bile kırpmadan öldüren atalarımızın devamıyız tabi ki öldüreceğiz öldürüyoruz da, bunu ben demiyorum haberleri izleyin katliamları, cinayetleri görün. Haberlere gerek yok bu komik durumu, her ilde bulunan yüzlerce polisten oluşan cinayet masası personelinin varlığı ve varlık sebebi her şeyi açıklıyor. Bu söylediklerim bilimsel bir açıklama değil kişisel algı ve gözlemlerimdir doğruda olabilir yanlışta, hatta uçuyorda olabilirim.

Canlı için uygun bir davranışta bulunulursa o canlı mutlulukla ödüllendirilir. Buna tatmin olma denilebilir. Bir tatmin hemen arkasından başka bir tatmin gereksinimini doğuracaktır. Bu bir kısır döngüdür, kedinin kendi kuyruğunun peşinden koşup yakalayamaması gibi bu tatminde gerçek anlamda bir türlü yakalanamaz. Bunu daha iyi örnekleyecek olursak şöyle diyebiliriz; Dünya malı deniz suyu gibidir içtikçe yanarsın yandıkça içersin en sonunda denizin kenarında ölürsün, çünkü tuzlu ve acı deniz suyu içini yakıp kavurur bu yangın seni tekrar suya yönlendirir böylece bu kısır döngü kısa sürede ölümüne sebep olur. Tatmin/mutlu olmak demek bencil genler açısından "Her şey yolunda" demek anlamına gelir haz ile ödüllendirilir. Böylece canlı bu ödülün sürekliliği için koşturur yani haz peşinde koşar. Haz peşinde yeterince koşamayan türler doğal seçilim tarafından ölümle cezalandırıldığı için koşabilenlerde seçilip yayıldığı için her yaşayan canlı, bu hazların/tatminin peşinden -buraya dikkat!! ölünceye kadar ve doymamak şartıyla koşacaktır.

İnsanların penceresinden bu durumun nasıl göründüğünü açıklamaya çalışırsak şunu diyebiliriz; Tatmin/mutlu olabilenler için sistem çok düzgündür tek sorun daha çok tatmin olabilmektir, tatmin/mutlu olamayanlar için sistem adaletsiz ve düzensizdir derhal yıkılması gereklidir. Tatmin /mutlu olanlar için tam tersi, bu düzen en uygun olandır, kutsaldır korunmalı devam etmelidir. Bu iki kutup insanı yer değiştirirsek, önceden tatmin olamayanlar tatmin olmaya, önceden tatmin olanlarsa tatmin olamamaya başlarlarsa, tutumlar değişecektir önceden sistemi savunanlar bu sefer sistemi yıkmaya, yıkmaya çalışanlar ise artık korumaya yöneleceklerdir. Görüldüğü gibi kutuplaşmanın altında ideoloji değil çıkar dürtüsü yatmaktadır.

Sevgiler..

Düşüngen
17-05-2010, 16:36
Türümüz birbirlerini kıskanırlar bu bir zorunluluktur bu kıskançlıktan bencil genler nemalanmaktadır çünkü kıskançlık başarıyı koşullar, daha uyguna yönelimi sağlar bir kamçı görevi görür. Kıskançlık gereksiz değildir gizli bir göreve hizmet eder. Uzmanlar hastalıklı bir tutum olarak görselerde kıskançlık çok doğal bir davranıştır bireysel ilerleme sağlar böylece toplum daha çok gelişir, bu da o genlerin bulunduğu gen havuzunun zenginleşmesine hizmet eder. Bu başarıyı koşullayan kıskançlığın yan etkileri vardır o da huzursuzluk/mutsuzluktur. Bu mutsuzluğu mutlultürüuğa çevirmek için kişi bu kıskançlıktan kurtulmak zorundadır ve bu kurtuluş için bir şeyleri başarması, bir şeylere sahip/hakim olması gerekir bu da toplum içinde bir rekabete yol açar bu rekabette kalkınmayı sağlar. Kıskançlık duygusu genelde şuursuz yapılır kişinin elinde değildir buradan çıkan sonuç, bu duygunun genler tarafından harekete geçirildiği, mekanik otomat olan insanın fizyokimyasal bir dürtüsünün eyleme geçmiş hali olduğunu ortaya koyar.

Kısaca formül şudur; Kıskanç ol ki, huzursuzluk/mutsuzluk kara bulut gibi üzerine çöksün sonra bu kara bulutları kaldırmak için çok çalışasın(vurmak, kırmak, yıkmak, el etmek, hükmetmek, başarmak) böylece rahat nefes alabilesin. Sen rahat nefes alırkende senin sayende gen havuzunuzun oluşturduğu toplum kalkınma sağlasın daha iyi bir düzene doğru yol alabilsin. Bu yüzden birbirlerimi sevemeyiz, karşılıksız özveride bulunamaz empati kuramayız. Çünkü türümüzün bireylerini dost olarak değil rakip olarak görürüz bize bu görüş açısını evrim/varoluş çizer gelişme adına. Eğer olurda bir gün birbirlerimizi karşılıksız sevmemiz yanlışlıkla evrim süreçlerinin işine yararsa işte o zaman bu sevgi selini doğada/evren destekleyecek ve her yeri bu sel basacaktır ancak şu an öyle bir destek yok, belki yüzbinlerce yıl sonra(belki).
Her şey, evrimin örgüsü evrenin görüntüsüdür. Bizler evrenin cismi varoluşun resmiyiz.

Sevgiler.

Düşüngen
17-05-2010, 16:38
Aynı durum aşağılanma durumlarında da görülür. Kişi kendisini aşağılanmış hisseder, bu aşağılanmadan kurtulabilmek için güçlü olmak ister yoksa bu aşağılanma onu öldürüp bitircektir. Aşağılanma durumuna tıp bilimi hastalık gözüyle bakar halbuki son derece doğaldır lakin sosyalleşme gerekçesi ile hafif traşlanmalı tedavi edilmelidir. Aşağılanma kişinin kendisini güçsüz hissetmesi durumunda başlar ve güçsüz olmak demek canlının öldüğünün resmi olması demek olduğundan derhal bu güçsüzlükten kurtulma yollarına baş vurur. Normal yoldan güçlenemezse düş yolu ile hayal kurarak ya da hazır satılan hayaller mesela kurtlar vadisini dizini alarak bu eksikliğini telafi yoluna gider. Bu durum çok doğaldır çünkü canlı doğada güçlü olmak zorundadır bu evren yasaları ile işleyen evrimin dayatımıdır. Aşağılanma, gelişime dolayısı ile genlere bir ilerleme, zenginleşme, bir ivme kazandırır, kalkınma sağlar. Tıp bilimine göre aşağılanma, sadece kişinin kendisini güçsüz hissetmesi durumunda ortaya çıkar. Bana göre bu yanlıştır bir de işin gözardı edilen evrimsel boyutu var.

Buna göre, her canlı içinde gizliden güçlü olma arzusu taşır bu arzuyu tatmin için mekanizma basittir aşağılanma acısının musallat olması ve bu aşağılanmadan kurtulup rahat nefes alabilme adına güçlü olma yolunda herşeyi göze almak. Pek çogunda da durum böyle olunca güçlü olma isteği rekabeti ortaya çıkarır, bu güç elde etme rekabetinin bitmemesinin sebebi, istenilen gücün sınırının olmamasıdır sınırsız olan bir şey bitebilir mi? Rekabet savaşları meydana getirir, savaşlarda daha güçlü olanın seçilmesini sağlar. Bu savaşta kaybedenler hep, niyazi olan asker arkadaşlardır, kazanan ise hiç bir zaman değişmez "genler"(evren yasaları). Bunları ben uydurmuyorum, evren böyle ne yapayım. Evren, evrim ile uyguna doğru gidiyor bu gidiş kanlı da olabilir kansız da, bizlerde bu yolda evrenin ayaklarının altında uzanan çeşitli desenlerdeki kilimleriz. Evrensel insan gibi insanlık adına fedakarca bir hizmet gerçekleştirmek böylece türünün sıkıntılarını azltmak gibi erdem taşıyan düşünen bireyler, kendilerinin bu yolculukta kestirme bir yol bulduklarını bu yolu denemek gerektiğini söyleyerek kritik anlarda yerinde çıkışlar gerçekleştirirler.

Güç ve aşağılanma konusunda diyebilirim ki; Düşünen birey için en görkemli güç, evren olduğunu algılamasıdır. Varolmamız trilyonlarca ihtimalden birisiydi hatta sonsuz ihtimallerden birisiydi ve biz ona rastgeldik. Sayısal lotoyu tutturma olasılığı 13 milyonda birdir bunu tutturamadık ancak daha zorunu tutturduk "varolmayı" işte buradayız bu çok büyük ve görkemli bir şansdır, tabi algılayabilene. Akılların bile alamadığı büyüklükteki bir çok sesli koronun zorunlu/gerekli bir solisti olmanın verdiği yüce gücü görmeyip aşağılanma duyan ve eften pürten şeylerden güç umarak bu aşağılanmadan kurtulmaya çalışanların çabaları büyük bir komedidir, bir o kadarda zorunluluktur.

Sevgiler.

evrensel-insan
17-05-2010, 19:08
Saygideger Dusungen;

Cok uzun zamandir, boyle akici, icerikli ve aciklayici bir mesaj okumamistim. Dusuncene, bilgine, bilincine, birikimine ve gozlemine saglik.

Senden ricam, lutfen asagidaki linki oku.

http://www.turandursun.com/forumlar/showthread.php?p=303986#post303986

Mesaj 822

Saygilarimla;
evrensel-insan

evrensel-insan
17-05-2010, 21:17
Saygideger Dusugen;

Evrensel insan gibi insanlık adına fedakarca bir hizmet gerçekleştirmek böylece türünün sıkıntılarını azltmak gibi erdem taşıyan düşünen bireyler,-Dusungen-

Burada algilanmasi gereken cok onemli bir nokta var. Senin insanoglunun "s1k1nt1lari" olarak dile getirdigin, zaten; benim "sorun" olarak dile getirdigim ve insanoglunun kendi yaratimiyla yapilandirdigi ve isleme koydugu dogal dusuncenin sorgulanmaz, alisilagelmis, otomatiklesmis sistemlesmis ve somuta indirgenmis olgusudur.

Iste burada zaten ne evrenin, ne evrimin ne de insanoglu disi herhangibir parcanin rolu ve katilimi yoktur. Tamamen insanoglu urunudur. Iste o yuzden, konu evrim ve evrimsel degil, devrim ve devrimseldir, yani insanoglu turunun biri olaninin birey devrimi ve bu devrimin evrensel/insansal bilinci.

Yani, insanoglu eliyle isleme konan ve tarihler boyu suren, kendi turu arasi ayrimciligin, cikar iliskisinin ve bunun getirdigi her turlu metafizik ve etiksel veri deger ve tabunun, yine insanoglu turu eliyle ortadan kalkmasi, insanoglu turunun dusunce, davranis, sistemlenis ve yasam/iliskisinde ayrimsiz, cikarsiz v.s. tur butunlugunu, birligini, beraberligini saglamasi.

Iste evrensel insan bunu ve bunun neden olamadigini ve nasil olmasi gerektigini ortaya koyuyor. Cunku ben de bir insanoglu turuyum ve turumun ayrimsiz, cikarsiz v.s. birlik, butunlugunun ve beraberliginin bilinclenerek ve farkina vararak saglanabilecegini ve bunu saglamanin da baslangicini insanoglu turun un her bir birinden baslayacagini soyluyorum.

Cunku insanoglu bugune kadar ne ortaya koyduysa, kendi turunu, bolmek, parcalamak, ayirmak ve bu ayrimciligi, koruklemek, gelistirmek ve kalici kilmak icin yapmis. Bunun da nedeninin temeli dogal dusuncesi ve onun evrensel AYNILIKTAKI yapilanis ve isleyisi.

Saygilarimla;
evrensel-insan

Dr. Neo
17-05-2010, 22:00
Empati kurduğum için biliyorum ki, nüfusun %99 una sahte benlik damgası vurmanız o kişilerde aşağılanmaya yol açacaktır ve sahte nedir gerçeği nedir bilmediği için sahtelikle suçlanmasına bir anlam veremeyecek bu da kişinin zihninde sıkıntı yaratacaktır.

Bu evrensel sistemi kuran, programlayan, yönetenin muradıdır.
Adem, ilhâm dediğimiz olayı yaşıyarak saf bilinci seyreden yapıdaydı. Mutlâk anlamda Adem denilen, safbilinci gözlemleyen şûur sahibi olsaydı, yâni; mecazı anlamıyla, yasak ağactaki meyveyi yememiş olsaydı, senaryo yazılamıyacak olacaktı. Bundan ötrüdür ki "kendini bilen" yapı Adem dediğimiz bilinç ile belirdi. Daha öncesinde "kendini bilen" bir yapı da İnsan yoktu. İnsansı toplum vardı; yapageldikleri yiyen-içen-üreyen toplumlar.
İçerisinde bulunduğumuz yüzyılda bundan farksız. Yiyen-içen-sex yapan totemden başka bir düşünsel yapıları yoktur bu kendini bilmiyenlerin.

Bu senaryo dolayısıyla her asırda, bu realiteyi dillendiren ve bu durumdan nasıl kurtulunup "aslına dönmeyi" anlatanlar vardır.

Paslıçivi'nin doğru olarak vurguladığı anlamın nedeni bu.

Sevgiler

evrensel-insan
17-05-2010, 22:07
Saygideger Dr. Neo;

Bu evrensel sistemi kuran, programlayan, yönetenin muradıdır.-Dr. Neo-

Sen bunun boyle oldugunu nerden biliyorsun?, "Evrensel sistemi kuran?!" ile, insanoglu turunde olmayan, ama; bir insanoglu turu olarak sende olan ozel bir dialog yetenegin mi var?, yani bu cumleyi sana, "evrensel sistemi kuran?!" ne kim ise, omu iletti?, yani bir vahiy mi aldin?, hangi dialog ile?

"evrensel sistemi kuran, programlayan, yoneten?!" derken, bir insanoglu olarak icerik verdigin ve bag kurdugun bu "yonetici/kurucu/programlayici" kimdir/nedir? Kime/neye gore, odur ve nasil?

Saygilarimla;
evrensel-insan

Dr. Neo
18-05-2010, 00:02
Sen bunun boyle oldugunu nerden biliyorsun?

Arı gibi her canlı "vahiy" alır ve hayatiyetini de o vahiy üzre sürdürür. Anlayışı kıt olan ise kendiliğinden "canlı" der. Bizde ki vahiy anlayışı çok sığ ve dar olduğundan, irdeliyemiyoruz.

Genetiğimden intikal edip düşünce dünyamı değiştiren fizyokimyasal reaksiyonlarım sonucunda, TEKLİK (tevhid) bakış açım dolayısıyla bana intikal edenlerden dolayı biliyorum, takdir edilen nispette.

Bir mecaz kullanacağım "düşüncemi" karşımdakine aktarabilmek için.

İnsanoğlu bir TV, ses ve görüntüyü UYDUDAN aldığı yayın ile görüntüye ve sese çevirir dalgasal ritmik hareketleri.

Beyin, algıladığı dalgaları veya diğer değişle kozmik tesirleri (astrolojik tesirler) her an , bunu görüntü ve sese çevirir. Kişinin hayali dünyası oluşur... Biz, cisimden bir dünya iiçinde sanıyoruz da, gerçekte böylemi?..

bir insanoglu turu olarak sende olan ozel bir dialog yetenegin mi var?, yani bu cumleyi sana, "evrensel sistemi kuran?!" ne kim ise, omu iletti?, yani bir vahiy mi aldin?, hangi dialog ile?

İnsan ve insansı genomu bütün insanlıkta var. İnsan, kendini bilen ve sonucunda göreceli "benliğini" yok edene denir. İnsansı ise, benliğiyle böbürlenip nefsine zulmedene denir. Ama bu genetik bilgiyi aktifleyen, inaktifleyende yukarıda işaret ettiğim bu kozmik tesirler. Bunun açılımı intrauter hayatta yani daha cenin halde ki yapımızda dördüncü ayın sonunda ki bir programlama işlevine dayanır. Bu programlama işlevinde, hangi genin aktiflenip, hangi genin aktiflenmiyeceği belirir. Buna göre de düşünce dünyasında hayali benliğiyle beraber oluşur kişinin hayali dünyası.. Bu evrensel sistem ve içindekiler gibi nice evrensel sistemler var ki o bilgi bize kapalı. Bütün bunların O'nun indinde koca bir "hiç". İşte bunu niteleyen tek bir cümle var o da ekber.

"evrensel sistemi kuran, programlayan, yoneten?!" derken, bir insanoglu olarak icerik verdigin ve bag kurdugun bu "yonetici/kurucu/programlayici" kimdir/nedir? Kime/neye gore, odur ve nasil?

Stringlerin , altı farklı hareketiyle sonsuzlukta ki bilgi, kuark enerji skalasında mânâya bürünüp, bu mânâlar atom üstünde elektron'a dilediğince hükmeden yapı; dilediğini yapmada. İşte bu nedenle evrensel sistemin Özü günün ilerisindekilerinin vardıkları yer. Bir de bunun paralel evrenlerde ki açılımı var "ateist" kapasitesi ona yetmez. Aşk ile hissedilebilinir. İnsan dediğin yapı nedir ki?!.. 7 farklı gezegenin , 7 farklı hormonomuza direkt etkiyerek 7 şakramızı her an koontrol altında tutmadalar. Ama beyine direkt etki, beynin tamamı yöneten ön beyindir yani alın bölgesi (prefrontal korteks). Bu hissediş "insan" olmayı getirir. Bunu hissedememek , et-kemik yaşantısına sokar. Vaktiyle Aşk'ı yaşayanlardan bir "fakir" şöyle demişti ; Sen, düşünceden ibaretsin. Geriye kalan et -kemiksin. Gül düşünür gülistan olursun, diken düşünür dikenlik olursun. Tıbbi terimler ile yazışmayı istemem doğrusu, mazûr görün.

Alâk-15 / Hayır (iş sandığı gibi değil)! Andolsun ki eğer vazgeçmezse, elbette onu alnından (önbeyin) şiddetle tutup sürükleriz!

Alâk-4 / O ki, (O Rabbanî özellikleri ve genetiğini) Kalem olarak öğretti (programladı)!

Ne demişti sonsuzluk önderi... Bana, dünyaNIZ'dan üç şey sevdirildi...

Sevgiler

evrensel-insan
18-05-2010, 00:14
Saygideger Dr. Neo;

Ben; insanoglunun kendisi de dahil herseyin bir ORTAYA KOYUM oldugunu;
Bu ortaya koyumun, kendide dahil, ortaya koyaninin insanoglu oldugunu;
Ortaya konan seyin kendisini kendi adina ortaya koyamayacagini
Ortaya koyan insanoglunun ortaya koyumunu monologla ve sadece kendi turu icin/adina/eliyle ortaya koydugunu
Bu ortaya koyumda, ortaya konanin hic bir rolu ve kendisi olmadigini
Ortaya koyumun, insanoglunun kavrami eliyle oldugunu
Ortaya konanin sadece bir kavram oldugunu
Insanoglu ortada yok ise; ne bir ortaya koyan, ne bir ortaya koyulan ve ne de bir ortaya konumun olamiyacagini
Olsa bile bu ortaya koyanin insanoglu disinda olmasi vasfiyle; insanoglunun bu ortaya koyan ile ortak bir dialogunun olmadigini
Ustelik bu ortaya konanin; her zaman ve sartta bir sorun oldugunu ve ortak bir ortaya konumun mumkun olmadigini
Ustelik bu ortaya konumun tartismasinin bir dialog icerdigini, ama; insanoglunun ortaya koyumunun monolog uzerine oldugunu ve ayni turden iki insanoglunun bu ortaya koyum adina ortak bir icerik ve bag iliskiye varamadigini
Var ve ol kokenli ortaya konumlarin; metafizik ve etiksel temelli ideolojik inancsal dogrular oldugunu
Ortaya konanin, varin yansisinin bir algisi ve bu alginin kavramsal yansitilmasi ve de turev, donusum oldugunu
Ortaya konumda; ne ortaya koyanin, ne de ortaya konanin; ortada olmadigini.
Ortaya konumun, soyut temelinin dusunce ve inanc oldugunu; somut temelinin ise madde ve varlik oldugunu

Madde, varlik ve tum soyutlarin, ortaya konan olarak kendilerinin olmadigini, sadece bir donusmus turev olduklarini.

Ortaya konan kavramin; dusunceden ortaya koyumunun; eger bir somut deney, gozlem, arastirmaya yonelik degil de; sadece soyutta kalmasinin inancsallik oldugunu
Epistemolojinin dusunce ile inancsal siniri belirledigini
Ortaya konum, turevsel donusum temelli bilgi ve ogretinin her zaman pozitif oldugunu

SOYLUYORUM.

Bu soylevin, neresine katilip/katilmadigini, nedenlerini, katilmadigin yerlere getirecegin alternatif oneriler ile birlikte yanitini verirmisin?

Sonucta insanoglunun kendi yarattigi dogal dusuncenin temellerinden olan insandisiliktan bahsediyorsun. Bu insandisiligin,ne oldugu, neden o oldugu ve senin bilgin, bilincin, birikimin adina verdigin icerigi ve bu verdigin icerige gosterdigin TESLIMIYETI ve kurdugun bagi, algilamaya calisiyorum.

Sen kendini, bu programlayicinin, bir elcisi olarak mi goruyorsun?

Saygilarimla;
evrensel-insan

Dr. Neo
18-05-2010, 00:57
Ben; insanoglunun kendisi de dahil herseyin bir ORTAYA KOYUM oldugunu;
Bu ortaya koyumun, kendide dahil, ortaya koyaninin insanoglu oldugunu;
Ortaya konan seyin kendisini kendi adina ortaya koyamayacagini
Ortaya koyan insanoglunun ortaya koyumunu monologla ve sadece kendi turu icin/adina/eliyle ortaya koydugunu
Bu ortaya koyumda, ortaya konanin hic bir rolu ve kendisi olmadigini

Sen, BEN'liğinle ortaya koyarsın. Ama sahnede olduğunun, boynuna asılan ip ile yukardan seni oynatanın, sahneye konulan olduğunu bilmezsin. Buna da Ortaya koyulum denir. Diğer adı kozmik robot.

Temporal lobunu çıkarırsam veya beynine bir impuls yollarsam; o an bütün kavramların bağlı olduğu nöron bağlantılarını durdursam (sinaptik ve presinaptik bağlantılar) sonra da, sana kimsin diye sorsam, aval aval yüzüme bakarsın. Bu nedenle, izafi olan gerçek sanman ve varlık atfetmen bir perdelilik. Perdeyi kaldırdığında oyun da sonar erer. Mutlu olanlardan olursun. Perdeyi kaldıramıyanlar, mutsuz olanlar.

Ustelik bu ortaya konanin; her zaman ve sartta bir sorun oldugunu ve ortak bir ortaya konumun mumkun olmadigini
Ustelik bu ortaya konumun tartismasinin bir dialog icerdigini, ama; insanoglunun ortaya koyumunun monolog uzerine oldugunu ve ayni turden iki insanoglunun bu ortaya koyum adina ortak bir icerik ve bag iliskiye varamadigini
Var ve ol kokenli ortaya konumlarin; metafizik ve etiksel temelli ideolojik inancsal dogrular oldugunu
Ortaya konanin, varin yansisinin bir algisi ve bu alginin kavramsal yansitilmasi ve de turev, donusum oldugunu
Ortaya konumda; ne ortaya koyanin, ne de ortaya konanin; ortada olmadigini.
Ortaya konumun, soyut temelinin dusunce ve inanc oldugunu; somut temelinin ise madde ve varlik oldugunu

Madde, varlik ve tum soyutlarin, ortaya konan olarak kendilerinin olmadigini, sadece bir donusmus turev olduklarini.

Ortaya konan kavramin; dusunceden ortaya koyumunun; eger bir somut deney, gozlem, arastirmaya yonelik degil de; sadece soyutta kalmasinin inancsallik oldugunu
Epistemolojinin dusunce ile inancsal siniri belirledigini
Ortaya konum, turevsel donusum temelli bilgi ve ogretinin her zaman pozitif oldugunu

SOYLUYORUM.

Bu soylevin, neresine katilip/katilmadigini, nedenlerini, katilmadigin yerlere getirecegin alternatif oneriler ile birlikte yanitini verirmisin?

Sonucta insanoglunun kendi yarattigi dogal dusuncenin temellerinden olan insandisiliktan bahsediyorsun. Bu insandisiligin,ne oldugu, neden o oldugu ve senin bilgin, bilincin, birikimin adina verdigin icerigi ve bu verdigin icerige gosterdigin TESLIMIYETI ve kurdugun bagi, algilamaya calisiyorum.

Sen kendini, bu programlayicinin, bir elcisi olarak mi goruyorsun?

Dışarıda bir "dünya" yok. Onu sen her an "var etmedesin", beynin var etmede. Sana gerçeklik gibi gelsede beyninin içinde ki dünyaNda yaşıyorsun. Çoklu hologram dünyaN'da. İnsanlarla etkileşimde olduğunu zannettiğin , gerçek sandığın halde hayal dünyandasın. Ne maddi bir alem var içinde bulunduğun ne de başka birşey. Zamansız ve Mekansız bir boyutun içerisindesin. Eşya yani maddi seninle var. Buradan bu hâline bakınca senin, kavramların denizinde boğulmaya yüz tutmuş (felsefe bataklığında) bir bilinç görüyorum. Kitabi bilgi, bu bataklıktan (benlikten ve totemlerinden) nasıl kurtulman gerekliliklerini anlatır. Müslümanların anladığı gibi öldürüp kesilip biçilip bir tanrının fermannamesini değil.

Yüzümü, her zerrede açığa çıkana döndüm! Hanif olarak... O'na şirk koşanlardan değilim. Olmadığım için "dünyam" ' da mutluyum...

Sevgiler.

UlulElbab
18-05-2010, 00:59
Sen kendini, bu programlayicinin, bir elcisi olarak mi goruyorsun?

Saygilarimla;
evrensel-insan

Sevgili evrensel-insan,

Programlayıcının elçisi olmayı İnsan kendisi istesede elde edemez.Onun için El BAB ları yani kapıları kendi açamaz.Ancak temsilcisi olma ihtimali var.
Yani Halifesi...O da Kamil-İnsan olmakla mümkün.Diğer bir deyişle Said bir kumaşı/hammaddesi varsa...Hamuru uygunsa:)

İşte o noktadaya ulaşan Enel-Hakk der...Bahsettiğin Monolog,Dialoğa yada Dialog-Monoloğa dönüşür.

Bu arada Sevgili Dr.Neo dostumun cevap verirken Evrensel-insanın Ateist olmadığını bilmesinde fayda var :)
Sevgili E.İ bana göre Agnostizmin kendine has bir versiyonu...
Ancak en iyi kendisini yine kendisi ortaya koyar.

Saygılarımla...

evrensel-insan
18-05-2010, 01:11
Saygideger Dr. Neo;

Benim yazdigim mesaji okuyan ve yanit veren sen nesin kimsin?, verdigin cevaplar, sadece sana yani insanoglu turune ait degil mi?, sen bu cevaplari verirken, sadece insanoglu adina/ait/eliyle/icin vermiyormusun? Insanoglu disi nerde?

Tamam, sen illa bir seye kendini teslim etmek istiyorsan, edebilirsin. Ama; bu teslimiyeti de herkesten bekleme.

Saygilarimla;
evrensel-insan

evrensel-insan
18-05-2010, 01:18
Saygideger UlulElbab;

Bu aslinda, toplumumuzun etiketlemeye alismis, onyargili ve pesin hukumlu olma aliskanligindan ve dusunce uretememesinden kaynaklaniyor. Cunku, bir etiket vermeden kimse rahat edemiyor, sonrada o verdigi onyargili etiket temelinde ne gibi bir algiya sahipse, etiketi verdigi kisiyide o algi kalibina sokmaya calisiyor ve ondan sonra, onu dinlemek algilamak yerine, kendi algisiyla, o kisi hakkinda basliyor konusmaya.

Oyuzden her nedense, benim dusuncelerimin etiketi de, ateizm, marxizm, komunizm v.s. oluyor. Okadar, "benim insanoglu turunu her turlu ayiran metafizik ve etiksel ideolojik inancsal bir dogrum, izmim yok, cunku hem ihtiyac duymuyorum, hem de dusuncem insanoglu turunu oyle veya boyle ayirmak degil, aksine birlestirmek", dedigim halde.

Gerci okunan algilanir ve yapilan uyarilar dikkate alinirsa, bu sorun cozuluyor gibi gozukse de, bu sefer "bu arkadas, neyi savunuyor, yahu?" sorusu; kisinin bilgi, birikim, bilinc v.s. temelinde taban bulamiyor, bu da farkli bir "kafa karisikligi" yaratiyor.

Bu yazdiklarim, gozlemle ispatlidir.

Saygilarimla;
evrensel-insan

Dr. Neo
18-05-2010, 01:35
Saygideger Dr. Neo;

Benim yazdigim mesaji okuyan ve yanit veren sen nesin kimsin?, verdigin cevaplar, sadece sana yani insanoglu turune ait degil mi?, sen bu cevaplari verirken, sadece insanoglu adina/ait/eliyle/icin vermiyormusun? Insanoglu disi nerde?

Tamam, sen illa bir seye kendini teslim etmek istiyorsan, edebilirsin. Ama; bu teslimiyeti de herkesten bekleme.

Saygilarimla;
evrensel-insan

:)

Akılsızdan akıl, parasızdan para, anlamadığını anlamayandan (ahmak) zekilik beklemek zulûmdür. Beklersem zâten zulmêdenlerden olmuş olurum... Ne der, sakın zâlim olmaktan!... ismi Allah, zâlimleri sevmez.

VesSelâm..

evrensel-insan
18-05-2010, 01:45
Saygideger Dr. Neo;

Akılsızdan akıl, parasızdan para, anlamadığını anlamayandan (ahmak) zekilik beklemek zulûmdür. Beklersem zâten zulmêdenlerden olmuş olurum... Ne der, sakın zâlim olmaktan!.-Dr. Neo-

Eger bunlar, senin kendini ayrimci, cikarci ve egoist olarak ortaya koyman ve benligini dile getirmense, tek bir cevap. Estagfurullah.

Cunku kimin akilli, kimin akilsiz oldugunu, ancak senin gibi akli one cikaranlar koyabilir. Iste o akil ki, senin tum egonu ve benligini ve kendini turu icinde ayrimci bir yere koymani senden ister. Iste teslimiyet BU DOGAL DUSUNCENIN BIREYCI AKILCILIGIDIR. Buna birde, "kendini begenmislik, kendi kendine gelin/guvey olmak, kendini satmak, v.s." temelli, tam da nihilizmin sadece kendini ortaya koyan ve kendini turunden farkli goren ve de ayiran, bireyci akilciligin bir urunudur.

Eee, ben bosuna, "akil artik, dogal dusunce de, en tekil halini alarak devrini tamamlamistir." diye bosuna soylemiyorum.

Inanin, o akil bir tek size hizmet eder, ne baskasina ne de insanliga bir hayri olmaz, zarari olmasini baki kilarak soyluyorum.

Saygilarimla;
evrensel-insan

Dr. Neo
18-05-2010, 02:05
Cunku kimin akilli, kimin akilsiz oldugunu, ancak senin gibi akli one cikaranlar koyabilir. Iste o akil ki, senin tum egonu ve benligini ve kendini turu icinde ayrimci bir yere koymani senden ister. Iste teslimiyet BU DOGAL DUSUNCENIN BIREYCI AKILCILIGIDIR.

Bu hâl, tasavvufta Mülhime nefs (bilinç) yani ilhamlar ile kendini tanıyan bilincin adıdır. Burada, eğer bu bilinç yeterli bir arınma yani potansiyel hayvanı olan bineğine, yani bedeninin isteklerine v.s. yapmazsa, direkt olarak kendini farklı olarak Hakk görür!.. Fir'avun ,da bu bilinçteydi... Kendini VAR görüyordu, karşındakileri ise yok.. Bunun ötesine geçebilenler, Kur'anda ki anlatımla Mûsa'ya tabii olup Denizi yani Mülhime denizini geçenler. Ama Nuh,un halki yani bu yola cikmis bir bilinc, halki tarafindan yani bilincini esir eden deger yargıları, şartlanmaları tarafından kınanır, reddedilir ama eğer Nuh bu yolda gitmeye kararlıysa ondan gemisini yani bedenini yapmasını, onarması istenir. Bilinç mutmain olur ve artık bilinç doymuştur. Gidilecek ve kendini taniyacak daha mükkemmel potansiyel yokmu?, var. Ama daha ilerisine gidebilmek için, Muhammedi genetiğe sahip olmak gerekir (Seyyid olmak lazim). Mecazda olsa bir kaç şifre verdim... Umarım, işine yarar.

Sevgiler..

UlulElbab
18-05-2010, 02:09
Sevgili Evrensel-insan,

Sen "TESLİMİYET"ten ne anlıyorsun?

ve neye karşı Teslim olmayı bir zaaf olarak görüyorsun?

Senin anlayışına göre "İnsan ve İnsanoğlu ayrımı"nı anladığımı düşünüyorum;

İnsanoğlu bizim hevasına/sahte benliğine TESLİM olan ve çıkarcı/bencil-kan dökücü.BÖLÜCÜ...Mal ve Evlad çokluğu ile övünen bir yapıya sahib.

İnsan ise biz HANİF düşüncede ki lerin "Kamil İnsan" diye tanımladığı seviyeye yakın.. Sevginin anlamını kavramış,Farkındalığı artmış...Birleştirici,verici ve kendiside dahil tüm varlığa nötr yaklaşım gösteren,olaylara dışarıdan bakabilen yapıya sahib...

Yukarıda ki tanımların neresine katılır,neresine katılmazsın?
Yine yukarıda ki tanıma göre TESLİMİYET açısından;
İnsanoğlu Sahte benliğine Teslim olmuş peki İNSAN neye teslim olur?
Olmazsa nereye kadar olmaz?

Saygılarımla...
UlUl

evrensel-insan
18-05-2010, 02:16
Saygideger Dr. Neo;

Muhammedi genetiğe sahip -Dr. Neo-

Neymis bu "Muhammedi genetik" ve buna sahiplik, neye kime gore algilanabilir veya ortaya konabilir?

Nihilizmi, bilmiyorum, ne kadar biliyorsun?, Nihilizmin iki farkli cikisi vardir, biri, pasif TESLIMIYETCI AKILCILIK, digeri de aktif BIREYCI AKILCILIK. Bunun disinda arada kalanlar ve "hiclige, bosluga dusenler" ise, buyuk bir psikolojik bunalim yasamaktasdirlar.

Bence, sen; birincisi, birey bilincine sahip olamadigin ve toplumsal kisilik tasidigin, vicdaninin da sesini dinledigin icin, kendine, teslimiyetci akilciligi secmissin. Bunun ana nedeni, ulkemizde hic bir zaman birey yetismemesi/yetistirilmemesi ve bireysel bir toplum, idare sekli, devlet, kurum, kurulus v.s. bulunmayisidir. O yuzden, teslimiyetci akilcilik, on plana cikar. Cunku aktif olanlar, hala insanoglu turunu ideoljik inancsal dogrulari temelinde ve bir izm rehberliginde kendi dogrularina cekme ve toplumsal bir ayrimcilik pesindedirler.

Saygilarimla;
evrensel-insan


Cunku Avrupa ve birey yetistiren/yetisen toplumlarda ise; bireyin birey bilinci, sadece bireysel egoizm, cikar ve ben temellidir. O yuzden de bireyci akilcilik hakimdir.

UlulElbab
18-05-2010, 02:25
Saygideger Dr. Neo;



Bence, sen; birincisi, birey bilincine sahip olamadigin ve toplumsal kisilik tasidigin, vicdaninin da sesini dinledigin icin, kendine, teslimiyetci akilciligi secmissin.

Saygilarimla;
evrensel-insan


Cunku Avrupa ve birey yetistiren/yetisen toplumlarda ise; bireyin birey bilinci, sadece bireysel egoizm, cikar ve ben temellidir. O yuzden de bireyci akilcilik hakimdir.

Saygıdeğer E.İ,

Bu mudur "qua yanaşım"??

Sen böyle değildin,yazarken oldun :caked:
Saygilarimla;
UlUl

evrensel-insan
18-05-2010, 02:32
Saygideger UlulElbab;

Sen "TESLİMİYET"ten ne anlıyorsun?

Insanoglunun, insan ve insanlikdisi yarattigi, icerik verdigi ve bag kurdugu bir guce karsi caresizligi, eli kolu baglanmisligi

ve neye karşı Teslim olmayı bir zaaf olarak görüyorsun?

Cunku, herseyi ortaya koyan insanogludur, kendi yarattigi bir guce, yine kendi icerik vererek, onunla bir teslimiyet bagi kurmasi; kendi hayaline kendinin inanmasidir ve mantiksal degildir. Ustelik bu, gercek olan kendi varligini su istismar etmekte ve yine kendi turune kullandirtmaktadir. Bugun oldugu gibi.

Senin anlayışına göre "İnsan ve İnsanoğlu ayrımı"nı anladığımı düşünüyorum;

İnsanoğlu bizim hevasına/sahte benliğine TESLİM olan ve çıkarcı/bencil-kan dökücü.BÖLÜCÜ...Mal ve Evlad çokluğu ile övünen bir yapıya sahib.

Dogal dusunce ile hareket.

İnsan ise biz HANİF düşüncede ki lerin "Kamil İnsan" diye tanımladığı seviyeye yakın.. Sevginin anlamını kavramış,Farkındalığı artmış...Birleştirici,verici ve kendiside dahil tüm varlığa nötr yaklaşım gösteren,olaylara dışarıdan bakabilen yapıya sahib...

Dogal dusuncenin, pasif teslimiyetci insanoglunu, yaratilan bir guc karsisinda ve ideolojik inancsal bir dogru temelli tatmin/ikna temelinde "pasif birakan, teslim eden/alan" Dogal dusunce caresizligi ve cikmazi.

Yukarıda ki tanımların neresine katılır,neresine katılmazsın?
Yine yukarıda ki tanıma göre TESLİMİYET açısından;
İnsanoğlu Sahte benliğine Teslim olmuş peki İNSAN neye teslim olur?
Olmazsa nereye kadar olmaz?

Insan'in herhangibir seye teslim olmasi gerekmez, sadece eger kendi turu arasinda butunlugu, birligi, beraberligi saglarsa; iste o zaman doganin, evrenin, evrimin, varolusun dogal "afetlerine" ve isleyisine karsi, dusuncesini yogunlastirarak ve hic bir dogal dusunce cikari dusunmeden teknik ve bilimini, epistemoloji temelinde ve epistemolojik olarak gelistirerek, hem dunyayi, hem dogayi, hem evreni; hem kendi turu, hem de baska canli varliklar icin, daha saglikli/yararli yasanir bir hale getirmektir.

Siar, "yasamak icin oldurmek" degil; "yasamak ve yasatmak" tir. Tabi ki mustakil var olan varligin, yasamini kaybetmesi haric. Oyuzden insanoglunun soyutlari kontrolu, yonetimi, yonlendirimi ve dusunce/kavram uretiminin onunde hic bir engel/tabu/sinir/baska bir guc v.s. yoktur, sonsuz/sonsuzdur.

Saygilarimla;
evrensel-insan

evrensel-insan
18-05-2010, 02:38
Saygideger UlulElbab;

Sen böyle değildin,yazarken oldun-UE-

Bu benim, simdiye kadarki olan mesajlasmalardan elde ettigim algim. Bu algi epistemolojiktir, sabit ve sabitleyici degildir ve ilerideki mesajlar temelinde de degisime aciktir. Ustelik bu alginin, bir mesaj okurken, hic bir katkisi ve etkisi yoktur.

Ustelik, anlama temelli onaya ve redde aciktir.

Saygilarimla;
evrensel-insan

evrensel-insan
18-05-2010, 03:27
Saygideger UlulElbab;

Aslina bakarsan, dogulu toplumlardaki boyle bir haniflik dusuncesinin varligi ve gelismesi, beni turumun bir bireyi olarak sevindiriyor.

Nedeni ise, birey yetisen/yetistirilen fakat, birey bilinci alamayan bati toplumu birlerinin, ortaya koydugu, bencillik, cikar ve sirf kendi cikari ugruna urettigi dusunce ve davranis temelinde, insanoglunu her turlu kullanmasi ve bunu yaparken "hersey mubah" temelli insandisi ve insanlikdisi dusunce ve davranis sergilemesi ve su an emperyalist zihniyetin, onun soros ideolojisinin ve evengalist orgutlenmesinin dunyayi, insanoglunu getirdigi durum ortada.

O yuzden, nihilizmin her turlu etiksel ve metafizik temelli soyut veri, deger ve tabulari hiclemesinin, bilincsizce ve bireyci akilciligin aktifligi ile kabulu, insan ve insanligi adina, epistemolojik olarak en buyuk tehlikedir.

Ben o yuzden, boyle bir bireyci akilciliga,inancsalligi, inancliyi ve inanci sayesinde gelen insanligini yeglerim. Cunku onemli olan, insanoglunun her turlu farka saygi gostererek bir arada yasayabilip, iliski kurmasi.

Ama; ne yazikki, artik dogal dusuncenin varacagi bir yer kalmadi. Oyuzden ya "canavarlasacak" ya da "koyunlasacak" Cunku, akli ona baska bir yol gostermiyor.

Ben evrensel insan adina, koyunu canavara tercih ederim. Ama; onunda bu "koyunluktan" kurtulmasi ve caavarlasmamasi icin, evrensel insan'i ortaya koyarim.

Sonucta ne koyunun, ne de canavarin insanoglu turu olmadigi bilincinde ve farkindayim. Oyuzden ne "gudulmelerini" ne de korku felsefesi (korkma/korkutma) yaymalarini seyredemem.

Cunku dusunce ve davranista insan olma ve insanlik sunma, her ikisi de degildir. Yani, ne TESLIM OLMA, ne de TESLIM ALMA. Yani, teslimiyetin, birbirine zit iki ucu. Teslimiyet uclemi.

Amac, bu uclemden bilinclenerek ve farkinda olarak, kurtulmak/arinmak. Cunku bu soyutu yaratan ve sistemlestiren insanoglu, yine bu soyutu ortadan kaldiracak bilinc ve farkindaliga erebilir.

Bu soyutun, insanoglu somutlamasi disinda, baska hic bir yaratilan gucle, ve de fiziksel gen, DNA, norokimyasal yapi ile bir ilgisi yoktur.

Tamamen insanoglunun, dogal dusuncesinin temellerinden biridir ve DOGALIN DUSUNCEYLE ORTAYA KONULUSU VE SOMUTLANISIDIR. Bireyci akilcilik, iste bunu kalicilastirma savasini, her turlu korku felsefesi, ideolojik inancsal dogrulari ve bu dogrular arasi savaslari ve de bilimi ve bilimselligi kullanarak ve su istismar edip, inanca "peskes cekerek" vermektedir.

Iste insanin ve onun insanliginin yenilmemesi gereken ve kendi yaratimi olan olgu budur.

Saygilarimla;
evrensel-insan

paslıçivi
18-05-2010, 05:38
Cunku "bu nedir?" e verilen her ve herbir cevap, sadece "bu budur" sabitligini, sahipligini, ideolojik inancsal dogru tartismasini, getiriyor.

Sonucta "bu nedir?", in cevabi "bunun ne oldugu epistemolojik olarak insanoglunun tartismasal ortaya koydugudur. Cunku dogal dusuncenin kesinlestirici, noktalayici, sonladirici v.s. "bu budur" cevabi, hem epistemolojik gelismeye, hem de seyin degisim/donusum/baskalasim ve olusumuna tesrtir.



sevgili e.i..

"bu nedir" e verilen cevaplardan gnostik yaklaşım için yukarda kırmızılı puntoladığım yer için haklısın.. Gnostik(teizm ve nonteizm) yaklaşan bir bilinç; 5 duyunun ve bilimin sınırlarını aşarak kesinleştirici, noktalıyıcı, sonlandırıcı vs. olup değişim/dönüşüm/başkalaşım ve oluşuma terstir..

ama "bu nedir" sorusuna "an itibariyle bilinemezdir" diyen gnostik dışı yaklaşan bir bilinç kesinleştirmez, noktalamaz, sonlandırmaz ve "şey" in değişim/dönüşüm/başkalaşım ve oluşumuna ters olmayıp hiç bir şeye kapalı değildir.. aksine her şeyin ucunu boşlukta ve açıkta bırakarak her türlü değişim ve dönüşüme zemin hazırlar..

Bu nun ne oldugunun cevabi sonsuz/sonsuzdur.

burayı biraz açarmısın.. sonsuz/sonsuz derken neyi kastediyorsun..

ve tüm bunları ortaya koyan insanoğlunun somut beynini/bilincini nasıl varolduğunu ve tüm bunları neden/niçin ortaya koyma ihtiyacı olduğunu, neden insanoğlunun bunları ortaya koyamama tercihi olmadığını, niçin bunun bir zorunluluk/dayatma olduğunu, tüm bu kurguyu/mekanızmayı bana açıklarmısın.. çünkü her insan gibi ben de bunları bilmek ve öğrenmek istiyorum..

Bir seyi iki turlu ogrenebilirsin, ya insanoglu biliminin bildirdigi epistemolojik bilgilerle, ya da senin gibi sabirsiz ve bilimselligin epistemolojisini algilayamayan ve bununlas tatmin olmayanlarin, ortaya attigi ogretilere ideolojik inancsal bir dogru olarak sahiplenerek, ya da kendi ideolojik inancsal dogrunu yaratarak. Bana epistemolojinin siniri yetiyor, bu tatmin olma meselesi.


sana epistemeolojinin sınırı yetiyor ve dünya insanlığına da bununla yetinmesini söylüyorsun.. yani diyorsun ki; evet senin bir bilincin var, bu bilincine çarpan "şey" i merak etme, epistemolojik sınırla yetin ve tatmin ol.. şayet bu epistemolojik sınırla yetinmezsen ya daha önceden ortaya atılan ya da kendi kendi kişisel ideolojik doğrunu sahiplenirsin..

sanki tatmin/mutlu olma kriterlerini/sınırlarını insanoğlu kendi belirlermiş gibi konuşuyorsun.. sen insanları, bilincine çarpan şeyi merak etmeyen, insandışı canlılara, yani bir hayvana, bir bitkiye, bir taşa toprağa yani bir robota çevirmeye çalışıyorsun..

kendine çarpan şeyi merak etmeyen ve bununla tatmin olan varlıklar bilinç donanımı olmayan insandışı varlıklardır.. bir hayvan bir bitki bir taş toprak bilinç donanımı olmadığı için kendisine yansıyan "şey"de "bu nedir" sorusu belirmez.. ve bu yüzden somutta yaşarlar.. yani varolan varoluşsal donanımları ne emrediyorsa yani içgüdüleriyle yaşarlar.. sen insanları bu hale getirmeye çalışıyorsun..


insan denen canlının bilinci tatmin olmadığı sürece mutlu olamaz ve mutlu olmayan bir canlı yaşamda kalıp soyunu devam ettirme mücadelesi vermez..

ve senin yapmaya çalıştığın şey bu..

biliyorsan; bu gizemli matrixi beni tatmin edecek şekilde bir bütün olarak ortaya koymanı istiyorum..

Walla, kusura bakma; tatmin konusu, kisinin kendi kendini etmesidir. Eger bir tatmin soz konusu ise, ben ancalk kendi bilgi, bilinc, birikim v.s. duzeyimi her zaman daha da evrensellestirmek ve insansallastirmak icin sinirlamam. Senin tatminin de, senin kendi bilgi, bilinc, birikim v.s. duzeyine baglidir. O yuzden bunu benden veya baskasindan degil; kendinden talep edeceksin.


kırmızıyla puntoladığım şeyi her dünya insanı için geçerli olduğunu algıladığında senin evrensel-insan düşüncesi dediği şeyin sadece senin bilincini tatmin eden şey olduğunu ve bunu diğer insanlara haberdar etmenin beyhude bir çaba olduğunu göreceksin.. ben de her zaman bunu söylüyorum zaten.. her insan ayrı bir dünyadır ve her insanın bilinçaçıklık düzeyi farklıdır.. ve o yüzden her insan farklı düzeyde farklı soyutla tatmin olur..


şayet sen bana yansıyan bu gizemli varoluşu beni tatmin edecek şekilde ortaya koyamıyorsan bu bahsettiğin sisteme evrensel-insan düşüncesi değil bilinçaçıklığı senin kendi düzeyinde ve altında olup kanadı kırılanlara kanat vaadeden düşünce sistemi diyeceksin.. çünkü yapmaya çalıştığın şey birebir bu..

Ayrica epistemolojik olarak bilinmeyen ve bilinmez yoktur.

ben epistemoloji kafesinin içinde değilim sevgili e.i.. ben bilinci olan bir insanım.. epistemoloji kavramını vareden ve ortaya koyan insanoğludur, beni hapsedemez.. sen insanoğlunu, kendi eliyle, kendi adına varettiği bir kafesin içine sokmaya çalışıyorsun...

epistemeolojik sınırı aşma, merak etme, al işte sana evrensel-insan düşüncesi.. bununla yetin ve tatmin ol.. ben de bu işin mimarı olarak, doğal olarak liderliğe yani çobanlığa hazırım.. siz benim koyunlarım olun, ben sizi güdeyim..

yerse tabii... ama paslıçivi yemez ve yedirmez:kiss:

paslıçivi
18-05-2010, 06:08
Yani, insanoglunu safbilince ulastirmayan ve yasamini insana yakisir bir sekilde idame ettirememesini saglayan, ustelik insanoglunun kendi ortaya attigi ve yasamininda onune koydugu her turlu, insanoglunu kendi turuyle vahsice savastiran, ayrimci, cikarci v.s. deger, veri ve tabuyu, dusuncesinden, zihninden bosaltarak, onlardan arinmak/kurtulmak ve bu degerleri tabulu rasa duzeyine getirmek.

Simdi varolus ve norokimyasal yapi bahanesi bulmadan soyle bakalim, insanoglu bu bilince neden ulasamaz?, nedir engel?


insanoğlu bu bilince ulaşamaz demiyorum ki.. sadece bu evrimsel bir süreçtir, henüz insanoğlu bu bilinçte yaşamaya uygun evrimini tamamlamadı diyorum..

Nasıl günümüz insanında teizmden nonteizme geçiş süreci yaşanıyorsa, zamanı geldiğinde nonteizmden de bu bilince geçiş süreci yaşanıp ulaşılabilecektir.. herşey evrimsel bir süreç meselesi..

Iste ben insanoglunun, dogal dusuncenin bilincine ve farkina varabilecegini ve bu bilincin koksel ve temelsel sorununu algilayabilecegini soyluyorum ve benim dogal dusunceyi, notr ve disaridan bakis acisiyla ortaya koymamin sebebi de bu.

Bu da insanoglunun, dogal dusuncenin bilincine ve farkina varmasina bagli.


evet insanoğlu bunun bilincine ve farkına varacaktır ama "şimdi" değil yani devrimsel değil.. daha zamanı var.. şayet evrensel-insan olarak ben bu işi şimdi yapabilirim diyorsan daha önceden de teklif getirdiğim gibi buyur bir teizm veya nonteizm düzeyindeki bir kişiyi bu bilince ve farkındalığa taşı.. tüm dünyayı değil sadece bir kişiyi diyorum .. bakalım bir rüyada mı yaşıyorsun, gerçekliktemi.. görelim..

bak dr. neo bilgili ama teizm düzeyi bilinçaçıklığında olan biri.. Dr. neo gibi kendi kanatlarıyla uçabilen(kurtuluşa ermiş/tatmin/mutlu) birini bu farkındalığa bilince taşıyabilecek misin.. ya da ismini vermeyi uygun görmediğim kendi kanatlarıyla uçamayan(kurtuluşa ermemiş/tatmin olmamış/mutsuz) burdaki birkaç üyeye bir kanat verip karşılığında 10 kanat alıp "şeyh uçmaz, mürit uçurur" u doğrulayacak mısın..


Cunku bu sorularin, varolussuz ve norokimyasal yapisiz verecegin cevabin, sana evrensel insan'in isigini gosterecektir ve kapisini aralayacaktir. Ister isik ile aydinlanirsin, ister kapidan girersin, o senin bilecegin is. Ama en azindan isigi gorur ve bir aralik kapinin farkina varirsin.

Iste evrensel insan bu isik ile aydinlanmak isteyenler ve aralik kapidan girmek isteyenler icindir.


burda alanen günümüz çağdaş peygamberliğe soyunduğunun farkındamısın, bilmiyorum.. ben çobanlığa hazırım, bu düzeye eriştim, bir tek güdeceğim sürü eksik, burdan da o sürüm olacak koyun adaylarına sesleniyorum diyorsun..

paslıçivi
18-05-2010, 06:46
Sevgili paslıçivi,
Bulunduğunuz bilinç düzeyi sosyal yaşantınızı nasıl etkiliyor, sahte benlik dediğiniz toplumun %99 unu oluşturan kesim ile ilişkilerinizde zorlanıyor musunuz? Bu sahte benliklerin kurduğu uygarlığın içinde yaşamakta ve kültürlerine uyum sağlamakta zorlanıyor musunuz? Açıklamaya çalıştığınız saf bilinç durumunu pratik hayatta (iş ve sosyal yaşamda) uygulayabiliyor musunuz yoksa bu, sadece soyuntunuzda yaşadığınız bir durum mudur?



sevgili düşüngen..

gerçek yaşamımda;

aydınlanmış bir insan özüne ulaşıp kendini bulmanın mutluluğu ve coşkusuyla kendisiyle barışık, birlikte yaşadığı toplumla çatışma halindedir.. ama bu çatışma küçük bir çocuğun anne babası ve diğer büyük insanlarla çatışması gibidir.. yani anne babası ve diğer büyük insanlar gibi düşünüp davranamaz ama bu tutum ve davranışları yadırganmaz, hoş karşılanır ve sevilir..

yaptığım işte ve girdiğim her ortamda varolan yapının ve düzenin dışında bir düşünce ve davranış şekli sergilerim.. çünkü insan olan atalarımın bana yüklediği her türlü soyuttan/zihinden arınmışımdır.. anda, büyük bir coşku içinde yaşarım.. aşık olduysanız bilirsiniz, içinizde her daim büyük bir sevgi ve mutluluk vardır.. sonsuzluğu yakalamışsınızdır artık.. tüm dünyaya tüm varlığa sevgiyle yaklaşırsınız.. ve bu mutluluğunuz, keyfiniz bir pozitif enerjidir ve bulaşıcıdır.. bulunduğunuz ortamdaki insanlar sizinle birlikte olmaktan çok büyük keyif alırlar, hem de onların her türlü dini, milli, ahlaki değerlerini kabullenip sahiplenmediğiniz halde..

bu değerlere sahiplenmezsiniz ama bu değerlere sahiplenenleri de olduğu gibi kabul edip basitçe coşku içinde yaşarsınız.. insanlarla paylaştığınız şey bu değerler değil içinizdeki coşkudur..

Yazacaklarım kişisel gözlem ve analizlerimdir, saf bilinç durumunu herkesde olması gereken bir durum olarak lanse ettiğinizi fark ediyorum . Diğerlerini ötelercesine ya da aşağılarcasına sahte benlikle adlandırmanız bu gözlemimin doğruluğunu göstermektedir. Olması gereken durum, ne saf bilinç durumu ne de sahte benlik(çeper benlik) dediğiniz durumdur olması gereken durum zaten olmaktadır biz sadece olanın dedikodusunu yapıyoruz, başka bir şey değil.

sahtebenlik terminolojisi ben yaratmadım, sadece varolan durumu ifade edebilmek için daha önceden kullanılmış ve benim de varolan durumu açıklamak ve sizlerle iletişim kurmak adına kullanmak zorunda olduğum bir kelimedir..

dediğim gibi bu sahtebenlik kelimesini sahiplenip sabitlemiyorum, siz istediğiniz hoşuna giden bir terminoloji kullanabilirsiniz, mesela sizi mutlu edecekse altınbenlik diyelim.. sizin burda sahte kelimesinden rahatsız olmanızın nedeni henüz benliğinizin güçlü olmasından ve bunu bir hakaretmiş gibi algılayıp savunma mekanızmalarını devreye sokmasından kaynaklanıyor.. kimseyi de ötelemeyip aşağılamadığımı ve herkesi olduğu gibi kabullenip tüm bunların bir evrimsel süreç olduğunu ve bu durumların kişinin kendi öziradesinde olmadığını sık sık vurguluyorum..

breymin
18-05-2010, 11:09
Benimd Hanif Dostlara birkac sorum var cevaplarlarsa kendilerini biraz daha tanima firsati bulmus oluruz...
Hanif Dostlar Kuranin icindeki Korkunc Ayetlerden ne anliyorlar?mesela tevbe 5 ve nisa 34 gibi ve buna benzerlerinden?mesela köleliyi öven ayetlerden?...saygilar ve simdiden tesekkürler

Dr. Neo
18-05-2010, 15:05
Neymis bu "Muhammedi genetik" ve buna sahiplik, neye kime gore algilanabilir veya ortaya konabilir?

Hanif soyundan gelip; Muhammedi öğreti ve yaşamı biçimiyle bilincini özgürleştirip ve bunu nesillere aktaranlara.

Nihilizmi, bilmiyorum, ne kadar biliyorsun?, Nihilizmin iki farkli cikisi vardir, biri, pasif TESLIMIYETCI AKILCILIK, digeri de aktif BIREYCI AKILCILIK. Bunun disinda arada kalanlar ve "hiclige, bosluga dusenler" ise, buyuk bir psikolojik bunalim yasamaktasdirlar.
Felsefe bataklığında beliren "rölativ" totemlere yapışıp, bilincimi kirletmedim. Sonu rölativ değer taşıyan totemlere, GÖRE'lere göre kategoriledikleri anlayışlara tapmadalar. Bu tapım sonucudur kavram kargaşasıdır uzayıp giden. Kör olana pınarın yolu sorulmaz, soranın yolu çöle varıp, çölde dolanır...

Bence, sen; birincisi, birey bilincine sahip olamadigin ve toplumsal kisilik tasidigin, vicdaninin da sesini dinledigin icin, kendine, teslimiyetci akilciligi secmissin. Bunun ana nedeni, ulkemizde hic bir zaman birey yetismemesi/yetistirilmemesi ve bireysel bir toplum, idare sekli, devlet, kurum, kurulus v.s. bulunmayisidir. O yuzden, teslimiyetci akilcilik, on plana cikar. Cunku aktif olanlar, hala insanoglu turunu ideoljik inancsal dogrulari temelinde ve bir izm rehberliginde kendi dogrularina cekme ve toplumsal bir ayrimcilik pesindedirler.

SENCE, rölativ göreliliğin olan SEN.. Bilincini "gece konduya" hapsetmiş; köyünün sınırları içerisinde, bilincini açmış ve de bunun meşruiyetini savunan "kör" olarak geçip gitmenin savunulucuğunu neden yapıyorsun?.. Gece kondunun üstüne gökdelen dikmedesin!.. Durumun bu. Boyut değiştirince, yani gidince diğer tarafa, bu dünyada "yakine, gerçeğe" erenler, bir koyun daha gitti imansız derler.. Dememelerini mi istiyorsun o zaman, bilincinde ki bütün kavramı yok et. Gece kondunu yık, gökdelen inşâa etmek içinde malzeme gerekecek korkma temin ederiz. Hâyali veri tabanımı sorguluyorsun! Ben, SANA GÖREyim.. Benim varlığım göreceliyken, bana, sen demen niye?.. Toplum dediğin, hayal dünyasında yaşayan insan topluluğun içerisindeyim evet. Ama yalnızım.. Ne aklım var ne de dinim. Ne zekiyim ne ahmak. Hiçbirşeyi olmayan bir garibim. Ama yine de bu bedenin içerisindeyim, hâlâ dünyanızın içerisinde. İşte bu dünya şu an benim için bir "cehennem". Çünkü beden kayıtları bana cehennem hayatını yaşatıyor. Sizden, şu yazacaklarımı anlamanızı kat'iyyen beklemiyorum ancak yüzeyelde olsa nedenine ve şu yazına cevap niteliğinde.

İlmin başı "Allah" bilmektir; sonu "Allah" demektir, ki diyen kendi olur.

VesSelâm

evrensel-insan
18-05-2010, 17:45
Saygideger paslicivi;

Bu nun ne oldugunun cevabi sonsuz/sonsuzdur.

burayı biraz açarmısın.. sonsuz/sonsuz derken neyi kastediyorsun..-paslicivi-

Daha once yazdiklarim zaten yeteri kadar algilanmiyor, sonucta sen kararini vermissin ve algilamani kapatmissin, o yuzden tekrar tekrar ve de "evrensel insan'i ortaya koyma adina" sana artik ayni cevaplari vermeyecegim.

Sadece su kadarini soyleyeyim. Evrensel insan, birey bilinci alabilmis bir bireyin, evrensel/insansal bilinc duzeyidir. Eger bu duzeyin farkina varir ve bu duzeyi bilincine cikarirsa, iste o zaman evrensel insan'a adaydir.

Benim kimseyi murit yapma gibi bir derdim yok, cunku kisileri cekecegim bir orgutum, kurulusum v.s. yok. Ustelik, dusuncenin, ne oznesi ne de mekani vardir. Herkes te kendi yasam ve iliskilerinden sorumludur.

Amac ta kimseye bir sey "yedirmek" degildir. Cunku, bir kisinin bu bilince varmasi, benim degil;, hem varanin kendi kazanci, hem de turu insanligin ve onun insanliginin bir kazanci olacaktir.

Soruna gelince; hersey epistemolojidir ve epistemolojiktir, epistemolojinin surekli suregelen surec degisimindeki olanagi sonsuz/sonsuzdur. Cunku epistemolojinin onunu kapatan tum ogreti degerlerinden arinmistir.

Saygilarimla;
evrensel-insan

evrensel-insan
18-05-2010, 18:02
Saygideger Dr. Neo;

Mesajlarindan algiladigim kadariyla, kulvarlarimiz hem cok farkli, hem de tezat. Evrensel insan amac olarak, tartismayi almaz. Cunku tartismadan, bir bilgi, bilinc, birikim v.s. ortaya cikmayacaginin, sadece dusunce duzeyinde kalamayacaginin ve "sen/ben" li dil ve usluba donuseceginin bilincinde ve farkindadir.

Aciklamis oldugun goruslerin icin tesekkurler.

Saygilarimla;
evrensel-insan

Dr. Neo
18-05-2010, 18:18
Sizi anlattım. Tartışacak bir şey olmadığı için bu yukarıda tasviplemeye çalıştığınız sözünüzü üzerime almıyorum.

Evrensel insan olabilmek için; önce köyünün değer yargılarını bırakmak gerekir. Sonra kozasına hapsettiği bilincini özgürleştirmeli.

İyi akşamlar.

evrensel-insan
18-05-2010, 18:27
Saygideger Dr.Neo;

köyünün değer yargılarını -Dr. Neo-

Neymis koyun yargilari?, kozaya hapsedilen bilinc?

Ayrica, siz beni anlatmayi birakin da, once kendinizi bir anlatin. Beni anlatabilmek, sizin anca kendi ideolojik inancsal dogrunuzla beni degerlendirebilmek yani tek tarafli onyargi ve de pesin hukumlulugunuzdur. Bir kisiyi, baskasi anlatamaz, ancak kendi gorusune gore yorumlar, onemli olan kisinin baskasini degil; kendini taniyip, anlatmasidir.

Bakin, bu dunyayi cehenneme ceviren, insanoglunun dogal dusuncesidir. Dolayisiyle, bu dunyanin cennet olmasini da yine insanoglu saglayacaktir. Onemli olan bu bilinctir, yoksa, bir seyi sadece ortaya koymak veya onu sikayet etmek cozum degildir.

Bedenin bir tek yasami vardir. Ne dogumu kendi insiyatifindedir, ne de olumunu (olmek), bedenin kendisi yasar. Oyuzden bedenin yasamindan daha buyuk bir degeri yoktur. Dusunce ve tum soyutlarida, bedeni hareket ettiren, ona yon veren ve kontrol edendir. Olum, soyutun ve de hareketin bedeni terk edisidir. Boylece bedenin butun ile butunlesmesi ve o bedenden, yeni canli turlerinin uremesi soz konusudur. Oyuzden, olum; canlinin kulvari degildir.

Sizden gelen dusunce ile, benden gelen dusunce arasindaki, en buyuk tezati fark; sizin dusuncenizin, insanoglu urunu ve de birini yok olarak algilamasi, benden gelen dusunce de ise, aksine tek temel alinanin insanoglu turu ve de biri oldugu

Saygilarimla;
evrensel-insan

evrensel-insan
18-05-2010, 18:50
Saygideger Dr. Neo;

Bu evrende epistemolojik olarak soyutun tek yaraticisi insanoglu turudur. Programlayici da, yonlendirici de, programlanan da yonlendiren de insanoglu turudur. Bende bir insanoglu turu olarak bu vasiflara sahibim ve kullanir, paylasirim. Oyuzden benim, insanoglu turu disinda baska bir yaraticiya, programlayiciya, yonlendiriciye ihtiyacim yok.

Zaten bu ozellikler insanoglu ozelligi olmazsa, baska bir guce nasil atif edilebilir?

Insanoglu yarattigi soyutuyla, bu soyuta ancak ve ancak kendi ozelliklerini verebilir ve bu verdigi iceriklere de kendini teslim edip, kendi varligini yok sayabilir. Yani, kendi ozelliklerini kendine atif edecegine, baska bir guce atfedebilir. Zaten dogal dusuncenin de yaptigi budur, o yuzden de koken ve temelleri insandisi ve insanlikdisidir.

Ama bakin, ben sizin uzerinize yazmiyorum, cunku insanoglu ozelliklerini insanogluna vermek, ya da baska bir guce vermek farki bilinc ve farkindalik farkidir. Bir bilincin, diger bilinci algilamasi da beklenemez. Cunku farkli soyut boyutundadirlar. Bu farkli soyut boyutunu algilayabilmek, insanoglu disindaki bir guce insanoglu ozelliklerini veren bilinc duzeyinin, bu yaptiginin bilincine ve farkina varmasi ile ancak, bir baslangic noktasi yakalanir. Sonra, insanoglu ozelliklerinin verilen insanoglu disi gucte mi birakilacagi, yoksa insanogluna geri mi verilecegi sorusu gelir. Iste bu soru, iki farkli soyutun varligini ve biribirinden farkindaligini bilince cikarir. Gerisi ya, YARATILAN INSANOGLU DISI GUCE TESLIMIYETTIR, YA CANAVARLIKTIR, YA DA EVRENSELLESMEK VE INSANSALLASMAKTIR. Secim ortada.

Buradaki insanogludisi gucten kasit; yine insanoglunun yarattigi ve somutlastirdigi, sistemlestirdigi metafizigin var ve ol kokenli, ideolojik inancsallari ve etigin inanc kokenli ideolojileridir. Bunlarin hepsi, insanoglu turunu bu yaratilan soyutlara teslim eder. Bu tanri, ya da herhangibir icerikteki yaratici, tasarimci, programlayici, etigin siyasal, ahlaki, geleneksel, toresel, milli v.s. degerleri, tabulari, madde, dusunce v.s. temelli, AYRIMCI, CIKARCI TABULARDIR.

Saygilarimla;
evrensel-insan

evrensel-insan
18-05-2010, 20:20
Saygideger UlulElbab;

Sevgili E.İ bana göre Agnostizmin kendine has bir versiyonu...
Ancak en iyi kendisini yine kendisi ortaya koyar.-UE-

Burasi gozumden kacmis. Ben dogal dusuncenin getirdigi, her turlu metafizik ideolojik ve etiksel inancsal tabu, deger ve veriler disi dusunce ureten ve dogal dusuncenin metafizik ve etiksel ideolojik inancsal veri, deger ve tabularini tum sinirlari ile birlikte notr algi ve disaridan bakis acisiyla, ortaya koyan bir SERBEST DUSUNURUM.

Bu konuyu aciklayan, link asagida, eger ilgilenmek istersen.

http://www.turandursun.com/forumlar/showthread.php?t=5958&page=40

Mesaj 394

Saygilarimla;
evrensel-insan

UlulElbab
19-05-2010, 00:04
Saygideger UlulElbab;

Sevgili E.İ bana göre Agnostizmin kendine has bir versiyonu...
Ancak en iyi kendisini yine kendisi ortaya koyar.-UE-

Burasi gozumden kacmis. Ben dogal dusuncenin getirdigi, her turlu metafizik ideolojik ve etiksel inancsal tabu, deger ve veriler disi dusunce ureten ve dogal dusuncenin metafizik ve etiksel ideolojik inancsal veri, deger ve tabularini tum sinirlari ile birlikte notr algi ve disaridan bakis acisiyla, ortaya koyan bir SERBEST DUSUNURUM.


Saygilarimla;
evrensel-insan
Saygıdeğer E-insan,
Dikkat edersen bende ihtiyatlı davranıp "Ancak en iyi kendisini yine kendisi ortaya koyar" demişim.Çünkü ben insanların kendilerini nasıl tanımladığına önem verir onları etiketlememeye özen gösteririm.
Serbest düşünür olmak iyide sevgili Evrensel-insan düşün düşün nereye kadar? DÜşünce eyleme ne kadar yansıyor ben ona bakarım.
Hiçbirimiz günlük hayattan birbirimizi tanımıyoruz.
Yazıyoruz-çiziyoruz ama iş uygulamada bitiyor.
Bir ihtiyac sahibi ile kendiside ihtiyac duyarken kim ekmeğini paylaşır?
Kim ezilen,acı ceken bir zavallıya kol-kanat gerer? Kim Dünyayı Cennete cevirmek icin bir adım atar? Ben buna bakarım.
Kimileri Somut delil ister "Yaratan" varsa diye...Karşılıksız ve beklentisiz İYİLİK yapılıyorsa şu dünyanın/evrenin herhangi bir köşesinde "Yaratan" var.
Yapılmıyorsa,hatta KÖTÜlük hüküm sürüyorsa insanoğlu var/monolog var.
Bol bol kavram kargaşası ve "guya arınmış" benliklerin atışmasından başka
birşey göremiyorum.
Alçak gönüllülük ise bir zaaf olarak görülüyor.
İşte böyle sevgili E.İnsan,ister serbest düşünür olalım ister Greko-romen:)
yeter ki güzel düşünelim...Güzel düşünmek de yetmez Eylemsel-insan olalım.
Güzel düşüncelerimizi eyleme dönüştürelim...İnsanoğlu bu bilinç ile HAREKET ederse dünya Cennete dönüşür.
Gerçek islamı anlayan/yaşayan Hanifler işte bu düşünce ve düşüncenin getirdiği eylemler ile BİREY olarak ellerini taşın altına sokar ve vaad edilen cenneti bu dünyada kurmak için çaba gösterirler.
Koyun gibi güdülmezler...Ezmezler..ezilmezler.kimseyi de ezdirmezler.
İyiliği emreder,Kötülüğü engellerler.
Saygılarımla...
UlUl

evrensel-insan
19-05-2010, 00:22
Saygideger UlulElbab;

Birincisi, bir birey olarak (evrensel insan degil) ne oldugumu soylememin nedeni, dusuncelerimin daha net degerlendirilebilmesi ve algilanabilmesi icindi. Oyuzden de link verdim.

Ikincisi, bir dusunce eger, davranisa yansirsa deger kazanir. Yoksa, beynin icinde tutulan dusuncenin kimseye faydasi yoktur. Yine ayni sekilde, dusunceyi davranisa tasiyacak olan, o dusunceyi kullanmak ve paylasmak isteyen vucut/bedendir.

Iste kisi, yasam ve iliskilerinde, tum bu butunluguyle kendini hem kendi olarak ortaya koyar, hem de sosyalligini her yonde gosterir. Ben kisi olarak, baskalarina her turlu konuda ve gucum el verdigince destek veren ve yardimci olan bir yasam ve iliski suruyorum. Hem cagi takip ederim, hem gelisen bilimi, hem de teknigi. Kendi kendine yetebilen bir dusunce ve yasam tarzim vardir. Her turlu bireysel hak ve ozgurluklere cok onem veririm. Ben kendi hak ve ozgurluklerimin, hem de baskasinin hak ve ozgurluklerinin yaninda olurum.
Farkin farkina varan, farklar esitligini algilayan saygi; hem kendime, hem de baskasina zarar vermeyen vicdan algim vardir.

Bence simdilik, bu kadar on bilgi yeterlidir.

Saygilarimla;
evrensel-insan

paslıçivi
19-05-2010, 05:39
Empati kurduğum için biliyorum ki, nüfusun %99 una sahte benlik damgası vurmanız o kişilerde aşağılanmaya yol açacaktır ve sahte nedir gerçeği nedir bilmediği için sahtelikle suçlanmasına bir anlam veremeyecek bu da kişinin zihninde sıkıntı yaratacaktır. Şimdi eminim, o onların suçu değil onları suçlamıyorum diyeceksiniz peki kimi suçluyorsunuz? Ben ortada ne bir suç görüyorum ne de bir suçlu görüyorum, siz bu suçu kendi zihninizde mi kurdunuz? Urfada yaşayan "kelaynak" kuşlarının kel olması onların suçu mudur, ya da bu doğal durumları suç mudur? Değilse ve bu durumları değişmeyecekse bizim onlara siz kelsiniz dememizin ne mantığı vardır bu tutumumuz onları üzmekten başka neye yarayacaktır? Saç mı ektirmeleri lazımdır ya da kel oldukları için sözleri dinlenmiyecek midir böyle saçmalık olur mu? En sonunda, biz ona "kel" dediğimizde o da bize; bir öpeyimde kendine "gel" diyecektir. Sizin başınızın tüylü olamsı da, sizi yüceltmez çünkü her ikinizde doğadan geliyorsunuz.

sevgili düşüngen..

bu "sahte" olayını açıkladım ama daha da ayıtıntılı açıklayayım.. insanların soyut aygıtlarının nasıl çalıştığını ifade edebilmek adına bazı kelimeleri kullanmak zorundayız.. burda sahtebenlik derken; şunu demeye çalışmıyorum.. sahtebenlik kötü bir şeydir, diğer benliklerden daha aşağı, adi, bir benlik çeşididir demiyorum..

ama insanoğlu zihninde "gerçek" kelimesini daha değerli/iyi/güzel/pozitif ve "sahte" kelimesini de daha değersiz/kötü/çirkin/negatif olarak değerlendirdiği yani böyle bir içerik/sıfat verdiği için sahtebenlik dediğimiz şey sanki "aşağılanıyormuş" hissi/algısı uyandırmış sizde sanırım..

tekrar söylüyorum "sahte" kelimesini ben üretmedim ve sadece insanoğlunun ruhsal/manevi/soyut aygıtını tanımlarken kullanılmış ve seçilmiş bir kelimedir..

bir insanın benliğinin "sahte"ye mi yakın yoksa "öz"emi yakın olması bir suç, kusur hata değildir.. sadece bir çeşitliliktir, varyasyondur.. şayet ille de bu konuda bir suçlu arayacaksak o suçlu varoluşun ta kendisidir.. çünkü kişinin benliğinin sahte ya da öz olması kişinin öziradesi/isteği dışında bir olaydır, yani insanoğlunun bir tercihi değildir, varoluşun insanoğluna layık gördüğü yani, dayattığı, zorunluluk olan bir çeşitlilik zenginliğidir..

daha açık ifade etmek gerekirse, her zaman söylediğim gibi; bir insanın sahtebenliğine yakın olup teizm düzeyinde bir bilinaçıklığında dogma bir dine inanması onun bir kusuru/hatası/tercihi değildir.. aynı bir kişinin bu sahtebenlikten kurtulup ateist, deist, panteist olması onun bir tercihi/hatası kusuru olmadığı gibi..

o yüzden diyorum ya; bu dünyada neye, kime, hangi oranda inanıp, inanmadığınız sizin tercihiniz ve sorumluluğunuzda değil, varoluşun size verdiği nörokimyasal donanımın bir türevi olan benlik&bilinç kombinasyonundan başka bir şey değil..

yani kimse budist, müslüman, hristiyan, musevi, hindu olmakla övünüp kendini değerli, şanslı, akıllı, üstün görmesin.. ya da ateist, deist, panteist, agnostik olmakla.. çünkü tüm bunlar sizlerin öz/safbilincinizin kontrolünde bir tercihleme değil, tüm kombinasyonlar, versiyonlar varoluşun size bir dayatması.. sizler size biçilen/dayatılan rolü sahneleyen birer oyuncusunuz sadece.. herkesin rüyası bir şekilde programlamış ve o rüyayı görmek zorunda..

bir insan kendi öz/safbilinciyle islamiyetten, hristiyanlıktan, budizmden, ateizmden, agnostisizmden çıkıp farklı bir bilinç düzeyine gidemez.. kişi bu bilinç seviyeleri arasında geçiş yaparken zanneder ki; ben akıllıyım, zekiyim, üstünüm, okudum, araştırdım, mantık kurdum ve kendi isteğimle bu bilinç veya inanç seviyesindeyim..

o yüzden bu dünyada her insanın kendi bilinç ve inanç seviyesi hakikat/doğru/mantıklı diğerleri ise mantıkdışı, batıl ve saçma gelir.. bu tüm gnostikler için böyledir.. hiç biri diğerini beğenmez, kabullenmez ve onlarla bir mücadele, savaş içindedir.. bu bahsettiğim kesime tüm teizm ve nonteizm dediğim gnostik bilinçteki insanlar dahildir.. yani hristiyanı da aynıdır, hindusu da, müslümanı da, ateisti de, panteisti de..

kişi ancak bu uyku seviyesinden tam olarak çıkıp uyanabilirse tüm bunları eleştirmeyi, bu insanlarla didişmeyi bırakabilir.. ve tüm dünya insanlığı dost kardeş olarak görebilir.. aksi takdirde kişi uyuduğu ya da uyku mahmurluğunda olduğu sürece insanoğlu arasındaki bu bilinç ve dolayısıyla inanç savaşından kaynaklanan ayrımcılık, bölücülük devam edecektir.. müslüman islamiyeti, deist deizmi, budist budizmi, ateist ateizmi, yahudi museviliği savunmaya, dayatmaya devam edecektir, çünkü varolan benlik&bilinç varyasyonu kişiye bunu yapmaya zorlamakta ve dayatmaktadır.. yani kişi bu şekilde davranmak zorundadır, aksi mümkün değildir..

tabii kişi aydınlanıp uyanmadığı sürece.. bu uyanıp aydınlanma dediğimiz bilinç versiyonu/seviyesi de yine kişinin kendi iradesi tercihi değildir.. yani benim kendi bulunduğum ve safbilinç olarak adlandırdığım seviye de benim bir tercihim değil, yine varoluşun bana dayatması.. bana da bu gizemli matrixde bu rol kurgulanmış/dayatılmış.. hepsi bu..

paslıçivi
19-05-2010, 06:10
Hadi evrensel insan bilinç varyasyonlarının evriminde seçilme şansını deniyor bunu da insanlığı kendisini şimdiye kadar ortaya koymadığı söyleyerek bu ortaya koyum ile insanlığa bir ivme kazandırma, sıkıntıları azaltma ve evrensel insanı ölümsüz, kalıcı kılma çabası içinde. Ya siz ne yapıyor sunuz, tanık olarak olan olayların olduğunu ve bunun olması gerektiğini söyleyerek maç anlatan spiker gibi herkesin gördüğü durumu dillendirip kafa ağrıtmaktan başka bir şey yaptığınız yok, skorbord gibisiniz sadece sonucu göstererek herkesin bildiği sonucu gözümüze sokmaya çabalıyorsunuz. Halk arasında ünlü bir fıkra vardır; Yeni evli genç kız gerdeğe girmeden gurbete çalışmaya giden kocasının 2 yıl aradan sonra dönüşünde cebine bakar seksen lira olduğunu görür, kocası giderkende cebinde seksen lirası olduğunu hatırlayınca çemkirmeye başlar der ki, "Gittin seksen geldin seksen evde kalsan da beni öpsen". Durumunuz bu genç kocadan farksız. Üzerine hiçbir şey koymadan parazit gibi yaşayor türü adına birşeyler yapmaya gayret edenlere de sahte/ öz benlik robotu yaftasını yapıştırıyorsunuz. Halbuki türünüzün sağladığı olanaklardan fazlası ile istifade ederken diğer yandan türünüzü yadsıyorsunuz.


sevgili e.i. nin sahip olduğu benlik&bilinç versiyonu ve yapmaya uğraştığı şey de onun kontolünde olan birşey değil.. o da kendisine dayatılanı yapmak zorunda.. ve bunu daha önce de dile getirdim.. sevgili e.i. bu benlik&bilinç kombinasyonuna sahip olduğu ve bu kombinasyon bir şekilde değişmediği sürece ölene kadar bu evrensel-insan düşüncesini savunmak ve haberdar etmeye çalışmak zorunda.. ve bu yaptığı şeyin altındaki asıl amaç benlik(öz) tatminidir ama o bunun farkında değildir.. o bunu "insanlığı sevdiği, düşündüğü, temel aldığını" zannederek yapmak zorundadır.. ama perde arkasında ve onun farkında olmadığı asıl oyun benlik tatmininden başka bir şey değildir.. nitekim ileride vereceğim bir örnekte bunu çok net olarak algılayacaksın..

ve benim gerçek yaşamımda ve bu sitede yaptığım şeyi "herkesin gördüğü durumu dillendirip kafa ağrıtmaktan başka bir şey yaptığınız yok" olarak değerlendiriyorsun..

keşke dediğin gibi olsa, keşke herkes benim gördüklerimi görebilse..

benim bu anlatıktıklarımı herkes görebilseydi dünyanın durumu böylemi olurdu..

ben insanı da geçtim "yaşam/can" temelli bir yansıtma yapıyorum.. bir bütünlükten bahsediyorum.. değerli kıymetli olan tek şey bütünün kendisiyle birlikte aslolan "yaşamdır/candır" diyorum..

paslıçivi
19-05-2010, 06:59
Birde tutturmuşsunuz, "anı yaşamak, yaşamı ıskalamamak" diye tecrit pilavı gibi ısıtıp ısıtıp önümüze koyuyorsunuz. Merak ediyorum, yaşamı ıskalayanlar öldüde ıskalamayanlar ölmedi mi? Ömer Hayyam'ın tabiri vardır der ki; Şarap içen öldü de su içen ölmedi mi? Söyler misiniz paslıçivi, yaşamı ıskalamayan ölmedi mi? Belki diyeceksiniz ki, yaşamı ıskalamayan yaşamın tadını vardı, peki yaşamın tadına varamayan öldü de varanlar ölmedi mi? Bu durumu açıklamanızı bekliyorum tekrar bahane olarak "Zamanım kısıtlı ıskalamamam gereken bir yaşamım var" demeyin. Yaşamı ıskalamamak demek kaçınılmaz olan bir tecavüzden zoraki bir zevk çıkarma çabasıdır. Çünkü yaşamı ıskalayanda, ıskalamayan da karavana atan da hepsinide aynı son beklemektedir. Iskalama kompleksiniz çok yersiz ve beyhude çabalamadır lütfen rahat olun, rahat yaşayın. Son olarak, "Yanıma kimseyi yanaştırmıyorum" diyerek benliğinizdeki kibiri dışa vuruyorsunuz, belli ki elinizin öpülmesi sizi okşuyor ne diyeyim el öpenleriniz çok olsun. Ne yapayım buradan böyle görünüyorsunuz.



sevgili düşüngen..

daha önce de bahsettiğim gibi müslüman bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldim.. yani ben de her insanoğlu evladı gibi dünyaya geldiğim zaman ve coğrafyanın zihniyle/soyutuyla kirletilerek büyüdüm.. ben 1967 yılında türkiyede müslüman bir ailenin evladı olarak dünaya geldiğim için tabula rasa olan bana türklük, müslümanlık, başta olmak üzere binlerce soyut/zihin yüklendi.. yani teizm düzeyine/çukuruna itildim herkes gibi..

oysa ben doğduğumda sadece basit bir insandım, bir kişiydim.. ne türklüğüm ne müslğümanlığım ne ahlaki değerlerim ne tabularım ne siyasi görüşüm, ne de bir kişilim, hiç bir şeyim yoktu.. ve ben savunmasız bir canlı türüydüm..

genlerimde varolan "yaşamda kalıp soyumu devam ettirebilmek" adına ebeveynlerime ve yaşadığım topluma göbekten/zorunlu bağlıydım.. ancak onlarla birlikte yaşayabilirsem hayatta kalabilirdim, aksi halde çok kısa sürede yaşamım sona ererdi.. yani ailem beni bir ormana bıraksaydı ya da benim böyle bir tercihim olsaydı da bu ebevynler ve bu topluluktan kaçabilme şansım olsaydı, tüm bu zihinler/soyutlarla kirletilmeyip saf ve mutlak mutluluğumda kalabilecektim..

ama sadece çok kısa bir süreliğine, çünkü yaşamda kalmak için benim primer ihtiyaçlarım vardı.. beslenme ve barınma.. bunlar beni yaşamda tutabilecek şeylerdi.. ve ben o çelimsiz, zayıf, savunmasız aklım ve bedenimle bu acımasız varoluşta canlı kalamayıp çok kısa sürede ölecektim..

işte tüm dünya zamanlarının ve coğrafyalarının yaşamak zorunda olduğu şeyi ben de yaşıyordum.. ve dediğim gibi teizm bilinçaçıklığı çukuruna zorunlu ve ebeveynlerim tarafından "çok derin bir uykuda" ve "iyi niyetli" olarak itildim, her insanoğlu evladı gibi..

müslümanlığı(teizmi) yaşadım, ateizmi, deizmi, panteizmi, agnostisizmi yaşadım ve şimdi bahsettiğim farkındalık/aydınlanma denilen safbilinç ve dolyısıyla mutlak mutluluğu yaşıyor ve deneyimliyorum..

yani merdivenleri basamak basamak teker teker çıktım.. ve bu basamakalrı çıkarken bulunduğum seviyelerin ne adını biliyordum, ne de tüm bunları niçin yaşadığımı algılayamıyordum.. her yaşadığım evrde kendime göre bir mutluluk durumum vardı.. herkes gibi zaman zaman sıkıntılarım üzüntülerimde oluyordu ve hala da oluyor..

ama şimdi bulunduğum seviyeden diğer tüm deneyimlediğim durumlara baktığımda bunların gerçek bir yaşam olmadığını görebiliyor ve algılayabiliyorum.. şu an tüm dünya insanlığı zamanında benim de zannettiğim gibi yaşadığını zannediyor..

yiyiyor, içiyor, uyuyor, çalışıyor, gelecek için hesap kitap yapıyor, geçmişin dertlerinde bazen kaybolup gidiyor, diğer insanlarla bir birliktelik yaşamak zorunda, yalnız kalamıyor, yalnızlık insanlar için çok acıverici bir şey, evleniyor, yeni bir insan üretiyor, ona bakıyor, onu seviyor, para, mal mülk, mevki iktidar güç kazanıyor vs.. yani mutluluğu tüm bunlara bağlı.. yani büyük bir çaba ve mücadele vermek zorunda, ve bu mücadelede başarılı olup olmamasına yani hedeflere ulaşama oranına göre tatmin/mutlu oluyor..


ben şu an, sadece varolduğum için çok mutluyum, artık gidebileceğim, ulaşabileceğim bir yer, bir hedef yok.. zorunlu/primer ihtiyaçlarımı karşılayıp basitçe yaşıyorum.. hiçbir kimliğim ve kişiliğim yok, savunduğum tutunduğum bir değer/soyut yok.. sadece basitçe varolmak bana şimdiye kadar yaşadığım tüm mutlulukların üstünde bir tatmin sağlıyor..

ve daha önce de bahsettiğim gibi; yaşamda en keyifli en mutlu/tatminkar anlarım kendimle başbaşa olduğum anlar.. yani insanlara acı veren yalnızlık bana tekbaşınalık olarak muazzam bir keyif veriyor..

ve dünya insanlığının şu anki durumuna baktığımda burdan evet "bu yaşamı ıskalamaktan başka bir şey değil".. ve her zaman söylediğim gibi bu durum onların bir suçu/hatası/tercihi değil, benim şu an bulunduğum durum kendi tercihim olmadığı gibi..

"yanıma kimseyi yanaştırmıyorum" demiyelim de bunu zamana bırakalım ve ne demek istediğim çok daha iyi kavransın.. yani bu senin algıladığın şekilde bir kibir falan değil, sadece varoluşu iyi okumak, yani algı/sezgi dünyasına girmek ve gizemli matrixin nasıl çalıştığını az çok kavradığım için böyle davranıyorum diyelim, şimdilik..

ve sevgili e.i nin bu durmunu negatif olarak yansıtmaya çalışmam bundan ibarettir, çünkü o da bu mekanızmanın sahnelenmesinde bir kurban ve bunun farkında değil.. farkında olmasını da beklemiyorum zaten.. benliğinden mümkün olduğunca arınmadığı daha doğrusu arınamadığı için böyle davranmak zorunda, bu durum onun bir tercihi değil, benliğinin bir dayatmasından başka bir şey değil..

evrensel-insan
19-05-2010, 08:36
Saygideger paslicivi;

sevgili e.i. nin sahip olduğu benlik&bilinç versiyonu ve yapmaya uğraştığı şey de onun kontolünde olan birşey değil.. o da kendisine dayatılanı yapmak zorunda.. ve bunu daha önce de dile getirdim.. sevgili e.i. bu benlik&bilinç kombinasyonuna sahip olduğu ve bu kombinasyon bir şekilde değişmediği sürece ölene kadar bu evrensel-insan düşüncesini savunmak ve haberdar etmeye çalışmak zorunda.. ve bu yaptığı şeyin altındaki asıl amaç benlik(öz) tatminidir ama o bunun farkında değildir.. o bunu "insanlığı sevdiği, düşündüğü, temel aldığını" zannederek yapmak zorundadır.. ama perde arkasında ve onun farkında olmadığı asıl oyun benlik tatmininden başka bir şey değildir.. nitekim ileride vereceğim bir örnekte bunu çok net olarak algılayacaksın..

ve sevgili e.i nin bu durmunu negatif olarak yansıtmaya çalışmam bundan ibarettir, çünkü o da bu mekanızmanın sahnelenmesinde bir kurban ve bunun farkında değil.. farkında olmasını da beklemiyorum zaten.. benliğinden mümkün olduğunca arınmadığı daha doğrusu arınamadığı için böyle davranmak zorunda, bu durum onun bir tercihi değil, benliğinin bir dayatmasından başka bir şey değil.-paslicivi-

Dusungen arkadasi bilemem ama; su ileride verecegin ornegi bende dort gozle bekliyorum.

Hernedense, sadece bana yonelik degil, baskalarina da yonelik mesajinda, hep benim adima fikir yurutmeye ve yorum yapmaya devam ediyorsun, neden acaba?

Aslinda ben senin dile getirdigin dusuncenin artikadini koydum, VAROLUS KADERCILIGI TESLIMIYETI, zannedersem bu ad, mesajlarindaki dile getirdigin dusuncenin icerigi degisene kadar da devam edecek.

Biz cocukken, hem eglence olsun, hem de para kazanalim diye, sokaklarda bir sey satardik, satarken de "sans, talih, kader, kismet 5 kurus" diye bagirirdik. Genelde en buyuk odul, cukulata olurdu ve genelde de her satici, cukulata baskasina cikmasin diye, o secimi kendi acar ve cukulatayi kendine alirdi.

Birde bir zamanlar bir film seyretmistim. O filmde, artist "I am not a number, I am a man-ben bir numara degil, bir adamim" diye bagirirdi.

Bende bunu kendi adima degistirip " Ben insandisi degilim, ben insanoglu turunun biriyim" diye bagiriyorum.

Aslinda, insandisi kaderciligine, insanoglunun kendini teslim etmesi, ustelik bu teslim ettigi seyi de kendi ortaya atmasi, cok trajikomik bir durum.

Bu insanoglunun kendini teslim ettigi, her hangi bir yaratici olmus, Allah, Tanri, God, Lord, varolus madde, nesne, ozne, Budha, Amon, Horos, Isa, Musa, ya da etiksel ve de ideolojik bir izm/inancsal olmus, ya da, tarihsel bir karakter olmus, gunes, ay, yildiz olmus, evren, dunya, doga olmus v.s. insanogludisi ve de insanoglunun ortaya koydugu herhangibir sey olmus, hic farketmez.

Sonucta insanoglunun herhangibir insandisi, degeri, veriyi, tabuyu; ustelik ona insanoglu ozelligi vererek ona kendini teslim etmesi, ayni teist bilinc duzeyinin farkli versiyonlaridir. Farkta neyin tabulasacaginda/putlasacaginda yatar.

Mesajimi yine tarihe mal olmus bir dusunur/filozof'un bir sozuyle noktaliyayim.

"Golge etme, baska ihsan istemem" Bu sozun de anlami, herkes kendini istedigi insanogludisi seye, insanoglu ozellikleriyle verdigi icerik ve kurdugu bag temelinde teslim eder ve bu teslimiyetede kendince bir "bahane bulabilir.

Bu secenlerin ve teslim olanlarin secimidir. Ustelik kisilik ve kimlik degerleri olarak ta sabitlenmis ve sahiplenilmistir ve onun ugruna mucadele verilir, disaridan bakis acisi ve notr algi ile saygi duyarim.

Ama bilinsin ki, bu teslimiyetci zihniyete, teslimiyet bahanesi ne olursa olsun, bir insanoglu turu olarak ta, bu zihniyet ile, bir insanoglu biri olmam ve turum adina, her turlu dusunce mucadelesini de veririm.

En azindan, hem baskalarini kendi teslimiyetlerine alet etmesinler, hem de teslim olacaklarin teslimiyet disinda teslim olunanin, insanoglunun kendi yarattigi, kendi ozellikleriyle icerik verdigi ve bag kurdugu degerler oldugunu tum resmiyle gorsunler ve ondan sonra karar versinler, diye.

Yukaridaki soylemi de soyle noktaliyalim. Artik, bilhassa baskalariyla mesajlasirken, evrensel-insan anti propagandasi yapmaktan vazgec, cunku inan senin bu anti propagandan, kendini teslim ettigin kaderin varolusun bir isine yaramaz.

Lakabima yonelik mesajlarinda da baskalarindan degil, kendinden, kendi teslimiyetinden ve bu kaderin alninin neresinde yazdigindan bahset.

Saygilarimla;
evrensel-insan

Düşüngen
19-05-2010, 14:57
yani bu senin algıladığın şekilde bir kibir falan değil, sadece varoluşu iyi okumak, yani algı/sezgi dünyasına girmek ve gizemli matrixin nasıl çalıştığını az çok kavradığım için böyle davranıyorum diyelim, şimdilik..


Sevgili paslıçivi, sıkıcı olmuyorsam bir ricam var; işte bu noktada, az çok kavradığınızı söylediğiniz gizemli matrix hakkında gizemli olmayan net bir yazınızı bekliyorum.

Bu gizemli matrix dediğiniz olayı kendi penceremden hafif meşrep bahsettim 265-66-67 nolu yazılar.
Onlara bir göz attıysanız değerlendirir misiniz?
Sonra da bu gizemli matrixi kavrayabildiğiniz kadar yani kavradığınızı bizimle paylaşmanızı rica ediyorum.
Gizemli matrix nasıl çalışır, yöntemi varsa amacı nedir?
Sevgiler..

paslıçivi
20-05-2010, 06:45
Sevgili paslıçivi, sıkıcı olmuyorsam bir ricam var; işte bu noktada, az çok kavradığınızı söylediğiniz gizemli matrix hakkında gizemli olmayan net bir yazınızı bekliyorum.

Bu gizemli matrix dediğiniz olayı kendi penceremden hafif meşrep bahsettim 265-66-67 nolu yazılar.
Onlara bir göz attıysanız değerlendirir misiniz?
.

sevgili düşüngen..

sıkıcı olmuyorsunuz.. aksine bu tututmunuzu sizden özellikle ben istemiştim zaten.. ve gayet iyi gidiyorsunuz.. ve sizden bana karşı olan bu acımasızca eleştirinizi devam ettirmenizi rica ediyorum..

çünkü dediğim gibi ben, benliğimden mümkün olduğumca arındığımı düşünüyorum.. geçmişime baktığımda şimdi ortada bambaşka bir insan var, eskiden bir kişiliğim vardı, şimdi sadece bir kişi var..

şayet hala benim bir benliğim varsa ve mutlu olması için varolmaktan başka bir şeye ihtiyaç duyuyorsa, kendisine gelebeilecek her türlü soyut saldırıyı bir tehdit olararak algılayacak ve savunma mekanızmalarını devreye sokarak ya karşımdaki insanı alaya alıcam, ya saldırıp hakaret edicem, yada sonunda kaçıcam.. yani merkezimde kalamayıp çepere savrulucam..

insanın soyut aygıtını(ruhsal mekanizma) yani benlik&bilinç kombinasyonunu şiddetli esen bir hortuma benzetirim.. bilirsin hortumun tam merkezinde ölü noktası vardır, orda hiç bir esinti yoktur, orası sessiz ve hareketsizdir..

ama bu ölü noktadan çepere/cidara gidildikçe şiddeti ve savurması artan bir rüzgar vardır.. bu hortumun içine giren bir cisim ne kadar çeperde/cidarda ise o kadar çok savrulur, merkeze/ölü noktaya doğru gidildikçe hortum bu cismi sahiplenir ve tutup dairesel bir harekette döndürmeye başlar..
tam merkeze geldiğinde yukarı doğru çekmeye başlar..

ya da benzer şekilde hızla dönen bir tekerlek düşün.. tekerleğin merkezinde bir ölü noktası vardır ve bu ölü noktadan uzaklaşıldıkça tekerleğin dönmesinden dolayı ortaya çıkan merkez kaç kuvveti artarak ordaki cismi daha çok savurmaya, dışarı itmeye çalışır.. gibi..

işte ister şiddetli esen hortum olsun, ister dönen tekerlek benzetmesi olsun, bu merkezdeki ölü noktaya ben safbilinç diyorum.. ölü noktadan ayrıldığın andan itibaren bir merkez kaç kuvvetiyle karşılaşıyorsun.. bu merkezkaç kuvvetini de benliğe benzetiyorum.. merkezden ne kadar uzak olursan bu kuvvet o kadar güçlü ve savurucu/itici oluyor..

çok uzatmak istemiyorum.. sen bana ve benim soyutlarıma istediğin kadar saldır, hakaret et, şayet ben merkezde bir safbilinç durumundaysam senin tüm bu hakaret ve eleştirilerinden hiç etkilenmeyip o ölü nokta konumumu korumam lazım.. çünkü senin bu soyut saldırılarının bana somut hiç bir zararı yok, sen bana istersen ana avrat küfür et, her türlü eleştiriyi hakareti yap, tüm bunların bana hiç bir zararı olmadığının farkında olmalıyım.. yani sabitleyim/sahiplendiğim/somutladığım soyutlarım/tabularım/değerlerim olmamalı..

ama ben merkezdeki o ölü noktada dingin ve huzurlu bir şekilde safilinç değil de, merkezden uzak bir merkezkaç kuvvetinin etkisi altındaysam yani bir benliğim varsa, bu benlik varolma mücadelesinde her türlü soyut saldırıyı, hakareti varlığını ve mutluluğunu tehdit edici bir unsur olarak görecek ve hemen savunma düzeneklerini devreye sokacaktır..

nedir bu savunma düzenekleri?.. alaya alma, etkiye tepki dolyısıyla hakarete hakaretle karşı verme, gücü yetmediğinden de kaçma olarak kendini gösterecektir..

ve şayet yine bir benliğim varsa; pozitif açıdan bakarsak, yine varolma mücadelesinde güçlenmek, beslenmek adına çevremde bana ilgi/sevgi verebilecek kişi ve nesneler arayışına girmem gerekecek.. ve bu ilgi/sevgi/övgü gibi şeyleri adeta bir sünger emmem/sömürmem gerekecek.. çünkü benlik tatmin daha doğrusu tatminsizlik üzerine kurgulanmıştır.. ne kadar ilgi/sevgi/övgü toplarsan toplasın hiç bir zaman mutlak bir tatmine ulaşamaz ve kişi ölünceye kadar bu benliği tatmin edecek kişi, nesne ve olayların peşinden koşmak ve mücadeleyi vermek zorundadır..

bildiğin gibi bu siteye ilk geldiğinde benimle ö.m. yoluyla iletişime geçip yazılarımı çok beğendiğini ve kendi fikirlerin de olduğunu söyleyip bazılarını benimle paylaşmıştın.. ben de sana bu fikirlerin oldukça üst düzey bir bilince sahip olduğunu ve bunları ö.m. yoluyla değil forum genelde paylaşaman gerektiğini söylemiştim.. neyse sana ö.m.den sırtımı çevirdiğimde forum genelden paylaşmak zorunda kaldın:party: ve gölün ortasına taş atıp dalga yaratmaya başladın..


ve daha önceki yazılarında dahil olmak üzere bu son 3 gönderin de harika tespitler içeriyor.. yani sen de varolan benliğinden mümkün olduğunca arınıp algı/sezgi dünyasına girmiş bir üstbilinçsin.. yani tozundan pasından arındığın için sana yansıyan şeyi(varoluşu) oldukça net yansıtabiliyorsun, yani okuyabiliyorsun..

gelelim sevgili e.i. nin dört gözle beklediği ve benimde bahsettiğim bu benlik tatmini örneğine..

son 3 yazında varoluşu çok güzel yansıtıyorsun, çok iyi bir gözlemcisin, çünkü objektifin/aynanın üstü temiz, yani toz pas yok.. ve benimde hemfikir olduğum bencil genlerden, varoluşun dayatmaları zorunluluklarından bahsediyorsun.. ama sevgili e.i. benim tüm bu söylemlerime her zaman karşı çıkmış olmasına rağmen senin bu yazıların hakkında


Saygideger Dusungen;

Cok uzun zamandir, boyle akici, icerikli ve aciklayici bir mesaj okumamistim. Dusuncene, bilgine, bilincine, birikimine ve gozlemine saglik.


yorumu yapıyor.. çok ilginç değil mi.. acaba bu pozitif yorumu senin bu yazının özünden çok

Evrensel insan gibi insanlık adına fedakarca bir hizmet gerçekleştirmek böylece türünün sıkıntılarını azltmak gibi erdem taşıyan düşünen bireyler, kendilerinin bu yolculukta kestirme bir yol bulduklarını bu yolu denemek gerektiğini söyleyerek kritik anlarda yerinde çıkışlar gerçekleştirirler.


kısmı olmasın.. ne dersin..

istersen sevgili e.i.yle yazının içeriği hakkında biraz daha ayrıntılı fikir alışverilşinde bulun ve ne demek istediğimi gör..

evet burda amacım yine sevili e.i.yi eleştirmek suçlamak değil.. çünkü hala bir benlik sahibi ve tüm bu tutum ve davranışları sergilemek zorunda.. çünkü bu ona varoluşun verdiği benliğin bir dayatması ve bu benliğinden arınamadığı sürece (-ki bu düşünerek yapabileceği bir şey kesinlikle değil) bu benliğine bir köle gibi hizmet edip varoluşun ona biçtiği rolü sahnemelekten başka yapabileceği bir şey yok..

paslıçivi
20-05-2010, 07:01
Sonra da bu gizemli matrixi kavrayabildiğiniz kadar yani kavradığınızı bizimle paylaşmanızı rica ediyorum.


bu sitede yazdığım tüm yazılarım zaten kavrayabildiklerimi içeriyor.. yani kendi bilincimle bana yansıyan varoluşu okumaya çalışıyorum.. ve yaptığım her meditasyon, burda yaptığım her bilinç çarpışması bana yeni farkındalıklar kazandırıyor.. ve dediğim gibi bilinç daha da kristalleşiyor.. ben bu sitede yakaşık 1.5 yıldır yazıyorum sanırım.. bu 1.5 yıl içinde bile bir çok gelişme kaydedip yeni farkındalıklar kazandım.. bunu eski tarihli yazılarımı karşılaştırıp görebilirsin..

Gizemli matrix nasıl çalışır, yöntemi varsa amacı nedir?


insanoğlu bunun cevabını verebilseydi, bilim, felsefe, inanç gibi kavramlar olmazdı zaten.. ve adıda gizemli değil sadece matrix olurdu ve biz şimdi burda bunu tartışıyor, konuşuyor olmazdık sevgili düşüngen..

çünkü bu matrix; gizemli, yani bilinemez, yani bir sır..

Düşüngen
20-05-2010, 15:54
Sevgili evrensel insan, fırsat buldukça bana vermiş olduğunuz evrensel insan index inden dikkatimi çeken başlıkları okuyorum. Şunu bilmenizi isterim ki, arkanızda çok güzel bir eser bırakmış olacaksınız. Bunlarla muhakkak ilgilenen, etkilenen hatta benimseyip uygulayanlar olacaktır.

Bu akımın nimetlerinden tüm dünya insanlığının istifade etmesi ise sizin elinizde değil hatta kimsenin elinde değil. Bir kere çoğunluğun bunu benimsemesi gerekir yani pratik olarak dünya nüfusunun %51 diyebiliriz. Bu tamamen dünya insanlığının bilinçlenme düzeyiyle ilgili.

Bilinçte kendiliğindenlik diye bir kavram var. Elden ya da dışarıdan verilebilen bir durum değildir. Dışarıdan verilen bilinç de zaten o kişinin bilinci sayılmaz. Bu durum sizce nasıl aşılabilir?

Düşüngen
20-05-2010, 16:45
Sevgili paslıçivi, gizemli matrix derken gizemini çözdüğünüz yere kadar ki aydınlanmış matrixi anlatmanızı istemiştim hepsini değil, zira hepsini ortaya koymanız biliyoruz ki mümkün değil.
Sadece, "Alt,üst benlik-matrix-paradoks" üçgeninde biraz daha açılım yapılmasını nacizane tavsiye ediyorum.

Benlikler, konuk oldukları insanda, körlerin eğitilmiş köpeklerinin yaptığı gibi insanın görevlerini yerine getirmesi için yol gösterici olarak ortaya çıkar. Bu benlik aslında içgüdü ve dürtülerimizin sosyalleşmiş bir parçası sayılır, sosyalleşmeyen parçalar toplum tarafından bastırtılır bunlarda içgüdülerdir. Benlik, iç güdülerin karadan görünen tabakasıdır, derindeki içgüdülerin bir uzantısıdır ve onlara ait bir parçayı simgelerler.
Buz dağına benzetebiliriz görünen kısmı benlik ve derinliklerde ki kısmı. Biliyoruz ki parça bütüne aittir ve onu temsil eder. Bu sebeble benliğin köklerinin derinlerde olması nedeniyle sizin de belirtiğiniz gibi onu ortadan kaldırmak imkansızdır. Onu ortadan kaldırmak için beyhude uğraşmamalıyız biraz sabredersek zaten o kendiliğinden ortadan kalkacaktır(ölüm ile).

Onu ortadan kaldıramayız ancak onun kölesi olmaktan kurtulabiliriz. Bu noktada bencil genler, nöral devreler olaya müdahale edip kendi isteklerini direteceklerdir çok dikkatli bir insan bu çatışmayı farkındalığına çıkarabilir.
Çok zorlu bir mücadele onu bekliyordur neden zordur, çünkü bir canlı genlerini taşımak için yaşar, görevi onları bayrak yarışı misali taşıyıp kopyaladığı çocuklarına devretmektir. Sonuçta kişide bir bayrak devralmamış mıdır(anne babasından). Bu zincir nasıl bozulabilir üstelik bu zincir bozulmamak üzere kurgulanmıştır. Yapılacak iş resmen kimyaya rest çekmektir. Peki bu rest çekecek olan bilinç durumuda bir kimya değil midir?
Böylece durum fasit bir daire haline gelir sonunda kişi pes eder ya da kendini kandırarak derinden gelen emirlere boyun eğer. Böylece hazlarla/mutluluklarla ödüllendirilir.

İnsan neden mutluluk arar ya da mutluluk ne işe yarar?
Mutluluk, insanın kendisini güçlü hissetmesini sağlar.

Peki kimin güçlü olmaya ihtiyacı vardır?
Güçsüz olanların bir de daha fazla güç sahibi olmak isteyenlerin güce ihtiyacı vardır.

Birey kendisini güçlü duyuyor ise ya da güçle ilgili bir kompleksi yoksa güçe ilgi ve ihtiyaç duymaz. Dolayısı ile bireyin mutluluk takıntısı ortadan kalkar yani buharlaşır. Ve biliriz ki, gereksinimi duyulmayan bir şeyin özlemi çekilmez. Yani ihtiyacı duyulmayan bir şeyin yoksunluğuda hissedilmez.
Kısacası mutluluk oto kontrol için verilen bir ödüldür diye düşünüyorum, ödülde aferim delilerini cezbeder onun için mutluluk amaç değil araçtır.
Mutluluğa duyulan ihtiyaç güç elde etme savaşlarına sebep oluyor. Bu durumu şu güzel söz açıklayabilir mi acaba;
"Sevginin gücü , güce olan sevgiyi yendiği zaman gerçek kardeşlikten söz edilebilir"

Düşüngen
20-05-2010, 17:12
Sevgili paslıçivi, mutluluk kendi gelirse mutluluktur yoksa sen onu arar kovalar bulursan o mutluluk değil tatmindir diye düşünüyorum.

Kopyalama manyağı DNA nın kör kuyu içinde bizi kodlayıp güneşin önüne atması bütün sorunun ana kaynağını teşkil ediyor. Ondan sonrası ise lafı güzaf.
Zaten tüm zihin ve kültür çalışmaları, bu anlamsız kimyasal tepkimelerin yarattığı ya da yaratacağı anlamsızlığı ve mana kaymasını ortadan kaldırmak için değil midir? Maksat bu kimyasal evrim sonucu dallanıp budaklanan canlıların, sebebini bilmediği bir yaşam savaşı vermesi ve bu saçmalığın ayırdına varmaması böylelikle saçmalığın devamının selametini güvence altına almak. Gerisi pul kolleksiyonculuğudur.

Ne var ki insan, türü ve diğer canlılar adına bir güzellik düşünmeden geçemiyor şu yuvarlak dünyadan. Genelde de düşüncede kalırlar.

Oysa doğada öyle bir işleyiş sezinliyorum ki, bu iyi dileklerle uzaktan yakından alakası yok. Doğa her zaman güçlü olana yol veriyor hep güçlü olanı destekliyor. Doğa için güçlü olan şampiyondur ve doğa hep şampiyonun taraftarıdır. Tıpkı bazı çocukların sürekli takım değiştirip o yıl hangi takım şampiyon olduysa o takımı tutması böylece mutluluğu garanti altına alması gibi. Ben öyle görüyorum belkide uçuyorumdur.

Not= Şu meditasyon işine merak sarıp evde halının ortasına oturup gözlerimi kapadım(bunu özelden söyleyecektim ama özelden yüz bulamadığım için mecbur buraya yazıyorum :)) sonra annemin beni sallamasıyla uyandım. Uyumuş kalmışım üstelik uyuduğumun farkına bile varmamışım, demek ki, mutlak mutluluk dedikleri buymuş dedim.
Annem daha önce bu şekilde halının ortasında uyuduğuma şahit olmadığı için çok korkmuş bayıldığımı düşünmüş. Becerememiştim ama uykusuz gecelerde kullanacağım bir yöntem bulmuştum "meditasyon".

evrensel-insan
20-05-2010, 21:50
Saygideger paslicivi;

Saygideger Dusungen;

Cok uzun zamandir, boyle akici, icerikli ve aciklayici bir mesaj okumamistim. Dusuncene, bilgine, bilincine, birikimine ve gozlemine saglik.

yorumu yapıyor.. çok ilginç değil mi.. acaba bu pozitif yorumu senin bu yazının özünden çok


Alıntı:
Evrensel insan gibi insanlık adına fedakarca bir hizmet gerçekleştirmek böylece türünün sıkıntılarını azltmak gibi erdem taşıyan düşünen bireyler, kendilerinin bu yolculukta kestirme bir yol bulduklarını bu yolu denemek gerektiğini söyleyerek kritik anlarda yerinde çıkışlar gerçekleştirirler.

kısmı olmasın.. ne dersin..

istersen sevgili e.i.yle yazının içeriği hakkında biraz daha ayrıntılı fikir alışverilşinde bulun ve ne demek istediğimi gör..-paslicivi-

Olsa olsa, bu senin husnu kuruntun olur. Ayrica, bir kisi genelde kendi dusunce ve davranisini baskasina yukler. Burada senin nasil bir zihniyete sahip oldugun da aciga cikmaktadir.

Daha once antipropaganda ile baslayan, yanasim; bu mesajla iftiraya donusmustur.

Ama, sakin yanlis anlama, ben seni suclamiyorum, bunlar senin sucun degil ki, sen varolusun sana verdigi gorevi yapiyorsun. Su siralar da, varolus sana "evrensel insan uzerin boyle mesajlar yaz" diyor, sende yaziyorsun. Dedimya yanlis anlama, ben sadece seni sana ayna olarak yansitiyorum.

Evrensel insan acisindan ise, bakalim zaman ve varolusun verecegi kararlar, paslicivi'ye nasil bir evrensel insan tanitimi emredecek?

Ne yapsin, zavalli paslicivi, sadece kendisine verilen emirleri yerine getiriyor, o varolusun bir emir kulu. O yuzden sakin yanlis anlasilmasin, ben paslicivi'yi
suclamiyorum, sadece onun ne yaptigini ayna olarak yansitiyorum.

Saygilarimla;
evrensel-insan

evrensel-insan
20-05-2010, 23:00
Saygideger Dusungen;

Bu akımın nimetlerinden tüm dünya insanlığının istifade etmesi ise sizin elinizde değil hatta kimsenin elinde değil. Bir kere çoğunluğun bunu benimsemesi gerekir yani pratik olarak dünya nüfusunun %51 diyebiliriz. Bu tamamen dünya insanlığının bilinçlenme düzeyiyle ilgili.

Bu dediklerine aynen katilmakla beraber, bazi noktalarin acikliga kavusmasi acisindan, sunlari eklemek istiyorum. Evrensel insan, tamamen kisiye ve onun birey bilinci ve bu bilincin evrensel/insansal duzeyine yoneliktir. Yani, toplumsal bir icerigi yoktur. Yani, kisileri; bir toplumsal ideolojik inancsal dogruya ceken bir orgutleme, kurumlasma, sistemlesme v.s. degildir. Tamamen kisi ve kisiye yoneliktir. O yuzden kimin nasil istifade edecegine, okuyup algilayan kisinin kendisi karar verecektir. Bu temelde de, kisiye bir yaptirim, mudahele, karisma v.s. soz konusu degildir.

Buradan iki nokta cikar. Birincisi, kisi birey bilincini aldiginda ve aldikca, bunu da evrensel/insansal duzeye cikarmaya basladikca, her seyden once onun kisisel ve kisilik yasami, onun adina bilgi ve bilincli olarak bir anlam ve icerik kazanir. Iliskileri, daha insansal, daha anlayisli, daha toleransli, daha mantikli, daha tutarli, daha saglikli ve daha cok verimli olur. Yasami, dunyayi, dunyada olup bitenleri, toplumlari v.s. daha net algilamaya baslar, baskalarini suclamayi, onlara mudahele etmeyi, onlara empoze etmeyi, onlara karismayi birakir. Hem kendini sorgulayarak gelistirir, hemde bu konuda etrafindakilere yardimci olur. Kendi oz degerlerine kendi biligi ve bilinciyle kavustugu gibi, etrafindakiler e bunu dusunce ve davranisiyla yansitir. Kendini ve etrafindakileri oldugu gibi algilar ve tanir, bu tanima insani tanimaya kadar uzanir. Bilincli, farkindalikli, kontrollu ve kendi yonlendirip, yuruttugu bir yasam ve iliskilere sahip olur. Kendi degerini ve de insansal degeri algilar, kendi hak ve ozgurluklerine sahip cikarken, bunlari ancak baskalarinin da hak ve ozgurluklerine sahip cikarsa koruyabilecegini algilar. Toplum icin de kendine ait bir yeri olur. Kisaca insanoglu turunun bir biri oldugunu ve turu ile birlikte yasam ve iliski surdugunu bilincine ve farkina varir. Turunun kendine farkli gelen tum farklarini algilar, notr karsilar ve bunlarla ugrasmaz, yasamini bu ayrimci degerler ugruna feda etmez. Bu ornekler daha da cogaltilabilir. Kisaca kendini ve turunu algilar. Bu algilama, onun kendi ve turu disindaki ortaya konan herseyi de daha net ve acik algilamasini saglar.

Yalniz buradaki tek tehlike, nihilizmin bireyci akilciligidir. Yani, birey bilincini, evrensel/insansal duzey yerine; dogal dusuncenin koken ve temellerine teslim ederek, sirf kendi egoist cikari temelinde, hem turunun her ferdini, hem de herseyi "benim icin her sey mubah" dusuncesiyle, kendi cikari ve bencilligi icin kullanmaktir. Bu bencil ve cikarci dusunce ve davranisla, insandisi ve insanlikdisi dusunce ve davranis uretmektir ve uygulamadiktir, yani "canavarlasmaktir. Iste bilhassa Avrupa'da birey olarak ama birey bilinci almadan yetisenlerdeki sorun ve tehlike de budur. Bu bugun insanoglunun icinde bulundugu emperyalist zihniyetin, soros ideolojisinin ve evengalist orgutlenmesinin de siaridir. Birey yetismeyen ve yetistirmeyen, ulkemiz toplumunda bu duzey; tek tuk cikislar disinda henuz olgunlasmamistir ve gelecek icin buyuk bir tehlikedir. Cunku, ulke toplumumuzun birey icerigi olmadigindan, nihilizm teslimiyetci ve pasif olarak topluma yansir. Paslicivi orneginde oldugu gibi. Yani kisi kendinin birey olma savasimini verecegine, kendisini insandisi bir guce teslim eder. Bu yerine gore, tek tanri olur, yerine gore madde, yerine gore varolus.

Iste evrensel insan olma yolundaki tek "korku/endise" birey olmus bir kisinin bu bilinci dogal dusunce teslimiyetinin bireyci akilciligi, ya da teslimiyetci akilciligidir. Bu tehlike de sadece kisinin kendi icin gecerlidir. Zaten dogal dusuncenin son akil duragi olan bu bilinc ya teslim olacak (canavarlasarak, kendini baska bir guce teslim ederek, ya da kendini hicleyerek), ya da evrensel insanin yepyeni ve alternatif yasam ve iliski sistemine acilacaktir.

Simdilik burada noktaliyorum, cunku bu konunun her bir detayi kendi basina bir konudur ve cok derin, kapsamli ve iceriklidir. Bu konularin cogu da evrensel insan'in kosesinde islenmistir.

Eger senin ilgi/etki/onem temelli bir konuya yanasimin olursa, ayrica belirtirsen, konunun derinlesmesini, daha detaya inilmesini v.s. saglayabilirim.

Bilinçte kendiliğindenlik diye bir kavram var. Elden ya da dışarıdan verilebilen bir durum değildir. Dışarıdan verilen bilinç de zaten o kişinin bilinci sayılmaz. Bu durum sizce nasıl aşılabilir?

Yukaridaki aciklamalar isiginda, kisinin kendi mucadelesiyle birey bilincine yonelmesi, tamamen onun su an icinde bulundugu ve kendi icin sabitleyip, sahiplendigi; ideolojik inancsal dogru ve etiksel deger ve tabulardan, ne kadar rahatsizlik duydugu, veya bu teslimiyetinin ona ne kadar zarar ve rahatsizlik verdigini algilamasi ve bir cikis noktasi ariyor olup, olmamasi ile paraleldir. Kimse kimseye disaridan ve siringayla bunu veremez. Bu rahatsizlik ve zarar algisini kisi tamamen kendisinin algilamasi ve icinde bulundugu ve kendini teslim ettigi her turlu soyut degerden rahatsiz olmasi veya en azindan bir acabasi olmasi ve zarar gormus olmasi gerekir. Iste bu sorgulama daki amac, bu teslim ounan degeri asma amacidir. Yalniz buradaki en onemli noktada, vicdanin kisi ile olan bagidir. Yani kisi kendinde bu sorgulamayi yaparken, vicdan olarak kendisine bir dusunsel ve fiziksel zarar vermemelidir. Bu da eger, kisinin bir ayrimci deger ve tabudan rahatsizligini sorgularken, eger kendini hazir gormeyip te bir rahatsizlik duyarsa, bu sorgulamayi, kendine zarar vermeme adina kendini hazir bulana kadar ertelemesi ve ustune gitmemesidir.

Cunku amac, kisi birey bilinci alirken, kendisinin kendini kaybetmesi ve psikolojik bunalima girmesi degil; aksine tam da kendinde olmasi demektir.

Bu konu ile ilgili oldugunu dusundugum iki mesaj linki vermek istiyorum. Aslinda bu "cikis noktasi" ile ilgili mesaj da var, istersen onu da veririm.

http://www.turandursun.com/forumlar/showthread.php?t=5958&page=59

Mesaj 581/582

Saygilarimla;
evrensel-insan

evrensel-insan
20-05-2010, 23:37
Saygideger Dusungen;

Aslinda insanoglu turunun kendi kendine tattirdigi ve aci olan nedir, biliyor musun?

Eskiden, insanoglu kendi turu bunyesinde birbirini teslim alirken; nihilizm sonrasi, ortaya cikan bu dusunceyle, kendi kendini kendi eliyle ve "gonulluluguyle, insandisi ve de kendi ortaya atarak icerik verdigi ve bag kurdugu, insandisi bu guclere teslim edisidir. Yani, gelismis ulkelerdekiler, teknik ve bencillikle robotlasarak, gelismemis ulkelerdekilerde, kendilerine insandisi bir deger bularak kendilerini teslim etmektedirler.

Bu da zaten insanoglunu kendi turunu bunyesinde ve kendi cikar ve bencilligi temelinde teslim almak isteyen zihniyetin, "ekmegine yag surmekte" onlarin bu konuda harcayacagi "cabayi", insanoglu biri kendi kendine harcayarak kendini, bu dogal dusunce cikazina teslim etmektedir.

Bu temelde de, dogal dusuncenin teslim olma/alma zihniyeti ve bunun insandisi insanlikdisiligi sadece kendi icinde "geliserek" tur ici teslimiyetten (teslim alma/etme), turun birinin kendi kendini teslim etmesi" ne degismistir.

O yuzden de kisiler, eskisi kadar toplumsal kisilik icerikli ve metafizik temelli ideolojik inancsal dogrulara ve etiksel temelli sosyal-siyasal-toplumsal izmlere eskisi kadar ragbet etmemektedir. Yani birey cikisi, kisiyi; baskalarinin ortaya koydugu ideolojik inancsal dogru, izmlere katilim ve teslimiyet yerine, kendi adina ve kendi icin ortaya koydugu ve icerik verip, bag kurdugu olgulara, degerlere (varolus, monizm v.s.) teslim etmektedir. Boylece dogal dusuncenin en ortaya konabilir karsitligi "sey/hicbirsey" de insanoglu adina ve eliyle, tarihte yerini almis ve iflas etmistir. Ya bu bilhassa bilimsel "kandirmacalarla" kalici kilinacak; ya da insan olmak ve insanlik sunmanin onundeki bu en buyuk tehlike, dogal dusunceden cikis ve yepyeni bir soyut sistemlesme ile insaoglunun dusunce ve davranista onunu acacak ve onu insanlastiracak/evrensellestirecek ve bir tur butunlugu, birligi ve de beraberligi saglatacaktir, insanoglu tarihinin su anki gidisati bu istikamettedir.

Saygilarimla;
evrensel-insan

evrensel-insan
21-05-2010, 00:08
Saygideger Dusungen;

Sana yazilanlar hakkinda daha detayli bilgi vermek adina, bir link veriyorum.

http://www.turandursun.com/forumlar/showthread.php?t=5958&page=8

Mesajlar 71/76/80

Saygilarimla;
evrensel-insan

UlulElbab
21-05-2010, 02:21
Sevgili paslıçivi,
Not= Şu meditasyon işine merak sarıp evde halının ortasına oturup gözlerimi kapadım(bunu özelden söyleyecektim ama özelden yüz bulamadığım için mecbur buraya yazıyorum :)) sonra annemin beni sallamasıyla uyandım. Uyumuş kalmışım üstelik uyuduğumun farkına bile varmamışım, demek ki, mutlak mutluluk dedikleri buymuş dedim.
Annem daha önce bu şekilde halının ortasında uyuduğuma şahit olmadığı için çok korkmuş bayıldığımı düşünmüş. Becerememiştim ama uykusuz gecelerde kullanacağım bir yöntem bulmuştum "meditasyon".

Sevgili Düşüngen,
Geçmiş sayfalarda ki hırçın mesajlarının sebebini yukarıda ki alıntıdan anladım.
Demek ki sende benim gibi paslıçiviye özelden birşey sormak istedin ve o ilk anda "garip" gelen mesajı aldın:)
Sevgili paslıçivi kendisinin düşüncelerine ilgi gösteren ve belkide sadece bir soru soracak herkesi "Mürid" olacak zannı ile reddetmekteymiş meğer...
Bende kendisine bir özel mesaj ile Bilinç ve seviyeleri v.s. hakkında bir soru sormak istemiştim.Aldığım cevap karşısında şaşırmıştım (kendisi usta-çırak ilişkisine girmek istemediğini belirtiyordu özetle)kimin usta-kimin çırak olacağını anlamamış ancak saygı duyarım diye cevaplamış bir daha ÖM atmamıştım.
Kendisi ile herkese açık konu başlıklarında paylaşıma devam ettim ve ediyorumda...
Size bu sanırım üçüncü mesajım...bugüne kadar Doğrudan Dialoğa geçmediniz...Bunun kendinizce bir sebebi vardır elbet...ben bilmiyorum...
Bilmek istediğimide düşünmüyorum...

Yine de Sevgili Evrensel-insan ve Paslıçivinin belirginleşen görüş farkına ve tıkanan dialoglarının arasına seninde katılmana sevindim.
Ben bundan sonra Trübünden bu başlığı takip etmeye devam edeceğim...
Tüm dostlara bu güne kadar ki paylaşımları ve katkıları için teşekkür ederim.

Saygılarımla...
UlUl

evrensel-insan
21-05-2010, 02:33
Saygideger UlulElbab;

Bana da ozelden cok mesaj geliyor, ama; benim paslicivi gibi bir dusuncem ve "takintim" yok. Hem ozelden, istenen cevabi vermeye, hem de mesaji atan yazar arkadasa, konuyu ya kendi adina, ya da benim araciligimla, siteye tasimayi oneriyorum.

Bunun da nedeni gayet acik "bir elin nesi var, iki elin sesi var" temelli, konuya daha cok katilim saglamak ve konuyu, ya da soruyu site yazar kitlesine ve onlarin herbirinin farkli, bilinc, bilgi, birikim, algi, gozlem duzeylerine sunmak.

Sonucta evrensel insan, kisiye ve onun kendini cikarmak istedigi birey bilinci ve bunun evrensel/insansal duzey seviyesine yoneliktir. Toplumsal bir icerik, orgutlenme, murit kazanma v.s. icermez. Cunku ne metafizik, ne de etiksel bir ideolojik inancsal dogru degildir, o yuzden dogrular arasi mucadele vermez. Sadece epistemoloji temelinde insanogluna yonelik sorunu genelde ve de konu bazinda ortaya koyar, bu da ortaya konanin sorun oldugunu algilayan icindir.

Saygilarimla;
evrensel-insan

UlulElbab
21-05-2010, 03:27
Sayın Enrensel-insan,

Ben olay üzerinde fazla durmamıştım.Ancak Sayın Düşüngenin mesajını okuyunca fark ettim ki Saygıdeğer Paslıçivinin genel bir yaklaşımıymış bu.
Kendisinin bileceği birşey bu...özel mesajlaşmak istemeyebilir,en doğal hakkı.Ama hemen karşısında ki insanın mürid/çırak v.s olacağını zannetmeside aslındao sıkca söz ettiği "sahte benliğin" hala ipleri elinde bulundurduğunu gösterir.
Sonuç olarak kimse mükemmel değildir:) Zaten Sevgili paslıçivide sürekli bir dönüşüm ve değişim içinde olduğunu ve eleştirilere açık olduğunu belirtiyor mesajlarında...Hepimizde öyle olmalıyız.

Saygılar...

evrensel-insan
21-05-2010, 03:57
Saygideger UlulElbab;

Benim kah Turkiye'deki, kah burdaki yasam ve iliskilerim, hep topluma sosyal hizmet olarak surmustur ve surecektir. Bundan hic bir zaman ne bir menfaat elde ettim, ne de bir cikar ve karsilik bekledim. Topluma ve baskalarina hizmet goturmek demek, hem kendini gelistirme ve ilerletme mucadelesi, hem de bu hizmetin bir insanlik gorevi oldugunun bilincinde olmak demektir.

Beni yakindan tanyanlar, benim bu yonumu bildiklerinden, hem kisisel sorunlarini ve sirlarini bana iletmekte, hem de benim bunu hic bir zaman su istismar etmiyecegimi bilmekte, hem de konu ne olursa olsun, notr algilayacagimi ve disardan bakacagimi algilamis durumdalar.

Oyuzden benden, turumun diger birlerine ancak bir yardim ve dayanisma gider, baska bir seyin gitmesi de mumkun degildir. Bu sitede yazmamin sebebide, hem bilgi, birikim, bilinc v. mi paylasmak, hem de karsilikli bilgi, bilinc deneyim alisverisinde bulunmaktir. Baska da birsey yoktur. "okuzun altinda buzagi aramak isteyenler" her zaman olmustur ve olacaktir. Benden gelen dusunceler karsisinda caresiz kalip, bunu kendine yediremeyenler ve aklinca beni antipropagandatla, ekrana oynayarak, alaya alarak, onemsemeyerek v.s. davrananlar, her zaman olmus ve olacaktir.

Ama, bu arada benim dusuncemden, yararlananlar, bilgilenenler, beyinlerinde soru isareti doganlar, daha cok bilgiisteyenler, yardim isteyenler de v.s. her zaman olmus ve olacaktir. Zaten yasam ve iliskilerde butun bunlarin bir mozayigi alasimi karisimi degil mi?

Ama sunu da unutmamak gerekir, bilgisi olan, bilgiye onem veren, bilgiye kendini kapatmayan ve herseyi "tek bildigim sey, hicbirsey bilmedigimdir" temelinde, tum yasami boyunca bilgilenmeye adayan, her zaman hem kendi kisiligi, hem de turu adina kazancli cikacaktir.

Birde konu ister istemez, benim gibi bireylerin dogal liderligidir. Calistigim isyerlerinde, benim getirdigim yeniliklere once biyik altindan gulenler ve alay edenler, zamanla bu yenilikleri ustelik te farkinda olmadan kendileri kullanirlar.

Bu blgide de boyledir. Benden gelen bilgiyi alaya alanlar, burun kiviranlar, onemsemeyenler, farkinda olmayan o biligiyi kendileri ustelik benim getirdigim ve tanittigim kavramlarla kullanmaya baslarlar.

Benim "Saygideger" ile basliyan ve "saygilarimla" sona eren mesajlarim bile konu olmustur.

Ama benim istikrarim hic bir zaman degismemistir ve degismeyecektir, sadece yenilenecek, insanlasacak ve evrensellesecektir.

Bu da degisik bir bilgi aktarimi oldu.

Saygilarimla;
evrensel-insan

UlulElbab
21-05-2010, 04:26
Değerli Evrensel-insan,

Yazdıklarını büyük bir dikkatle okuyorum.Zaman zaman verdiğin linklerede gerçekten bakıyor,onlarıda zamanım elverdiğince okuyorum.
Ancak izin verirsen bir eleştirimde olacak yazılarında "BEN" adedi çok fazla...
Yukarıda ki yazında örneğin 14 adet.Kim bu "Ben"?
İnsan olarak sen mi? Evrensel-insan düşünce sistemimi?
Gelelim insan olarak bana;
Kimseden utanacak yada gocunacak değilim,o tür ego sorunlarını çoktan aşmış durumdayım...senden ve tüm fikir sahiblerinden
birşeyler ÖĞRENİYORUM...Bu "öğrencilik" benim için yaşamboyu sürecek...
Çünkü bu yaşıma kadar(40),kendimi BİLDİM bileli,yeni birşeyler öğrenmeden yatağa girmemeyi kendime prensib edindim.
Şimdi sen yazışmayı seven,paylaşımcı İYİ bir insansın,elbette şahsen tanımıyorun,ancak yazılarından takip edebildiğim kadar söylüyorum...
Ancak sen kendini ne kadar "Evrensel-insan" seviyesinde görüyorsun?
Bu fikrin,Evrensel-insan düşünce sistematiğinin uygulayıcısı olarak kendini %100 Evrensel-insan olarak görüyormusun?
Senden sonra bu Sistemi kabullenecek insan mesela seni geçebilir mi?
Boynuz kulağı geçer misali:)
Seni geçtiğinin göstergeleri nedir? nasıl anlarsın? ve anladığında nasıl,ne gibi tepkiler verirsin?

Saygı ve Sevgi ile...
UlUl

evrensel-insan
21-05-2010, 04:32
Saygideger UlulElbab;

İnsan olarak sen mi? Evrensel-insan düşünce sistemimi?

Yukaridaki mesaj benim sahsima ait.

Ancak sen kendini ne kadar "Evrensel-insan" seviyesinde görüyorsun?

Ben bir tuneldeyim ve ilerliyorum, ne tunelin boyu, ne ne zaman disari cikacagim, ne tunelin neresinde oldugum, beni ilgilendirmiyor, ilgilendiren sadece tunelin icinde ilerliyor olmam.

Ben bir bardak suya bakiyorum ve baktikca berraklasiyor, ne ne kadardir baktigim, ne ne kadar daha bakacagim, ne berraklasmanin, duzeyi, icerigi, yeterli olup olmadigi v.s. beni ilgilendirmiyor, tek bildigim ben suya bakiyorum ve baktikca berraklasiyor.

Bu fikrin,Evrensel-insan düşünce sistematiğinin uygulayıcısı olarak kendini %100 Evrensel-insan olarak görüyormusun?

Imzami okursan, dilegimin ne oldugunu algilarsin. Senin dedigin, pozitivizin noktalamasi ve sonlandirmasidir, bu zaten kendi basina evrensel insan'a ters bir durum.

Senden sonra bu Sistemi kabullenecek insan mesela seni geçebilir mi?
Boynuz kulağı geçer misali

Bunu da izah ettim. Benim evrensel insan'i ortaya koymamin sebeplerinden biri de bu zaten. Bakarsin, birisi; benim kendimi evrensellestiremedigim, ya da insansallastiramadigim bir konuda, evrensel insan'i algilayarak o bunu basarir. Oyuzden dusuncenin ne bir oznesi, ne de mekani yoktur.

Seni geçtiğinin göstergeleri nedir? nasıl anlarsın? ve anladığında nasıl,ne gibi tepkiler verirsin?

Tepki vermem, aksine "bu konuda benim de kendi disinda bilgilenecegim bir kaynak/kisi cikti" diye sevinirim. Bunu algilamak, verilen yanit ile, gelen dusunce veya davranis ile, sorulan soru ile, ya da sorulana cevap ile algilanir.



Saygilarimla;
evrensel-insan

paslıçivi
21-05-2010, 05:55
Sevgili paslıçivi, gizemli matrix derken gizemini çözdüğünüz yere kadar ki aydınlanmış matrixi anlatmanızı istemiştim hepsini değil, zira hepsini ortaya koymanız biliyoruz ki mümkün değil.
Sadece, "Alt,üst benlik-matrix-paradoks" üçgeninde biraz daha açılım yapılmasını nacizane tavsiye ediyorum.



dediğim gibi bu sitedeki yazılarım zaten algı/sezgilerime yansıyanlar sevgili düşüngen.. bahsettiğin soruyu bir paragrafta ve belli bir zaman diliminde toplayabilmek mümkün değil..

çünkü ben de hergün yepyeni algı ve sezgilerle karşılaşıyorum.. yeri ve zamanı geldiğinde de paylaşıyorum.. ama gördüğüm bir şey varsa her şey insanda başlayıp insanda bitiyor.. o yüzden insanı yani öncelikle kendimizi çok iyi tahlil ve gözleme tabii tutmalıyız, yani kendimizi tanıyıp bulmalıyız, benim yaptığım da bu..

ama yinde özellikle öğrenmek istediğiniz bir nokta varsa ve bu konuda bir düşüncem/algım varsa siz sorun, ben açıklamaya çalışayım..

Benlikler, konuk oldukları insanda, körlerin eğitilmiş köpeklerinin yaptığı gibi insanın görevlerini yerine getirmesi için yol gösterici olarak ortaya çıkar. Bu benlik aslında içgüdü ve dürtülerimizin sosyalleşmiş bir parçası sayılır, sosyalleşmeyen parçalar toplum tarafından bastırtılır bunlarda içgüdülerdir. Benlik, iç güdülerin karadan görünen tabakasıdır, derindeki içgüdülerin bir uzantısıdır ve onlara ait bir parçayı simgelerler.
Buz dağına benzetebiliriz görünen kısmı benlik ve derinliklerde ki kısmı. Biliyoruz ki parça bütüne aittir ve onu temsil eder.

bu konuda hemfikiriz..

Bu sebeble benliğin köklerinin derinlerde olması nedeniyle sizin de belirtiğiniz gibi onu ortadan kaldırmak imkansızdır. Onu ortadan kaldırmak için beyhude uğraşmamalıyız biraz sabredersek zaten o kendiliğinden ortadan kalkacaktır(ölüm ile).


ortadan kaldırmaya çalıştığımız işte o su yüzündeki görünen kısımdır.. suyun dibindeki bütünün diğer parçası değil.. dediğiniz gibi onlar içgüdüdür ve ancak ölümle ortadan kalkabilir..

ama su üstünde kalan kısmı değişik zaman ve coğrafyalardaki hava, iklim şartlarına göre (o toplumun soyut yapısı) şekillendiği için bu durum dünya insanlığında devasa bir fark ve ayrımcılık, bölücülük yaratmaktadır.. benim törpülemeye çalıştığım kısım işte o su üstünde görünen kısımdır.. çünkü bende türklük ve müslümanlık olarak şekillenirken, diğer zaman ve coğrafyalarda, avrupalılık hristiyanlık, japonluk budizm, hintlilik hinduizm, israil musevilik vs. gibi başta etnik ve dini inanç olmak üzere yüzlerce öğreti/zihin/soyutla kaplanıp şekillenmekte ve kimse bu buzdağının su altında kalan kısmıyla değil, su üstünde kalan ve o bölgeye münhasır şekillenmiş olanla ilgilenip birbirini yemektedir..

oysa buzdağının sualtında kalan kısmı dünyanın her yerinde birbirine çok yakındır ve biribirine çok benzediği için bir ayrımcılık bölücülük yoktur.. yani her bebek o sualtındaki buzdağı olarak doğar ama daha sonra birlikte yaşadığı toplum tarafından su üstünde görünen o kısım oluşturulur.. işte törpülenmesi, arınılması gereken kısım odur..


binlerce yıldır dünya insanlığının bu şekilde insanlıkdışı yaşamasının sebebi işte o suüstünde görünen kısımların yarattığı farklılıklardır.. ve görünen kısmı törpüleyen şey de kendi deneyimlerim, bilgilerim doğrultusunda şimdilik yapılacak etkili ve bilinçli meditasyonlardır.. ama bu meditasyon işi sanırım çok küçük yaşlarda başlanılması gerekiyor, yani o su altındaki o buzdağının su üstündeki kısmının oluşmasına izin vermemek gerekiyor.. oluşan kirler paslar zamanla o buzdağına kaynak yapıyor ve ondan arınmak çok zorlaşıyor.. ya da o katılaşmış kaynak yapmış parçayı zedeleyecek çok ciddi bir psikolojik tavma gerekiyor.. ya da benim bahsettiğim ileride bulunulabilecek medikal bir ürün(ilaç) bu tozu pası temizleyebilecek.. ya da kişi daha doğuştan bu kirlenmeye tozlanmaya paslanmaya dirençli olacak..

daha önce bahsettiğim gibi; örneğin sen sevgili düşüngen.. zannettiğim kadarıyla türkiyede ve islamiyet soyutunda dünyaya gelip yetişip büyüdün.. ve şu an bulunduğu konuma gelmeyi nasıl başardın, sence bunun sebebi ne? mesela kardeşin veya seninle aynı ortamda büyüyen çocuklarda seni bu duruma getiren farklı kılan şeyin ne olduğu konusunu hiç sorguladın mı? çünkü gördüğüm kadarıyla benliğin oldukça zayıf ya oluşmamış ya da oluşan benlikten bir şekilde sonradan mümkün olduğunca arınmışsın.. sence bunun sebebi nedir, sen buna nasıl bir açıklama getiriyorsun?


Yapılacak iş resmen kimyaya rest çekmektir. Peki bu rest çekecek olan bilinç durumuda bir kimya değil midir?


kimyaya rest çekmek ama sonradan oluşturulan kimyaya format atmaktır.. yani sıfır km doğan her dünya çocuğu biribiriyle kardeştir, çünkü soyutta değil somutta yaşar, ebeveynlerinden aldığı içgüdülerle yaşar, mutludur, keyiflidir, hiçbir sabitleyip sahiplendiği soyutu/tabusu/zihni yoktur.. içinden/yüreğinden geldiği yaşar ve hisseder.. ama büyüdükçe yaşadığı toplum tarafından yüzlerce soyut tarafından kirletilir.. bunların en başında etnik yapı ve dini inanç konusu vardır.. hiç bir çocuk doğduğunda ne türktür, ne kürttür ne ingilizdir, ne japondur ne hintlidir ne müslümandır ne budisttir ne alevidir ne sünnidir ne katoliktir ne musevidir vs.. hepsi sonradan kişiye eklenen ve özdeşleştirilen ve basitçe kişi olan insanoğlunu bir kişilik haline getiren insanoğlunun kendi eliyle kendi türü adına ürettiği soyutlar/zihinler/tabulardır.. bütün sorun bu soyutların farklılığından ve farklılıklar arası çekişme savaşmadan kaynaklanmaktadır..

Not= Şu meditasyon işine merak sarıp evde halının ortasına oturup gözlerimi kapadım(bunu özelden söyleyecektim ama özelden yüz bulamadığım için mecbur buraya yazıyorum :)) sonra annemin beni sallamasıyla uyandım. Uyumuş kalmışım üstelik uyuduğumun farkına bile varmamışım, demek ki, mutlak mutluluk dedikleri buymuş dedim.
Annem daha önce bu şekilde halının ortasında uyuduğuma şahit olmadığı için çok korkmuş bayıldığımı düşünmüş. Becerememiştim ama uykusuz gecelerde kullanacağım bir yöntem bulmuştum "meditasyon".

meditasyon olayında görülen iki fiziksel yanetki var.. birisi bahsettiğin uykuya dalma olayı.. çünkü trans hali dediğimiz an uykuyla uyanıklık arası bir bilinç düzeyi.. ne tam uyanıksınız ne de uykudasınız.. o yüzden mediatasyonu uykunuzu aldığınız sabah saatlerinde denerseniz çok daha verimli olacaktır..

bir de bu uykuya dalmaya çözüm olarak oturarak ya da uyku geldiğinde gözler açık pozisyonda meditasyon teknikleri var, onları deneyebilirsiniz.. japonyada toplu taşıma araçlarında ayakta ve oturarak meditasyon yaparken uykuya dalıp düşmemek için kafa sabitleyicelere rastlamıştım.. adamlar trende tramvayda giderken bile meditasyon yapıyorlar:D ama bunun farkını da reel yaşamda çok güzel yansıtıyorlar.. keskin bir bilinç zeka ve yaratıcılık..

ikinci fiziksel yanetki erkeklerde cinsel ereksiyondur(çadır kurma vaziyetleri).. meditasyonda trans haline geçtiğinizde hiç bir görsel, düşünsel, dokunsal cinsel uyaran olmadığı halde ereksiyona geçiyorsunuz sıkça.. kadınlarda böyle bir etki olup olmadığı konusunda bir bilgim yok.. bunun mekanızmasını da bilmiyorum ama sanırım trans hali beyinde cinsel bölgeyi ya da transaminleri uyarıp aktif hale getiriyor.. aslında tıbbi olarak derinlemesine araştırılması gereken bir konu bu meditasyon..

ve sizin meditasyon yaparken uykuya dalmanız aslında doğru yolda olduğunuzu gösteriyor.. bu işleme bir süre devam edin ve zamanla kendinizde oluşabilecek değişikleri gözlemenizi tavsiye ederim.. ben bunu bizzat yaşayıp deneyimlemiş biriyim..

paslıçivi
21-05-2010, 06:48
Sadece su kadarini soyleyeyim. Evrensel insan, birey bilinci alabilmis bir bireyin, evrensel/insansal bilinc duzeyidir. Eger bu duzeyin farkina varir ve bu duzeyi bilincine cikarirsa, iste o zaman evrensel insan'a adaydir.



sevgili e.i.. birey bilinci alabilmiş insan zaten kendi yolunu çizer diğer dünya insanlığıyla dost/kardeş olarak yaşar.. çünkü insanoğlunu biribirine kırdıran tüm tabulardan/zihinden arınmıştır birey bilincine ulaşmış kişi..

ve birey bilincine ulaşamamış diğer insanlık da sizi her zaman bir tehdit olarak görüp savunma ve saldırı içinde olacaktır.. çünkü hepimiz aynı gemide yol alıyoruz.. yani aynı kafatası içindeyiz.. sen daha benim düşünsel eleştirilerime tahammül edemezken yarın öbürgün evrensel insan düşünce paket programını benimsemiş insanları karşısına alacak birey bilinci alamamış insanlarla olan sorunlarını nasıl çözmeyi düşünüyorsun.. onlarla savaşacak mısın yoksa başka bir gezegene mi iltica(hicret) edeceksiniz..

Soruna gelince; hersey epistemolojidir ve epistemolojiktir, epistemolojinin surekli suregelen surec degisimindeki olanagi sonsuz/sonsuzdur. Cunku epistemolojinin onunu kapatan tum ogreti degerlerinden arinmistir.


daha önce söylediğim gibi; tatmin olmak üzere kurgulanmış insan bilincini "bu nedir" sorusundan kaçırıp, yan çizip yeni bir patika/liman açıp insan eliyle üretilmiş epistemoloji kafesine hapsetmeye çalışıyorsun..

evet teizm ve günümüzde yükselen nonteizm dalgasından sonra belki insanlık senin evrensel-insan paket programını benimseyebilir.. yani binlerce yıldır olduğu gibi "bu nedir" cevabı karşısında kendi eliyle kendi adına ürettiği (tanrı/tanrısızlık ve ölüm sonrası yaşam/yaşamlar içerikli)paket programlardan sonra tanrı ve ölüm sonrası içermeyen yeni bir paket program.. yine insan temelli.. ama artık dünya iletişim yüzünden büyük bir köy halini aldığı için evrensel olmaya aday bir hazır paket program..

yine insanı uyuşturan, gerçeklerden uzak tutan bir program.. yani varoluşun gizeminden kaçıran insanoğlunu bu acımasız gerçeklerle yüzleştirmemek adına hazırlanmış ve henüz bu gerçekle yaşamaya müsait evrimleşememiş insanı sanal mutluluğa itecek yeni bir formül.. yani yeni bir arageçiş formu.. ne zamana kadar peki.. yine insanoğlu acımasız gerçeklerle karşılaşıp yüzleşmeye muktedir olacak bilinç evrimini tamamlayana kadar..

senin bu evrensel-insan paketin günümüz insanının bilinç düzeyine uygun değil, belki onlarca yüzlerce yıl sonra değeri algılanıp uygulanabilecek bir program.. bunu görmeye ne senin ne benim ömrüm yetmez..

ama algıladığım bir şey varsa insanoğlu bilincine yansıyan şey karşısında oluşan/beliren "bu nedir?" sorusunu cevaplayamadığı sürece insanlık mutlu/tatmin olamayacak ve yeni arayışlarına devam edip bilinç evrimine devam edecektir..

ta ki bu bize yansıyan varoluşun sırrıyla yaşamaya uygun bilinç düzeyine erişene kadar.. yani sanal mutluluklar/tatmin üzerine değil özündeki gerçek/mutlak mutluluğa/tatmine erişene kadar..

Hernedense, sadece bana yonelik degil, baskalarina da yonelik mesajinda, hep benim adima fikir yurutmeye ve yorum yapmaya devam ediyorsun, neden acaba?


çünkü senin de farkında olmadığın, yaratacağın tehlikeyi diğer bilinçlerin algılayamayıp benim algılamam yüzünden.. sen nasıl bu bilinç deklarasyonunu yaşadığın sürece yapmak zorundaysan ben de bunu yansıtmak zorundayım.. bu senin şahsınla ilgili bir şey değil, yarattığın soyutla ilgili.. çünkü hala bir benlik sahibisin ve bu benliğin tatmini için bu soyutun yayılması için tüm ömrünü harcamaya hazırsın ve harcayacaksın da zaten.. tüm bunların hepsi varolan kaostan düzene geçiş sürecinin basit bir enstantenesi sadece..

Yukaridaki soylemi de soyle noktaliyalim. Artik, bilhassa baskalariyla mesajlasirken, evrensel-insan anti propagandasi yapmaktan vazgec, cunku inan senin bu anti propagandan, kendini teslim ettigin kaderin varolusun bir isine yaramaz.



bu sitede kimin ne nasıl yazacağı konusunda bir tüzük var.. onun dışına çıkmadığım sürece sen nasıl istediğini yazoyorsan ben de aynı şekilde istediğimi yazıyorum.. şayet senin ortaya koyduğun evrensel insan paketi eleştirilmeyecekse, eleştirilere göğüs geremeyecekse ve bir bilinç tarafından çürütülmeye yüz tutacaksa ne değeri kalır..

ne bekliyorsun kayıtsız şartsız bu pakete iman mı? madem ki devrimci ruhunla bu evrensel işe soyundun, her türlü bilinç deklarasyonlarına karşı bu paketini bilinç içeriği(benlik değil!) açısından savunman gerekecek..

paslıçivi
21-05-2010, 07:24
Saygideger paslicivi;

Saygideger Dusungen;

Cok uzun zamandir, boyle akici, icerikli ve aciklayici bir mesaj okumamistim. Dusuncene, bilgine, bilincine, birikimine ve gozlemine saglik.

yorumu yapıyor.. çok ilginç değil mi.. acaba bu pozitif yorumu senin bu yazının özünden çok


Alıntı:
Evrensel insan gibi insanlık adına fedakarca bir hizmet gerçekleştirmek böylece türünün sıkıntılarını azltmak gibi erdem taşıyan düşünen bireyler, kendilerinin bu yolculukta kestirme bir yol bulduklarını bu yolu denemek gerektiğini söyleyerek kritik anlarda yerinde çıkışlar gerçekleştirirler.

kısmı olmasın.. ne dersin..

istersen sevgili e.i.yle yazının içeriği hakkında biraz daha ayrıntılı fikir alışverilşinde bulun ve ne demek istediğimi gör..-paslicivi-




sevgili e.i.. bak şimdi sana benlik&bilinç birlikteliğinin nasıl çalıştığı konusunda biraz farkındalık kazandırmaya çalışayım..

sevgili düşüngenin o güzel içerikli yazısını hem sen hem ben beğendik.. ama o yazılar genelde senin karşı olduğun içeriklerle dolu ve bu durum bir çelişki yaratıyor ve ben de bu durumdaki çelişkiyi o yazının içeriğinde bulunan sana karşı yazılmış bir övgüye bağladım.. buraya kadar bilinçler konuşuyordu..

peki sonra ne oldu, bilinç yetersiz kaldığı ve benlik de tehlikeyi sezdiği için bilinç devreden çıkıp benlik ve onun savunma mekanızmaları devreye girdi..

"benlik" bir evin elektrik tesisatının ana sigortası gibidir.. voltaj akım ani yükselmelerine evin elektrik tesisiatı uyum sağlayıp düzenli çalışamaz ve tesisatın "yanma" tehlikesi vardır.. o yüzden yüksek bir gerilimde önceden sigorta bunu algılayarak elektiriği keser, şayet elekriği kesmezse evin tesisatına ulaşan o yüksek gerilim hem tesisata hem tesisata bağlı cihazlara ciddi zararlar verir.. o yüzden sigorta atar ve evdeki hem tesisat hem de tesisata bağlı elektrikli cihazlar kurtulmuş olur..

Olsa olsa, bu senin husnu kuruntun olur. Ayrica, bir kisi genelde kendi dusunce ve davranisini baskasina yukler. Burada senin nasil bir zihniyete sahip oldugun da aciga cikmaktadir.

Daha once antipropaganda ile baslayan, yanasim; bu mesajla iftiraya donusmustur.

Ama, sakin yanlis anlama, ben seni suclamiyorum, bunlar senin sucun degil ki, sen varolusun sana verdigi gorevi yapiyorsun. Su siralar da, varolus sana "evrensel insan uzerin boyle mesajlar yaz" diyor, sende yaziyorsun. Dedimya yanlis anlama, ben sadece seni sana ayna olarak yansitiyorum.

Evrensel insan acisindan ise, bakalim zaman ve varolusun verecegi kararlar, paslicivi'ye nasil bir evrensel insan tanitimi emredecek?

Ne yapsin, zavalli paslicivi, sadece kendisine verilen emirleri yerine getiriyor, o varolusun bir emir kulu. O yuzden sakin yanlis anlasilmasin, ben paslicivi'yi
suclamiyorum, sadece onun ne yaptigini ayna olarak yansitiyorum.

Saygilarimla;
evrensel-insan

şimdi burda sen bir bilinç olarak sana gelen bu yüksek voltajda sigortayı attırdın.. şayet senin sistemin voltajı kaldıracak sağlamlıkta inşaa edilmiş olsaydı sigortanın atmasına gerek kalamyacak ve yüksek voltaja hemen uyum sağlayacaktı..

yani sana gelen bu "benlik tatmini" eleştirisini şöyle cevaplaman gerekecekti..

-hayır paslıçivi, durumu yanlış yansıtıyorsun.. ben düşüngenin yazısındaki şu, şu bölümleri çok beğendim, çok akıcı ve bilinçli bulduğum için böyle bir söz ifade ettim, yani senin söylediğin gibi beni öven/benliğimi besleyen o cümle yüzünden değil..

evet bir yüksekbilinç olarak senden beklenen budur.. bize olayı tatmin edici şekilde akılcılıkla açıklarsın, biz de ondan sonra görüşlerimizi yazarız..

ama dediğim gibi hala benliğin bilincinin üzerinde kara bir bulut gibi hakimiyetini sürdüyor.. eleştiriye, yani yüksek voltaja gerilime uygun değilsin.. ve voltaj yükselince yukarıda alıntıladığım ve koyu kalın puntoladığım sigorta atma işlemi gerçekleşmiş ve seni tehlikeden korumaya çalışmaktadır.. daha önceleri de beni "ruh hastası" olmakla suçladığın gibi.. ama gördüğün gibi tesisat ve sigorta çok zayıf..

ama bu kez karşındaki akım/voltaj sıradan bir sigorta atma işlemiyle tehlikeyi savuşturacak düzeyde değil.. zaman içerisinde ne demek istediğimi çok daha iyi kavrayacaksın..
ve benliğinin tüm savunma mekanızmaları tüm gücüyle seni korumaya çalışacaktır..

ve durum bir zorunlukluktur sevgili e.i..

paslıçivi
21-05-2010, 07:44
Demek ki sende benim gibi paslıçiviye özelden birşey sormak istedin ve o ilk anda "garip" gelen mesajı aldın:)
Sevgili paslıçivi kendisinin düşüncelerine ilgi gösteren ve belkide sadece bir soru soracak herkesi "Mürid" olacak zannı ile reddetmekteymiş meğer...
Bende kendisine bir özel mesaj ile Bilinç ve seviyeleri v.s. hakkında bir soru sormak istemiştim.Aldığım cevap karşısında şaşırmıştım (kendisi usta-çırak ilişkisine girmek istemediğini belirtiyordu özetle)kimin usta-kimin çırak olacağını anlamamış ancak saygı duyarım diye cevaplamış bir daha ÖM atmamıştım

sevgili ululelbab..

belli bir bilinç seviyesine gelince daha önce başka bir sitede "yeni bir dünya düzeni" adlı bir topic altında görüşlerimi yazmaya başlamıştım.. ve orda bazı indsanların bana özelden ulaşıp bana bazı şeyler sorarak aslında benimle bir irtibat içinde olma isteklerini farkettim.. ve bu insanlar bilinçleri yükselmiş ama bilincine uygun duygulanmayı yakalayamamış insanlardı.. yani benim tabirimle kanadı kırılmış kendi kanatlarıyla uçamayan insanlardı.. ve benimle bir iletişimde olmaktan büyük bir haz/mutluluk aldıklarını farkettim.. olayın vehametini başlangıçta algılayamamıştım.. çünkü ben onlara bazı bilgiler veriyor, sorunları hakkında onları rahatlatıcı açıklamalar yapıyordum.. ve bir süre sonra baktım ki bu insanlar bana bağımlı hale gelmeye benimle iletişimde bulunmaya çabaladıklarını gördüm.. ben onlara bir kanat verirken onlar bana 10 kanat vermeye hazırlardı.. sürekli beni ne kadar çok beğendiklerini, fikirlerimin ne kadar güzel olduğunu söyleyip benim benliğimi besliyorlardı.. farkında olmadan bir usta/şeyh-mürit ilişkisi oluşmuştu..ve ben bundan haz almaya başladım.. farkında olmadan bu insanların yakalayamadıkları duygulanmayı onlara ben hazırdan veriyordum ve durum bir bağımlılık yaratıyordu..

meditasyonla benliğimden arınıp varoluşu okumaya çalışan ben zamanla bir şeyh gibi olmuş ve varoluşu algılayıp sezinlemek yerine müritlerime hizmet eder duruma gelmiştim.. ve her geçen gün onların geri 10 kanat vermesiyle benim benliğim daha çok besleniyor kabarıyor ve varoluşu okumam zayıflıyordu..

hem kendim hem bu insanlar adına tehlikeyi farkedip bu olaya bir son verdim ve tekrar meditasyonlarıma döndüğümde varoluştaki algı/sezgilerimin yani farkındalığımın arttığını gördüm.. farkındalığın önündeki en büyük engel benliktir, ister merkezde olsun ister çeperde.. benliğin olduğu sürece sinsice benliğine hizmet edersin başka bir şeye değil..

ve tarihteki tüm özbenlikli üstbilinçler insan temelli adı altında sadece ve sadece kendi mürit ordusunu kurup benliklerini tatmin etmişlerdir.. ve bugünkü dünya düzenini bize miras bırakan bu batının peygamberleriyle doğunun mistikleridir..

umarım size ve bilmediğiniz daha bir çok insana karşı niçin böyle bir tutum içinde olduğumu algılamışsınızdır..

evrensel-insan
21-05-2010, 08:25
Saygideger paslicivi;

Ayni konu benim icin de gecerli. Oyuzden windows live messanger'i hep off line-hat kapali tutuyorum. Cunku, cogu kisi birebir sohbet etmek istiyor.

Saygilarimla;
evrensel-insan

evrensel-insan
21-05-2010, 08:58
Saygideger paslicivi;

Herseyden once bir konuya aciklik getireyim. Ben daha once de sana mesajimda belirttigim gibi, senin lakabina yonelik mesajlarimda evrensel insan'i degil; kendi bireysel dusuncelerimi dile getiriyorum.

sen daha benim düşünsel eleştirilerime tahammül edemezken

Sen varolusu ayna gibi yansitmiyor muydun, zihnini ve dusunceni bosaltmiyor muydun? hangi benligin dusuncesinden bahsediyorsun?

yarın öbürgün evrensel insan düşünce paket programını benimsemiş insanları karşısına alacak birey bilinci alamamış insanlarla olan sorunlarını nasıl çözmeyi düşünüyorsun.. onlarla savaşacak mısın yoksa başka bir gezegene mi iltica(hicret) edeceksiniz.

Evrensel insan bilinc duzeyine ermis bir birey bilinci almis kisinin, bu bilinci alamayanlarla bir sorunu olmaz, cunku notr algilar ve disaridan bakar, kimsenin de kisilik ve kimlik degerleriyle ugrasmaz ve kimseye de evrensel insan'i empoze etmez.

yine insanı uyuşturan, gerçeklerden uzak tutan bir program.. yani varoluşun gizeminden kaçıran insanoğlunu bu acımasız gerçeklerle yüzleştirmemek adına hazırlanmış ve henüz bu gerçekle yaşamaya müsait evrimleşememiş insanı sanal mutluluğa itecek yeni bir formül.. yani yeni bir arageçiş formu.. ne zamana kadar peki.. yine insanoğlu acımasız gerçeklerle karşılaşıp yüzleşmeye muktedir olacak bilinç evrimini tamamlayana kadar..

Hem varolus gizemli diyorsun, hem de gerceklerden bahsediyorsun, neymis bu gizemli/acimasiz gercekler?, kader mi?, birey bilinci ve bunun evrensel insansal duzeyinin neresi sanal?

senin bu evrensel-insan paketin günümüz insanının bilinç düzeyine uygun değil, belki onlarca yüzlerce yıl sonra değeri algılanıp uygulanabilecek bir program.. bunu görmeye ne senin ne benim ömrüm yetmez.

Senin veya benim omrumun yetip, yetmemesinin ne onemi var?

çünkü senin de farkında olmadığın, yaratacağın tehlikeyi diğer bilinçlerin algılayamayıp benim algılamam yüzünden.. sen nasıl bu bilinç deklarasyonunu yaşadığın sürece yapmak zorundaysan ben de bunu yansıtmak zorundayım.. bu senin şahsınla ilgili bir şey değil, yarattığın soyutla ilgili.. çünkü hala bir benlik sahibisin ve bu benliğin tatmini için bu soyutun yayılması için tüm ömrünü harcamaya hazırsın ve harcayacaksın da zaten.. tüm bunların hepsi varolan kaostan düzene geçiş sürecinin basit bir enstantenesi sadece..


Neymis bu yaratilacak tehlike? sana bu bilinci algilatan zaten senin benligindir. Sen de senin benliginin dusuncelerini dile getiriyorsun zaten. Kimsenin/hicbirseyin de seni zorladigi yok, pardon seni zorlayan varolustu degil mi? Sen benim yarattigim soyutu ne olarak algiliyorsun, senin varolus hasmetmaabina ve efendine karsi olarak mi?, eger oyle algiliyorsan, oyledir. Sen varolusun emir kullugunu yap, bende insanoglu turunun butunlugu icin ugrasayim. Evrensel insan, her turlu teslimiyete karsidir.

bu sitede kimin ne nasıl yazacağı konusunda bir tüzük var.. onun dışına çıkmadığım sürece sen nasıl istediğini yazoyorsan ben de aynı şekilde istediğimi yazıyorum.. şayet senin ortaya koyduğun evrensel insan paketi eleştirilmeyecekse, eleştirilere göğüs geremeyecekse ve bir bilinç tarafından çürütülmeye yüz tutacaksa ne değeri kalır..

Istedigin gibi yazabilirsin, yalniz benim adima degil; kendi adina, sen kendi adina yaz, bende kendi adima, yani, yazarken "sun/sin" ekini kullanma. Istedigin gibi, bilgin temelinde elestiri yapabilirsin, tabi ki. Yalniz ne benim adima, ne de evrensel insan adina fikir yurutme. "Bana/varolusa gore evrensel insan/sen bu konuda yanlis dusunuyorsun, cunku..." iceriginde yaz. Ama "sen susun/busun, bunu/sunu yapiyorsun" temelli benim ve de evrensel insan'in adina konusma. Gerci, senin ifade edis seklin, direk bana ve sahsima yonelik, evrensel insan dile getirisine degil. Hem bunu yapmaya mahkum deyip, hem de elestirme. Bunun bir mantigi yok, ya mahkum de kabul et, ya da elestir ve mahkum deme. Dusunce olarak istedigin gibi elestir, bu zaten sorun degil.

ne bekliyorsun kayıtsız şartsız bu pakete iman mı? madem ki devrimci ruhunla bu evrensel işe soyundun, her türlü bilinç deklarasyonlarına karşı bu paketini bilinç içeriği(benlik değil!) açısından savunman gerekecek..

Benim hic bir sey bekledigim yok. Gereken yanitlari da veriyorum zaten. Bir seyin ortaya konumu, onun kabulu veya reddi demek degildir. Sadece "bu bunu diyor" temelli algidir. Cunku evrensel insan "bu dogrudur, sen de kabul et" demiyor ki, bir iman veya kayitsiz, sartsizliktan bahsediyorsun.

Saygilarimla;
evrensel-insan

evrensel-insan
21-05-2010, 09:19
Saygideger paslicivi;

sevgili düşüngenin o güzel içerikli yazısını hem sen hem ben beğendik.. ama o yazılar genelde senin karşı olduğun içeriklerle dolu ve bu durum bir çelişki yaratıyor ve ben de bu durumdaki çelişkiyi o yazının içeriğinde bulunan sana karşı yazılmış bir övgüye bağladım.. buraya kadar bilinçler konuşuyordu..

Onemli olan benim karsi olmamn degil; benim taktir ettigim, dusungen arkadasin, hem senin hem benim dile getirdiklerime notr bir algi uygulayabilmesiydi. Oyuzden "Dusungen boyle diyor" un dile getirdigi notrlugu taktir ettim. Yazisina da elestirisel, ya da kabulsel/redsel icerikle yanasmadim. Zaten yazisi, benim degil; senin lakabina yonelikti.

peki sonra ne oldu, bilinç yetersiz kaldığı ve benlik de tehlikeyi sezdiği için bilinç devreden çıkıp benlik ve onun savunma mekanızmaları devreye girdi..

Ortada tehlike sezimi falan yok, verilen cevap sana sahsimin verdigi cevaptir. Icerigi de, herzamanki gibi senin evrensel insan adina fikir yurutmen ve evrensel insanla uyusmayacak bir fikir yurutmus olmandir. Ustelik, dusungen'in mesajlarini taktir, evrensel insan'in degil; sahsimindir. Ayrica ben zaten bir insanoglu benligi tasidigimi her zaman soyluyorum. Geci senin ile bu soyutlara verilen icerikte bir muhatabat saglamis degiliz, ama...

-hayır paslıçivi, durumu yanlış yansıtıyorsun.. ben düşüngenin yazısındaki şu, şu bölümleri çok beğendim, çok akıcı ve bilinçli bulduğum için böyle bir söz ifade ettim, yani senin söylediğin gibi beni öven/benliğimi besleyen o cümle yüzünden değil..

Dedigim gibi, ben dusungen'in yazisi ile ilgili yorum yapmadim, ustelik mesaj bana degil, sana yonelikti. Ben zaten onun notr algisini taktir ettim.

evet bir yüksekbilinç olarak senden beklenen budur.. bize olayı tatmin edici şekilde akılcılıkla açıklarsın, biz de ondan sonra görüşlerimizi yazarız..

Mesaj bana degil; sana yonelikti.

ama dediğim gibi hala benliğin bilincinin üzerinde kara bir bulut gibi hakimiyetini sürdüyor.. eleştiriye, yani yüksek voltaja gerilime uygun değilsin.. ve voltaj yükselince yukarıda alıntıladığım ve koyu kalın puntoladığım sigorta atma işlemi gerçekleşmiş ve seni tehlikeden korumaya çalışmaktadır.. daha önceleri de beni "ruh hastası" olmakla suçladığın gibi.. ama gördüğün gibi tesisat ve sigorta çok zayıf..

Gene ayni duzeydesin, sen benim benligimle degil de; kendi benliginle ugras, biraz aynaya bakarsan, kendini de gorursun. Varolusu ayna gibi yansitirken, kendini de yansitmayi unutma. Bu benim adima dile getirdiklerini, bir de kendi adina dile getirebilsen, tabi bunun icin once varligini gorebilmen gerekir.

ama bu kez karşındaki akım/voltaj sıradan bir sigorta atma işlemiyle tehlikeyi savuşturacak düzeyde değil.. zaman içerisinde ne demek istediğimi çok daha iyi kavrayacaksın..

Evet beklemedeyim.

ve benliğinin tüm savunma mekanızmaları tüm gücüyle seni korumaya çalışacaktır..

Sende varolus gorevini yerine getirdi diye, mutlak mutlu olursun. Bu arada, senin de kendi savunma mekanizmalarini gorebilmen, umuduyla.

Saygilarimla;
evrensel-insan

Düşüngen
21-05-2010, 16:32
Sevgili UlulElbab, farkında olmadan sizi kıracak bir tutumum olduysa çok afedersiniz. Sizin hakkınızda ki bilgilerim sadece bu başlığa yaptığınız katkılardan ibarettir umarım birbirimizi daha iyi tanıyabilme fırsatı buluruz.

Düşüngen
21-05-2010, 16:41
Yalniz buradaki tek tehlike, nihilizmin bireyci akilciligidir. Yani, birey bilincini, evrensel/insansal duzey yerine; dogal dusuncenin koken ve temellerine teslim ederek, sirf kendi egoist cikari temelinde, hem turunun her ferdini, hem de herseyi "benim icin her sey mubah" dusuncesiyle, kendi cikari ve bencilligi icin kullanmaktir. Bu bencil ve cikarci dusunce ve davranisla, insandisi ve insanlikdisi dusunce ve davranis uretmektir ve uygulamadiktir, yani "canavarlasmaktir. Evrensel insan-------

Sevgili evrensel insan, bu tesbitinize katılıyorum son derece isabetli. Dogma ve diğer soyutlarından arınmayı başarabilen bireyler zinciri kırılmış boğa gibi iradesizce sağa sola saldırırlar kendilerine ve toplumuna zarar verirler. Kişi kaldıramayacağı bir özgürlük kazanmıştır ve bunu hazmedemediği içindir ki, kendisini boşlukta, bunalımda hisseder.

Evrensel insan bilinci birey bazında demişsiniz ancak bir gün bu bilinç, küçücük gezegenimizde diğer bilinçlerle çetin bir sınav verecektir. İşte o zaman ayakta kalması için çoğunluğun bu bilinci omuzlaması gerekecektir yanılıyor muyum?

Düşüngen
21-05-2010, 17:01
Evrensel insan bilincinin diğer bilinçlerle sınava tabi olması durumunda, evrensel insan bilinci, diğerlerine nezaketli davranıp saygı duyacaktır ama diğerleri aynı erdemle yaklaşmayacak onu yok etmeye çalışacaklardır. Çoğunluğun benimsemesi derken aynı zamanda bu durumuda kasdediyorum.

Sevgiler.

Düşüngen
21-05-2010, 17:14
Sevgili paslıçivi, bahsettiğiniz benliği törpüleme işi çok zor bir durum, törpüleyenlerde zorunluluk sonucu törpülemişlerdir yoksa fantezi olsun diye değil. Dediğimiz gibi benliğin içgüdüsel olarak çok güçlü temelleri vardır. Örneğin kişinin kendisini ispatlaması gibi çok güçlü bir içgüdüsel eğilimi söz konusudur. Konuyu azıcık açarsak;

Temel ihtiyaçlarımızdan birisi olan kendini ispatlama (prestij) arzusu dünyada ki pek çok olumlu ve olumsuz gelişmenin altına imza atmıştır. Kendisini ispatlamak (gerçekleştirmek) için savaş çıkaran komutanlardan tutunda yine kendisini ispatlamak için motoru icat eden mucitler hepsi bu kendini gerçekleştirme ihtiyaçlarından güç aldılar. Bu ihtiyacın giderilmesi için, ölümü bile göze almak hiç sorun değildir. Enver paşa bile kendisini ispatlamak için, kıçından bahaneler uydurarak Rusya ile savaşmak üzere kış günü orduyu doğuya sürmüş Sarıkamış'ta 110 bin askerin donarak ölmesine sebep olmuştur. Böylece Altınbaş takıdan bir adet altın kamış kazanıp üzerine oturmuştur. Pek çok kültür sanat etkinliklerinin altında da bu ihtiyaç yatar. Hatta özürlüler olimpiyatları ve diğer özürlülere yönelik etkinlikler onlarında, bu karşı konulamaz kendini ispatlama ihtiyacını tatmin etmeleri için yapılır.

Niçin kendimizi ispat etmek istiyoruz, yaşıyor oluşumuz kendimizin en büyük ispatı değil midir, yoksa şu an teori durumunda mıyız?

Kanımca, sosyal canlılar olduğumuz için, öteden beri toplu halde yaşadığımız için hep birbirlerimizi yansıtıp durmuşuz. Kendimizi kendi penceremizden görmemiş kendimizi kendi aklımızla kavrayamamışız bunu hep toplumun yargısına bırakmışız. Hep kendimizin değerini, başkasından duymaya, gücümüzü başkasının sesinden işitmeye şartlanmışız, başkaları tarafından onaylanmaya can atmışız. Zaten kendine yabancılaşan kimseler, solunum cihazına bağlı yaşayan hastalar gibi dışa bağlı yaşarlar, bu tip insanlar özgür değil dışgürlerdir. Kendini ispatlayamamış yani toplumsal onay alamamış kimseler kendilerini ölü hissederler, kendini ispatlayanlar ise bu alkışlardan kopamazlar ve hep alkış peşinde(tatmin) koşarken kocayıp giderler bu durum bir gereklilik/zorunluluktur.

Halbuki birey kendisini biliyorsa gerisi mühim değildir, kimseye bir şey ispatlamak zorunda değildir. Kişinin azıcık sürecek yaşamında, kendisini kendisinin duyması kadar güzel bir duygu yoktur. Sürekli stres altında, sürekli beğenilme ve onaylanma kompleksiyle yaşayarak her zaman övgü/alkış ile tatmin peşinde koşmak ne kadar zor bir askerlik olsa gerek. Üstelik ölünceye kadar sürecek bir askerlik, bedelli ya da gönüllü değil “zorunlu” bir askerlik.

Oysa ki, toplu halde yaşamıyor olsaydık ya da yeryüzünde tek başımıza olsaydık bu tür kaygılarımız, gereksiz ihtiyaçlarımız olmayacaktı. Kendini ispatlayıp prestij peşinde koşmak sosyal yaşamın bir yan ürünüdür. Bu özellikler bile tek başına, insanlığın henüz kendisini tanıyamadığını ortaya koyar. Hal böyle olunca, başkalarından onay yerine red alan kişilerin merkezi sarsıntı geçirip kendisini boşlukta hissetmeleri ve intihar etmeleri çok normaldir, çünkü yıkılan merkezleri kendi ellerinde değil başkalarındadır. Ya da kendisini onaylamayan reddeden amirini ya da karşı cinten birini öldürmekte bir başka savunma şeklidir, aynı şekilde dışa bağımlı merkezleri derin sarsıntı geçirmiştir.

Kendini ispatlama gereksinimi, rekabet ateşini harladığı için, başarıyı koşulladığı ve toplumsal/kültürel kalkınmaya ivme kazandırdığı için toplumlarca desteklenir teşvik edilir. Gelişme ve güçlenmeyi sağlayan her ögede olduğu gibi bu durumda biyolojik/kültürel evrimin çıkar duygularını okşayıp kendisine kalıcı yer edinmiştir. Görüldüğü gibi yine kazanan kasadır (genler/memler).

Düşüngen
21-05-2010, 18:28
Sevgili paslıçivi,
Anadolu'da doğup büyüdüm, Allaha şükür bende bir zamanlar müslümandım. Herkesin yediği dolma ve dogmaları bende yedim. Dolmaları ertesi gün çıkardım ancak dogmaları çıkarmak bu kadar kolay olmadı.

Bulunduğum durumumun herkesinki gibi bir zorunluluğun gereği olduğunu biliyorum.
Esasen hiçbir şey olmadığımın farkındayım, uzak galaksilerdeki bir kıvılcım ne ise bende oyum. Keresteden tek farkım, hareket gabiliyeti açısından daha çok alternatifi kullanabilme becerimdir. Bu becerim, atalarımdan kalıtımla geçtiği için ve ölüm dediğimiz beynimizdeki nöral organizasyonun bozulmasıyla ortadan kalkacak bir beceridir. Sonuçta tesadüflerin toplamı olan bir tesadüf sonucu varız. Bu kesinlikle tevazu değil gerçek duygu ve düşüncelerimdir.

Benlikten arınma süreci kişi için kabuslarla dolu bir serüvendir, sanki elleriniz arkadan kelepçelenip uçan balona bağlanıp gök yüzüne salınmışsınız gibi oluyor.
Nereye gittiğinizi ve nerede duracağınızı bilmediğiniz bir sonsuzlukla yüzleşirsiniz, uçsuz bucaksız bir karanlık yani "siyah". Başlangıçta bu balonun patlamasını ve yere düşmeyi kurtulmayı istersiniz, sonra bir bakarsınız ki, epey yükselmiş siniz, balon patlarsa yere çakılıp öleceksiniz bu sefer balonun patlamamasını istersiniz. Balon patlamadıkça yükselmek zorunda olduğu için mecburen yaşamak içgüdüsü ile ıssız karanlıklara boğulmak zorunda kalırsınız. İşte o zaman, dönülmez akşamın ufkundasınızdır üstelik vakitte çok geçtir.
Artık olan olmuştur ve inceldiği yerden kopsun dersiniz, dibini görme arzusuyla dolar sonsuz gezintilere cüret edersiniz.

Sizce meditasyon dışında törpüleme hizmetine yardımcı olacak başka ne gibi teknikler kullanılabilir ilaç hariç, mutlaka vardır bir düşünün isterseniz bekliyorum?

İnternette fazla kalabilme şansım olmadığı için her zaman ve sıklıkla yazamıyorum, böyle arada bir alt yazı gibi gelip geçiyorum yanlış anlaşılmasın UlulElbab kardeşiminde bilgisine.

NOT= Bunu da özelden yazacaktım ama özelden adam yerine konulmadığımız için buraya yazacağım mecbur.
Bu meditasyon işinin ereksiyona sebep olduğunu belirtmeniz üzere sizin hakkınızdaki düşüncelerim değişmeye başladı. Abi, siz ?ikinizin derdindeymişsiniz:wave: saf bilinç falan hikayeymiş ne diyeyim kıskananlar çatlasın.

evrensel-insan
21-05-2010, 18:37
Saygideger Dusungen;

İşte o zaman ayakta kalması için çoğunluğun bu bilinci omuzlaması gerekecektir yanılıyor muyum? -Dusungen-


hem Turkiye, hem de buradaki yasam ve iliskilerimde henuz bu duzeyi bulmus kisiye rastlamadim. Buna profosorler, filozoflar, sosyologlar ve bilimum benim yasamimda tanidigim bilimve felsefe adamlari dahil.

Eger hatirlarsan, ben burada filozoflara bir seminer verdigimden bahsetmistim, bundan 10 yil kadar once ve orada aldigim cevap, bu bilincin dunya da taraftar kazanabilmesi icin en az 300 yil gecmesi gerektigini soylemeleri idi.

Ayrica bir cevapta, ekonomikti, yani; bu tip bir bilincte yazilacak yazilarin ve her turlu duyurunun bir taraftar kazanmayacagi ve o yuzden tum cabanin bosa gidecegi seklinde idi.

Dedigigim gibi, evrensel insan once birey bilinci icindir. Yani, birey bilincine ulasmamis bir kisi icin, zaten bir alternatif egildir.

Degil, Turkiye; henuz dunyanin gelismis olarak adlandirilan ulkelerinde, yani birey yetisen ulkelerinde bile bu bilinc toplumun cuzzi bir miktarina aittir.

Oyuzden evrensel insan'in toplumda kitlesellesmesi konusu bugunumuzden cok uzakta, o da zaten o gunku neslin dusunmesi gereken bir konu.

Ama onemli olan, gunumuzde bile, bu bilincin en azindan kisilere duyurulmasi, insanin ve insanligin varligini koruyacaktir.

Toplumlar insanoglu olarak gelistikce, insanliktan daha cok uzaklasmaktadirlar. Yani geri kalmis ulke toplumlarinin insanliga yakinligi, gelismis ulkelerin toplumlarindan daha ondedir. Cunku insanoglu gelistikce, insanliktan uzaklasmaktadir.

Bu temeldeki bir yanasim, belki ulkemizin bireyci akilcilik tarihini daha az sikintili asmasini saglayacak; Gelismis ulkelerde de insanligi ozlemis, insanligi kalmis bireylere bir acilim sunacaktir.

Sonucta ne olursa olsun, evrensel insan hic bir sey yapmasa bile, birey bilincini verecektir.

Bugun kapitalizmin nimetlerini tatmis bir insanoglu, nasil feodalizmin nimetlerini begenmezse; birey bilincini tadan da, toplumsal kisiligi, kisilik yoklugunu, ve teslimiyeti begenmeyecektir.

Oyuzden evrensel insan'in ilk asamasi, tamamen kisiye, hem kendini buldurmak, hem de yasaminin varligini hissettirmek, hem de hak ve ozgurluklerine sahip cikacak bir icerik kazandirmaktir.

Ben o yuzden ileride olusacak toplumsal yayilmisligi, bu asama olmadan zaten mumkun gormuyorum.

Oyuzden evrensel insan bilincinden once BIREY BILINCI ve dunya insanoglu tarihi de buna hazir.

Bu konuda benim sitede actigim grup var "bu devrim, baska devrim" adi altinda, istersen bir goz at.

Ayrica, birey, birey bilinci, bireysellik, bireycilik v.s. uzerine de mesajlarim var.

Saygilarimla;
evrensel-insan

evrensel-insan
21-05-2010, 18:59
Saygideger dusungen;

Dedigim gibi, duzeyden once bilinci algilamak gerekir, o yuzden evrensel/insan duzeyinden once birey olma, birey yetisme v.s. temelli birey bilinci gelir. Bu konu da oldukca detaylidir. Sana bu konuda bir link veriyorum.

Istersen once, dusunce olarak varsa; birey bilincini, bunun getirecegi, varsa toplumsal sorunlari ve yine varsa, gogus germesi gereken mucadele ve tehlikeleri ele alalim.

Yani eger ilgileniyorsan, once birey bilincinin algilanmasi, bilince cikmasi ve farkina varilmasi gerekir. Bu acidan da nihilizmi algilayabilmek, ama onun bireyci akilciligina dusmemek ana konudur.

Bu temelde de; birey, birey olmak, bireysel olmak, bireysellik, bireycilik kavramlarini ve biribiri ile olan iliski, fark ve getiri/goturulerini iyi etud etmek ve irdeleyip, sorgulamak gerekir. Evrensel'in kosesi ve diger basliklarda ben birey konusunu her yonuyle detayli acikladim.

Birey bilincinin onundeki, bizim ulkemiz acisindan duran engel, vatandaslik algisi ve toplumsal kisiligin, totoliter dusunce ve davranisidir. Buna suru psikolojisi ve korku felsefesi ve de dusuncesizlik te dahildir. Kisaca "kendini degil; baskasinin verdiklerini yasamak" icerigidir.

Iste konu, birey oldurmayan engeller, bireyci olma tehlikesi ve bireysel olma egoizmi, bencilligidir.

http://www.turandursun.com/forumlar/showthread.php?t=5958&page=66

Mesaj 657

Saygilarimla;
evrensel-insan

UlulElbab
21-05-2010, 21:57
Sevgili UlulElbab, farkında olmadan sizi kıracak bir tutumum olduysa çok afedersiniz. Sizin hakkınızda ki bilgilerim sadece bu başlığa yaptığınız katkılardan ibarettir umarım birbirimizi daha iyi tanıyabilme fırsatı buluruz.
Sevgili Düşüngen,
Akıcı bir uslubla yazdığınız yazıları fırsat buldukca keyifle okuyorum.
Farkında olmadan yapılan birşeye kırılmak anlamsız olurdu.Kaldı ki kıracak hiçbirşey yapmadınız.
Hem merak etmeyin benim esneme payım ve genleşme katsayım yüksektir.
Önemsiz bir mesajımı görmediniz o kadar...Ancak ben sorumun cevabını
diğer arkadaşlara verdiğiniz cevapların satır aralarında buldum:)



İnternette fazla kalabilme şansım olmadığı için her zaman ve sıklıkla yazamıyorum, böyle arada bir alt yazı gibi gelip geçiyorum yanlış anlaşılmasın UlulElbab kardeşiminde bilgisine.
Lütfen alıngan bir kişilikle karşı karşıya olduğunuzu düşünmeyiniz.
Damdan düşenin halinden yine en iyi damdan düşen anlar misali,
"adam yerine konulmama" sendromu yaşamış olmamız ve özel mesaj mağduru olmamız şimdilik ortak noktamız:)

Sevgiler...
UlUl

paslıçivi
22-05-2010, 05:29
"adam yerine konulmama" sendromu yaşamış olmamız ve özel mesaj mağduru olmamız şimdilik ortak noktamız:)



aşkolsun sevgili ululelbab.. olayı açıkladım ya..:rapture:

adam yerine koyma meselesi değil bu.. varoluştaki tüm canlılar benim gözümde neredeyse aynı değerdedir.. hele ki insan..

daha önceki tecrübelerime dayanarak söylüyorum.. özelden mesajlaşmaya devam etseydik, hem senin hem düşüngenin bu güzel yazılarından kamuoyu mahrum kalabilirdi.. ve de bir süre sonra bir bağ oluşuyor ve bu durum hoş değil.. bunu daha önce deneyimledim çünkü..

hepimizin ulaştığı bilinç seviyeleri var.. hepimiz kendimizce göle bir taş atıcaz.. ve insanlık böyle aydınlanacak..

yoksa gizli kapaklı kıyıda köşede mesajlaşarak değil..:gossip:

NOT= Bunu da özelden yazacaktım ama özelden adam yerine konulmadığımız için buraya yazacağım mecbur.
Bu meditasyon işinin ereksiyona sebep olduğunu belirtmeniz üzere sizin hakkınızdaki düşüncelerim değişmeye başladı. Abi, siz ?ikinizin derdindeymişsiniz:wave: saf bilinç falan hikayeymiş ne diyeyim kıskananlar çatlasın.

:laser::D

sevgili düşüngen.. sen şimdi bırak tiki miki.. meditasyona biraz ağırlık ver, çünkü bu ilaca çok uygun bir bilinç ve benlik kombinasyonun var.. ve biraz sabret 15-20 gün içerisinde kendindeki değişimleri gözle.. o bahsettiğin olay da bonusu olsun..

sana biraz trans halinden bahsedeyim.. ne tam uyanıksın, ne uykudasın.. ikisinin arası bir bilinç durumu.. o yüzden ilk zamanlar sık sık uykuya dalacaksın.. ve gözlerin kapalı olduğu halde adeta beyninle bir şeyler görüyorsun.. bunlar çok değişik renkli haleler.. beynin adeta gözlerin oluyor.. ilk zamanlar trans haline geçemeyebilirsin ama sabret ve bu işin üzerine git.. beyninin bir insan elinde bulaşık bezi gibi sıkıldığını hissettiğin ve bu durum sana hayatında ilk defa deneyimlediğin bir şey gibi geliyorsa bilki transa geçmişsindir.. alt çenen üst çenene yapışabilir ve temporal(şakak) bölgedeki kasların kasılabilir, meditasyon sonrası gözaltınlarında torbalar(ödem) olabilir.. ama bilincindeki keskinliği ve ulaşabileceğin duygu durumunu yakaladığında bu işi bırakamayacaksın...

paslıçivi
22-05-2010, 05:55
Benlikten arınma süreci kişi için kabuslarla dolu bir serüvendir, sanki elleriniz arkadan kelepçelenip uçan balona bağlanıp gök yüzüne salınmışsınız gibi oluyor.
Nereye gittiğinizi ve nerede duracağınızı bilmediğiniz bir sonsuzlukla yüzleşirsiniz, uçsuz bucaksız bir karanlık yani "siyah". Başlangıçta bu balonun patlamasını ve yere düşmeyi kurtulmayı istersiniz, sonra bir bakarsınız ki, epey yükselmiş siniz, balon patlarsa yere çakılıp öleceksiniz bu sefer balonun patlamamasını istersiniz. Balon patlamadıkça yükselmek zorunda olduğu için mecburen yaşamak içgüdüsü ile ıssız karanlıklara boğulmak zorunda kalırsınız. İşte o zaman, dönülmez akşamın ufkundasınızdır üstelik vakitte çok geçtir.
Artık olan olmuştur ve inceldiği yerden kopsun dersiniz, dibini görme arzusuyla dolar sonsuz gezintilere cüret edersiniz.

yazdığınız şeyleri çok iyi algılıyorum.. o siyah karanlık dediğiniz şeyi ben bilinemezlik olarak adlandırıyorum.. ve varolan günümüz insanına uygun bir bilinç seviyesi değil.. uygun değil derken bu bilinçte mutluluğu/tatmini yakalayamıyorsunuz.. bir boşluktasınız.. çünkü akıl/düşünce sabitlenmemiş, karar vermemiş.. karar vermemiş akıl çok huzursuzdur, duygulanmayı dengeleyemez.. ve sonuç itibariyle mutlu/tatmin olamazsınız ama yapabileceğiniz de çok fazla bir şey yoktur.. bahsettiğiniz durumları birebir ben de yaşayıp deneyimledim ama dediğim gibi bunu meditasyonla aşabildim.. şayet meditasyon olmasaydı ya mutsuz/tatminsiz bir yaşam sürecektim ya da nonteizme geri dönmek zorunda kalacaktım..

şimdi o bahsettiğiniz siyah karanlığın içindeyim ama deymeyim keyfime gitsin..

Sizce meditasyon dışında törpüleme hizmetine yardımcı olacak başka ne gibi teknikler kullanılabilir ilaç hariç, mutlaka vardır bir düşünün isterseniz bekliyorum?



var tabii.. becerebilirseniz karşı cinsten birine aşık olun ama gerçek aşktan bahsediyorum.. aşk da benliğin en güzel törpüsüdür.. yani varoluşun sizi yarım varetmesinden dolayı evrendeki diğer yarınızı bulup bütünlüğü yakalayın.. ve o siyah karanlıktan çıkıp varoluşu düşünmeyi sorgulamayı bırakın.. varoluşu sorgulamak/düşünmekle birlikte tatmin/mutluluk aynı anda olmaz.. safbilinç durumuna gelip mutlak mutluluğu yaklayamadığın sürece..

paslıçivi
22-05-2010, 06:23
Halbuki birey kendisini biliyorsa gerisi mühim değildir, kimseye bir şey ispatlamak zorunda değildir. Kişinin azıcık sürecek yaşamında, kendisini kendisinin duyması kadar güzel bir duygu yoktur. Sürekli stres altında, sürekli beğenilme ve onaylanma kompleksiyle yaşayarak her zaman övgü/alkış ile tatmin peşinde koşmak ne kadar zor bir askerlik olsa gerek. Üstelik ölünceye kadar sürecek bir askerlik, bedelli ya da gönüllü değil “zorunlu” bir askerlik.

Oysa ki, toplu halde yaşamıyor olsaydık ya da yeryüzünde tek başımıza olsaydık bu tür kaygılarımız, gereksiz ihtiyaçlarımız olmayacaktı

sevgili düşüngen.. yine her zamanki gibi çok güzel tespit ve gözlemlerin var.. yani varoluşu ve insanı çok iyi okuyorsun..

senin bu yukarıda bahsettiklerini ben "kendini tanımak bulmak ve tekbaşınalığın keyfi" olarak adlandırıyorum..

herkesin sıkıntıdan patladığı ve kaçtığı; hiçbir şey yapmayıp boş boş durmak ve yalnız kalmak, benim için yaşamda deneyimlenebilecek en büyük haz..

bir odada veya doğada hiç bir sesli görsel dokunsal uyaran olmadan sadece kendinle olmak.. özünde olmak, çeperde, dış dünyanın nesneleri, insanları, olayları olmadan ve bunlarla bir ilişkiye girip özdeşleşmeden sadece varolabilmek ve bunu yaşayabilmek..

işte bu durumun hem kendisi meditatif bir durumdur hemde meditasyonun bir insana kazandırdıklarıdır..

benlik insanı çeperde yaşatır, dış dünyanın her türlü varlıklarına bağımlı kılar.. karşı cinse, sevigiye, övgüye, mala mülke, iktidara güce, diğer varlıklarla bir ilişki içinde olmana zorlar.. çünkü tatminsizlik üzerine kurgulanmıştır..

bundan(benlik) mümkün olduğunca arındığında artık mutlu/tatmin olman için bunlara ihtiyacın kalmaz.. sadece kendini tanıyıp bulduğun ve varolduğun için tatminin en büyüğünü yaşarsın.. ve dış dünyadaki insanların mutlu olmak için yaptığı çabaları gördüğünde bu işlerin nekadar beyhude bir çaba ve bir o kadar da zorunluluk/dayatma olduğunun farkındalığına erişirsin..

ve artık bir eylemci değil gözlemci/tanık/yansıtan konumuna geçersin..

paslıçivi
22-05-2010, 06:55
Herseyden once bir konuya aciklik getireyim. Ben daha once de sana mesajimda belirttigim gibi, senin lakabina yonelik mesajlarimda evrensel insan'i degil; kendi bireysel dusuncelerimi dile getiriyorum.



ben de onu anlatmaya çalışıyorum ya sevgili e.i.. evrensel-insan paketinin uygulanamaz olduğundan.. çünkü sen insanın doğasına aykırı/ters düşünmesini ve davranmasını istiyor, talep ediyorsun..

ben paslıçivi olarak burda evrensel-insan paketine yükleniyor, test ediyorum.. ama bu paketin mimarı dahi bunu uygulayamıyor ve hemen doğasına dönüp savunma ve saldırıya geçiyor..

olurda yarın öbür gün senin bu paketini benimseyecek kırık kanatlı kuşlar olacaktır.. ve bu insanlar bu gezegende yaşayan diğer farklı bilinç düzeyleriyle aynı coğrafyayı paylaşıyor olacaklar.. tamam siz evrensel-insancılar olarak onlarla bir sorununuz, dayatmanız olmayacak ama onlar sizi bir tehdit olarak göreceklerdir..

bırak evrensel insancıları günümüz insanı aynı tanrıdan geldiğine inanan dinler arasında bile kedi köpek gibiler.. ve yükselen nonteizmi bir tehdit olarak algılayıp bunun mücadelesine girdiler, sahte dinler kardeşliği adı altında.. ve bu dinler kardeşliğinin içinde sadece batının semavi dinleri var, doğunun tanrısız ve çoktanrılı dinleri bile henüz yok..


bu farklı bilinçteki insanlarla aynı coğrafyada yaşamak zorundasınız ve bu insanlar siz evrensel-insancılara karşı bir tutum ve davranış içine gireceklerdir.. onların tanrılarını dinlerini kabul etmediğiniz için sizleri dışlayacaklardır ve gerekirse sizlerle hem düşünsel hem fiziksel mücadele içine gireceklerdir.. çünkü onların bu yaşamda somutladığı şey insan temelli değil tanrıya hizmet temellidir..

işte size karşı bu hem düşünsel hem fiziksel dışlama ve tavır, saldırı karşısında ne yapacaksınız..

senden bunun cevabını istiyorum sevgili e.i..

UlulElbab
22-05-2010, 13:30
aşkolsun sevgili ululelbab.. olayı açıkladım ya..:rapture:

adam yerine koyma meselesi değil bu.. varoluştaki tüm canlılar benim gözümde neredeyse aynı değerdedir.. hele ki insan..

daha önceki tecrübelerime dayanarak söylüyorum.. özelden mesajlaşmaya devam etseydik, hem senin hem düşüngenin bu güzel yazılarından kamuoyu mahrum kalabilirdi.. ve de bir süre sonra bir bağ oluşuyor ve bu durum hoş değil.. bunu daha önce deneyimledim çünkü..

hepimizin ulaştığı bilinç seviyeleri var.. hepimiz kendimizce göle bir taş atıcaz.. ve insanlık böyle aydınlanacak..

yoksa gizli kapaklı kıyıda köşede mesajlaşarak değil..:gossip:

:laser::D

sevgili düşüngen.. sen şimdi bırak tiki miki.. meditasyona biraz ağırlık ver, çünkü bu ilaca çok uygun bir bilinç ve benlik kombinasyonun var.. ve biraz sabret 15-20 gün içerisinde kendindeki değişimleri gözle.. o bahsettiğin olay da bonusu olsun..

sana biraz trans halinden bahsedeyim.. ne tam uyanıksın, ne uykudasın.. ikisinin arası bir bilinç durumu.. o yüzden ilk zamanlar sık sık uykuya dalacaksın.. ve gözlerin kapalı olduğu halde adeta beyninle bir şeyler görüyorsun.. bunlar çok değişik renkli haleler.. beynin adeta gözlerin oluyor.. ilk zamanlar trans haline geçemeyebilirsin ama sabret ve bu işin üzerine git.. beyninin bir insan elinde bulaşık bezi gibi sıkıldığını hissettiğin ve bu durum sana hayatında ilk defa deneyimlediğin bir şey gibi geliyorsa bilki transa geçmişsindir.. alt çenen üst çenene yapışabilir ve temporal(şakak) bölgedeki kasların kasılabilir, meditasyon sonrası gözaltınlarında torbalar(ödem) olabilir.. ama bilincindeki keskinliği ve ulaşabileceğin duygu durumunu yakaladığında bu işi bırakamayacaksın...


Sevgili dost Paslıçivi,

Bizde Aşk olsun diye uğraşıyoruz zaten:)

Şaka bir yana, sizin ne demek istediğiniz gayet iyi anlıyorum.İnsanların başkalarının kanatlarına ihtiyaç duyması,uçmak için uçurması..şeyh-mürid,usta-çırak ilişkisine girmesi insanlık kadar eskidir.
Gerçek Serbest Düşünür elbette bu tür ilişkilere girmez ancak daha öncede bahsettiğim gibi kirli ve paslı aynalarımızı temizlememiz,arındırmamız ve zaman zaman başka aynalara tutmamız gerekebilir.Aynaları zaman zaman birleştirmemiz daha geniş bir görüntü ve daha net bir yansıma demektir.
Tıpkı burada ve başka başlıklarda yaptığımız gibi.

Sevgili Düşüngene verdiğiniz cevapda alternatif olarak Aşkı bulacak ve eksik olan yönünüzü karşı cinsle dolduracak ve mutluluğa ereceksiniz demişsiniz.

Ben bu düşüncenize katılmamakla beraber,insanın Babalık duygusunu yaşamış olmasını ve özel hayatında bir dengeye ulaşmış olmasını önemsiyorum.
Saygılarımla...
UlUl

evrensel-insan
22-05-2010, 15:16
Saygideger paslicivi;

ben de onu anlatmaya çalışıyorum ya sevgili e.i.. evrensel-insan paketinin uygulanamaz olduğundan.. çünkü sen insanın doğasına aykırı/ters düşünmesini ve davranmasını istiyor, talep ediyorsun..

Birincisi benim kendim disinda kimse icin bir talebim ve istemim yok. Herkes gibi ben de sadece dusuncelerimi dile getiriyorum. Insanin dogasi yoktur, insanoglunun dogal dusunceyle ortaya koydugu ve bu dusunce yapi ve isleyisiyle algiladigi, dogallastirdigi vardir. Insanoglunun dogasi, o dusunce ve tabulu rasadir.

ben paslıçivi olarak burda evrensel-insan paketine yükleniyor, test ediyorum.. ama bu paketin mimarı dahi bunu uygulayamıyor ve hemen doğasına dönüp savunma ve saldırıya geçiyor..

Bir kisinin adina konusmak baska, kendi dusuncelerini sanki onun dusunceleriymis gibi ve onun adina dile getirmek baska, bir kisiyi kendi ideolojik inancsal dogrularinla yorumlamak, ve kabul/red karsitligina sokmak ve karar olarak bunlardan birini uygulamak baska, bir kisiyi oldugu gibi algilayip, hic kendi dusuncelerin ile mukayese eteden, sadece kisinin ne vermek istedigini notr algilamak ve kisinin verdigini disaridan bakmak ve kisinin verdigi ne ise, onu onun kendini ortaya koyumu olarak algilamak baskadir.

Senin yaptigin, bunlardan ilkidir ve bu benim algimda bireysel hak ve ozgurlukleri ihlaldir. Hak ve ozgurlukler de, bir bireyin hem kendi hem de baska bireyler adina koruyup kollamasi gereken, kendini kendi adina ortaya koymasi ve en dokunulmazidir. Tabi bunun bilincine varabilmek icin, birey bilinci almis olmak gerekir.

Dolayisiyla, yapilan saldiri degil; bireysel hak ve ozgurluklerin korunmasidir. Ben bunu butun yasamim boyunca yaptim ve yapmaya da devam edecegim. Bunun ne dusunce alis verisi, ne dusunce ve bilgi, bilinc, birikim v.s. paylasimi ile bir ilgisi yoktur. Bu ancak birey bilinci almamis, ve karsisindakinin dusuncesini dinlemek yerine, onun adina kendi goruslerini ortaya koyma gericiligidir, 18. yuzyilda kalmistir.

Bu sitede, de her zaman olan bir seydir, kisilerin, ekrana oynamasi, baskasini ortaya koydugu gorusten vazgecirme cabasi, onun adina konusarak, onu yansitma cabasi, alaya alma v.s. ama bu dusuncenin gucu, karsisinda bir direnc gosteremez. Dusuncesi, bilgisi, bilinci, birikimi v.s. olan bir kisi ancak bunlari ortaya koyar ve paylasir, olmayanin ise kullanacagi yontem, budur. Bende bu tip bir yonteme karsi uygulayacagim bireysel gorustur ve bireysel hak ve ozgurluklerimi korumaktir.

işte size karşı bu hem düşünsel hem fiziksel dışlama ve tavır, saldırı karşısında ne yapacaksınız.

Cok basit, ona karsi sadece kendi bireysel dusuncelerimi ortaya koyacagim. Bu da zaten herkes gibi, benim hak ve ozgurlugumdur, sonucta, birisinin bu tip agresif taviri, onun dusuncesine mudahele edersen ve onu kendi ideolojik inancsal dogrularina cekersen, onu "kendine benzetmek istersen" bu dedigin gecerlidir. Benim ne bireysel ne de evrensel insan'in boyle bir yanasimi yoktur.

Benim 30 kusur senedir, buralarda ve tek basina yasam surdugumun ne anlama geldigini algilayabilirsen, bu sorunun ve iceriginin cevabi da ortaya cikmis olur.

Belki de seninle bire bir tanissaydik. Sen bu dusuncelerden haberdar bile olmayabilirdin.

Saygilarimla;
evrensel-insan

Düşüngen
22-05-2010, 16:26
aşk da benliğin en güzel törpüsüdür.. yani varoluşun sizi yarım varetmesinden dolayı evrendeki diğer yarınızı bulup bütünlüğü yakalayın.. paslıçivi-----

Ya kişi kendisini bir bütün olarak duyuyorsa, kendisini yarım elma değilde tam 1 elma olarak algılıyorsa, bu durumdaki bir kişi için kendine bir yarım elma bulmak elma sayısının 1,5 elma olmasına sebep olur ve bütünlüğü bozmuş oluruz. Kaldı ki aşk, bencilliğin tavan yapmış halidir, cinsel arzunun derinden kör bir tutkuya dönüşmesi ve çılgınca bir ihtirasın dışa vurumudur. Ayrıca sürekli stres, kaygı, endişe ve korku pompaladığı için beyni ve vücudu yoran bir nörokimyasal etkileşimdir. Hatta aşk yorgunuyum diyen kişi bu bilmediği durumu ifade etmeye çabalıyordur. Bu olaylar limbik sistem yani alt beyin tarafından yönetilir hatta halk arasında "aşk başa düşünce akıl tatile çıkar" diyerek detaylarını bilmedikleri bu bilinç dışı durumu açıklamaya çalışırlar. Aşk dışında benlik törpüleme (çıkardan arınma) tekniği biliyorsanız paylaşmanızı rica ederim. Zaten travma- depresyon- ilaç- meditasyon birde doğuştan kalıtımsal özellikleri daha önce bizlerle paylaşmıştınız.

Sevgili paslıçivi, meditasyon işine ciddi anlamda eğilmek istiyorum, bakalım söylediğiniz değişimleri ve güzellikleri yakalayabilecek miyim.
Birde şu göle taş atma olayına gelecek olursak, gayri ihtiyari bir taş atma olayı kaçınılmaz olarak olabilir ancak bilerek, bir hedef güderek hatta bir dilek tutarak taş atma olayı ne kadar anlamlı olur sizce? Taş atsak bile dalgalarının nereye vardığını görmeye ömrümüz yetmez çünkü o kadar çok durmayacağız. Zaten yeterince, göle işeyen varken birde biz zavallı dingin gölü bulandırmayalım.

Şöyle bir dünyaya bakıp düşünüyorum; Yaklaşık 90 yıl öncesine kadar şu anki dünyanın sahibi olduğunu zanneden dünya nüfusu ortada yoktu henüz dünyaya gelmemişlerdi. Geçenlerde cumhuriyetin ilk yıllarından kalan video ve resimler sergileniyordu ve o fotoğraflardaki herkes muhtemelen ölmüştü artık yaşamıyordu. Aynı şekilde yaklaşık 90 yıl sonra, bu günkü dünyanın sahibi olduğunu zanneden "Tanrı sendromu" hastalığına tutulmuş tüm insanlar dünyada olmayacaklar, ölmüş olacaklar.

Bu böyle devam ediyor, dünyaya gelenler bir süre durup sonra yumurtlayıp gidiyorlar. Tıpkı bahçemizdeki otlar gibi, her sene yeni otlar çıkıyor sonra kuruyor tekrar yenileri çıkıyor. Canlılarda, insanlarda aynı şekildedir. Kısacası, bazen şaka mahiyetinde söylediğimiz "ot geldik ot gidiyoruz" sözü mübalaha değil gerçektir.

Şu var ki, her gelen ot diğerlerinden ve öncekilerden farklıdır. Doğada hiçbir şeyin tıpa tıp aynısı yoktur bu eşyanın tabiatına haykırıdır. Göle taş atsak bizden sonra gelenler farklı onlardan sonra gelenlerde daha farklı yorumlayacaklardır. Tıpkı kulaktan kulağa oyununda olduğu gibi, biz diyeceğiz "Antartika" onlar anlayacak "Mantar tıka". Zaten zaman nehir gibi akmakta şartlar ve çevre çok hızlı değişmekte kalıcı olan değişmeyen tek şey değişimin kendisi olmaktadır.

Düşüngen
22-05-2010, 16:47
Sevgili UlulElbab, proplem olmadığına sevindim.

Haklısınız aynı kaderi paylaşıyoruz ikimizde rededildik ama boş verin siz, kendinizi üzmeyin, erkek milleti değil mi hepsi aynılar.

Yaslıçivi
Taslıçivi
Bizi niye red ettin paslıçivi..

Baba olduğunuza sevindim çocuklarınızı bizim yerimize sıcacık öpün lütfen.
Çocuklarınızın beyinlerinin fizik ötesi düşlerle doldurulmasına izin vermezsiniz umarım
Ben bebeklikten yeni çıkmıştım ve ellerim yeni yeni kavramayı öğrendiğinde bana el öpmeyi öğretmişler, ellerim tutmaya başlamış ya hemen hiç fırsatı kaçırmamışlar.
Teyzemler bana, "allah kaçtır" dendiği zaman sağ elimin işaret parmağını sallayıp "bir" işareti yapmamı öğretmişler. Bundan hebersiz olan küçük amcamda bana "Meh" çıkarmayı öğretmiş. Benim küçücük beyimin devreleri karışınca, misafirler bana allah kaçtır dediklerinde meh çıkarıp sallamışım sanki o zamanlar gerçeklerin farkındaymışım gibi değil mi?

Sizin göle attığınız taşlarıda izlemeye çalışacağım.
Sevgiler..

UlulElbab
22-05-2010, 17:37
Sevgili UlulElbab, proplem olmadığına sevindim.

Haklısınız aynı kaderi paylaşıyoruz ikimizde rededildik ama boş verin siz, kendinizi üzmeyin, erkek milleti değil mi hepsi aynılar.

Yaslıçivi
Taslıçivi
Bizi niye red ettin paslıçivi..

Baba olduğunuza sevindim çocuklarınızı bizim yerimize sıcacık öpün lütfen.
Çocuklarınızın beyinlerinin fizik ötesi düşlerle doldurulmasına izin vermezsiniz umarım
Ben bebeklikten yeni çıkmıştım ve ellerim yeni yeni kavramayı öğrendiğinde bana el öpmeyi öğretmişler, ellerim tutmaya başlamış ya hemen hiç fırsatı kaçırmamışlar.
Teyzemler bana, "allah kaçtır" dendiği zaman sağ elimin işaret parmağını sallayıp "bir" işareti yapmamı öğretmişler. Bundan hebersiz olan küçük amcamda bana "Meh" çıkarmayı öğretmiş. Benim küçücük beyimin devreleri karışınca, misafirler bana allah kaçtır dediklerinde meh çıkarıp sallamışım sanki o zamanlar gerçeklerin farkındaymışım gibi değil mi?

Sizin göle attığınız taşlarıda izlemeye çalışacağım.
Sevgiler..

Sevgili Düşüngen,

Güzel duygu ve düşüncelerinizi o kadar iyi yazıya döküyorsunuz ki Ekranın bu tarafına en az kayıpla ulaşıyor.Oysa ben transferi bu kadar iyi yapamıyorum.
6 ve 0 yaşında iki evladım var ve elbette bol bol öpüyorum:)
Oğlumun sorularına onun beyin yapısına hipotek koymadan cavap vermeye çalışıyorum.
O "göklerde oturan dede Allah" inancına bende "nah" çekeli çok oluyor.
Bir dönem Ateist, bir dçnem deist...Panteist ve daha birçok etiket taşıdım.
Kendimi ve başkalarını yaftalayıp durdum.
uzatmayayım...sonunda Paslıçivinin Varoluşu veya benim Yokoluşum olan ve
"çakma Allahın" olmadığı ama bir AS olduğunu düşündüğüm bir GERÇEK ile karşılaştım.
Karşılaştım derken,onun varlığı benim Bilincime yansıyor...Ancak ben Sonsuz bir Güç karşısında nasıl davranacağımı ne düşüneceğimi bilemiyorum.
O benim Bilincime VAROLDUĞUNU ve Kuralları onun koyduğunu yansıtıyor.
Ve O halkın bildiği Allah değil.
İNSAN OL diyor...Sadece İnsan ol...
İNSAN olduğunda bana ulaşacaksın diyor.

Göle bu kadar çok işiyen varken:) ifadesini çok beğendim,aklıma Faşo-Maho Aga ve onun havuzuna işeyen Şaban geldi:D
Hani köyden kovulmak istiyordu ya...

İşte bu sidikli göle atılan taşlardan bazıları...Gece yazmaya-okumaya daha çok vaktim oluyor...Acele yazılmış bu yazım sizinle güzel bir dialoğun başlangıcı olsun...
Sevgi ve Saygılarımla...
UlUl

evrensel-insan
22-05-2010, 17:39
Saygideger Dusungen;

"Meh" çıkarmayı öğretmiş.-Dusungen-

"Meh cikarmak" ne demektir? ve nedeni nedir, yani neden "meh cikarilir"?, bir de "Meh" ne demektir. Mehdi ile bir iliskisi var mi?

Benim dedem, muftu ve babam da "dort dortluk musluman" oldugu halde, hic boyle birsey hatirlamiyorum.

Saygilarimla;
evrensel-insan

evrensel-insan
22-05-2010, 18:22
Saygideger UlulElbab;

İNSAN OL diyor...Sadece İnsan ol...
İNSAN olduğunda bana ulaşacaksın diyor.-UE-

Bunu sen kendi kendine soyliyebilirsin, ama bundan once senin kendi varligini bir birey bilinci alarak kendine gostermen ve "ben bir bireyim/olmak istiyorum" diyebilmen gerekir.

Bak bu konuda "teslimiyet" ile ilgili bir mesajim var, evrensel-insan'in kosesi'nde son mesaj.

Gerci sen teslimiyeti kabullenen bir dusunceye sahipsin, degil mi?

Saygilarimla;
evrensel-insan

evrensel-insan
22-05-2010, 18:41
Saygideger UlulElbab;

Bence Bengaldeslilerin, muslumanligini ve Gandhi'nin felsefesini cok iyi etud etmek lazim. Cunku Bengaldesliler, kendi toplumlarini bagimli, ve kimseye karismayan bana gore hanif bir anlayisa sahipler. Yani "zorlama Islam'i veya Islam misyonu, ya da radikal islam v.s. diye bir gorev yuklenmemisler. Hani, Turkce'de bir terim vardir "kendi hallerinde" diye, aynen oyleler.

Saygilarimla;
evrensel-insan

UlulElbab
22-05-2010, 20:32
Saygideger UlulElbab;

İNSAN OL diyor...Sadece İnsan ol...
İNSAN olduğunda bana ulaşacaksın diyor.-UE-

Bunu sen kendi kendine soyliyebilirsin, ama bundan once senin kendi varligini bir birey bilinci alarak kendine gostermen ve "ben bir bireyim/olmak istiyorum" diyebilmen gerekir.

Bak bu konuda "teslimiyet" ile ilgili bir mesajim var, evrensel-insan'in kosesi'nde son mesaj.

Gerci sen teslimiyeti kabullenen bir dusunceye sahipsin, degil mi?

Saygilarimla;
evrensel-insan
Saygıdeğer Evrensel-insan,

Senin "Teslimiyet" ile ilgil yazını okudum ancak tartışacak birşey olsaydı o başlıkta tartışırdım.Tamamen kendi açından olaya baktığın için Tartışacak birşey kalmamış.
Sen "Teslimiyete" karşısın ama öte yandan kendi Benliğine Teslim olmuş durumdasın.Başka hiçbirşeye Teslim olmamayı Bireysellik ve özgürlük olarak görüyorsun.
Her insan bir Birey ama aynı zamanda bir Bütünün parçası.
İnsan vücudunda ki her Hücreyi bir BİREY olarak düşünelim;Varoluşuda İNSAN.
İşte bu örneğe göre her hücre Bütünden bir "şey" barındırır/taşır, o da DNA dır.Her hücrenin en az bir Mitokondrisi vardır ve Enerjisini üretir,Hayatta kalır.Bu Hücreler birbiri ile iletişim ve etkileşim içindedir.Bu bir zorunluluktur.
Yani birey olmanın getirdiği sorumluluğu paylaşır ve Vücudun hangi bölümünü
oluşturuyorlarsa onun sağlıklı işlev görmesi için çalışırlar.
Bu "birey" Hücrelere VAROLUŞU tarif et desen ne cevap verebilirler?
Cevapveremezler...Çünkü tüm Vücudu tanımalarınaimkan yoktur.Ne için retildilerse o vazifeyi yapar ve ölürler.Ardından yeni Hücreler doğar,bölünür ve çoğalırlar.El olacak olanlar el olur..Göz olacak olanlar Göz olur.
Göz olan Hücreye ne görüyorsun diye bir soru soramazsın.Çünkü o göz olduğunun da farkında değilidir.Onun görevi gözü oluşturan Hücrelerden bir BİREY olmak.
Yine Her bir Hücreyi İNSAN olarak düşünecek olursak...
Ayağı oluşturanlara bir Paslı Çivi batacak olursa sadece orada ki Hücreler değil tüm Vucud Acı çeker.İşte İNsanlıkta böyle olmalı...
Dünyanın herhangi bir yerinde bir masum çocuk acı çekiyor,birileri Açlıktan uyuyamıyorsa bizlerde acı çekeriz...Bana ne ben BİREYİM diyemeyiz.
Teslim olmuş olanlar böyledirler,Acıyı hissederler.
Bazı hücrelerde Kanser olurlar...Onlar yaradılışa aykırı hareket ederler...
Etraflarında ki Hücrelere de zarar verir,Organı iflas ettirirler.Bazıları iyi huylu Tümör bazıalrı da Vüxudun diğer organlarına sıçrayan/saldıran "şeytani" hücrelerdir.İşte o durumda onlarla savaşılması gerekir.Antikorlar üretir vücud....Bu bir Metafordur Sevgili Evrensel-insan,bu örneğe bakıp benim Panteist bir düşünceye sahib olduğumu iddia etmeyesin:)
Saygılarımla...
UlUl

evrensel-insan
22-05-2010, 20:47
Saygideger UlulElbab;

Bu bir Metafordur Sevgili Evrensel-insan,bu örneğe bakıp benim Panteist bir düşünceye sahib olduğumu iddia etmeyesin-UE-

Zannedersem, birey bilinci ile ve onun evrensel/insansal duzeyi ile, bireysellik ve bireycilik birbirine karisiyor. Cunku senin bahsettigin, bireyin; bireyselligi vebireyciligi, bireyin evrensel/insansal bilinc duzeyi degil.

Hayir, sadece asagidaki linki okumani onerecegim.

http://www.turandursun.com/forumlar/showthread.php?p=306644#post306644

Mesaj 826

Saygilarimla;
evrensel-insan

evrensel-insan
22-05-2010, 21:40
Saygideger UlulElbab;

Resmedilen soyut kavram -Alinti-

Eger metaforu bu anlamda kullanmissan, zaten evrensel insan'in goze hitabeden cizimsel/sekilsel boyuttlulugu, yani SOYUTUN RESMEDILMESI, x ve y dir. O da, evrensel insan'in kosesi' nde;

Sayfa 68
671- Quiddity of Zi (XYxy)
672- Zi (XYxy) Nedir?
673- Zi(XY)'nin Sekilsel/Cizimsel Gorunusu
680- Evrensel-Insan/Ozgur Birey Bagi

Sayfa 69
681- Evrensel-Insan'in Avatari
682- Zi (XYxy)' nin Bolgeleri

Aciklanmaktadir. Bir de buraya bakabilirsin.

Sayfa 65
643 - Noumen Nedir?

Saygilarimla;
evrensel-insan

Düşüngen
23-05-2010, 17:45
Saygideger Dusungen;

"Meh cikarmak" ne demektir? ve nedeni nedir, yani neden "meh cikarilir"?, bir de "Meh" ne demektir. Mehdi ile bir iliskisi var mi?


Sevgili evrensel insan, bu "meh çıkarmak" bazı bölgelerde "nah çıkarmak" olarak geçer. Sağ başparmağımızı işaret ve uzun parmağımızın arasından sevimsiz bir şekilde çıkarır yumruk yaparız, argo bir harekettir.

Mehdi ile alakası yok ama mehdi varsa eğer o da "meh" gibi bir şeydir sanırım.

evrensel-insan
23-05-2010, 17:54
Saygideger Dusungen;

O hareketi bilirim. Ama; anlaminin "meh cikarmak" oldugundan haberim yoktu.

Gerci benim buyuk oglanin dogumda cekilmis oyle bir pozu var. Ustelik kimse de ona ogretmemisti. Geldigi yerden ogrenerek geldi, herhalde.:D

Saygilarimla;
evrensel-insan

Düşüngen
23-05-2010, 17:55
UlulElbab---
O benim Bilincime VAROLDUĞUNU ve Kuralları onun koyduğunu yansıtıyor.
Ve O halkın bildiği Allah değil.
İNSAN OL diyor...Sadece İnsan ol...
İNSAN olduğunda bana ulaşacaksın diyor.

Sevgili UlulElbab, size bu telkinleri veren sizin kendi özünüzdür diye düşünüyorum. Bu da erdemli bir özünüzün olduğunu gösteriyor.

Size dışarıdan bir telkin olduğunu düşünmüyorum ve bir yere not alın; Nereye giderseniz gidin, ne olursanız olun yine kendinizi bulacaksınız, hiç bir zaman kendinizden kurtulamayacaksınız. İster sinek AS ı olsun ister kupa AS ı, o sizsiniz çünkü "Koz" sizde.
Size insan ol diyende kendi özünüz, işte onu nerede ararsanız arayın kendinizi bulacaksınız. Bence...
Sevgiler..

UlulElbab
23-05-2010, 19:31
UlulElbab---
O benim Bilincime VAROLDUĞUNU ve Kuralları onun koyduğunu yansıtıyor.
Ve O halkın bildiği Allah değil.
İNSAN OL diyor...Sadece İnsan ol...
İNSAN olduğunda bana ulaşacaksın diyor.

Sevgili UlulElbab, size bu telkinleri veren sizin kendi özünüzdür diye düşünüyorum. Bu da erdemli bir özünüzün olduğunu gösteriyor.

Size dışarıdan bir telkin olduğunu düşünmüyorum ve bir yere not alın; Nereye giderseniz gidin, ne olursanız olun yine kendinizi bulacaksınız, hiç bir zaman kendinizden kurtulamayacaksınız. İster sinek AS ı olsun ister kupa AS ı, o sizsiniz çünkü "Koz" sizde.
Size insan ol diyende kendi özünüz, işte onu nerede ararsanız arayın kendinizi bulacaksınız. Bence...
Sevgiler..
Sevgili Düşüngen,
Zaten yapmamız gereken İÇE Doğru bir yolculuk.
Ancak bu yolculuk tuzaklarla dolu...Onu nerede ararsanız arayın o içinizdedir.
Kelimenin sese dönüşmesi için Alt çenenin üst çeneye temas etmesi gerekmekte.İnsanoğlunun en önemli özelliği olan konuşma özelliği asla üst çenenin hareketi ile olmaz,o sabittir.
Meditasyonun asıl amacıda budur zaten...İçe doğru derin bir yolculuk yapmak.Bu yolculuk esnasında,gözlerinizi kapattığınızda içinizde ki Sesleri tek tek susturmak zorundasınız.Sizi alıp geçmişe götüreni de , yarın ne olacak diyeni de susturmalı ve sadece ŞİMDİ var ve şu AN diyeni dinlemelisiniz.
Bütün mesele bundan ibaret.AN içinde hareket etmeye başladıkca kendinize bir Alan yaratacaksınız...Tıpkı Annenin karnında ki plesanta gibi.Giderek büyüyen...Ne açlık duyacak ne susayacak nede dış etkenlerden etkileneceksiniz.O karanlıkta tünelin ucunda ki ışığı görmesenizde varlığını hissedeceksiniz.Işığı görmeye başladığınızda İNSAN OLmaya başladınız demektir.İşte o zaman AS da sizsiniz KOZ da sizsiniz.
Saygılar...

paslıçivi
24-05-2010, 06:35
aşk da benliğin en güzel törpüsüdür.. yani varoluşun sizi yarım varetmesinden dolayı evrendeki diğer yarınızı bulup bütünlüğü yakalayın.. paslıçivi-----

Ya kişi kendisini bir bütün olarak duyuyorsa, kendisini yarım elma değilde tam 1 elma olarak algılıyorsa

sevgili düşüngen.. kişi bu aşamaya geldiyse zaten safbilinç olmasına ramak kalmıştır artık..

Kaldı ki aşk, bencilliğin tavan yapmış halidir, cinsel arzunun derinden kör bir tutkuya dönüşmesi ve çılgınca bir ihtirasın dışa vurumudur. Ayrıca sürekli stres, kaygı, endişe ve korku pompaladığı için beyni ve vücudu yoran bir nörokimyasal etkileşimdir. Hatta aşk yorgunuyum diyen kişi bu bilmediği durumu ifade etmeye çabalıyordur. Bu olaylar limbik sistem yani alt beyin tarafından yönetilir hatta halk arasında "aşk başa düşünce akıl tatile çıkar" diyerek detaylarını bilmedikleri bu bilinç dışı durumu açıklamaya çalışırlar

bu bahsettiğin gerçek aşk değil "aşka düşmek" dediğimiz varoluşun insana hazırladığı 3lü tuzaktan ilk aşamasıdır sadece.. aşka düşen kişi özgürlüğünü yitirmiştir, hem kendisininkini hem de karşıdaki insanın özgürlüğünü bitirir, yokeder.. çünkü aşka düşüp onun kölesi olan insanoğlu aşkı somutlayıp karşıdaki insanı sabitleyip sahiplenir.. bu durum varoluşun insan soyunun devamı için olan kurgulanmış aşk-cinsellik-evlat sevgisi 3lü tuzağıdır.. burdaki benim bahsettiğim gerçek aşk değildir, çünkü kişiyi özgürleştirip yüceltmez.. aksine köleleştirip alçaltır..

gerçek aşkı yakalayan kişi hem kendisine hem karşısındakine mutlak bir özgürlük verir ve sağlar.. yani aşk; özgürlük ve yüceltmedir.. çünkü kişiyi tüm tabulardan soyutlardan yani benlikten arındırır.. gerçek aşkı yakalayan biri için ne dini ne milleti ne de tabuların hiç bir önemi kalmaz artık..


aşık olduğu halde hala dini inancı, etnik kimliği ve soyutları/tabuları vs. o kişi için sevdiğinden önemliyse bu aşk değil aşka düşmektir.. gerçek aşkı yakalayan insan bütünlüğe ve sonsuzluğa ulaşmıştır ve anda yaşamaya başlar.. artık onun için ne geçmiş ne de geleceğin hiç bir önemi yoktur, sadece şimdi yaşadığı o coşkunun sarhoşluğu/hazzı vardır.. ne ölüm öncesi ne ölüm sonrası artık yoktur, buharlaşmıştır.. ortada kişiler bile yoktur, çünkü kişilerin kendisi aşık değil aşka dönüşmüştür.. yani kişi aşık değil aşkın kendisidir artık.. ortada bir benlik falan yoktur.. çünkü kişi mutlak mutluluğa ulaşmıştır..

Düşüngen
25-05-2010, 15:48
Sevgili arkadaşlar, yaşamın bir anlamı/amacı var mıdır? Hiç kasmadan, zorlamadan, şartlanmadan nasıl bir cevap verebiliriz?

Büyük manzaraya baktığım zaman kendi pencereme yansıyan, yaşamın hiçbir anlamının/amacının olmadığı. Fizikokimyasal süreçlerin evriminden zorunlu olarak meydana gelen karmaşık molekülerin mecerasının canlı belgeseliyiz. Tabi bu yaşamı inkar etmek anlamına gelmez, yaşam bir realitedir lakin hiçbir anlamı yoktur. Zaten yaşamın bir anlamı olsaydı milyonlarca insan yaşama anlam arayışı içerisinde olmazlardı. Olan bir şeyi milyonlarca insan binlerce yıldır niye arasın ki, olmadığı buradan da anlaşılıyor. Yaşamın bir anlamı varsa o da yaşamın ta kendisidir. Bunu kabullenemeyiz ve bu anlamın kendisi olan anlama anlam bulmaya çabalarız. Yapılan sadece, anlamsızlılığın anlamsızlığına anlam katma çabasıdır. Sanırım kültürü meydana çıkaran etkenlerden biri de bu. Çünkü kültürün anlamı ve amacı vardır. Yaşamı kuru kuru yemememiz için uydurulan bir katıktır, iyi mi kötü müdür bu tartışılır.

İnsan kültürü sayesinde ölümsüzlüğü keşfetmiştir, böylece yazı ve kültürel kalıtım ile birey ve ürettiği ölümsüzleşir. Yaşama anlam katmak bir avantaj sağladığı için her toplum bunu kullanmıştır. Onbinlerce yıl önce yaşama anlam katmak istemeyen topluluklar anlamlılar tarafından yok edilmiş olabilir. Zaten onları yok etmek tek başına bir anlamdır. Çünkü yaşama anlam katmak bu başarıyı ve motivasyonu sağlar, egoyu yaratır.

Örneğin, siz bir borsa yatırımcısı olsanız, tatmin edilmek zorunda bir benliği(ego) olan bir patronun şirketinin hisselerini mi alırsınız yoksa benliklerinden arındığını söyleyen Ömer Hayyam'ın şirketinin hisselerini mi alırsınız? İlki kendisini yüceltmek için şirketini büyütecek hedeflere ulaştıracak böylece dolaylı yoldan sizi de zirveye taşımış, kazandırmış olacak. Hayyam'ın şirketinden hisse alanlar ise "Ah o gemide bende olsaydım açık denizlere yol alsaydım" şarkısıyla teselli arayacaktır. Çünkü Hayyam yan gelip yatacak, şarap içip tanrılara küfürler dizecektir, onun için hayatın bir amacı ve anlamı yoktur. Böylece Hayyam bu düşüncesini diğer coğrafyalara yayamayacak çünkü gemisi battığı(olmadığı) için adada ölümü bekleyecektir. Bu sebeble kültürel kişiliğin tercihi egodan yana olacaktır. Demek ki, yaşama anlam/amaç katmak bir tercihdir, zorunluluk değil. Diğer tarftan, egoluların dünyaya hakim olması ise tercih değil seçilimden kaynaklanan zorunluluktur.

Düşüngen
25-05-2010, 16:30
Yazım hiçbir kimseyi ve kurumu hedef almıyor sadece tipik bir yansıtma.

Evrenin sonlu ya da sonsuz oluşuda, yaşamın anlamı/amacı olup olmamasıda bireyin bilinciyle alakalıdır. Evren benim algımda vardır, ben yoksam evrende yoktur tıpkı, ben olduğum için evren olması, ben olmasaydım evrenin benim için olmayacak olması gibi. Bu evrende varlığını en iyi bildiğimiz, olduğuna en emin olduğumuz şey kendi bilincimizdir sadece bunun gerçekliğinin kesinliği üzerine ölümüne iddaaya girebiliriz, çünkü biz varız. Diğerleri de bilinçli olarak var mı bunu kesin olarak bilemeyiz çünkü onun yerine geçip onu deneyimlememişizdir bu bize göre varsayımdır. Kısacası "Benim evrenim banadır" gibi bir durum ortaya çıkıyor ve ben ölünce bu evreninde ölmesiyle son buluyor.

Benim ölümümle son bulacak bir evrende ne gibi bir anlam/amaç olabilir. Buna benzer, öleceğini bile bile bir çocuk dünyaya getirmem ne gibi bir anlam taşır(bencil genlerin tatmini hariç). Bu açıdan bakarsak, her anne baba çocuğunun katili değil midir? Ölümün meydana gelmesi için tek şart bir anlık yaşamdır ve biz bu yaşamı var ederek ölüme davetiye çıkarmıyor muyuz?

Bütün bu düşünceler günümüz insanının zihin sağlığına uygun mudur?
Kültürümüz bu tarz ve bunun gibi bir çok soruyu ortadan kaldırmak için anlamsızlığı anlamlandırma çabası içerisine girer. Üstelik en iyi anlamı bulan en başarılı toplum olur. En iyi anlamda günümüzde, sonsuz büyüklükte tanrı ve sonsuz süre yaşanılan bir öbür dünya. Şu motivasyonun güzelliğine bakın sayın seyirciler ne kadar etkileyici ve ateşleyici. Ateşi de son nefesi verene kadar ondan sonrası simsiyah bir kül.

Yukarıya atılan bir taşın yere düşmekten başka bir şansı yoktur ancak kuşun bazı özel şansları vardır kanat gibi. Bu kuş suya daldırıldığında boğulmaktan başka bir şansı yoktur ancak kurbağaların bir takım şansları vardır suda solunum yapmak gibi. Kurbağa hastalanınca ya da ayağı kırılınca ölmekten başka bir şansı yoktur ancak insanın bazı özel şansları vardır, biyolojik varlığına müdahale edebilme gibi. Görüldüğü üzere, ufak farklılıklarla hepimiz birer evren nesnesiyiz. Bu insanı yüceltmelerde sanırım zihinsel yanılsamalardır, yaşamın bir anlamı/amacı olmasıda bir yanılsama olmasın. Ne yapalım evrenin görüntüsü böyle.

Görüş belirmek isteyen arkadaşların fikir beyanlarını değerlendirmek isterim.
Sevgiler.

evrensel-insan
25-05-2010, 19:46
Saygideger Dusungen;

Cok kisaca, insanoglu birinin, ne dogum insiyatifi vardir, ne de olumunu kendisi yasar. Elinde olan tek degeri yasamdir ve yasam da yasamak icindir. Ama, insanoglu biri kendi yassamini kendi yasamaz, sadece kendisine verilen yasami yasamaya calisir. Yani yasayan, insanoglu biri degil; yasatilan odur.

Eger bir insanoglu biri, kendi yasamini kendisi yasamak istiyorsa; tamamen ona bulundugu cografyanin dogumundan beri veriln, her turlu yasamini yonlendiren ve hatta yasaminin onune cikan tabu, deger ve verileri; kendi bilinciyle, uygulama ve ogreniden bilmeye tasimasi ve kendi yasam degerlerini kendisinin kendine vermesi gerekir. Bunu yapmadigi surece, dogum insiyatifi olmayan, olumunu yasayamayan insanoglu biri, yasamini da kendisi yasamazsa, zaten YOK DEMEKTIR. Oyuzden yasam yerine, olumu one cikarir ve yasamini kendisine verilen tabular, degerler ugruna feda eder. Bu da zaten dogal dusuncenin yetistirimi ve yasatimidir.

Yasamin anlami; onu yasayacak olan insanoglu birinin kendisinin yasatmasi, yasamasi ve kendi disindaki, kah kendi turu, kah baska canlilari da, yasatmasidir. Yani, siar yasamak icin oldurmek/olmek degil; yasamak ve de yasatmaktir. Cunku canlinin bir tek yasami vardir ve herseyin anlami da yasamdir. Oyuzden yasam tehlikesi tasiyan ve yasamin onune gecen, her turlu ayrimci, cikarci, bencil, etiksel ve metafizik, ideolojik inancsal dogrulardan birin arinmasi/kurtulmasi gerekir.

Unlu bir filozofun dedigi gibi, "aciklanamamis, yasam; yasamaya degmez"

Saygilarimla;
evrensel-insan

paslıçivi
26-05-2010, 06:50
Büyük manzaraya baktığım zaman kendi pencereme yansıyan, yaşamın hiçbir anlamının/amacının olmadığı

sevgili düşüngen..

bizim bilincimize yansıyan evreni; zamansal, mekansal ve içerik olarak bir bütün olarak ortaya koyabiliyor muyuz.. hayır değil mi..

yani bize yansıyan bu evren, yokluktan varlığa mı geçti, yoksa her daim varmıydı, ya da zihnimize bile düşmeyen başka bir formülasyon mü geçerli?

gerçekten sınırsız sonsuz bir şey mi, sınırlı sonlu bir şeyse ondan sonrasında ne tür oluşumlar var?

ya da içerik olarak henüz 5 duyumuz ve bilimin sunduklarının dışında başka tür içeriklere ileride ulaşabilecek miyiz?

bunların hiç birini bilmiyoruz, elimizde sadece bilimsel ve dinsel(dogma) inançlarımız var.. başka hiç bir şey yok..

ama sen henüz tam olarak benliğinden arınmadığın için (gerçi oldukça bitirmişsin onu) bu benlik seni karar vermeye zorluyor.. ve sen de zorunlu olarak her benlik sahibi insan gibi karar vermek/taraf olmak zorunda kalıyorsun.. yani diğer bir ifadeyle bildiğini zannetmek zorunda kalıyorsun..


senin kararın da yani bildiğini zannettiğin şey de;

yaşamın hiçbir anlamının/amacının olmadığı

şimdi tüm varlığın tepsi şeklinde düz bir dünyadan ibaret olduğu kararını vermiş eski dünya insanlığına bir zaman yolculuğu yapıp;

onlara bu verdikleri kararın yanlış olduğu, aslında dünyamızın küresel bir gezegen olduğu ve uzay boşluğunda hem kendi ekseninde hem varolduğu galakside belli bir sistem içinde hareket ettiği ve bu galaksilerden trilyonlarca olup şimdilik evren dediğimiz şeyin sonsuz olduğunu söyleyebilseydik,

sanırım verdikleri bu karadan vazgeçip bu gizemli varlığı bir bütün olarak ortaya koymaya çalışmanın verdiği hazzı yani bu devasa puzzle'ı tamamlamanın asıl anlam ve amacı olduğunu algılayabilirlerdi..

bundan 1000 hatta bir milyon yıl sonra insanoğlunun ulaşabileceği bilgileri hiç hayal ettin mi? sadece son 100 yıl içindeki geometrik bilgi artışına baktığımızda önümüzdeki yıllarda evren hakkında ulaşabileceğimiz şeyler benim başımı döndürmeye yetiyor..

ve bu bir süreç, yani bu devasa puzzle bitirme süreci.. belki hiç bir zaman bu puzzle bitiremeyecek insanoğlu ama insanlık ve dolayısıyla sahip olduğumuz bilinç ve bu bilince yansıyan bir evren olduğu sürece bu işlem devam edecektir..

şayet gün gelir de seni karar vermeye zorlayan bu benliğinden tamamen arınabilirsen; yaşamın anlamı/amacı hakkında bir karara varmamanın verdiği hazzı yani mutlak mutluluğu yaşayacaksın..

varoluş, hayat yaşam, evren bir gizemdir, bilinemezdir, bir puzzle'dır, bir sırdır.. işte o zaman o devasa dalgalarda zihin sörfünün verdiği hazza ulaşabilirsin.. varoluşu gizemiyle birlikte olduğu gibi kabullen ve hakkında bir karar verme..

çünkü vereceğin karar senin dünyan/kafesin olacaktır, varoluşun değil..

Düşüngen
27-05-2010, 14:56
Sevgili evrensel insan ve paslıçivi, yaşamın anlamı/amacı hakkında kendinize özgün yanıtlarınızı faydalanarak okudum.
Sevgili evrensel insan her zamanki gibi doğru tesbitiyle, yaşamıyoruz yaşatılıyoruz, kısaca kendimiz olarak yaşamıyoruz ki anlam verelim demiş. Sevgili paslıçivide, benliğimin sordurduğu bu soruya sabitlenip karar vermemem(kafeslenmemem) gerektiğini salık vermiş yanıtlar için teşekkürederim.

Düşüngen
27-05-2010, 15:51
Sevgili arkadaşlar, hep bize yapıştırılan tabulardan, dogmalardan, öğretilerden kısacası geniş anlamıyla kültür ögelerinden arınıp aydınlanma, bilinçlenme yolunu tutmamız gerektiği vurgulanıyor.

Acaba bu sonradan edinilen kültür ögelerinden arınmak çözüm müdür?

Kültürün kökeni genetik alt yapıda saklıdır. Dürtü ve içgüdülerimizin basın sözcüsü olan benliklerimiz, bu gereksinimlerimize göre kültür oluşturmamızı şartlamıştır. Dikkat ederseniz her kültür ögesinin altından genler ve yönelimleri çıkmaktadır. Örneğin, yeme içgüdümüz kültürle biçimlenip mutfak kavramı ortaya çıkmış ve restorantlara varasıya bir yelpaze geliştirmiştir bunun sebebi bir biyolojik emirin yerine getirilmesidir. Barınma içgüdümüz gökdelenleri rezidansları meydana gelmesini şartlamıştır.

Demek ki, kültür şartalara göre kılık değiştirebilir ancak biyolojik yani doğuştan getirdiğimiz yapı değişemez, yemeliyiz, barınmalıyız, üremeliyiz gerisi bunları eğlenceli hale getirmeye yönelik kültür sanat etkinlikleridir.

Bu sonradan edinilen ögelerden arınmak, temeli biyolojik olması sebebi ile ne kadar olanaklıdır?

Çocukların cinsel enerjilerini başka faaliyetlerle dışarı atmaları için spor dediğimiz etkinlikler icat edilmiştir, başka türlü çocuk bu enerjiyi atamazsa hiç iyi olmaz. Görüldüğü gibi kökeni bir temel içgüdüye dayanır. Aslında tamamen biyolojik gereksinmelerimize göre yaşam şekli kurmuş ve yaşamaktayız. Genlerimiz ucu sivri bir füzeyse kültürümüzde onun üzerine örttüğümüz örtüsüdür, örtülmesi onun sivriliğini ortadan kaldırmaz sadece makyajlar. Bu örtü coğrafik ayrılıklara göre değişebilir ancak o sivrilik değişmez ve üzerine örtülen her farklı desendeki örtü o sivriliğin şekline bürünmek zorunda onu açığa vurmak zorundadır. Zaten bürünen örtü değil sivriliktir.

İddaa ediyorum, insanın genlerinden kaynaklanan(biyolojik) heyecan tutkusu, merak ve kazanma arzusu olmasaydı, kökenini bu özelliğimizden alan hiçbir müsabaka/maç, yarışma etkinliklerini barındıran hiçbir geleneğimiz olmazdı. Kısaca rakip(düşman) olarak oynanan/yapılan hiçbir geleneğimiz olmazdı. Yine aynı şekilde, genlerimizde mevcut olan sürü uyumu ve lideri takip et davranış biçimiyle içimizde taşıdığımız bu hayatta kalma tekniği, bir çok inanç sisteminin besin ve müşteri kaynağıdır.

Bana genlerimizden kaynak almayan bir kültür ögemizi gösterebilir misiniz?

Biraz iddaalı olacak ama, bu sivrilik(genler) eğer ki sorun teşkil ediyorsa, bundan örtü değiştirilerek kurtulunamaz onun törpülenmesi gerekir bu da evrimbilimsel bir metod gerektirir.
Ayrıca bu içgüdülerimizin basın sözcüsü olan benliklerden tam anlamıyla kurtulmak eşyanın tabiatına aykırıdır. Ancak bu benlik, bazı metodlarla mütevazileştirilebilir hepsi o.

Gıcık bir örnekle bitireyim, tecavüzcü Çoşkun arkadaşımızın niyeti temel bir dürtüsünün üzerine yaptığı baskıdan kurtulup rahatlamaktır kısacası basit bir molekül tarnsferi yapmak. Bunun için; avının peşinden koşması, onu diskoya götürmesi, ona alkollü bir içecek ısmarlaması, içeceğine ilaç atması, sonra dans etmeleri, daha sonra avını evine götürüp yatağa yatırması asıl amacın zaman içerisinde makyajlara, örtülere girmesi, kültürleştirilmesi, zekalaştırılmasından(akla uydurulması) ibarettir. Başka bir arkadaş avının içkisine ilaç atmaz ama hipnoz ederek amacını gerçekleşitirir(Her yiğidin bir yoğurt yiyişi vardır dimi) değişmeyen amacın kendisidir. Burada, amaçla ilgili bir sorun varsa bu sorun amaca giden araçların değiştirilmesi ile çözülemez diyorum, siz ne dersiniz? O amaç sorun yaratıyorsa onu ortaya çıkaran evrimsel sürecin dayatımı olan üreme dürtüsünün ya da diğer yaşamsal dürtülerin yok edilmesi gerekir.
Sevgiler...

Düşüngen
27-05-2010, 15:59
Üstteki mesajın içeriğinden sevgili evrensel insana ayrıca bir soru hasıl olmuştur çünkü kendisi, insanı beyaz sayfa olarak(Tetemiz, saf) dünyaya geldiğini söylemektedir. Bu beyaz sayfa kavramıyla, milyonlarca yıllık birikimli evrimsel özellikleri, dürtü, içgüdü, hormanal etkileşimleri ve bunlardan kaynak alan davranışları nasıl açıklayacaktır? Yoksa beyaz sayfa ifadesinden yanlış bir anlam mı çıkarıyorum, öyle ise beyaz sayfa kavramının içeriği hakkında biraz detaylı açıklama rica ediyorum.
Sevgiler.

evrensel-insan
27-05-2010, 20:43
Saygideger dusungen;

Insanoglu soyutlamasinin ve bu soyutlamanin somut ve soyut kavramlasmasinin onemini algilamak icin, ben bir soru sormak istiyorum. Bu soru, biyolojiyi, varolusu, norokimyasal yapiyi, kisaca insanoglu soyutlamasinin somutunu one cikaranlar icin.

Evrimsel olarak son 100 yilda ne degisti?, bugun bu degisimi somut olarak ortaya koyabilir miyiz?

Ama, bugun yeryuzunde olmayan ve cok degil 2000 yil once yasamis birini canlandirsak ve dunyaya getirsek, bu kisi biyolojik olarak ayni insanoglu olmasina ragmen, neden gunumuz dunyasna, insanoglu yasam ve iliskilerine, gelisen bilim, teknik ve her turlu hayata, ayak uyduramaz?, nedir 200 yilda degisen ve bu kisinin ayak uyduramadigi, "sudan cikmis baliga donduren sey?"

Bunu bana soyut yani, dusunce ve bilinc, v.s. olarak degilde, varolus, nurokimyasal ve biyolojik yapi olarak aciklamanizi bekliyorum.

Bu soruma gelecek cevapta sonra, beyaz sayfa (ki bundan ben tabulu rasayi algiladim, ya da insanoglu birinin tum dogumdan beri verilenlerden bosaltilmasini) ve de diger konulara deginecegim. Bu soru, paslicivi icin de gecerli.

Ya da meshur bir soze degineyim. "Ben babamdan ileri, oglumdan geriyim" bunun anlami fiziksel, biyolojik, varolus ve norokimyasal yapi olarak nasil aciklanir?

Saygilarimla;
evrensel-insan

paslıçivi
28-05-2010, 06:32
Sevgili arkadaşlar, hep bize yapıştırılan tabulardan, dogmalardan, öğretilerden kısacası geniş anlamıyla kültür ögelerinden arınıp aydınlanma, bilinçlenme yolunu tutmamız gerektiği vurgulanıyor.

Acaba bu sonradan edinilen kültür ögelerinden arınmak çözüm müdür?


sevgili düşüngen..

masum ve savunmasız bir insan yavrusuna sonradan eklenen en tehlikeli ve insanlık adına en yıkıcı olan 2 soyut var..

1.. dogma dini inanç

2.. milli/etnik kimlik

bu ikisini kaldırabilsek bile bugünkü hayvansı yaşayan insanoğluna çok büyük bir adım attırmış oluruz.. ama her zaman dediğim gibi bu iş öyle devrimle, düşünceyle falan olacak bir şey değil.. insanoğlu hayvandan gerçek insana kırıla kırıla, acı çeke çeke, yani evrilerek gidebilecektir.. bu bir süreç meselesi ve şimdilik sadece varolan süreç işliyor..

yani insanlık nasihatla değil musibetle yolunda ilerlemeye devam edecektir.. çünkü varoluş böyle kurgulanmış..

Gıcık bir örnekle bitireyim, tecavüzcü Çoşkun arkadaşımızın niyeti temel bir dürtüsünün üzerine yaptığı baskıdan kurtulup rahatlamaktır kısacası basit bir molekül tarnsferi yapmak. Bunun için; avının peşinden koşması, onu diskoya götürmesi, ona alkollü bir içecek ısmarlaması, içeceğine ilaç atması, sonra dans etmeleri, daha sonra avını evine götürüp yatağa yatırması asıl amacın zaman içerisinde makyajlara, örtülere girmesi, kültürleştirilmesi, zekalaştırılmasından(akla uydurulması) ibarettir. Başka bir arkadaş avının içkisine ilaç atmaz ama hipnoz ederek amacını gerçekleşitirir(Her yiğidin bir yoğurt yiyişi vardır dimi) değişmeyen amacın kendisidir. Burada, amaçla ilgili bir sorun varsa bu sorun amaca giden araçların değiştirilmesi ile çözülemez diyorum, siz ne dersiniz?

aynı fikirdeyim.. işte o yüzden olaydan zevk almaktan başka çaremiz yok diyorum.. :p yani varoluşu olduğu gibi kabullenmek ve teslimiyet..

O amaç sorun yaratıyorsa onu ortaya çıkaran evrimsel sürecin dayatımı olan üreme dürtüsünün ya da diğer yaşamsal dürtülerin yok edilmesi gerekir.


yani kısaca bindiğimiz dalı kesip kendi soyumuzu kendimiz sona erdirelim diyorsun..:o

paslıçivi
28-05-2010, 07:09
Evrimsel olarak son 100 yilda ne degisti?, bugun bu degisimi somut olarak ortaya koyabilir miyiz?


sevgili e.i..

burda evrim derken tam olarak neyi vurguladığını anlamadım ama bildiğimiz klasik evrim teorisinden bahsediyorsan bu iş 100 yıl 1000 yıllarla ifade edilemez, yani gözlemlenip somut olarak ortaya konamaz.. bundan 100 yıl önceki insanla 4000-5000 yıl önceki insan günümüz insanından farklı değil..

evrimi somut olarak ortaya koymak ancak milyonlarca yılla mümkündür.. çünkü değişim öylesine yavaş ve sinsicedir ki, varolan insan yetisiyle bunu algılamak çok zordur hatta imkansızdır..

bunu şu olaya benzetebiliriz.. örneğin bir bitki tohumu toprağa atıldığında çatlayıp kök salması, filizlenmesi, büyümesi, çiçek açması vs olan süreci biz onun karşısına geçip izlediğimizde görüp somut olarak ortaya koyamayız.. çünkü biz insan olarak sadece "o anı" algılar ve ortaya koyabiliriz ve bu durum bize bir "sabitlik, durağanlıkmış" gibi yansır..

yani sen gidip bir bitkiye baktığında "bu büyüyen bir şeydir" diyemezsin, çünkü bunu algılayamazsın.. ancak elinde bir kamera varsa ve bu kamerayı o bitkinin önüne koyup uzun süre çekim yapıp hızlandırılmış bir şekilde oynatırsan bunu algılayabilir ve somut olarak ortaya koyabilirsin..

bugün insanoğlunun "bir bitkiye bakıp, bu büyüyen bir şeydir" demesi onun kişisel anlık algısı değil insan olan atalarından aldığı bir zihin aktarımı yani bir öğretidir.. çünkü insan olan ataları bu bitki denen şeyi gözlemlemiş ve zaman içerisinde büyüyüp geliştiğinin farkına varmıştır ve bunu daha küçücük bir çocuğa zihin olarak aktarır.. aksi takdirde küçük bir çocuğa bunu zihin/öğreti olarak aktarmazsan bu çocuk bu bitkiye bakıp "bu büyüyen bir şeydir" tesbitinde/algısında bulunup ortaya koyamaz..

evrim dediğimiz şey de böyle bir şeydir.. zaman ilerledikçe bilim ve elimizdeki imkanlar artıp eski zamana ait varlılkları günümüz varlıklarıyla karşılaştırarak ancak böyle bir teoride bulunabiliyoruz..

belki önümüzde yıllarda zamanda yolculuk mümkün olabilecektir.. işte o zaman elimize üstün özellikli bir kamera alıp milyonlarca yılın görüntüsünü çekme şansımız olabilirse ve bu görüntüyü çok hızlandırıp oynatma şansımız olursa işte o zaman "evrim teorisi" teori olmaktan çıkıp bilimsel bir kanun haline gelecek ve bilimsel bir inanç olmaktan çıkıp evrensel onayını alacaktır..

günümüzdeki evrim teorisini savunan insanlar bunu gözlemleyebilen insanlardan zihin/öğreti alarak savunan insanlardan başka bir şey değildir, yani evrim teorisi günümüz itibariyle tartışmasız somut olarak ortaya konamadığı için henüz bilimsel bir inanç olmaktan öte gidemez ve evrensel onay alamaz.. ve her zaman tartışılmaya açıktır, adaydır.. birleştirici değil bölücü bir öğretidir şimdilik.. çünkü henüz bil-gi düzeyine indirgenmemiştir..

paslıçivi
28-05-2010, 07:34
Ama, bugun yeryuzunde olmayan ve cok degil 2000 yil once yasamis birini canlandirsak ve dunyaya getirsek, bu kisi biyolojik olarak ayni insanoglu olmasina ragmen, neden gunumuz dunyasna, insanoglu yasam ve iliskilerine, gelisen bilim, teknik ve her turlu hayata, ayak uyduramaz?, nedir 200 yilda degisen ve bu kisinin ayak uyduramadigi, "sudan cikmis baliga donduren sey?"

Bunu bana soyut yani, dusunce ve bilinc, v.s. olarak degilde, varolus, nurokimyasal ve biyolojik yapi olarak aciklamanizi bekliyorum.


2000 yıl öncesinden küçük bir çocuğu (tahminen 6 yaşa kadar) getirirsek fazla bir uyum sorunu yaşamaz.. çünkü henüz insan olan ataları tarafından bir soyut yüklenip derin uykuda bir rüya görmemekte ve varoluşun gizemini keşfetmeye çalışan yani gerçeklikte/somutta yaşayan bir canlı türü olacaktır..

ama soyut yüklenip derin uykuda rüya gören yetişkin bir insanı getirirsek aklını oynatmak üzere olacaktır.. uyum sağlaması çok zor hatta imkansız olacaktır.. çünkü 2000 yıl önce varoluş hakkında bildiğini zannettiği şeyleri bilmediğini görüp büyük bir düşünsel ve dolayısıyla ruhsal kaosa girecektir..


yani bu olayın nörokimyasal ya da biyolojik bir açılımı olamaz, yoktur.. olay tamamen insanlığın hastalığı ya da bilinç evrimindeki arageçiş formu olan olan "zihinde/gnostik yaşamasından" başka bir şey değildir..

Düşüngen
28-05-2010, 13:11
Ama, bugun yeryuzunde olmayan ve cok degil 2000 yil once yasamis birini canlandirsak ve dunyaya getirsek, bu kisi biyolojik olarak ayni insanoglu olmasina ragmen, neden gunumuz dunyasna, insanoglu yasam ve iliskilerine, gelisen bilim, teknik ve her turlu hayata, ayak uyduramaz?, nedir 200 yilda degisen ve bu kisinin ayak uyduramadigi, "sudan cikmis baliga donduren sey?"


Kerte kerte artan kültürel(zihinsel-nesnel) birikim....

Sevgili evrensel insan, bırakın 2000 yılı 100.000 yıl önceki insanı bebek olmak şartıyla günümüze taşısak hiç zorluk çekmeden aramızda yaşar. Aynı şekilde bugün doğan bir bebeği 100.000 yıl önceki insanların sıcacık mağaralarına bırakırsak o da hiç zorluk çekmeden onların arasında yaşar. Yetişkinlere gelince iş değişir zorluklar çıkar ama yaşama içgüdüsü ile bir şekilde uyum sağlanır. 100.000 yıl içerisinde herhengi bir ciddi biyolojik değişiklik meydana gelmediğini bilimsel kaynaklardan öğreniyoruz.

Son 2000 yıl içerisinde uygarlık çerçevesinde zihinsel ve nesnel değişimler oldu artarak günümüze ulaştı..

Alıntı:
Ya da meshur bir soze degineyim. "Ben babamdan ileri, oglumdan geriyim" bunun anlami fiziksel, biyolojik, varolus ve norokimyasal yapi olarak nasil aciklanir?

Bu sorunun biyoloji ile ilgisi yok, uygarlığın ilerlemesi ve birikmesi ile alakalı.

Düşüngen
28-05-2010, 13:27
Saygideger dusungen;
Bu soruma gelecek cevapta sonra, beyaz sayfa (ki bundan ben tabulu rasayi algiladim, ya da insanoglu birinin tum dogumdan beri verilenlerden bosaltilmasini) .

Sevgili evrensel insan, beyaz sayfa ifadesinden kastettiğim, anladığınız manada tapulu arsa:yo: değil. İnsanoğluna doğumdan sonra yüklenen verilerden bahsetmiyorum orasında hemfikiriz.

Milyonlarca yıllık doğal geçmişimizin kazanımı/uyarlaması olan; dürtü- güdü- gensel dayatım- hormonal tetikleme vs. doğal mirasımızın ışığında beyaz sayfayı açıklamanızı istemiştim. Kısaca doğuştan beyaz sayfa olarak gelmediğimizi irdelemek istemiştim ama siz beyaz sayfa terimini tabulu rasa hususunda kullanmışsınız onda hemfikiriz.
Yukarıda bahsettiğim anlamda beyaz sayfa konusunda ve diğerleri hakkında diyecekleriniz varsa ekleyebilirsiniz.
Sevgiler..

Düşüngen
28-05-2010, 13:51
Alıntı: O amaç sorun yaratıyorsa onu ortaya çıkaran evrimsel sürecin dayatımı olan üreme dürtüsünün ya da diğer yaşamsal dürtülerin yok edilmesi gerekir. -----Düşüngen

Alıntı: Paslıçivi
yani kısaca bindiğimiz dalı kesip kendi soyumuzu kendimiz sona erdirelim diyorsun..:o[/QUOTE]

Sanırım yanlış anladınız ve bizi 75 milyon kişinin :grouphug: izliyor oluşunun sorumluluğuyla düzelteyim.

Dikkat ettiyseniz "Sorun yaratıyorsa" dedim, sorun var ya da sorun olarak görüyorum demedim. Ayrıca algılatmaya çalıştığım, "eğer bir sorun varsa" bu sorun kökünden çözülmezse ortadan kalkmazı vurgulamaktı. Kısaca kültürümüzü, iddaalı bir görüşle biyolojik emirlerimizin kılık değiştirmiş, rasyonelleştirilmiş haline benzettim.
Sorunu örten örtüyü değiştirmekle sorunu çözülmeyeceğini belirtiyorum.
Bindiğimiz dalı kesme gibi bir Nasrettinlik düşünmüyorum.

Düşüngen
28-05-2010, 14:09
masum ve savunmasız bir insan yavrusuna sonradan eklenen en tehlikeli ve insanlık adına en yıkıcı olan 2 soyut var..
1.. dogma dini inanç
2.. milli/etnik kimlik
bu ikisini kaldırabilsek bile bugünkü hayvansı yaşayan insanoğluna çok büyük bir adım attırmış oluruz.. ama her zaman dediğim gibi bu iş öyle devrimle, düşünceyle falan olacak bir şey değil.. insanoğlu hayvandan gerçek insana kırıla kırıla, acı çeke çeke, yani evrilerek gidebilecektir.. bu bir süreç meselesi ve şimdilik sadece varolan süreç işliyor..
[/QUOTE]


Sevgili paslıçivi, yukarıda iki adet yıkıcı soyutu belirtmişsiniz doğrudur, katılıyorum fakat diyorum ki; Bu soyutlar uzaydan gelmedi ihtiyaçlar çerçevesinde bağrımızdan çıkarak oluştu ilaç vazifesi gördü, yarar sağladı ve çoğunluğun ortak kabulü ile sabitlendi. Zaten çoğunluk istemeseydi asla böyle bir kavram ortaya çıkmazdı. Bu soyutların ortaya çıkmasına neden olan ihtiyaçlarda uzaydan gelmedi. Bu ihtiyaçlar bizim evrimsel/gensel zorunluluklarımızdı. Bu temel düşüncem istikametinde, saf bilincin yansıtımının ne olacağını merak ediyorum.

Örneğin; Milliyetçiliğin bir özelliği, barınma ve güven duygusunu karşılamasıdır. Ortaya çıkışı sebebsiz değildir, yıkıcılık temaları içermesi bir yan etkisidir diyebiliriz.
Sevgiler..

evrensel-insan
28-05-2010, 15:09
Saygideger dusungen;

Milyonlarca yıllık doğal geçmişimizin kazanımı/uyarlaması olan; dürtü- güdü- gensel dayatım- hormonal tetikleme vs. doğal mirasımızın ışığında beyaz sayfayı açıklamanızı istemiştim.-Dusungen-

Evrensel insan bos sayfasi, dogumdan itibaren verilen, her turlu metafizik ve etiksel tabu ve degerlerin, insanoglu biri eliyle ve adina, bir bir uclemler halinde cikarsamasi, eliminesi ve onlardan arinilmasi ve kurtulunmasi, tekrar dogal dusunceye donmemek icin de, yepyeni bir dusunce ve davranis ortaya koyan ve insanoglu degil de, insan ve insanlik iceren bir soyutlamanin soyut ve somut ortaya koyumu.

Oyuzden evrensel insanin konusu insanoglu fizigi degil; fizigi, harekete geciren, yoneten ve yonlendiren ona her turlu icerik veren ve bu iceriklerle kurulan baglarla hareket ettiren soyut/somut soyutlama.

Sizler bu konudaki, soyutlarinizi once ortaya koyun, ben simdilik izlemedeyim.

Zaten bir onceki sormus oldugum soruda (2000 degil, 200 olacakti, yanlis yazmisim!), bu isin fiziksellik ile bir bagi olmadigi ortaya cikti.

Sonucta tabulu rasa durumundaki bir bebegin, tarihsel olarak hangi donem olursa olsun, bir adaptasyon sorunu yoktur. Cunku ONU ADAPTASYONA YONELTECEK, FIZIKSEL YAPISIYLA GELMIS, BIR SOYUTLAMASI VE SOYUT/SOMUTU YOKTUR. Cunku 0 soyutlama ve soyut/somut verisine sahiptir. Ilk baslayan da, "?!" olacaktir, iste SOYUTLAMA VE SOYUTLAMANIN SOMUT/SOYUTU BUNDAN SONRA BASLAR.

Sonucta insanoglunun fizigiyle, evrensel insan'in bir sorunu yok, sorun; dusunce ve davranisin, yani fizigi yonlendirenin insandisi ve insanlikdisi olmasinda, yani dogal dusuncenin, AYNI EVRENSEL ve CTETOLOJIK yapilanis ve isleyisinde.

Saygilarimla;
evrensel-insan

paslıçivi
29-05-2010, 05:52
Sevgili paslıçivi, yukarıda iki adet yıkıcı soyutu belirtmişsiniz doğrudur, katılıyorum fakat diyorum ki; Bu soyutlar uzaydan gelmedi ihtiyaçlar çerçevesinde bağrımızdan çıkarak oluştu ilaç vazifesi gördü, yarar sağladı ve çoğunluğun ortak kabulü ile sabitlendi. Zaten çoğunluk istemeseydi asla böyle bir kavram ortaya çıkmazdı. Bu soyutların ortaya çıkmasına neden olan ihtiyaçlarda uzaydan gelmedi. Bu ihtiyaçlar bizim evrimsel/gensel zorunluluklarımızdı. Bu temel düşüncem istikametinde, saf bilincin yansıtımının ne olacağını merak ediyorum.


sevgili dostum..

benim de anlatmaya çalıştığım şey bu zaten.. varoluşun gizemine, sürecine teslim oldum derken, bunu vurguluyorum.. bir süreç var, bu süreç olması gerektiği gibi işliyor diyorum..

insanoğlu dediğimiz canlı türü varoluşun ona layık gördüğü bir takım özellikler yüzünden senin de bahsettiğin bu kavramları yaşamak zorunda.. yani varolan tüm soyutlar/tabular bir ihtiyaç, bir zorunluluk, bir dayatma..

çünkü aslolan emir/kurgu/içgüdü; "yaşamda kal ve soyunu devam ettir"..

bu kurgunun devam etmesi için mağara adamı bile karşı cinsten biriyle bir birliktelik kurmak ve yaşadığı cinsellikten dolayı ortaya çıkan insan yavrusunun devamlılığını sağlamak için dışarda avlanmak ve diğer tüm canlıları bir tehdit unsuru olarak görmek zorunda..

ve insanoğlu kendini daha güçlü ve güvende hissetmek adına dışardaki hem kendi türünden hem diğer türden canlı türleriyle bir ilişkiyi/birlikteliği yaşamak ve bunu kabullenmek zorunda..

yani mağarada tek başına yaşayan bir erkek ya da bir kadın -"ben yaşamımı bu şekilde idame ettiricem, diğer hiçbir canlıyla savaşmak ve birliktelik kurmak istemiyorum" diyemez.. çünkü bu durum o mağara insanının yaşam kurgusuna aykırı ve böyle bir şeyde inat ederse zaten yaşamda kalamaz ve çok kısa sürede ölür gider..

işte bu dayatma ve zorunluluklardan dolayı mağarada tek başına yaşayan bir insan diğer tüm canlılarla ve varoluşun kendisiyle bir bir iletişim içinde olmak zorunda.. ve dünya denen gezegende varolan insanoğlunun soyut(milli, dini vs tüm soyutlar) anlamda şekillenmesine baktığımızda canlılığın tek bir noktadan(coğrafyadan) değil bir çok noktadan start aldığı konusunu gözlemleyebiliriz..

bunun en güzel örneği de kıtalar arası yolculuk mümkün olmadığı halde bile her kıtada canlılığın olması gibi.. mesela amerika kıtasına gidildiğinde ordaki kızılderililerin varlığı.. yani canlılığa müsait evren/doğa koşulları müsait olduğunda her coğrafyada muhetemelen canlılık bir şekilde başladı ve daha sonra insanoğlunun bilincini evrimleştirip alet kullanıp kendi türünü geliştirmesi sonucu bu gezegende hakim canlı konumuna geldi ve diğer kıtaları da keşfedip ordaki canlılarla tanışma fırsatı yakaladı..

bu iki yıkıcı soyuttan milli/etnik olanı zaten kendiliğinden gelişme zorundaydı.. yani aynı coğrafyada yaşayan insanlar doğayla ve diğer canlı türleriyle mücadele ertmek için bir araya gelmek zorunda olduğunu hissettiler, önce mezralar kuruldu, sonra köyler kasabalar kabileler uluslar vs. derken günümüde avrupa birliği dediğimiz ve milyara yakın insanı bünyesinde bulunduran bir birlik/birliktelik kuruldu..

ve bu yıkıcı soyutlardan dogma inanç ta bir zorunluktu.. çünkü insan denen canlı bir şekilde bilinç donanımına sahip olmuştu.. ve bu bilince yansıyan bir varlık/varoluşla karşı karşıya kaldığında "bu da nedir, neyin nesi kimin fesidir?" gibi bir soruyu cevaplamak zorunda kaldı..

yaşamda kalıp soyunu devam ettirmek için kendi bilincine çarpan bu "şeye" bir isim, bir anlam, bir içerik yüklemek zorundaydı.. ve kendine yansıyan bu "şeyi" bir bütün olarak ortaya bir türlü koyamıyordu.. ne mekansal sınır, ne zamansal boyut, ne de içerik olarak bu şeyi bir türlü 5 duyusuyla tanıyıp, algılayıp bir bütün olarak ortaya koymaya gücü yetmedi, çünkü algıları sınırlı bir canlı türüydü..

kendisine yansıyan bu şeyi tanımlayabilmek adına 5 duyusunu kullandı, elledi, kokladı, tattı, dinledi, gördü ve gözlemdledi.. sonra dışardan gelen bu uyaranları bilincinde sentezlediğinde bu şeyi yine bir bütün olarak sınırlarını çizip ortaya koyamayacağını anlayınca zaman içerisinde 3 kavram/araç geliştirdi..

1.bilim
2.inanç
3.felsefe

bilim; insanoğluna an itibariyle bir veri sağlıyor ama bu bütünü tam olarak ortaya koymaya yetmiyordu, tezler , hipotezler, teoriler üretiyordu ama bilgi bazında değil inanç bazında olduğu için insanlığı tatmin etmediği gibi insanlar arasında bir ayrımcılık ve tartışma yaratıyordu..

bilim sayesinde kendisine yansıyan şeyi bir bütün olarak ortaya koyamayan insanoğlu bu rahatsızlığını gidermek için kendi zaman ve coğrafyasının üstbilinçlerinin kurduğu hazır paket programları(dogma dinler) kabullenmek zorunda kaldı.. çünkü bu hazır paket programlar varoluşu bir bütün olarak ortaya koyuyor ve insan bilincinin "bilinemez" karşısındaki rahatsızlığını giderip duygulanmayı dengeliyordu..

çünkü insan denen canlının soyut aygıtı(ruhu) bu iki kompenentin(duygulanma ve düşünme) uyumlu/simbiyotik çalışmasını gerektiriyordu.. o yüzden insanlık tarihinde binlerce dogma din(hazır paket program) gelmiş geçmiştir.. ve hala günümüzde bunlardan kabaca 5 tanesi(batının tek tanrılı ve ikili yaşam sunan 3 dini-musevilik, hristiyanlık, islam ve doğunun tanrısız-budizm ve çok tanrılı-hinduizm çoklu yaşamlar sunan dinleri) hakimiyetini sürdürmektedir..


bilim ilerldikçe bize yansıyan şey/varlık/varoluş somut anlamda tüm dünya insanlığının gözü önünde sınanabilinir, tekraranabilinir, tartışmasız evrensel onayını aldıkça eski dinlerin yaşadığını varolan günümüz dinleri de tarihin eski tozlu sayfalarında yerini alarak yaşayacaktır..

biz bugün nasıl dünyanın düz olduğuna ve bir öküzün boynuzları üzerinde durduğuna inanan insanlara gülüp geçiyorsak, bundan belki de 2-3 bin yıl sonrasının insanı günümüz varolan 5 dogmaya gülüp geçecektir..


ve tüm bu yaşanan dini, milli/etnik soyutlar insanoğlu için bir zorunluluk bir dayatmadır.. o yüzden varoluş bildiğini okuyor diyorum, kimseyi, kimsenin inancını, mutluluğunu takmıyor.. yaşanması gereken bir süreç var ve bu süreç yaşanıyor sadece..

biz insanoğpluna da bu gizemli süreçte bir rol biçilmiş ve bu rolü oynamamız için bir de "benlik" kurgusu monte edilmiş ve bunun köleliğinde biz insanoğlu da çayda çırayı oynamaktan(derin uykuda bir rüya görmekten) başka bir şey yapmıyoruz..

yani kısaca "hayde bre yandan yandan" diyelim de, milletin keyfi bozulmasın..

Düşüngen
31-05-2010, 14:48
Sevgili arkadaşlar, bir sorum var.

Yoldan geçen herhangi bir insanı tutup "Sen kimsin" diye bir soru yöneltsek acaba kaç kişi doğru/gerçek ya da tutarlı bir cevap verebilir?

Çoğu cevap olarak; ben Ahmet'im, Hasan'ım, Ayşe'yim diye yanıtlayacaktır. Bunların gözlerinin içine bakarak tekrardan sorsak; "Kimlikteki belirtilenden bahsetmiyorum nesnel varlığından bahsediyorum, Sen kimsin?"

Bu sefer kimisi saçmalayarak(malum hikayelerle) varlığını açıklamaya çalışacak yani kendini bildiğini sanma yanılgısına düşecek. Kimisi korkacak, kimisi kaçacak ya da soruyu soranın deli olduğunu düşünecektir. Kendini bilmemek/bildiğini zannetmek ama bilmemek nasıl bir duygudur acep?

İnsanlara bilimin ve bilimsel felsefenin ışığında kim olduğunu, ne olduğunu niçin açıklamazlar? Bu açıklamadan neden korkulur? Bu açıklamanın hangi motivasyonu ve morali bozacağından kuşkulanılır?
Evrenin cismi olmak ve diğer evren nesneleri gibi kuralların belirlediği döngü içerisinde zorunlu olarak savrulup, evrilip dönmek niçin insanların bilincine uygun olmayan bir açıklama olarak görülür?

Evren dediğimiz bu dev "Şehriye çorbasının" içerisinde bize göre rastgele süreçler himayesinde bir şehriye tanesi olarak kazanda yüzüyor olmak kimi ve niçin rahatsız eder?

Arkadaşlar siz kimsiniz?

evrensel-insan
31-05-2010, 14:57
Saygideger Dusungen;

Ben bu soruyu sorup, cevabini da cogu mesajimda vermistim. Sorunun cevabi, "ben bir insanoglu turu biriyim" olmalidir. Kisilerin bir insanoglu turu oldugu, hele hele bunun bir biri oldugunu soylemeleri uzak ihtimaldir. Nedeni de aciktir, insanoglu birinin aklina gelenler, ona dogumdan itibaren verilen etiksel inancsal tabu ve veriler, ve kisinin bunlari kimlik ve kisilik degeri olarak kendine mal etmesi, sahip cikmasi ve sabitlemesidir. Kisaca kisiye gore, kisinin kendisi yoktur. Ya bir insandisina teslim olmustur, ya da verilen etiksel bir degere.

Bu temelde kisi, once ismini, soyadini, cinsiyetini, milliyetini, dinini v.s. kendi onemsedigi siralamaya gore soyler. Aklina insanoglu turunun bir biri oldugu gelmez. Cunku bu konuda ki bilinci yasami uzerine degil; kendini teslim ettigi ona dogumdan itibaren verilen degerler, tabular uzerinedir.

Ben'in ne oldugunu, ben evrensel'in kosesi'nde acikladim.

Saygilarimla;
evrensel-insan

Düşüngen
31-05-2010, 14:57
Aziz Nesin'in bu cevaplayamadığı "Sen kimsin" sorusuna ne kadar takılıp kaldığını bu soruyu soyadına taşımasından anlayabiliyoruz "Nesin?".

evrensel-insan
31-05-2010, 15:01
Saygideger dusungen;

Benim cevabimin temeli, mustakil var olan varlik olan, birin insanoglu turunun, bolunmez en kucuk birimi olmasidir. Bolunurse, insanoglu turu biri olma ozelligini kaybeder. Oyuzden ben "insanoglu turu biridir."

Saygilarimla;
evrensel-insan

Düşüngen
31-05-2010, 15:18
[QUOTE=evrensel-insan;309481]
Ben bu soruyu sorup, cevabini da cogu mesajimda vermistim. Sorunun cevabi, "ben bir insanoglu turu biriyim" olmalidir. Kisilerin bir insanoglu turu oldugu, hele hele bunun bir biri oldugunu soylemeleri uzak ihtimaldir. Nedeni de aciktir, insanoglu birinin aklina gelenler, ona dogumdan itibaren verilen etiksel inancsal tabu ve veriler, ve kisinin bunlari kimlik ve kisilik degeri olarak kendine



Sevgili evrensel insan, "Sen nesin" sorusunun cevabı size göre "İnsanoğlu türünün biri" ise bize bu insanoğlu türü birinin ne olduğunu biraz daha açabilir misiniz?
Bu insanoğlu biri nedir?

evrensel-insan
31-05-2010, 15:30
Saygideger dusungen;

Bu insanoğlu biri nedir?-Dusungen-

Insanoglu biri; ben, sen , o yani 1., 2. ve 3. tekil sahis. Ya da evrimsel bir siniflama, ya da felsefi bir siniflama, dolayisiyle biyolojik ve dilsel bir siniflama.

Saygilarimla;
evrensel-insan

evrensel-insan
31-05-2010, 15:56
Saygideger Dusungen;

İnsanlara bilimin ve bilimsel felsefenin ışığında kim olduğunu, ne olduğunu niçin açıklamazlar? Bu açıklamadan neden korkulur? Bu açıklamanın hangi motivasyonu ve morali bozacağından kuşkulanılır? -Dusungen-

Cok kisaca;Dogal dusunce de insanogluna yer yoktur, temeli insandisi ve insanlikdisidir. Korku, kisilerin herhangi bir insandisi veya insanlikdisi verilen ve ayrimci, cikarci olan herhangibir degere, tabuya ve veriye teslimiyetinin bozulacagidir. Kisinin bir birey olarak kendi kontrolunu kendinin alacagi, yasamini one cikaracagi, bir emir kulu olmayacagi ve yasam ve iliskilerini kendi yonetip, yonlendirecegidir.

Bu da insanoglu birinin one cikmasi demektir. Oyuzden insanoglu biri, soyut ya da somut bir degere tum yasami boyunca mahkum edilir. Insanoglu birinin, kendi yasami disindaki her hangibir soyut/somut deger, veri ve tabuya teslim olmasi, onun icin mucadele etmesi ve onu yasaminin onune koymasi BOYUNDURUK TUTSAKLIGIDIR.

Iste korku, once bu tutsakligin bilinc ve farkindaligi, sonrada bu bilinc ve farkindaligin, boyundurugu boyundan cikarma bilinc ve farkindalik duzeyine ulasmasi.

Saygilarimla;
evrensel-insan

Düşüngen
05-06-2010, 16:42
Sevgili arkadaşlar, hep narsist(Kendine tapan) insanlar eleştirilirler, kötü olarak nitelendirilirler sanki narsist olmak onların suçuymuş gibi.

Sizce narsist olmak ya da olmamak kişinin kendi elinde midir? Bence pek değil.

Konu biraz "Düşünce mi/ beyin nörokimyası mı" başlığına benziyor.

Narsistlik doğuştan insana yapışmış bir organ gibidir, genetiktir ve potansiyel olarak her insanda vardır. Çünkü önemi büyüktür. Bir insan kendini sevmezse nasıl kendi çıkarlarını savunacak, nasıl yaşam mücadelesi verecek, nasıl kendisinin haklı olduğu savaşımını verecek, nasıl kendisine yapılan eziyeti bertaraf edecek?
Narsistlik güçlü olmayı sağlar, güç ise yaşam için olmazsa olmazlardandır. Güç hayatta kalıp genleri bir sonraki nesile aktarmak demektir. Güçsüzlük ise, canlının öldüğünün resmidir.

Kültürel gelişimle birlikte bu içimizdeki bireyci narsistlik, toplumsal narsistliğe kanalize edilmiştir böylece ülkesini sevmeye, milliyetçiliğe, ırkçılığa, ulusculuğa, cemaatciliğe sevk ettirilmiş toplu kalkınmanın motivasyonu sağlanmıştır.

Kendini gerçek anlamda güçlü hissedenlerde narsistlik silik durumdadır çünkü ona pek ihtiyaçları yoktur. Yalnız, kendisini güçsüz, aşağı hissedenlerde narsistlik çok belirgindir ve zorunluluktur. Bu güçsüzlük, eziklik duyanların imdadına narsistlik yetişir ve kişiyi son bir gayretle yaşama adapte etmeye çalışır, kişiyi "Sen güçlüsün, sen zekisin" vs. telkinleriyle yüreklendirir. Yüreklenen kişi yaşama uyum adına güç kazanır, motive olur.

Bu kişiler kesinlikle eleştiriye açık değillerdir hemen benlik savunmasına geçerler hemde şiddetle eleştirileri/eleştirenleri yok etmeye çalışabilirler. Çünkü zaten koltuk değneğiyle ayakta durmaktadırlar ve o değneğin alınmasına izin vermeyeceklerdir. Bütün bu süreç bilinç dışı işler onun için kişinin bir suçu yoktur diyorum, ama tedavi edilebilir. Hatta bu yüreklendirme taktiğini savaş meydanlarında kullanırlar. Güçsüz duruma düşmüş savaşı kaybetmek üzere olan orduya numaradan; "Dişinizi sıkın ellibin askerimiz yola çıkmış geliyormuş" denilir. Halbuki gelen sadece kendi sonlarıdır ama bu gözle görülür bir yüreklenme sağlar.

Narsistlik sakat insanlarda ortaya çıkar ve bu sakatların koltuk değneği olarak vazife görür. İhtiyaç sonucu ortaya çıkmış bir çözüm, gerekliliktir.
Hatta bazen narsist insan elinde olmadan ayarı kaçırır ve megalomani denilen hastalıklı bir duruma düşer bunlar çözüm için atılan son zarlardır ve zorunluluktur. Kimse kendi iradesiyle bu hastalıklı durumlara düşmez şartlar düşürür. Referans verecek olursak, "Neden saçların beyazlaşmış arkadaş sana da benim gibi çektiren mi var?" diyen Adnan Şenses, bu etki-tepki zincirini bilimsel olarak ortaya koymuştur. Olayı genetik ve çevresel şartlar etki-tepki zinciriyle güdüler. Durum bundan ibaret ise, kimseye "Kendini beğenmiş, çok kibirli, çok böbürleniyor" ya da "Övünme çörtük senide gördük" gibi suçlayıcı ifadeler kullanmamalıyız onu daha da güçsüz duruma düşürmemeliyiz.

Son olarak;
Narsist kendisini ilahlaştırır, ihlahlaştırınca mecburen yaşadığı toplumdan, insanlardan uzaklaşır. Bu uzaklaşma yalnızlığa sebeb olur, bu yalnızlık kişinin kendisini daha güçsüz ve korkak hissetmesine neden olur, tekrar derinleşen güçsüzlükten kurtulmak için daha fazla ilahlaşmaya ihtiyaç duyulur.
En sonunda bir şok yardımıyla gerçeği görüp kendisinin bir ilah değil hıyar olduğunu anlayan hasta kişi, cacık olmamak için intahara yönelebilir, kendini öldürürse artık turşusunu kurabiliriz demektir hıyarın.
Sevgiler..

paslıçivi
06-06-2010, 06:58
Referans verecek olursak, "Neden saçların beyazlaşmış arkadaş sana da benim gibi çektiren mi var?" diyen Adnan Şenses, bu etki-tepki zincirini bilimsel olarak ortaya koymuştur.

sevgili dostum..:happy:

gördüğüm kadarıyla sen yeterince aydınlanmışsın zaten.. aydınlanmış bir insanın bir çok özelliğini taşıyorsun çünkü.. aydınlanmış insan; ciddi olamaz, sık sık espri üretir, tutarlı olup statik değil değişime ve gelişime sürekli açıktır.. ölü bir kişilik altında değil canlı bir kişi olarak yaşar..

ve en önemlisi algı/sezgi dünyasına girmiştir.. algı/sezgi dünyasına girmek kişiye varoluşla bir bütünlük içine girip varoluşu okumasına yardımcı olur.. kişiliği olan bir insan varoluşla bütünlük sağlayamaz çünkü kişilik dediğimiz şey benlik modülüdür.. kişinin bilinci üzerinde kara bir bulut gibidir ve insanın bilincini dolayısıyla algılayıcılarını filitreler, kapatır.. ve benlik modülü neye izin verirse ancak o kadar varoluşu okuyabilir, bir adım ötesini değil..

bunu her zaman fotoğraf makinesinin objektifine benzetirim.. objektifin önünde tozlar, kirler, paslar varsa baktığı objeyi bu tozlarla birlikte görüp algılayacak ve fotoğrafı çekerken bu tozlar da fotoğrafın üzerinde olacaktır.. yani objeyi birebir görüp algılayıp yansıtamaz.. ya da objektifin önüne bir sanat filtresi ya da başka bir filtre koyarsan objektif gördüğü objeyi o filtrenin izin verdiği oranda görüp algılayabilecek ve karesini çekebilecektir..

örneğin fotoğraf makinasının objektifinin önüne bir siyah/beyaz çekim filtresi koyarsan objektif objeye baktığında tüm her şeyi siyah/beyaz olarak algılayacak ve diğer tüm renkleri ıskalayıp algılayamayacaktır.. ve o şekilde bir foto/kare üretip yansıtacaktır.. obje renklidir ama senin elindeki foto siyah/biyazdır gibi..

işte insanoğlu doğduğunda tertemiz bir objektif gibidir.. varoluşla bir bütünlük içindedir, herşeyi olduğu gibi görür, algılar ve yansıtır, "tapulu arsa" dediğimiz hazine değerindeki gayrimenkulden bahsediyorum..


ama daha sonra dünyaya geldiği zaman ve coğrafyadaki atalarının öğretilerine maruz kalır.. bu öğretiler bilimin ürettiği bilgiler değil hiç bir bilimsel dayanağı olmayan öğretilerdir.. nedir bunlar? dini inançtan tut da milliyet kavramına, ahlaki değerlere, siyasi görüşe, yaşamın anlamına kadar binlerce çöplükten başka bir şey değildir..

işte tüm bu öğretiler(çöpler, tozlar) o tertemiz objektifin üzerine yapışmaya ve onu kapatmaya başlar.. savunmasız pırıl pırıl objektif olarak dünyaya gelen bu masum yavru ataları tarafından kirletilir.. safbilinç olan bu canlı türünün üzeri bu öğreti dediğimiz katmanlarla kaplandıkça kişi olan insanoğlu bir kişilik haline gelmeye başlar.. işte tüm bunların hepsi benlik dediğimiz modülü oluşturur..

benlik; safbilincin üzerinde bir filtre görevi görür, dış dünyayı yani varoluşu tüm çıplaklığıyla göremez, algılayamaz.. benlik hangi zaman ve coğrafya tarafından oluşturulmuşsa onun filtrasyon özellikleri dışına çıkamaz.. çünkü benlik dediğimiz modül, çocuğun hem safbilincini hem mutlak mutluluğunu örtmüştür, elinden almıştır..

kişi artık safbilinç ve mutlak mutlu değil, bilincin üzeri kaplanmış benlik modülünün izin verdiği oranda bilinçaçıklığı sahibi ve mutluluk sahibidir.. ve mutlu olabilmek için benliğinin içeriğinde olan tüm öğretilere(her trürlü soyuta, dini milli etnik, ahlaki) sahip çıkıp ölümüne savunmak zorundadır.. çünkü mutlak mutluluğu elinden alınmış, eline sahte oyuncaklardan oluşan sahte bir mutluluk verilmiştir.. ve insan dediğimiz canlı eline verilip kucağında bulduğu bu oyuncakaları uğruna yaşamını heba edip ıskalar..

ama tüm bunları yaparken hiç bir suçu hatası yoktur, çünkü benlik dediğimiz modül onun hem bilincini hem mutlak mutluluğunu çok derinlere itttiği için tüm bunlardan habersiz çok derin uykuda bir rüya görerek yaşamını idame ettirmek zorundadır.. yani kişi kendine yüklenen tüm soyutları bir gerçeklik gibi algılayıp bunlar uğruna ölümüne bir mücadele vermek zorundadır.. ve tüm bunların sürecine insanoğlu yaşam adını vermiştir..

bunun adı yaşamak değil yaşadığını zannetmektir.. kişi bunun farkındalığını da benlik modülünden arınmadan kazanamaz.. benlik modülü de düşünerek, okuyarak, kendi isteğinle kurtulabileceğin bir şey değildir.. zaten sana tüm bunları yaptıran benliğin ta kendisidir..

o yüzden benlikten kurtulmanın yolu dışardan müdaheledir.. şimdilik bunun bildiğim tecrübe ettiğim yolları, psikolojik travma ve meditasyondur.. ama her zaman söylediğim gibi "tıbbi gelişmelerle varolan günümüz insanını bu benlik modülünden kurtarıp, hiç olmazda bundan sonraki nesillere bu bulaşıcı hastalığı aktarmayız" gibi umut ve beklentilerim vardır..

paslıçivi
06-06-2010, 08:01
Durum bundan ibaret ise, kimseye "Kendini beğenmiş, çok kibirli, çok böbürleniyor" ya da "Övünme çörtük senide gördük" gibi suçlayıcı ifadeler kullanmamalıyız onu daha da güçsüz duruma düşürmemeliyiz.


sevgili dostum.. tam bu değindiğin noktadan sonra suç ve ceza kavramına girmek zorundayız..

insanoğlu doğuştan ve sonradan yaşadığı ve öğretiler eşliğinde değişime uğrayan sahip olduğu nörokimyasal bir robottur dedik.. ve kişinin düşünce ve dolayısıyla tutum ve davranışlarını bu nörokimyasal yapısı belirler.. yani insanda özirade diye bir şey yoktur.. çünkü insan henüz kendinde değildir, kendini tanımamakta, kendine dışardan objektif bakamaktadır ve henüz kendini bulamamıştır..

o yüzden bir insan nasıl inanç düzeyinden sorumlu tutulup suçlanamzsa aynı şekilde bahsettiğin gibi narsizim/megalomanlık gibi durumları da tamamen kişin nörokimyasal yapısının dışa bir yansımasından başka bir şey değildir.. dediğin gibi kişi genlerini bir sonraki nesle aktarıp soyunu devam ettirebilmek için her türlü şarta uyum sağlayıp yaşamda kalma mücadelesi vermek zorundadır..

megalomanlıktan tut da bugün hastalık olarak gördüğümüz ya da eleştirdiğimiz her şey aslında insanoğlunun yaşamda kalıp soyunu devam ettirmesi için verdiği mücadele ve binbir kılığa dönüşmesinden başka bir şey değildir.. yani kişi bir dayatma ve zorunlulujkla bunları yapmaktadır..

suçlu biri varsa o da insanoğlu değil, insanoğluna bu nörokimyasal süreci layık gören varoluşun ta kendisidir.. ama insanoğlu henüz varoluş dediğimiz bütüne hakim olamadığı için onu yargılayıp ceza verecek durumda değildir.. şimdilik kozlar varoluşun elindedir ve onun kurallarına göre bu matrixi oynayıp devam ettirme zorunluluğumuz vardır.. olur da gün gelir bize yansıyan bu gizemli varoluşu bilim sayesinde her yönüyle tanıyıp/bilip bir bütün olarak ortaya koyma şansımız olursa o zaman geriya dönük bir yargılama ve infaz durumuna geçebiliriz.. ama şimdilik efendi varoluş ve biz insanoğlu onun köleleri olarak bu gizemli matrixi onun kurallarına göre oynamak zorundayız..

ama varoluşu yargılayıp cezalandıramadığımız için şimdilik kendi aramızda bir düzen oluşturmak için kendi türümüzü yargılayıp cezalandırmak zorundayız..

kendi özkızına yıllarca tecavüz edip ondan çocuk sahibiolan bir adam, kundaktaki bebeğe cinsel tecavüzde bulunan biri, kendini tüm dünyaya hakim olmaya adamış büyük iskender, kendini tanrının oğlu, elçisi, kendisi, seçilmiş bir kavmin lideri zanneden, alman ırkını dünyanın en üstün ırkı görüp tüm yahudileri yoketmeye karar vermiş bir beyin ve benzeri her insan aslında henüz efendi olan varoluşun birer köleleridir.. suçlu bu insanlar değil bu insanalra bu nörokimyasal yapıyı layık gören varoluştur..


ama biz insanoğlu olarak tüm bu insanları ya göğe çıkarırız ya da itin g.tüne sokarız.. aslında hepsi kendine yüklenen nörokimyasal yapı eşliğinde oluşan benlik modülünün programlanmış bir robotundan başka bir şey değildir..

ve biz insanoğlu olarak varoluşa hakim olamadığımız sürece; kendi aramızdaki kaostan düzene geçişte bu normalden sapmış insanları suçlu gibi görüp cezalandırmak zorundayız.. bu tarz sapmalar düşünce bazında olduğu sürece sorun yoktur ama kişi bu düşüncenin kölesi olup eyleme geçtiğinde bunu cezalandırma ve toplumdan soyutlama işini yapmak zorundayız şimdilik..

bir insan varolan nörokimyasal yapısının köleliğinde dünyaya hükmetmek isteyebilir, küçük çocuklara ya da kendi çocujklarına tecavüz etmek aklından geçebilir, bir ırkı yoketmek isteyebilir, bir insana işkence edip öldürmek isteyebilir, kendini megalamon hissedebilir, kendini kainatın efendisi hissedebilir, belli bir insan grubunu sırayla öldürmek yani bir seri katil olmak isteyebilir.. tüm bunlar onun suçu değil onun nörokimyasal yapısının bir gerekliliği ve zorunluğu olup bir varoluş dayatmasıdır..


şimdilik insanlık olarak geldiğimiz noktada bunların bazılarının normalden sapmış olduğunu algılayıp 46lık damgasını yapıştırabiliyoruz.. ama daha katedeceğimiz çok mesafe var.. ve tüm matrixi çözene kadar düşünce bazından eylem bazına geçen insanları ya yüceleştirmeye ya da itin g.tüne sokmaya devam etmek zorundayız..


kendi özkızına ya da masum bir yavruya ya da ihtiyar savunmasız bir insana tecavüz edip, ona işkence yaparak öldüren insana karşı hemen şiddetle tepki verip onu yoketmek isteriz.. zannederiz ki bu insanın herkes gibi bir aklı ve vicdanı var ve bunu yapması büyük bir hata ve suç gerektiriyor.. hiç o insanın yerine kendimizi koyup empati kuramayız..

bir insan nasıl olmuş da böyle hayvandan beter bir duruma gelmiştir, kendi özkızıyla ya da küçük bir bebeyle cinsel ilişki kurmaktan nasıl bir haz almaktadır, bu hazzı biz niye almayız da o kişi alıp bu kadar büyük faciayı göze alıp eyleme geçmiştir.. bunu kesinlikle sorgulamayız..

sorgulamayız çünkü benlik modülü bizi uyutmaktadır ve bu tarz tutum ve davranışlar sergileyenler, hem kişisel hem toplumsal huzur ve mutluluğumuz için çok ciddi bir travma ve tehdittir.. o yüzden böyle insanları hemen bir şekilde yoketme yoluna gidip o sahte mutluluğumuzu veren derin uykudaki rüyamıza geri döneriz.. çünkü o insan toplumdan bir şekilde soyutlanıp ayrılmıştır ve benlik modülümüz tatmin olup bizi uyutmaya devam eder..

paslıçivi
07-06-2010, 06:40
Yoldan geçen herhangi bir insanı tutup "Sen kimsin" diye bir soru yöneltsek acaba kaç kişi doğru/gerçek ya da tutarlı bir cevap verebilir?

Çoğu cevap olarak; ben Ahmet'im, Hasan'ım, Ayşe'yim diye yanıtlayacaktır. Bunların gözlerinin içine bakarak tekrardan sorsak; "Kimlikteki belirtilenden bahsetmiyorum nesnel varlığından bahsediyorum, Sen kimsin?"

Bu sefer kimisi saçmalayarak(malum hikayelerle) varlığını açıklamaya çalışacak yani kendini bildiğini sanma yanılgısına düşecek. Kimisi korkacak, kimisi kaçacak ya da soruyu soranın deli olduğunu düşünecektir. Kendini bilmemek/bildiğini zannetmek ama bilmemek nasıl bir duygudur acep?

İnsanlara bilimin ve bilimsel felsefenin ışığında kim olduğunu, ne olduğunu niçin açıklamazlar? Bu açıklamadan neden korkulur? Bu açıklamanın hangi motivasyonu ve morali bozacağından kuşkulanılır?
Evrenin cismi olmak ve diğer evren nesneleri gibi kuralların belirlediği döngü içerisinde zorunlu olarak savrulup, evrilip dönmek niçin insanların bilincine uygun olmayan bir açıklama olarak görülür?

Evren dediğimiz bu dev "Şehriye çorbasının" içerisinde bize göre rastgele süreçler himayesinde bir şehriye tanesi olarak kazanda yüzüyor olmak kimi ve niçin rahatsız eder?

Arkadaşlar siz kimsiniz?

sevgili düşüngen..

bu bahsettiğin sorunun cevaplanmasını sanırım 2-3 yıl önce başka bir sitede işlemiştim.. şöyle ki..

bir insana "sen kimsin" diye sorduğunda önce adını söyleyecektir. sonra ne iş yaptığını/mesleğini, milliyetini, dini inancını, vs söyleyecektir.. aslında kendini açıklarken söylediği tüm bu kavramlar o insanın dünyaya geldikten sonra yaşadığı zaman ve coğrafyadaki atalarının oluşturduğu kültürel/sosyal bir kimlikten başka bir şey değildir..

kişi kim olduğunu değil, kimliğini açıklar bize..


ve bu kimlikler dünya insanlığında bir tür zenginlik/çeşni ve beraberinde ayrımcılık bölücülük kaos yaratır.. her insanoğlu doğduktan sonra kendisine eklenen ve kazandığı soyut kavramlarla kendini açıklamaya çalışır.. işte bu kişiliktir, kimliktir, benlik modülüdür..

yani ortada kişi/kim/ben yoktur.. yani insanoğlu kim olduğunu bilmemektedir, sadece bildiğini zannetmektedir..

o yüzden kişinin gerçek kim/ben olduğunu bulabilmesi için doğumundan sonra kendisine yüklenen tüm soyutlardan arınması gerekiyor..

ama bu arınma işi lafla söylendiği gibi kolay bir şey değildir.. yani kişi ben ahmet değilim, ben öğretmen değilim, ben hristiyan değilim, ben ingiliz değilim vs diyemez.. çünkü kişinin yaşamda kalıp soyunu devam ettirebilmesi için bir şeylere tutunması gerekmektedir.. işte bu tutunduğu şeyler kişiyi çeperde yaşatır, özünde/merkezinde değil..

çünkü insanoğlunun doğumundaki varolan mutlak mutluluğu elinden alınmış, eline yalancı/sahte mutlu olacağı şeyler verilmiştir.. ve artık kişinin yaşamı bu yalancı/sahte mutluluğuna ulaşmak, onu muhafaza etmek, onu yüceltmekle geçer.. o yüzden kişi kendisine yüklenen tüm bu soyutlara sıkı sıkıya sarılmak ve onları savunmak zorundadır..


insanoğlunun gerçek kendini/benini bulabilmesi için kendisine "ben kimim" diye sorduğunda verdiği her cevaba "hayır bu gerçek ben değilim" diye reddetmesi gerekmektedir ki bu içsel yolculuğu yapabilsin..

ama işte benlik modülü buna izin vermez.. o yüzden bir insan gerçek kendini/benini düşünerek, sorgulayarak bulamaz..

olur da o benlik modülünden arınabilirse, "ben kimim" sorusuna verdiği her cevaba "hayır bu gerçek ben değilim" diye reddedecek ve sonunda soracak sorusu ve verecek cevabı kalmadığında gerçek kendini bulacaktır..

işte o zaman gerçek kendisi/beni; insanoğlu türünün bir beden/vücutta kiracılık yapan bir safbilinç olduğunu algılayacaktır..

deran
07-06-2010, 11:09
Okuduklarım aklıma Candan Erçetinin şarkısını getirdi buraya eklesem topiğin ciddiyetini mi bozarım? bağışlayın lütfen...

http://www.izlesene.com/video/muzik-candan-ercetin---ben-kimim--2010-yeni-klip-/1448985


Candan Erçetin – Ben Kimim

Az mıyım çok muyum?
Var mıyım yok muyum?
Ben neyim?
Masal mıyım gerçek miyim?
Kaç mıyım göç müyüm?
Hiç miyim suç muyum?
Ben kimim?
İbret miyim cinnet miyim?
Hiçlikler içinde kanayan yürek
Yokluklar içinde savaşan beden
Boşluklar içinde karışan zihin
Güçlükler içinde değil miyim?
Yoksa.
Yoksa…
Her ihanete akıl erdiren
Her cehalete kılıf uyduran,
Her esarete fiyat biçtiren
Sen değil de ben miyim?
Ses miyim sus muyum?
Sis miyim pus muyum?
Ben neyim ?
Deha mıyım? Heba mıyım?
Ak mıyım pak mıyım
Al mıyım Sat mıyım
Ben kimim ?
Yarar mıyım? Ziyan mıyım?
Yalanlar içinde doğruyu bulan
Cayanlar içinde sözünde duran
Satanlar içinde ayak direyen
Yananlar içinde değilmiyim
Her adalete duvar ördüren
Her cesarete kilit vurduran
Her asalete boyun eğdiren
Sen değil de ben miyim
Geçimsizim bu günlerde
Kimsesizim bu yerlerde
Değersizim bu ellerde
Çaresizim doğduğum yerde
Geçimsizim bu günlerde
Kimsesizim bu yerlerde
Değersizim bu ellerde
Gölgesizim her gün her yerde

evrensel-insan
07-06-2010, 13:51
Saygideger Dusungen;

Narsist kisilik, benim algima gore bireyciliktir. Kisinin kendisini her firsatta one cikarmasi ve kendi cikari icin her seyi mubah gormesi, gelismis toplumlarda bireycilik, diger toplumlarda, megolomanlik, efelik, kulhanbeyligi v.s. olarak yansir.

En onemli fark, gelismis ulkelerdeki yansisinin, bireysel; diger ulkelerde ise, toplumsal olmasidir.

Kisiunin narsist dusunce ve davranisini, iyi/kotu, ya da dogru/yanlis olarak degerlendirmekten ziyade, bir ...e gore temelindeki zarar/yarar iceriginde degerlendirmek, daha tutarli olur.

Saygilarimla;
evrensel-insan

Düşüngen
07-06-2010, 16:09
Alıntı:
insanoğlu doğuştan ve sonradan yaşadığı ve öğretiler eşliğinde değişime uğrayan sahip olduğu nörokimyasal bir robottur dedik.. ve kişinin düşünce ve dolayısıyla tutum ve davranışlarını bu nörokimyasal yapısı belirler.. yani insanda özirade diye bir şey yoktur.. çünkü insan henüz kendinde değildir, kendini tanımamakta, kendine dışardan objektif bakamaktadır ve henüz kendini bulamamıştır..
o yüzden bir insan nasıl inanç düzeyinden sorumlu tutulup suçlanamzsa aynı şekilde bahsettiğin gibi narsizim/megalomanlık gibi durumları da tamamen kişin nörokimyasal yapısının dışa bir yansımasından başka bir şey değildir.. paslıçivi ---------

Sevgili paslıçivi, parlak fikirlerinizden çıkan aydınlatıcı bilgiler için teşekkürler..

İnsanda özirade var mıdır sorusunun üzerinde durmak lazım. Bu konu hakkında çokca söylenecekler var. Bu konu bahsettiğiniz gizemli matrix/paradoks ile yakından alakalı ve onu en iyi açıklayan argümanlardandır diye düşünüyorum. Kişinin, kararını herşeyden bağımsız kendi iradesiyle aldığını zannetmesi bir zihni yanılsamadır. Herşeyden bağımsız bir karar alınamaz çünkü herşeyden bağımsız bir irade yoktur var olduğunu iddaa edenler ruhculuğun propagandasını yapıyorlar demektir. Herşey sebep sonuç zinciriyle birbirine görünmez bağlarla bağlıdır. Herşeyden, nesnel bütünlükten bağımsız irade ancak ruh kavramında olur. Görünür evrende tuz ruhundan başka bir ruha rastlanamadığı için bağımsız irade sadece tuz ruhunda vardır, tuz ruhuyla da, dialog, monolog hatta ve hatta monodialog kuramayız, ortaya koyumumuz sadece onun adına onun ortada olmadığı bir koyumdur diyerek sevgili evrensel insanın kulağını çınlatalım...

Bağımsız olarak karar alan irade varmış gibi gözükür ama yoktur. Bağımsız bir iradenin varmış gibi görünüp var olmadığını bazı itiraflardan anlayabiliriz. Şöyle ki; Kişi bir suç işler daha sonra çok pişman olur, uzun uzun bu suçu işlemeye nasıl karar verebildiğini düşünür, kendisinden utanır, bir türlü nasıl yapabildiğini anlayamaz çünkü o an bilincinde olmadığı süreçlerce zorunlu olarak hareket etmiş, robot olduğunu adeta tescillemiştir. Hepimizin, "Düzmez düzmez iftiradır" dediğimiz ama sonra küçük kızları düzdüğü anlaşılan Hüseyin Düzmez(düzse bile Üzmez) hocamızın utanç verici durumu bu olaya iyi bir örnektir, yaptığı iyi örnek değildir yanlış anlaşılmasın sadece öziradeye olayına iyi bir örnektir..

Bu anlaşılamayan duruma hemen kılıf bulunmuştur bu kılıfın adı "kader"dir. Aslında bir yerde doğru, harekete yön veren çevre şartları ve içgüdü/dürtüler kişinin kaderidir. Kişi iradesiz yaptığı bu işin arkasında tanrının olduğuna inanır böylece bir bilinmeyen daha güya aydınlanmış olur.

Müsait bir zamanımızda özirade konusunu konuşmak isterim. Çok ilginç ve aydınlatıcı bir konu olduğunu düşünüyorum.
Sevgiler..

Düşüngen
07-06-2010, 16:40
sorgulamayız çünkü benlik modülü bizi uyutmaktadır ve bu tarz tutum ve davranışlar sergileyenler, hem kişisel hem toplumsal huzur ve mutluluğumuz için çok ciddi bir travma ve tehdittir.. o yüzden böyle insanları hemen bir şekilde yoketme yoluna gidip o sahte mutluluğumuzu veren derin uykudaki rüyamıza geri döneriz.. çünkü o insan toplumdan bir şekilde soyutlanıp ayrılmıştır ve benlik modülümüz tatmin olup bizi uyutmaya devam eder..

Sevgili paslıçivi, suç ve cezadan hareketle ahlak/yasak/ayıp kavramlarına varabiliriz. Bu kavramlar toplumun ortak çıkarı için ortaya atılmıştır çıkar amaçlı davranış kalıplarıdır. Diyebilirim ki, şu anki tüm ahlak/yasak kavramlarını ortadan kaldırırsak şu anki insanlık belirli bir zaman sonra yine aynı kuralları ortaya çıkaracak yok ettiğimiz ahlaka yakın bir ahlak oluşturacaktır, çünkü gemi başka türlü yol alamıyordur o an için bu bir zorunluluktur. Kısaca ahlak/yasak kuralları kaldırdığımızda herkes birbirini öldürecek sonunda bakacaklar ki bu işten kimsenin bir çıkarı yok toplum dolayısıyla bireyler her an tehdit altında yaşama uyum bozulmakta hemen adam öldürmeyi yasaklayacaklardır. Herşey eski dengesine yavaş yavaş dönecek kaldırdığımız eski ahlak kuralları yavaş yavaş tekrar hortlayacaktır.

Cezaevine atılan mahkumun durumu "Sen dışarıya uyamıyorsun bari içeride yaşa, kendi yağında kavrul" durumudur.
Tımarhaneye kapatılan delinin durumu ise dediğiniz gibi "Bilader ya sen bizim kafamıza uy ya da yöntemini söylede bizimde kafamız seninki gibi güzel olsun ama biz çoğunluğuz onun için senin değil bizim kafamız geçerli olacaktır" durumudur.
Asıl suçlu, suçu işleyen değil ona bunu yaptıran varoluş demiştiniz ya bu noktada varoluşa yardımcı olmak için zihni ve bedeni tedavi eden(topluma uydurmaya çalışan) hasteneler yapılmış hekimler yetiştirilmiş. Topluma uyamayanlar tornadan (psikolojik onarım)geçirilirler, tornanın kalıbı ise toplumun ortak onayıyla süreç içerisinde şekillenmiştir.

Düşüngen
07-06-2010, 16:55
En onemli fark, gelismis ulkelerdeki yansisinin, bireysel; diger ulkelerde ise, toplumsal olmasidir.


Sevgili evrensel insan, insanda potansiyel olarak var olan narsistlik bireysellikten toplumsallığa kaydırılarak bu enerjinin toplu çıkara hizmet etmesi amaçlanmış ama bu seferde toplumlar arası savaşlara zemin hazırlamış.

Eğer olurda bir gün bu bireysel narsizm ve toplumsal grup narsizmi, dünya insanlığının ortak yüceltilmesine, insanlığın bir kişiyi bile dışarıda bırakmadan mükemmelleştirilmesi gibi yüce hedeflere kanalize edilebilirse o zaman (belki) bir bütün olunduğu için karşımızda rakip olmayacak. Savaşacak grup, toplum bulunamayacak ve böylece savaşma imkanı bulunamayacak. Tek savaş/yarış insan ile zaman arasında geçecek (belki).
Sevgiler..

Düşüngen
07-06-2010, 17:02
Arkadaşlar bir sorum/sorunum var.

İletimi yazdıktan sonra cevapla butonuna basıyorum birden ekrana "Giriş yapmadınız ya da yetkiniz olmayan bir yere girdiniz" mesajı çıkıyor sonra bütün yazdıklarım uçup gidiyor. Bunu sık sık yaşıyorum.

Allahın işine karışılmaz ama neden yazılarım bu şekilde kayboluyor?
Ne yapmalıyım?

NOT= Bu mesajı hem bu sıkıntımı dile getirmek için hemde mesaj sayımı artırmak için yazdım..

Düşüngen
07-06-2010, 17:18
Sevgil Deran, Ben kimim? sorusuna cevap olarak bize dinlettirdiğin bu güzel türküden ötürü candan teşekkür edirim.
Sorularımız hakkında kendi türkülerini de bekleriz.
Sevgiler..

evrensel-insan
07-06-2010, 18:17
Saygideger Dusungen;

Sevgili evrensel insan, insanda potansiyel olarak var olan narsistlik bireysellikten toplumsallığa kaydırılarak bu enerjinin toplu çıkara hizmet etmesi amaçlanmış ama bu seferde toplumlar arası savaşlara zemin hazırlamış.-Dusungen-

Ben im dedigim surec, senin belirttiginin tam tersi bir surectir. Yani once toplumsal, totoliter kisilik olusur, bireyci kisilik ise daha sonraki asamadir. Oyuzden bir kulhanbeyi, toplumsal kisilige sahipken, bireyci akilci, bireysel kisilige sahiptir.

Soyle ornek vereyim. Bir kulhanbeyi, dusunce ve davranis olarak kendi biri icin degil de; onem/deger verdigi bir kisi, ya da deger icin kulhanbeyligi yapar. Halbuki bireyci akilci bir kisilik, dusunce ve davranista, sadece kendi bireysel cikarini dusunur.

Oyuzden gelismis ulkelerdeki birey yetistirimi, bireyci akilci; diger ulkelerekiler, ise toplumsal kisiligi sahiptir.

Mesela, Stalin, Hitler bireyci akilci iken; Ataturk, toplumsal kisilige sahiptir.

Bireyci kisilik ve toplumsal kisilik farki da, gelismis ulkeler ile diger ulkeler farkidir. Kisaca bireyci kisilik bencil iken; toplumsal kisilik, bencil degildir. Bireyci kisilik, kendini korurken; toplumsal kisilik, baskasini ve de etiksel, metafizik tabusunu degerini korur.

Saygilarimla;
evrensel-insan

paslıçivi
08-06-2010, 07:01
Okuduklarım aklıma Candan Erçetinin şarkısını getirdi buraya eklesem topiğin ciddiyetini mi bozarım? bağışlayın lütfen...



sevgili deran.. bu güzel şarkı ve şiir için teşekkürler..

ama meditasyonlarda bir az daha yoğunlaş bakalım.. çünkü ciddiyet inasanoğlunun en başbelası hastalığıdır.. yaşam ciddi olunamayacak kadar güzel, kısa ve coşku doludur..

ciddiyet; insan olan atalarımızın bize miras bıraktığı hastalıklı zihnin bir parçasından başka bir şey değildir.. yani benlik modülünün bir dayatımıdır.. aydınlanmış insanın ciddiye aldığı tek şey vardır, aldığı her nefesin hakkını verebilmek.. bu işi de ancak yaşamın kendisini ciddiye almayarak yapabilirsin zaten..:croc: onu yapabildiğin an benlik modülünden arınmışsındır..

paslıçivi
08-06-2010, 07:16
Arkadaşlar bir sorum/sorunum var.

İletimi yazdıktan sonra cevapla butonuna basıyorum birden ekrana "Giriş yapmadınız ya da yetkiniz olmayan bir yere girdiniz" mesajı çıkıyor sonra bütün yazdıklarım uçup gidiyor. Bunu sık sık yaşıyorum.

Allahın işine karışılmaz ama neden yazılarım bu şekilde kayboluyor?
Ne yapmalıyım?

NOT= Bu mesajı hem bu sıkıntımı dile getirmek için hemde mesaj sayımı artırmak için yazdım..

bu problemi ben de bir kaç defa yaşadım.. çok sıkıntılı bir durum, dakikalarca emek verip bir şey yazıyorsun, sonra bir tık uçmuş gitmiş..:crutch:

tavsiyem "cevapla" butonuna tıklamadan önce her yazdığın yazıyı "mavileyip kopyala", bahsettiğin durumla karşılaşsan bile tekrar "yapıştır" yaparak durumu kurtarıyorsun.. ben böyle çare buldum..

paslıçivi
08-06-2010, 07:47
İnsanda özirade var mıdır sorusunun üzerinde durmak lazım. Bu konu hakkında çokca söylenecekler var. Bu konu bahsettiğiniz gizemli matrix/paradoks ile yakından alakalı ve onu en iyi açıklayan argümanlardandır diye düşünüyorum. Kişinin, kararını herşeyden bağımsız kendi iradesiyle aldığını zannetmesi bir zihni yanılsamadır.

sevgili dostum..

benim aydınlanıp, varoluş karşısında kahkaha atmamın nedeni bu olayın farkındalığına erişmemdir zaten.. bunu algılayabilecek bilince eriştiğinde kahkaha atmaktan başka yapacak bir şey yok..

çünkü benlik modülünü keşfediyorsun ve benlik modülü insan denen canlıyı "düşündüğünü, bağımsız karar aldığını" zannettiren müthiş bir mekanızma.. yani insanoğlunu canlı bir bilgisayar haline getiriyor.. insanın bilgisayardan tek farkı yemesi içmesi ölmesi vs gibi canlılık belirtileri, başka bir farkı yok..

bir bilgisayarı nasıl imal eder, hangi programaları yüklersen öyle çalışmak zorundaysa insana da bir benlik modülü programı(software) yazılmış, donanım (hardware) da bedenimiz.. ve insan bu benlik (software) eşliğinde çalışmaktan başka yapacak bir şeyi yok.. tam bir biyolojik köle, robot.. bu yazılımı silmenin yolu da yani format dediğim olay da meditasyondur işte

insanoğlunda özgür muhakeme, özgür irade diye bir şey yoktur ama benlik modülü bize bunu böyle algılamamızı sağlatıp bizi çok güzel uyutuyor.. müthiş bir zihin yanılgısında yaşıyoruz.. ama bunun farkındalığına erişebilmek için benlik modülünden mümkün olduğunca arınmak/temizlenmek/kurtulmak gerekiyor..

yani başındaki takkeyi masanın üzerine koymadığın sürece takkeyi görememek gibi bir şey bu..


bu dünyada herkes kendi inancını doğru/hakikat diğerlerini yanılgı/batıl/yanlış algılamak zorunda.. ve bu yüzden bu insanlar birbirleriyle çatışıp duruyorlar zaten.. müslüman museviyi eleştirir, hristiyan müslümanı eleştirir, ateist hepsini eleştirir, budist kendinden başka insanın inancını hiçe sayar vs.. tüm hepsinde şablon gibidir bu.. hiç şaşmaz..

yani uykunun derinliği sözle anlatılacak gibi değildir.. o yüzden ben farkındalığı/aydınlanmayı tam bir uyanıklık olarak ifade ediyorum..


bu dünyada neye, kime, ne oranda hangi bilinç düzeyinde inanacağınıza "gerçek siz" karar vermiyorsunuz.. tüm bunların belirleyen şey doğumdan gelen nörokimyasal donanım ve üstüne dünyaya geldiğiniz zaman ve coğrafyanın soyutu.. herşeyi belirleyen bu ikisi..

sen şimdi, 2500 yıldır varolan ve yaratıcı bir tanrıya bırak inanmayı, algılamayan bile doğup büyüyüp ölmüş milyarlarca budisti herhangi bir sebeple suçlayıp yargılayabilirmsin? ya da milyarlarca çoklu tanrıya ya da ölüm sonrası karma yaşama inanan hinduyu suçlayabilir misin..

ama günümüz dünya insanına sorarsan suçlamak lazım.. çünkü onlar şöyle der.. herkeste akıl/zeka var, düşünüp hakikatı bulsunlar.. ve bunu söyleyenelere "peki hakikat nedir?" diye sorarsan herkes kendine yüklenen dogmayı ya da nonteistik inancını söyleyecektir.. yani herkesin soyutu kendine hakikattir, yani diğer bir deyişle herkes uyanmadığı sürece gördüğü rüyayı gerçek zannetmek zorundadır..

bilmiyorum komediyi/derin uykuyu algılayabiliyor musun.. bunu algılayabildiğin de kahkahayı basarsın zaten..

bu konu çok daha derin ve ayrıntılı bir konu.. bunun üzerine yoğunlaşalım..

bugünlük benden bu kadar..

Düşüngen
08-06-2010, 15:56
tavsiyem "cevapla" butonuna tıklamadan önce her yazdığın yazıyı "mavileyip kopyala", bahsettiğin durumla karşılaşsan bile tekrar "yapıştır" yaparak durumu kurtarıyorsun.. ben böyle çare buldum..

Tavsiyen için sağol ama çok geç kaldın, senin adına üzüldüm çünkü uçup giden yazılarımdan birinde varoluşun gizemini çözmüş ve açıklamıştım malesef uçtu. O yüzden bilinemezliğe devam etmek zorundasın..

Düşüngen
08-06-2010, 16:42
yani başındaki takkeyi masanın üzerine koymadığın sürece takkeyi görememek gibi bir şey bu..




Takke benliğini simgeliyor başının üzerinde olduğu için göremiyorsun ama o seni görüyor ve yönetiyor.
Takkeyi masanın üzerine de koyamıyorsun çünkü ondan izinsiz hareket edemiyorsun ve o bunu yapmana izin vermeyecektir çünkü
takkeyi masanın üzerine koyman takkenin sonu demektir benliğinin deşifre olması demektir, takkenin düşmesi kelin görünmesi demektir. Genetik şifrenin belirlediği beyin yapısı, aktarılmış nöral devreler, hormonal yönlendirilmeler, içgüdü, dürtüler bu şekilde programlanmış ve başına da benlik diyebileceğimiz takke yerleştirilmiş. Burada dikkate değer nokta, benliğin, müthiş bir evrimsel baskı altında programına riayet etmek zorunda olmasıdır. Bu yüzden takkeyi düşürüp kendi bindiği dalı kesmek istemez. Bu süreç doğal seçilim vasıtasıyla güvence altına alınmıştır.

Seni yöneten şapka sana şapkayı çıkarman için izin vermiyorsa ki vermez, onun için bir dış müdahale lazımdır ya da içerden şiddetli bir travma sonrası oluşan titreşim şapkayı düşürecektir noktasında size katılıyorum. İlave olarak, doğuştan zayıf bir benlik oluşumu(çıkar tutkusu olmamak) yine ek olarak, doğuştan aşırı merak duygusu öğrenme tutkusunun eşlik ettiği yüksek zeka benliği tehdit eden unsurlardır diyebilirim.

Düşüngen
08-06-2010, 16:44
Alıntı:
bu dünyada neye, kime, ne oranda hangi bilinç düzeyinde inanacağınıza "gerçek siz" karar vermiyorsunuz.. tüm bunların belirleyen şey doğumdan gelen nörokimyasal donanım ve üstüne dünyaya geldiğiniz zaman ve coğrafyanın soyutu.. herşeyi belirleyen bu ikisi..----------------------


Bu herşeyi belirleyen ikisi diyerek açıkladığın duruma bilimsel determinizm diyorum. Herşey birbirine görünmez bağlarla bağlı bir sebep sonuç zincirinden meydana geliyor. Kimin nerede ne yapacağı, ne zaman hangi etkiye hangi tepkiyi vereceği üst bir bilgisayar tarafından hesaplanabilecek olaylardır ve bu olayların henüz hesaplanmamış olması bunların baştan sağma süreçler olduğu anlamına gelmez. Herşey olması gerektiği gibi oluyor daha doğrusu evren yasalarının oluşturduğu sebep sonuç zinciri günlük yaşadığımız süreci oluşturuyor.

İnsan yaşadığı süreci doğuştan gelen "genler" ile sonradan kazanılan "memler"(kültür) oluşturur dahası bunların uymak zorunda oldukları biyolojik ve kültürel yasalar vardır ona göre davranırlar. Hepsi de hesaplanabilir yaşam bir matematiktir. Peki o zaman mücadele niçin var? diye sorulabilir. Mücadelenin sebebide matematiktir yani istekler bellidir ve bu isteklere ulaşmak için mücadele verenlerin bu isteklerini elde etme olasılığı mücadele etmeyenlerden istatiksel olarak daha fazladır. Doğal seçilimde bu istatistiksel veriyi gözardı etmez ve mücadeleciye yol verir. Mücadelecinin verebileceği asgari/azami mücadelede bellidir hesaplanabilir.
Hayat her ne kadar matematik olsada
Madem geldik dünyaya
Çalışalım fizik kimyaya


Alıntı: bu konu çok daha derin ve ayrıntılı bir konu.. bunun üzerine yoğunlaşalım..----------------------------------


Zaten daha önceki yazışmalarımızda "Matrix- paradoks" konusunu derinlemesine masaya yatırmalıyız derken bu konuya yoğunlaşmamızı tavsiye etmiştim ve her zaman ki gibi tarafınızdan reddedilmiştim.
Bencede yoğunlaşalım buyrun..
Sevgiler..
 
 
 
 
 
 

evrensel-insan
08-06-2010, 18:37
Saygideger Dusungen;

Tartismak icin degil de, merak ettigim icin soruyorum. Insanoglunun bir yerde tutundugu bir dal ve bir e goresi var. Paslicivi'nin e goresi, varolus, benim turumun bir biri olarak kendim ve turum, kiminin metafizik, inancsal varsal/varliksal izmi (materyalizm, idealizm, pozitivizm, realizm v.s.), kiminin etiksel ideolojik inancsal dogrusu (dini, milliyeti,ahlaki, politik gorusu (komunizm, sosyalizm, liberalizm v.s., ateizm, non teizm, monoteizm v.s.) kiminin yaraticisi (tanrisi, Allah'i v.s.):couch2:

Senin e goren nedir?, yoksa sen, su an;

Ruzgar kirdi dalimi,
Ellerin gunahi ne?
Ben yitirdim yolumu,
Yollarin gunahi ne?

Sarkisini mi, soyluyorsun?:lock1:

Saygilarimla;
evrensel-insan

paslıçivi
09-06-2010, 06:19
Tavsiyen için sağol ama çok geç kaldın, senin adına üzüldüm çünkü uçup giden yazılarımdan birinde varoluşun gizemini çözmüş ve açıklamıştım malesef uçtu. O yüzden bilinemezliğe devam etmek zorundasın..

canın sağolsun.. sen benden 10 yaş genç ve dinamiksin, o yazıyı tekrar yazar ve bu dostuna bir güzellik yaparsın da beni bu karanlıktan çıkarırsın..:tea:

paslıçivi
09-06-2010, 06:29
Takke benliğini simgeliyor başının üzerinde olduğu için göremiyorsun ama o seni görüyor ve yönetiyor.
Takkeyi masanın üzerine de koyamıyorsun çünkü ondan izinsiz hareket edemiyorsun ve o bunu yapmana izin vermeyecektir çünkü
takkeyi masanın üzerine koyman takkenin sonu demektir benliğinin deşifre olması demektir, takkenin düşmesi kelin görünmesi demektir. Genetik şifrenin belirlediği beyin yapısı, aktarılmış nöral devreler, hormonal yönlendirilmeler, içgüdü, dürtüler bu şekilde programlanmış ve başına da benlik diyebileceğimiz takke yerleştirilmiş. Burada dikkate değer nokta, benliğin, müthiş bir evrimsel baskı altında programına riayet etmek zorunda olmasıdır. Bu yüzden takkeyi düşürüp kendi bindiği dalı kesmek istemez. Bu süreç doğal seçilim vasıtasıyla güvence altına alınmıştır.

Seni yöneten şapka sana şapkayı çıkarman için izin vermiyorsa ki vermez, onun için bir dış müdahale lazımdır ya da içerden şiddetli bir travma sonrası oluşan titreşim şapkayı düşürecektir noktasında size katılıyorum. İlave olarak, doğuştan zayıf bir benlik oluşumu(çıkar tutkusu olmamak) yine ek olarak, doğuştan aşırı merak duygusu öğrenme tutkusunun eşlik ettiği yüksek zeka benliği tehdit eden unsurlardır diyebilirim

:thumb:

işte o kelin ortaya çıkması kişinin kendiyle yani gerçeklerle yüzleşmesidir.. ama "her yiğidin bir yoğurt yiyişiyle" birlikte "benim yoğurdum ekşi" diyen yiğit gördün mü hiç..

varlık mücadelesi bir dayatma/zorunluluktur, o yüzden her benlik "ekşi yoğurdunu/kelini" saklayıp "benim yoğurdum taze/ben sırma saçlı bir yiğidim" diye sahnede rolünü oynamak zorundadır..

paslıçivi
09-06-2010, 07:41
inanmak....

inanmak/inanç denilen kavramın;

"bildiğini zannetme yanılgısı" ve

"aklın/düşüncenin/sorgulamanın gücünün bitip tükendiği ve teslim olduğu nokta"

olarak daha önce ifade etmiştim..

şöyleki.. bilinçli bir canlı türüyüz.. ve bilincimize yansıyan bir varlık/evren var.. bu bilincimize yansıdığında/çarptığında "?" oluşuyor.. yani "bu nedir?"

işte insanoğlu "bu nedir?" in peşinde koşuyor varolduğundan beri ya da bilnçli bir canlı türüne evrimleştiğinden beri..

varolan bilinciyle aklediyor, düşünüyor, sorguluyor ama bir türlü bilincine yansıyan varlığı/evreni bir bütün olarak ortaya koyamıyor..

bir bütün olarak ortaya koymayı açmak istiyorum.. insanoğlunun bilincinde oluşan bazı kavramlar var.. kendisine yansıyan "şey"i bu kavramlar eşliğinde tanımlayıp ortaya koyabiliyor.. bu kavramların başlıcaları ve en önemlileri 3 tanedir..

1-zaman 2-mekan 3-içerik

yani insanoğlu bilincine yansıyan evreni/varlığı/şeyi zaman, mekan ve içerik olarak ortaya koyup o şekilde dışarı yansıtmak zorunda.. başka türlü bilinci(daha doğrusu benliği) tatmin olmaz, olmayacaktır..

yani insanoğlunu bilinci bir ayna görevi görür, bu aynaya çarpan/yansıyan şeyi olduğu gibi yansıtmak yerine bu bahsettiğim 3lü kavram eşliğinde dışarı yansıtmaya zorlanır..

işte yaşamın/hayatın esprisi de burdadır zaten..

insanoğlu varolan hem somut hem soyut donanımıyla sınırlı/limitli algılayıcılarla donanmıştır.. yani kendisne yansıyanı bir bütün olarak ortaya koyması/bilmesi an itibariyle mümkün değildir, imkansızdır..

ama benlik modülüyle/softwareyile donanmış olan bu bilinç bunu kabul etmez, edemez, deklare edemez.. yani insanoğlu denen canlı türü kendisine yansıyan varlığı/şeyi bir bütün olarak ortaya koyamayacağını/bilemeyeceğini/yansıtamayacağını kabul edip deklare edemez.. çünkü tatmin/tatminsizlik üzerine kurgulanmış benlik/software kesinlikle buna müsaade etmez..

işte bunu yani bize yansıyan şeyi/varlığı bir bütün olarak ortaya koyamayacağımızı/bilemeyeceğimizi algılayıp kabullenebilmek için bu benlik/softwareden kurtulmak gerekir.. ve bundan kurtulmanın yolu da zaten benliğin fonksiyonları olan "düşünme/sorgulama" yoluyla olmaz.. dediğimiz gibi benlik kendi bindiği dalı kesmez.. ve dışardan müdahele şarttır, yani abse kendiliğinden iyileşmez, abse=drenajdır, yani neşteri vurmaktır..


işte tüm donanımlarını sonuna kadar zorlayıp kendine yansıyan şeyi/varlığı bir bütün olarak ortaya koyamayan ama bunu da bir türlü kabuledemeyen benlik bir noktada insan bilincini kapatır ve sorgulama/düşünme mekanızması tıkanıp iflas eder ve teslim olur.. işte sorgulamının bittiği tam o noktadan sonra kişinin uykusu başlar, çünkü bilinç stnd-by konumuna geçmiştir..

benlik modülü aslında bir elektrik sigortası gibi kişiyi korur.. nasıl bir eve varolan elektirk donanımın kaldırabileceğinden fazla voltaj geldiğinde sigorta atıp elektriği kesiyorsa benlik modülü de aynı şekilde çalışır.. kişinin varolan benlik&bilinç donanımını zorlayan bir üst voltajda/sorgulamada benlik bilinci kapatıp kişinin manevi/soyut/ruhsal aygıtını koruyup kayışlarını koparmasına engel olur ve kişinin sorgulamasını kesip uykuya dalmasına neden olur..


konuya biraz daha açılım getirmek amacıyla şöyle bir örnek verelim..

inanç dediğimiz şey sevgi, aşk, korku, heyecan gibidir.. yani akli melekelerinizin bittiği noktadan sonra başlayan bir düşünce/duygulanma kombinasyonudur.. bir insana aşık olup olmamayı, bir şeyden korkup korkmamayı, heyecan duyup duymamayı nasıl aklınızla/düşüncenizle belirleyemezseniz inanç/iman da aynı şeydir..

daha da açmak gerekirse..

sizin karşınıza getireceğim ve benim seçtiğim karşı cinsten birine hadi bu kişiyi sevin ve aşık olun desem yapamazsınız..

ya da aşık olup sevdiğiniz bir kişiye siz kendi düşünce/sorgulamanızla aşkınızı/sevginizi bitiremezsiniz..

yılan, böcek, yükseklik gibi korkularınızdan düşünerek/sorgulayarak kurtulamazsınız..

bir hastalık olan obsessif kompülsif nöroz dediğimiz düşünce ve davranış takıntısı olan hastalığınızdan düşünerek/sorgulayarak kurtulamazsınız.. yani sık sık el yıkama, evde ocağı elektriği ütüyü çeşmeyi kontrol etme vs olan saçma olduğunu bildiğiniz ama düşünerek bunlardan kurtulamadığınız hastalıktan bahsediyorum..

ya da adrenalin sporlarını yaparak ben şimdi heyecanlanmak istemiyorum ve bu yüksek yamaçtan paraşütle ya da şu iple atladığımda heyecanlanmıyacağım deyip bunu kontrol edemezsiniz..

bu örnekleri çok sayıda çoğaltabilirsiniz.. bu örnekler size ne olduğunuzu gösterir biliyormusunuz.. nörokimyasal bir robot olduğunuzu...

işte iman/inanç (burda hangi teizm veya nonteizm düzeyi olduğu hiç önemli değil) dediğimiz durum da böyle bir şeydir.. sizin düşünme/sorgulamanız dışında ve kontrolünde bir tutum ve davranış şeklidir..


hayır bu böyle değildir diyen biri varsa bir adım öne çıksın ve çok değil bir günlüğüne inancını değiştirip bir gün sonra tekrar eski inancına dönsün bakalım, yapabiliyor mu?

yani diyorum ki bir ateist çıksın bir günlüğüne müslüman, budist, deist vs gibi takılsın. bakalım yapabiliyor mu, kendini o kişinin yerine koyup, empati kurup onun yaşadıklarını, algısını, hislerini yaşayıp deneyimleyebiliyor mu..

ya da sitemizin müslümanlarından biri bir günlüğüne ateist takılsın bakalım.. ateizm ağır geliyorsa hıristyan yada sünniyse alevi, aleviyse sünni vs takılsın ve dönüşsün bakalım.. bir gün sonra tevbe edip eski inancına dönsün yapabiliyor mu..

tüm bunlar imkansızdır..

o yüzden hiç boşu boşuna birbirinizi yiyip durmayın.. çünkü hiçbirinizin kontrolü gerçek sizde değil, yani sizler uyanık değilsiniz.. çok derin uykuda bir rüyada ya da uyku mahmurluğunda bir yaşam sürüyorsunuz..

ve siz buna yaşam diyorsunuz.. zamanında ben de bunları yaşadım.. bu yaşadığınız şey yaşam değil, siz sadece yaşadığınızı zannediyorsunuz..

ve tüm bunlar bu insanları eleştirmek/aşağılamak amacı kesinlikle gütmemektedir.. her zaman dediğim gibi bir yansıtmadan ibarettir herşey..


dostum benden bugünlük bu kadar..

Düşüngen
09-06-2010, 15:37
Insanoglunun bir yerde tutundugu bir dal ve bir e goresi var. Paslicivi'nin e goresi, varolus, benim turumun bir biri olarak kendim ve turum, kiminin metafizik, inancsal varsal/varliksal izmi (materyalizm, idealizm, pozitivizm, realizm v.s.), kiminin etiksel ideolojik inancsal dogrusu (dini, milliyeti,ahlaki, politik gorusu (komunizm, sosyalizm, liberalizm v.s., ateizm, non teizm, monoteizm v.s.) kiminin yaraticisi (tanrisi, Allah'i v.s.):couch2:
Senin e goren nedir?, yoksa sen, su an;
Ruzgar kirdi dalimi,
Ellerin gunahi ne?
Ben yitirdim yolumu,
Yollarin gunahi ne?
Sarkisini mi, soyluyorsun?:lock1:



Sevgili evrensel insan, temiz aklınız ve duygularınızla sorduğunuz soruya kendi yazdığım duygu dolu bir şiirle cevap vereyim;

Şans gülmedi bahtımıza
Kıyak geçti bazımıza
Felek sı_tı ağzımıza
Kimse gelmez yasımıza

Örneklediğiniz ideolojik/politik akımlardan hangisine uygunum bilmiyorum, uygunmuyum onu da bilmiyorum. Boşda gezen bir müridim diyebilirim.

Şunu diyebilirim; Bahsettiğiniz ideolojik/politik/inançsal kavramlar yaşamda var olmak, genlerimizin devamının bekası olarak ortaya çıkmış uyum tarzlarıdır.
Daha öncede söylediğim gibi, kim ne olursa olsun yeter ki mutlu olsun(temel ihtiyaçların karşılanması anlamındaki mutluluk). Afrikada ki bebelerde açlıktan ölmesin.
Ve size bir tüyo vereyim; En iyi mutluluk paylaşılan mutluluktur bu bilimsel bir gerçektir ama kimseye söylemezler çünkü evrimsel işler birinin mutlu diğerinin mutsuz olması fesatlığıyla dinamizm kazanıyor da ondan(bana kızmayın). Dahası mutluların düşlerinin bölünmemesi için o yüce duygunun paylaşılması dile getirilmez.

Samimi söylüyorum ki, sizin gibi türünün acılarını hisseden, empati kurabilen, çözüm gücü yüksek bireyler tasarladıkları yaşam formülleriyle insanlığın daha uygun şartlarda daha mutlu günler yaşamasını sağlayabilirler. Ekmek yapmayı keşfeden neolitik çağ insanı gibi. O insanda mağara insanlarının keşfettiği ve miras bıkaktığı ateşle aydınlanmış ve ekmek yapmayı bulmuştu.
Tabi bu yaşam kalitesi artışı tasarımı, diğer yaşam kalitesi artışını tasarlayanlarla kıyasıya bir mücedeleye girebilir. Bunu önlemenin tek yolu ortak bir bilinç oluşturmaktan geçer.

Yine kendi yazdığım duygu yüklü bir şiirle bitirmek istiyorum;

Bana ne dünyanın derdinden gamından
Ben zaten dertli doğdum anamın camından..

Sevgiler..

evrensel-insan
09-06-2010, 16:23
Saygideger Dusungen;

Boşda gezen bir müridim diyebilirim.-Dusungen-

Herseyden once samimi vermis oldugun cevaplarin icin, tesekkurler. Kendi acimdan, senin dusunceni daha net algilayabilmek ve dusunce yontemini taniyabilmek adina, birincisi; senden alinti yaptigim cumlede kullandigin "murid" kelimesine verdigin, icerik var mi?, yoksa sadece bir kullanim sekli mi, yani murid yerine "adamim, monadim, kulum, garibim v.s." de denebilir mi? Yoksa bu murid bilincli bir kullanim mi?

Birde dusunce yon ve yontemini algilama adina, nasil dusunce uretiyorsun?, mesela ben; dusunce uretirken, birikimimi, hep dogal dusuncenin sorunundan yola cikarak kullanir ve sorunun tum resmini ortaya koyarim. Sonra da, resmin neresinde ve neden oldugumu sorgular, resmin disina nasil cikacagimin dusuncesini uretirim.

Aslinda, belki de benim, dusunce farkimin ve de baskalarina gore "sorunumun" temeli, her turlu dil kullaniminda bir bilinclilik aramak. Halbuki kisiler, cogu zaman neden ne yaptiginin veya ne oldugunun, ya da neden o oldugunun bilincinde ve farkinda degil.

Senin kullandiogin cumlelerden de ben boyle bir izlenim aldim. Yaniliyor muyum?

Cunku herseyin basinda ve onemle, kisinin neyi neden yaptigini ve neden onu yaptigini bilincine cikarmasi gerekir ki, hem kendine, hem de soranlara yanit verebilsin.

Tabi sen "satmisim anasini ben bu dunyanin", ya da "dunya yanarsa yansin, banane; bende dunya ile yanarim olur biter" temelli bir "vurdumduymazlik/bananecilik/bosvermislik v.s. (bunlar benim secimimdir, sakin ustune alinma!)" de de karar kilmis olabilirsin.

Ama unutmamak gerekiyor ki, yasam ve iliskiler devam ediyor ve paslicivinin cok onem verdigi ve seninde onemsedigin, mutluluk ise konu eger ve bu durum seni mutlu kiliyorsa, tabi ki mesele yok.

Cunku dusunce uretimi dahil, aktivite, sorgulama; ancak kisi acisindan, bir rahatsizlik/zarar/sorun goruldugunde ancak sorgulanir.

Yoksa, evrensel insan zaten; mutlu oldugunu dusunen bir kimsenin, onun algilayamayacagi ve portatif sorunlarla, ona bir sey vermek yerine, mutlulugunu bozar.

Bu da evrensel insan'in vicdan algisina (hem kendine, hem de baskasina dusunsel ve fiziksel zarar, rahatsizlik vermemek) terstir.

Oyuzden, lutfen seni bu mesaj rahatsiz ettiyse veya ederse de belirt. Sonucta, benim baskasina zarar vermememin temelinde, benim bunu algilayabilmem yatar. Bu da benden gelen bilinc duzeyi algisi yerine, kisilerin bana bunu bildirmesiyle ortaya cikar.

Eger ilgini cekerse, evrensel,in kosesi ilk sayfa da, benim de bir siirim, bir insanlik tanimim, bir de vecizem var.

Saygilarimla;
evrensel-insan

Düşüngen
09-06-2010, 16:26
[QUOTE=paslıçivi;310960]
bir bütün olarak ortaya koymayı açmak istiyorum.. insanoğlunun bilincinde oluşan bazı kavramlar var.. kendisine yansıyan "şey"i bu kavramlar eşliğinde tanımlayıp ortaya koyabiliyor.. bu kavramların başlıcaları ve en önemlileri 3 tanedir..
1-zaman 2-mekan 3-içerik


Bahsettiğiniz bermuda şeytan üçgeni güzel tesbit ve varoluşsal bir gereklilik. Aynada bu üçgen oluşuyor. İnsan zihininin diğer hayvanlarda olmayan bir ayrıcalığı yaşamsal avantaj sağlayan zihin yetilerinin bir artığıdır. Maksat boşlukları dolduruyormuş gibi yapmak. Bilinmeyen yerlerde "Okey/joker" kullanmak. Şu an dünya insanlığı okey dönüyor diyebiliriz miyiz hemde sahte okey?

Alıntı:
işte bunu yani bize yansıyan şeyi/varlığı bir bütün olarak ortaya koyamayacağımızı/bilemeyeceğimizi algılayıp kabullenebilmek için bu benlik/softwareden kurtulmak gerekir.. ve bundan kurtulmanın yolu da zaten benliğin fonksiyonları olan "düşünme/sorgulama" yoluyla olmaz.. dediğimiz gibi benlik kendi bindiği dalı kesmez.. ve dışardan müdahele şarttır, yani abse kendiliğinden iyileşmez, abse=drenajdır, yani neşteri vurmaktır..------------------


Tamamen katılıyorum ve çevremden edindiğim izlenimlerimde bu yönde. Örneğin, çıkarcı, para peşinde koşan mutsuzluk/tatminsizlik yaşayan tanıdıklarım derler ki, Şu arsayıda alayım tamam ya da şu kadar daha param olsun tamam ama hiçbir zaman bu kısır döngüden çıkamazlar. Çünkü tatminsizlik/doyumsuz aç gözlülük üzerine kurgulanmış benliği ne uçsuz bucaksız arsalar ne de bol sıfırlı mevduatlar doyurabilir. Bu huzursuzluk ve tatminsiz sıkıntı hali mezara kadar devam edecektir.

Tek kurtuluş bu benlikten kurtulup özgür olmak. Seni başarıya hedefe güdüleyen bencil genlerden kurtulmak gerekmektedir. Bahsettiğimiz nükleoitlerin/genlerin en uygunu arama en güçlüyü yaratma serüveninin bir kölesi olmamak gerekmektedir. Bunun içinde dediğiniz gibi, bu genlerin oluşturduğu zihin yapısından bir şekilde meditasyon-travma - dış müdahale ile kurtulmak gerekmektedir ya da bir şekilde çıkardan arınmak, bencil genlerden özgürleşmek lazımdır. Genlerin zihniyle düşünürsek kurtulamayız çünkü genler kendilerini öldürecek ya da kendi çıkarına ters düşecek bir fiiliyatın içine girip kendi bindiği dalı kesmezler.

Düşüngen
09-06-2010, 16:31
inanç dediğimiz şey sevgi, aşk, korku, heyecan gibidir.. yani akli melekelerinizin bittiği noktadan sonra başlayan bir düşünce/duygulanma kombinasyonudur.. ..


Yukarıdaki sevgi, aşk, korku, heyecan gibi duygulanım örneklemeleri doğuştan yüklenmiş varoluşun armağanı olan davranış kalıplarıdır. Bu davranışlar (Korku-heyecan-sevgi) Çin'de de aynıdır, Alaska'da da aynıdır tüm insanlığın ortak biyolojik kalıtımıdır. Her insan yaşamını tehdit eden bir durum karşısında korku duyacaktır ister seve seve ister normal yolla hepimiz elimizde olmayarak robotik otomat bir tutumla bu duyguyu yaşarız.

Bu doğuştan gelen duygulara ek olarak -tapulu arsa- olarak gelen zihnimize dikilen gece kondularda mevcuttur, bu gece konduların mimarisi zaman ve coğrafyaya göre değişmektedir ama aynı amaca hizmet ederler. Uyum adına boşlukların doldurulması mecburiyeti. Doldurulan boşluklarda biyolojik yapımızın bir parçası bir uzantısı görevi görmektedir. Bu boşlukların eleştirilmesi, yanlışlanması her coğrafya insanın aynı tedirginliği duymasına sebep olur çünkü boşluklar sorgulanmamak üzere doldurulmuş sabitlenilmiş bilinç dışı durumdur, ancak bu biçimde yola devam edilmiştir.
 

Düşüngen
09-06-2010, 17:04
Yaşam demek farkındalık demektir.
Farkındalığı olmayan yaşama yaşam denmez o sadece fizyokimyasal bir eylemdir, bunun ötesine geçmez.

İnsan bu farkındalığa ulaşabilecek tek yaşam formudur, diğer hayvanlar bu durumu algılayamazlar. Algılayamadıklarından onlar için yaşam söz konusu değildir. Onlar sadece canlıdır varoluşları fizyokimyasal tepkimelerdir. Bu yüzden de herhangi bir soyut kurma gereği duymazlar çünkü onlar doğanın ta kendisidir.

Oysa insan bir kere doğanın dışına düşmüştür. Özgür düşünce kazanarak bir yandan doğanın dışına düşüp diğer yandanda ana rahminden kurtulan çocuğun korku ve kaygılarını duymaktadır o yüzden doğduğu an ağlamaya başlar çünkü huzuru kaçmıştır bu özgürlüğünün bedelidir. Canlılığın efendisi olması için dört boyutlu düşünme yeteneği kazanmış olan insan bu özelliğinin kendisini hem vezir hemde rezil edeceğinin farkında değildi. Doğayı kendi isteğine göre manipüle ederken bir yandan da bu dört boyutlu düşünme yeteneğinin sonucu "Ben kimim? Nerden çıktım nereye gireceğim?" gibi sorular karşısında kalmıştır. Bu avantajlı ve dezavantajlı durum karşısında bir denge gereği ortaya çıkmış ve bu gereklilik hayal gücü yüksek arkadaşlarca karşılanmıştır.

Yaşam kimin için gerçekten vardır?
Yaşamı kendisine yabancılaşmadan yaşayan, kendini, çevresini ve kendinin zihinsel aktivitelerinin ayırtında farkındalığında olanlar için vardır. Ayrıca bu yaşamının ölünce geri dönülmez olarak biteceğini bilenler için vardır, bir daha olmayacağı gerçeğini algılayanlar ve kabul edenler için vardır.

İnsan doğayı aşarak yani bilinç kazanarak adeta sonsuz ve ürkütücü bir karanlığın içine düşmüştür, doğadan kopmuş kendi minik doğasında çırpınmak zorunda kalmıştır. İmdadına kendi ürettiği, ihtiyaç olarak ortaya çıkan soyutlar yetişmiştir. Ne olduğunu, nereden geldiğini sorgulayacak beyin donanımına sahip olmuş ve onu motive edecek soyutlar tasarlamıştır. Söz gelimi, bir ineğin bilinci olmadığından herhangi bir soyut kurma ihtiyacıda doğmamıştır çünkü kendini bilmez ve neden geviş getirdiğini annesine sormaz.

Yaşam ve ölüm bilincinin bilincinde olan insanlar için mevzu bahisdir.
Diğerleri için yaşam yoktur dolayısı ile ölüm ve ölüm korkusu da yoktur(burası çok önemli ama koyulaştırmayı bilmediğim için işi parantez aralarıyla yürütmeye çalışıyorum).

Bu bahsettiklerim kendi aynamdan bir yansıtmadır çünkü aynalıyım (Liseyi bitirdikten sonra polis akademisine girebilseydim aynasız olacaktım dolayısı ile yansıtma yapamayacaktım).

Sevgiler...

evrensel-insan
09-06-2010, 17:20
Saygideger Dusungen;

Yaşam ve ölüm bilincinin bilincinde olan insanlar için mevzu bahisdir.
Diğerleri için yaşam yoktur dolayısı ile ölüm ve ölüm korkusu da yoktur-Dusungen-

Insanoglunun mustakil var olarak dogan biri icin; ne dogum ne de olum ardir. Dogum insiyatifinde degildir, kendi olumunu de, kendisi yasayamaz. Yani "ben oldum" iyemez. Iste bu temelde mustakil var olarak dogan bir insanoglu biri icin sadece yasam ve yasam tehlikesi vardir.

Zaten, tum sistem ve duzeniyle, dogal dusunce; kisilerin elinde olan bu yasami ellerinden alabilmek ve kontrol edebilmek icin, yasamin onune olumu ve etiksel, metafizik ideolojik inancsal dogrulari koyarlar. Bu da kisinin kendi hayatini kendinin yasamasini degil, baskasinin ve baska degerlerin yasatmasini getirir.

Iste birey bilincinin ilk asamasi, kisinin bir tek yasami oldugu v bunu yoneltim ve yontemini ve de kontrolunu kendisini ele almasi gerektigini bilince tasimasidir. Yani KENDI KENDINI YASATMASIDIR. Cunku yasamanin bilinc ve farkindaligina varan, ancak YASAR ve YASATIR. Dogum da, olum de, yani yasamin her iki ucu da, mustakil var olan varlik insanoglu turu birinin kousu degildir, turunun konusudur.

Bu konuda, evrensel'in kosesin deki "ben/birey/bencillik farki-bagi" adli son mesaja bakabilirsin.

Not: Koyulastirmayi, koyulastiracagin yeri highlight yapip, B(ekrandaki B, klavyede ki degil)t harfine tiklayarak gerceklestirebilirsin.

Saygilarimla;
evrensel-insan

Düşüngen
09-06-2010, 17:23
[QUOTE=evrensel-insan;310996]
Boşda gezen bir müridim diyebilirim.-Dusungen-

Herseyden once samimi vermis oldugun cevaplarin icin, tesekkurler. Kendi acimdan, senin dusunceni daha net algilayabilmek ve dusunce yontemini taniyabilmek adina, birincisi; senden alinti yaptigim cumlede kullandigin "murid" kelimesine verdigin, icerik var mi?, yoksa sadece bir kullanim sekli mi, yani murid yerine "adamim, monadim, kulum, garibim v.s." de denebilir mi? Yoksa bu murid bilincli bir kullanim mi?


Sevgili evrensel, mürid kelimesini söz gelimi söylemiştim herhangi bir içerik aramanıza luzum yok insanım anlamında kullanmıştım.




Alıntı:
Yoksa, evrensel insan zaten; mutlu oldugunu dusunen bir kimsenin, onun algilayamayacagi ve portatif sorunlarla, ona bir sey vermek yerine, mutlulugunu bozar.
Bu da evrensel insan'in vicdan algisina (hem kendine, hem de baskasina dusunsel ve fiziksel zarar, rahatsizlik vermemek) terstir.


Önemli olanda budur. Mutluluk canlılık için amaçtır lakin bu amaçtan elde olmayan nedenlerden dolayı sapılmışsa sizin gibi toplum mühendisi diyebileceğimiz kazanın dışından kazana bakabilme yeteneğine sahip bireyler çözüm odaklı girişimlerde bulunabilirler tarih boyuncada böyle olmuştur bu gerekliliktir. Çünkü çözüm üretecek toplum mühendisi de aynı kazanda kaynamaktadır ve bu kurtuluş onun çıkarınada uygundur.


Alıntı:
Oyuzden, lutfen seni bu mesaj rahatsiz ettiyse veya ederse de belirt. Sonucta, benim baskasina zarar vermememin temelinde, benim bunu algilayabilmem yatar. Bu da benden gelen bilinc duzeyi algisi yerine, kisilerin bana bunu bildirmesiyle ortaya cikar.-------------

Niçin rahatsız olayım sevgili evrensel insan, şurada yaşamı paylaşıyoruz birbirlerimizle ve okuyucularla göremediğimiz ama varolduğuna emin olduğumuz bağlar kuruyoruz.
Sevgiler..

evrensel-insan
09-06-2010, 18:02
Saygideger Dusungen;

Niçin rahatsız olayım sevgili evrensel insan, şurada yaşamı paylaşıyoruz birbirlerimizle ve okuyucularla göremediğimiz ama varolduğuna emin olduğumuz bağlar kuruyoruz-Dusungen-

Tesekkurler, bende; senin deyimin ile toplum muhendisligi adina, belki gerekli/onemli gorur de ilgilenirsin diye, gerekli gordugumde, konu ile ilgili baska mesaj kaynaklari vermeye devam edecegim. Okursun, okumazsin; tabi ki o senin bilecegin bir is. Sonucta, toplum muhendisligi, toplumun biri acisindan muhendise ihtiyac duyulursa, gereklidir. Ama, sonucta toplum muhendisi, oradadir ve sadece ihtiyac duyanlara, yonelik vardir ve birikimini karsiliksiz vermeye hazirdir.

Saygilarimla;
evrensel-insan

paslıçivi
10-06-2010, 07:25
bir bütün olarak ortaya koymayı açmak istiyorum.. insanoğlunun bilincinde oluşan bazı kavramlar var.. kendisine yansıyan "şey"i bu kavramlar eşliğinde tanımlayıp ortaya koyabiliyor.. bu kavramların başlıcaları ve en önemlileri 3 tanedir..
1-zaman 2-mekan 3-içerik


Bahsettiğiniz bermuda şeytan üçgeni güzel tesbit ve varoluşsal bir gereklilik. Aynada bu üçgen oluşuyor. İnsan zihininin diğer hayvanlarda olmayan bir ayrıcalığı yaşamsal avantaj sağlayan zihin yetilerinin bir artığıdır. Maksat boşlukları dolduruyormuş gibi yapmak. Bilinmeyen yerlerde "Okey/joker" kullanmak. Şu an dünya insanlığı okey dönüyor diyebiliriz miyiz hemde sahte okey?


evet sevgili düşüngen.. güzel bir benzetme yakalamışsın..

insanoğlu bilincine yansıyan varlığı/şeyi bir bütün olarak bilmiyor..

yani okey oynayan biri nasıl elindeki taşları belli bir dizilime(bütünlüğe ulaşmak) sokup bitirmek istiyorsa, insanoğlu da bilincine yansıyan şeyi bir bütün olarak ortaya koymak/bilmek istiyor.. ama elindeki taşları öyle yapıyor, böyle yapıyor, şöyle diziyor bir türlü olmuyor, yani ıstakadaki taşları bir bütünlük haline getirip bitiremiyor.. çünkü taşlar eksik..

işte bitmeyen eldeki taşları bitirmek için okey taşını bekliyor.. ve okey/joker taşı geldiği zaman taşları bitirdiğini zannediyor.. aslında el bitmemiştir, sadece joker/okey taşı desteğiyle bittiğini zanetmişsindir.. yani sana siyah 8 lazımdır ama sen bu taşı asla bulamıyorsun, sana gelmiyor, sen de bu kez siyah 8 yerine jokeri koyarak sahte bir siyah 8 varediyorsun..

işte siyah 8 yerine geçen bu joker/okey taşı inançtır.. sen elini/ıstakanı gerçek anlamda bitirmediğin halde bitirmiş gibi yapıyorsun yani bitirdiğini zannediyorsun..

bu joker olan taş dünya insanlığında zaman, coğrafya ve kişinin nörokimyasal donanım ve değişimine göre çok farklılıklar gösteriyor.. tüm bunların hepsi teizm ve nonteizm düzeyi inançlardır..

yani tüm gnostik yanaşımda yaşayan insanlar kendine yansıyan evreni/şeyi bir bütün olarak bilmediği halde joker kullanarak bildiğini zannetmektedirler..

işin en ilginç tarafı; kişi siyah 8 yerine joker/okey taşını kullandığı halde bunu farkedemiyor ve o jokeri gerçekten siyah 8 olarak algılıyor..

ve herkesin elindeki siyah 8 zannettiği joker farklı olduğu için dünya insanlığı derin bir uykuda birbirini yiyiyor..

paslıçivi
10-06-2010, 08:02
Bu doğuştan gelen duygulara ek olarak -tapulu arsa- olarak gelen zihnimize dikilen gece kondularda mevcuttur, bu gece konduların mimarisi zaman ve coğrafyaya göre değişmektedir ama aynı amaca hizmet ederler. Uyum adına boşlukların doldurulması mecburiyeti. Doldurulan boşluklarda biyolojik yapımızın bir parçası bir uzantısı görevi görmektedir. Bu boşlukların eleştirilmesi, yanlışlanması her coğrafya insanın aynı tedirginliği duymasına sebep olur çünkü boşluklar sorgulanmamak üzere doldurulmuş sabitlenilmiş bilinç dışı durumdur, ancak bu biçimde yola devam edilmiştir.


bahsettiğin gecekondular teizm düzeyi inançlardır.. yani bize yansıyan varlığı/şeyi bir bütün olarak ortaya koyan hazır paket programlardır.. ve dediğin gibi zaman ve coğrafyaya göre üstbilinçler tarafından inşa edilmiştir.. ama her gecekondu/hazır paket program/din çok farklı içeriklerle yüklenmiştir.. kimsinde tek bir tanrı kimisinde birden çok tanrı, kimisi tanrısız, kimisinde ölüm sonrası ikili yaşam, kimisinde çoklu yaşam, kimisinde karma yaşamlar vardır..

her ne kadar kullanılan bu gecekondu inşaatında kullanılan malzemeler farklı olsa da her gecekondunun ortak noktada buluştuğu 2 asli görevi vardır..

1.. ölüm bir son değildir, ölümden sonra yaşam/yaşamlar vardır..

2.. bu dünyada yaşadığınız adaletsizlikler, acılar ölüm sonrası yaşam/yaşamlarda bir şekilde adalet bulup telafi edilecektir..

ister tek tanrılı olsun, ister çok tanrılı, ister tanrısız her gecekondu bu gizemli yaşamda insanoğlu denen canlıya bu 2 şeyi vaadederek gecekondunun güvenli bir çatısı altında bir yaşam sunarlar..

varoluş karşısında çok aciz olan insanoğlu da bu 2li güvenlik sistemiyle donatılmış bu çatının altında yaşamaya mahkumdur..

arada ya doğuştan ya da sonradan bu gecekonduda yaşamaya müsait olmayan yaramaz, fırlama veletler doğar.. bunlar nonteizm düzeyi dediğimiz tayfadır.. bu gecekondudan dışarı çıkarlar ama bu gizemli/karanlık devasa varoluşta yolunu bulmak için bir halata bir ışığa ihtiyaçları vardır.. bu yaramaz veletler de insanoğlunun şimdiye kadar ulaşabildiği/vareettiği yegane soyut tanrı etrafında toplanarak yollarını bulmaya çalışırlar.. bunlar gecekondudan kaçıp kendi çadırlarını kuran yaramaz veletlerdir..

ve tanrı odaklı/merkezli bir deklarasyonla varoluşu bildiğini zannederek bu çadırda yaşarlar.. bunlar ateizm, deizm, panteizm vs denilen tanrıyı varlayarak/yoklayarak bu karanlıkta tutunacak dal arayanlardır..

tüm bunlar insanoğlunun bilinç evriminde yaşaması zorunlu olan arageçiş formlarından başka bir şey değildir..

aslolan ve tutunacak iki dalımız ve ışığımız vardır..

1.. 5 duyumuz

2.. bilincimizin varettiği bilim..

bu ikisinin dışına çıkarak bilinmeyen, gizem olan bu varoluş hakkında bir deklarasyonda bulunmak sadece uyku hali ya da uyku mahmurluğudur.. ama dediğim gibi insanoğlu her konuda olduğu gibi bilinci konusunda da bir evrimden geçmektedir.. ve bu arageçiş formu olan aşamaları şimdilik yaşayıp deneyimlemekten başka bir çaresi yoktur..

Düşüngen
10-06-2010, 14:05
[QUOTE=evrensel-insan;311018


Tesekkurler, bende; senin deyimin ile toplum muhendisligi adina, belki gerekli/onemli gorur de ilgilenirsin diye, gerekli gordugumde, konu ile ilgili baska mesaj kaynaklari vermeye devam edecegim. Okursun, okumazsin; tabi ki o senin bilecegin bir is. Sonucta, toplum muhendisligi, toplumun biri acisindan muhendise ihtiyac duyulursa, gereklidir. Ama, sonucta toplum muhendisi, oradadir ve sadece ihtiyac duyanlara, yonelik vardir ve birikimini karsiliksiz vermeye hazirdir.
[/QUOTE]

Sevgili evrensel insan, Bilgilendirici her türlü kaynağınıza açığım, zaten verdiğiniz kaynakları okuyorum.

Toplum mühendisliği hususundaki görüşlerinize katılıyorum.
Bu gezegeni yurt tutmuş insanoğlu burada dev bir koloni kurmuştur.
İhtiyaçlar belirli bir görev dağılımı ile giderilmeye çalışılmaktadır.
Değirmenci, fırıncı, ayakkabıcı, dondurmacı derken artmaya başlayan nüfus daha sistemli toplum yani birlikte düzenli yaşam ortamı ihtiyacını ortaya çıkarmıştır. Böylece çözüm odaklı olarak yüksek bilinçli, donanımlı, birikimli
önderler yol göstericilik fedakarlığından kaçmamış karşılıksız bu görevi yerine getirmiştir. Bunlar toplum mühendisidir diyebiliriz.

Dediğiniz gibi ihtiyaç durumunda, olağan üstü hallerde (Deprem, afet, savaş, kıtlık, göktaşı düşmesi) ortaya çıkarlar ve kendisinin de içinde bulunduğu toplumu kurtarmaya çalışırlar. Muhtaç oldukları kuvvet zaten yaşama içgüdüsü tarafından fazlasıyla verilir..
Sevgiler..

Düşüngen
10-06-2010, 15:05
bu yaramaz veletler de insanoğlunun şimdiye kadar ulaşabildiği/vareettiği yegane soyut tanrı etrafında toplanarak yollarını bulmaya çalışırlar.. bunlar gecekondudan kaçıp kendi çadırlarını kuran yaramaz veletlerdir..
ve tanrı odaklı/merkezli bir deklarasyonla varoluşu bildiğini zannederek bu çadırda yaşarlar.. bunlar ateizm, deizm, panteizm vs denilen tanrıyı varlayarak/yoklayarak bu karanlıkta tutunacak dal arayanlardır..


Sevgili paslıçivi, örneklemeniz çok uygun olmuş. Dünya insanlığının şu an son durağı dışarıdaki çadır gibi görünüyor. Ötesi ürkütücü karanlık..

Özgür irade ile ilgili bir kaç ilave yapmak istiyorum.
Zannettiğimiz anlamda özgür irade olmadığını söylemiştik. Karar alma süreci iç ve dış etkenlerin tekelindedir. Bu süreçte "benlik" dediğimiz bizim görevimiz sadece alınan kararı açıklamakla görevli olan basın sözcülüğü yapmaktır. Bu özgür irade varmış yanılsamasının sebebi insanın iç süreçlerine, zihinsel aktivitelerine hakim olamayışıdır.

Bizim özgür karar dediğimiz durum bizim kendi mecburiyetimizdir, hesaplar otomatik olarak yapılmış karar alınmıştır ve bu karar alınması gerekli olan karardır. Herhangi bir özgürlük söz konusu değildir.

Dandik bir örnek vermek gerekirse;
Kumar bağımlısı olan kumarbaz Ahmet, eline para geçtiği zaman kumar oynamama özgürlüğü yoktur. O kumarın yaşattığı yoğun uç duyguların, heyecanın, stres ve kaygının kölesi olmuştur oynamadan duramaz. Bu alışkanlık onda temel bir dürtü kadar güçlenmiş ve karşı konulamayan kritik noktaya gelmiştir. Onun için kumar oynamak bir seçim değil zorunluluktur.
Kumar bağımlısı olmayan Mehmet'in ise kumar oynamaması bir seçim değildir çünkü o bağımlı değildir hiç oynamamıştır onun için karşısında oynamak ya da oynamamak seçeneği yoktur. Tek seçeneği vardır oynamamak ve bu durum özgür seçimi değil doğal zorunluluğudur.

Ancak arasıra kumar oynayan arasıra oynamayan Bekir'in eline para geçerse işte o zaman bir tercih söz konusudur çünkü önünde iki şık vardır oynayabilirde oynamayabilirde. İşte şimdi Ahmet ve Mehmet'in düşmediği bir durumla karşı karşıyadır çünkü onların kararı önceden bellidir, Bekir artık büyük bir sınavın, karar almanın eşiğindedir (Haydi Bekir salavat getir). İşte bu noktada alacağı karar onun o anki ruh haliyle ve dış etmenlerin kombinasyonları ile verilecektir. O an sinirli, üzgün mutsuz ise mutluluğunu artırma ihtiyacından oynayacaktır ya da o an zaten iç huzura sahiptir kendisini durdurabilecektir. Sonuçta bu şahıs içinde özgür irade yoktur alacağı karar iç ve dış gerekliliklerinin ürünüdür.(öyleyse lafı niçin uzattım ki?)

Her zaman o an için alınması gereken kararlar alınır ve aynı iç ve dış şartları
oluşturabilirsek, kişi yine aynı kararları alır. Demek ki bu bir seçim değil bir gerekliliktir.

Kişinin özgür iradesi olduğunu varsaymak bazı toplumsal sorumluluklar adına, suç ve ceza yaptırımlarının uygulanabilirliği adına zemin hazırlamaktır. Maksat, sonuç toplumsal yönden olumsuz ise sonuca imza atan, başka çaresi olmayan kişiye cezai yaptırım yapabilmek.

Düşüngen
10-06-2010, 16:07
Sevgili paslıçivi, gelelim tekrar benlik mevzuuna.

Genetik zorunluluklarımızın, ihtiyaçlarımızın toplumsallaşma ve uygarlaşmayla paralel olarak kültürleştirildiğini biliyoruz. Bu kültürleştirilen yani ehlileştirilen (buz dağının görünen kısmı) isteklerimizin sözcüsü olarak yine kültürün belirlediği bir kişiliğimiz vardır buna da kültürel kişilik(benlik) diyebiliriz.

Bu sonradan oluşturulan kültürel benlik bastırılması gerekli ihtiyaçları bastırır, giderilmesi gerekenleri toplumun izin verdiği ölçü ve şekilde giderir. Kültürel benliksiz doğan çocuk ormanda yalnız yaşarsa onun kılavuzluğunu doğuştan gelen doğal/gensel benliği yapacaktır yanılıyor muyum? (Sevgili paslıçivi, tamam itiraf ediyorum bu benlik kavramının bokunu çıkardık. Sahte benlik dedik olmadı, doğal benlik dedik, üst benlik dedik olmadı, hatta çeper benlik dedik nafile, süt benlik dedik olmadı, g_t benlik dedik olmadı neyse..) :tape:
Şu an dünya insanlığının kölesi olduğu yanılsamalı benliğin varlık nedenine gelelim. Bu yanılsamalı benlik evrimsel süreç içerisinde şekillenmiş canlının genetik mala(bedene) daha iyi bakması onu sahiplenip koruması ve ölümüne bir kararlılıkla onu yaşamda tutup bir sonraki nesle bebek vasıtası ile taşıması amaçlanmıştır. Bu benliğe bir de program verilmiştir. Nerede ne yapacağının, hangi etkilere ne gibi tepkiler vereceğinin yer aldığı, gerek doğuştan gerekse sonradan donatılan ortak bir programı mevcuttur.

Kişi artık genlerinin taşıyıcısı olan programlı bir robottur. Gen taşıma ve aktarma makinesidir. Emanetin bekçisi, genlerinin emekçisidir.

Evrimselsel avantajları böyle gelelim bireysel avantajlarına;
Kişi bu yanılsamalı benliğinin boyunduruğunda olduğu müddetçe genlerinin robotu olduğunun ayırdına/farkındalığına varamayacaktır, böylece temel dürtülerini ve içten gelen/nörokimyasal eğilimlerinin farkına varamayacaktır.
Böylece genlerin hamallığını yapan kişi bu hoş olmayan durumu algılamayacak yaptıklarını özgür iradesi ile, aklı ile ve içinden geldiği gibi yaptığını zannedecektir.

Sonuçta gensel benliğin dayatımı ile, genleri taşımama ve aktarmama gibi bencil genlerin ölümüne sebep olacak bir kötü durum ortadan kaldırılmıştır.
Yanılsama ile, "Robotluk durumu" nun oluşturacağı sorun sümen altına alınmış, böylece motivasyonu etkileyecek bir tehdit ortadan kaldırılmıştır.

Yaşamı ıskalamamak durumunu ise; Gensel benliğin kaptan şöförlüğünü yaptığı araçta genlerin dümen suyundan giderken yol kenarında bizi bekleyen yaşama uğrayamamak diye algılıyorum.
Bu yol kenarında bizi bekleyen yaşam gensel değil öz yaşamdır (öz yaşam deyimi nereden çıktı diyenler olabilir, onu da şimdi uydurdum).
Sevgiler..

deran
10-06-2010, 19:05
Sayın paslıçivi her zaman sözettiğiniz varoluş dediğiniz bilinmeyen dediğiniz şeyi merak ediyorum... işte ben bu bilinmeyen, gizem olan varoluşu öğrenmek istiyorum...

evrensel-insan
10-06-2010, 23:17
Saygideger Dusungen;

Böylece çözüm odaklı olarak yüksek bilinçli, donanımlı, birikimli
önderler yol göstericilik fedakarlığından kaçmamış karşılıksız bu görevi yerine getirmiştir. Bunlar toplum mühendisidir diyebiliriz.-Dusungen-

Bu yukaridaki cumlenizi, tarihsel bir zemine oturtabilirmisiniz?, ya da bunun dunya da bildiginiz ornekleri var mi?, bu konuda tarihe mal olmus bildiginiz kisiler ve hangi konuda tarihe mal olmus olduklarini aciklayabilir misiniz?

Cunku, ben hem bir birey hem de evrensel insan dile getireni olarak, bu cumlenize henuz bir taban bulamadim. Yani en azindan, tum insanoglu turu butunlugu temelinde. Cunku insanoglunun simdiye kadar olan "cabasi" ayrimci/cikarci/ideolojik/inancsal/dogrusal/tanrisal/etiksel/metafizik.

Yani evrensel/insansal/kavramsal/bilissel/epistemolojik/antropocentric/butun
leyici/birlestirici/cikarsiz/ v.s. bir "gorev yerine getirme" goremedim, cok mu "kotumser" im acaba?:o

Saygilarimla;
evrensel-insan

UlulElbab
11-06-2010, 02:04
tavsiyem "cevapla" butonuna tıklamadan önce her yazdığın yazıyı "mavileyip kopyala", bahsettiğin durumla karşılaşsan bile tekrar "yapıştır" yaparak durumu kurtarıyorsun.. ben böyle çare buldum..
Tavsiyen için sağol ama çok geç kaldın, senin adına üzüldüm çünkü uçup giden yazılarımdan birinde varoluşun gizemini çözmüş ve açıklamıştım malesef uçtu. O yüzden bilinemezliğe devam etmek zorundasın..
:)
Sevgili Düşüngen,
Bilinmezlikte kalmaktan zevk alan birisi için bu kötü haber sayılmaz.
Elbette kahkahayı basmaya devam edecektir.

evrensel-insan
11-06-2010, 04:41
Saygideger Dusungen;

Dediğiniz gibi ihtiyaç durumunda, olağan üstü hallerde -Dusungen-

Benim bahsettigim ihtiyac, icinde bulundugu dusunce ve davranisin kendisine getirdigi yasamdan, rahatsizlik duyan ve zarar gorenler icin.

Mesela, birey olmak istemek, birey bilinci almak istemek, bireysel hak ve ozgurluklerini kullanmak istemek, kendi degerlerini kendisi olusturmak istemek, kendi kendini tanimak/degerlendirmek/sorgulamak v.s. istemek, kiaca once mustakil var olarak dogan ve mustakil var olarak yasayan bir insanoglu biri oldugunun bilincine ve farkina varmak istemek, kendi yasamini, kendi yasamak istemek, yani "ben" demek istemek.

Bunun yanindada, bu "ben" i algilayip, kavrayip, bilinc ve farkindaligina vardiginda, iliskiler acisindan, turunun diger bireylerini de, tanimak/algilamak ve onlarla gecinmek istemek, kendisini rahatsiz eden ve kendisine zarar veren, ve de kendisine dogumdan beri verilen, her turlu etiksel ve metafizik, ideolojik dogrusal deger/veri/tabulardan kurtulmak/arinmak istemek, bunun yasam ve iliskilerindeki zararlarini ve rahatsizliklarini bilmek, algilamak ve kavramak istemek, simdiye kadar kendine verilen ogretilerin, ne oldugunu bilmek, algilamak, kavramak istemek, ve bu istemlerini, kendi ozel cografi ve tarihi degerlerinden, dunya tarihi, cografi, degerlere tasimak istemek.

Kisaca, hem boyunduruk tutsakligini, hem teslimiyetini, hem caresizligini v.s. temelli, kendini kendi algisinca ozgur birakmayan seylerin farkina varmak ve bilincine varmak istemek, sadece boyundurugu hissetmek degil; onu boynundan da cikarip atmayi istemek v.s. Bu ornekler cogaltilabilir.

Iste toplum muhendisi, tum bunlari insanoglu birine istetemez, istemesine ikna etmez/edemez, zorla veya gonullu bu istemleri kabul ettiremez, ama; isteyenlerin de, istedikleri duzey ve olcude, bu istemlerini nasil elde edeceklerini onlara gosterebilir, izah edebilir, aciklayabilir.

Bir ornek verirsek, eger bir kan davasi mahkumu, yaptigi seyin, sorgulamasini yapmiyorsa, toplum muhendisi onun icin yoktur. Eger "ben neden o adami oldurdum?" v.s. temelli bir sorgulama ve degerlendirme yapacaksa, iste toplum muhendisi o zaman vardir.

Yani toplum muhendisinin varligi, sadece kisinin sordugu sorusuna, gordugu zarara ve yasadigi rahatsizliga bir care/cevap ariyor ve bunu da dile getiriyor sa, iste o zaman vardir.

Oyuzden bir yerde, toplum muhendisi kendini hissettirmek degil; kendisinin hissedilmesini ister. Kendisinden isteneni de, vermekte tereddut etmezve verirken de bir karsilik beklemez.

Insanoglu adina sorun yaratici degil; zaten olan sorunu algilayabilenlere hem sorunu tum resmi ile gosterici, hem de cozum onericidir.

Sonucta cozum, hem sorun algilanabilirse, hem de sorundan kurtulmak/arinmak istenirse vardir.

Konu ne olursa olsun; sorun algilanamamissa, algilanamayan sorunun cozumu de olmaz.

Zaten sorunun algilanamamasi, kisinin icinde bulundugu duzeyden dusunce ve davranis memnuniyeti olarak yansir. Iste o kisi icin, o konuda toplum muhendisi yoktur.

Cunku bu durumda, toplum muhendisinin MUDAHELESI, YARAR/FAYDA DEGIL; ZARAR/RAHATSIZLIK SAGLAR. Bu da toplum muhendisi eliyle yaratilmis bir zarar ve rahatsizlik olur ki; buna "kas yapayim derken, goz cikarmak" denebilir. Cunku IHTIYAC YOKSA GIDERIMI DE YOKTUR.

Saygilarimla;
evrensel-insan

paslıçivi
11-06-2010, 04:58
Sayın paslıçivi her zaman sözettiğiniz varoluş dediğiniz bilinmeyen dediğiniz şeyi merak ediyorum... işte ben bu bilinmeyen, gizem olan varoluşu öğrenmek istiyorum...

sevgili deran..

yazını bir kaç kez okumama rağmen anlayabildiğimi zannetmiyorum.. "gizemli varoluşu bilmek istiyorum" derken neyi kastediyorsun..

ululelbab, düşüngen, evrensel-insan ve benim yaptığım "varlığı/şeyi gözlemlemek sonucu okuma"yı mı kastediyorsun acaba?

sorunu bir kez daha açık yazabilirsen yardımcı olmaya çalışayım..

paslıçivi
11-06-2010, 05:43
Bizim özgür karar dediğimiz durum bizim kendi mecburiyetimizdir, hesaplar otomatik olarak yapılmış karar alınmıştır ve bu karar alınması gerekli olan karardır. Herhangi bir özgürlük söz konusu değildir.


Kişinin özgür iradesi olduğunu varsaymak bazı toplumsal sorumluluklar adına, suç ve ceza yaptırımlarının uygulanabilirliği adına zemin hazırlamaktır. Maksat, sonuç toplumsal yönden olumsuz ise sonuca imza atan, başka çaresi olmayan kişiye cezai yaptırım yapabilmek.

aynen öyle sevgili düşüngen, bu konuda hemfikiriz..

Sevgili paslıçivi, örneklemeniz çok uygun olmuş. Dünya insanlığının şu an son durağı dışarıdaki çadır gibi görünüyor.

evet günümüzde amerika ve avrupada ateizmin önderliğinde nonteizm bilince geçiş yaşanmaktadır.. trend bu yöndedir.. çünkü bilimde ulaştıklarımız sayesinde teizm düzeyi hazır paket programlar(dinler) artık bilimle çok ciddi çelişmekte ve günümüz insanını tatmin/mutlu etmemeye başlamıştır.. o yüzden önümüzdeki yüzyıllar nonteizm bilinç açıklığı yıllarına adaydır.. yani bilincin kertile kertile evrim süreci işlemektedir sadece.. ama bu geçişler, bu süreç çok yavaş olmak zorundadır, aksi halde yeni bir dünya savaşı bile çıkartabilir..

Ötesi ürkütücü karanlık..

o bahsettiğin ötesine dünya insanlığının toplu geçmesi şimdilik mümkün değil zaten.. o yüzden ben bu duruma "kişisel/bireysel kurtuluşa ermek" diyorum..

yani ötesi ürkütücü karanlık değil.. biliyorsun güzel bir söz vardır.. "gecenin en karanlık anı güneşin doğumundan bir önceki andır" diye..

o ürkütücü karanlıktan içeriye girip de ordan geçmeyi başarabilirsen işte kurtuluşa erdin demektir.. çünkü orası bir cehennem, bir ateş.. ve o ateşten geçtiğinde saflaşıp arılaşıyorsun.. yani ateşten geçen altın saflaşıyor..

islamın kurucusu, yaşadığı zaman ve coğrafyanın bir üstbilinci olan Muhammed'in bahsettiği sırat köprüsü belki de orasıdır.. o köprüyü geçebilenler cennete gidecek diyor.. Muhammed'in bahsettiği cennet, doğu dünyasının üstbilinçlerinin bahsettiği nirvana/mokşa olabilir.. ben şu an geldiğim noktaya mutlak mutluluk/safbilinç diyorum..

ama o karanlıktan/ateşten geçmenin bedelini de ancak yaşayanlar bilir diyeyim kısaca..

"ölmeden önce ölmek, yaşarken ölüp tekrar doğmak" cümleleri bilmiyorum sizler için ne ifade ediyor ama bunu bizzat deneyimledim diyebilirim..

eskiden yaşadığımı zanneden ben, asıl ölüp tekrar dirilerek gerçek yaşamı bulabiliyorsun.. o ölen şey de benlik, somut vücudunuz değil..

ama niçin çok sınırlı sayıda insan bunu yaşayıp deneyimleyebilirken dünya insanlığının tamamına yakını deneyimleyemiyor?, orası ayrı bir konu, ayrı bir muamma...

UlulElbab
11-06-2010, 05:50
sevgili deran..

yazını bir kaç kez okumama rağmen anlayabildiğimi zannetmiyorum.. "gizemli varoluşu bilmek istiyorum" derken neyi kastediyorsun..

ululelbab, düşüngen, evrensel-insan ve benim yaptığım "varlığı/şeyi gözlemlemek sonucu okuma"yı mı kastediyorsun acaba?

sorunu bir kez daha açık yazabilirsen yardımcı olmaya çalışayım..

Değerli dost Paslıçivi,

Okuma ve Yazmayı genel ve bilinir anlamları dışında kullandığını görmek beni sevindirdi.Çünkü gerçektende bizden beklenen yazılanları okumak.yan bir YAZGI var ama dinamik bir yazgı...
Evreni okumak,İnsanı okumak...
İşte varlığımızın anlamı bunu başarabilmek diye düşünüyorum.
Düşünün ki muhteşem bir sanat eseri yazdınız..Bir şiir veya bir Roman...
Ama etrafınızda OKUMAyı bilen hiç kimse yok...ne kadar hüzünlü...
Yazma ve Okuma...
Şimdi siz arasıra Varoluşun dayatmalarından söz ediyorsunuz ya...Acaba Varoluşun "dayatmacı" olduğuna nasıl karar verdiniz?
Özgür irademizin olmadığı fikri sizde nasıl oluştu acaba?
İçinde bulunduğumuz Aile,Toplum ve Zaman dilim v.s. tüm bunlar bizim seçimimiz değil,bu bir gerçek...Bunların herbiri Bilinç düzeyimize ve Farkındalığımıza doğrudan etki eden faktörler...Dolaysı ile mevcud Bilinç düzeyimizde bizim irademiz sonucu oluşmadı...
Ama çektiğimiz acılar? Bunlar bizim EYLEMLERİMİZ sonucunda elde ettiğimiz neticelerin toplamı değil mi?
Kendi ellerimizle yaptıklarımızı,kısacası ektiğimizi biçmiyormuyuz?
Ben İslamda ki Kaderci anlayışa pek sıcak bakmıyorum açıkcası...
Senin karmaşık matriks dediğini de biraz o anlayışa benzetiyorum.
Öte yandan Kuantum fiziğinde umut görüyorum.
Belkide insanlar kendi kaderinin kendi ellerine verildiğini düşe-kalka öğrenmek zorundadır?Kimbilir belkide bugüne kadar insanlığın olgunlaşması beklendi...Daha öncesinde bu farkındalık oluşturulmadı çünkü Ehliyetsiz birine araba vermek gibi olabilirdi.
Şu tecrübe ile sabitki olumlu düşünce kazanıyor...ama bu olumlu düşünce içten ve doğal olan...yoksa hadi olumlu düşüneyim diyerek ümid edilen değil.
Birde hayatın garip bir oyunu olan "Başkalarını Ayıplama" dikkatimi çekiyor.
Uzun vade de bakıyorsunuz ki AYNISI başınıza gelmiş...
Bu bana çok ilginç geliyor...Yalnızca kendi tecrübelerimle sabit değil,etrafımda gözlemlediğim o dur ki insanlar birbirlerinin başına gelenlere Beyninde verdiği tepki ile karşılaşıyor.Ancak bu zaman sayesinde perdeleniyor...Çoğu zaman kişi karşılaştığı durumun Ayıpladığı birisi ile aynı olduğunu Farkında dahi olmuyor.
Hani Gülme komşuna gelir başına Atasözü gibi...
Bu ATALAR hep negatif yüklememişler:) Atalarının Dinine inananlar yarı yolda kalırken...Atalarının sözlerini ve tecrübelerini dikkate alanlar kazanıyorlar:)

Şimdilik bu kadar...Maalesef istediğim kadar katılamıyorum buradaki harika sohbetlere..zaman sıkıntısı nedeni ile
ama OKUyorum:)

Sevgiler...
UlUl

paslıçivi
11-06-2010, 06:29
Kültürel benliksiz doğan çocuk ormanda yalnız yaşarsa onun kılavuzluğunu doğuştan gelen doğal/gensel benliği yapacaktır yanılıyor muyum?

hayır yanılmıyorsun.. tarihte yaşanmış bir iki canlı örneği var.. küçük bir çocukken kaybolan ya da hayvanlar tarafından bulunup evlatlık edinilen 2 örnek var sanırım..

national geophrapicte izlemiştim.. bu insanlar bulunduğunda vahşi bir hayvandan hiç bir farkları yoktu.. çünkü o çocuğa soyut yükleyecek insan ataları değil, soyutsuz yaşayan hayvan ataları tarafından yetiştirilmişti ve tamamen içgüdüsel, yaşamda kalmak için vahşice davranıyordu..

Şu an dünya insanlığının kölesi olduğu yanılsamalı benliğin varlık nedenine gelelim. Bu yanılsamalı benlik evrimsel süreç içerisinde şekillenmiş canlının genetik mala(bedene) daha iyi bakması onu sahiplenip koruması ve ölümüne bir kararlılıkla onu yaşamda tutup bir sonraki nesle bebek vasıtası ile taşıması amaçlanmıştır. Bu benliğe bir de program verilmiştir. Nerede ne yapacağının, hangi etkilere ne gibi tepkiler vereceğinin yer aldığı, gerek doğuştan gerekse sonradan donatılan ortak bir programı mevcuttur.

Kişi artık genlerinin taşıyıcısı olan programlı bir robottur. Gen taşıma ve aktarma makinesidir. Emanetin bekçisi, genlerinin emekçisidir.

Evrimselsel avantajları böyle gelelim bireysel avantajlarına;
Kişi bu yanılsamalı benliğinin boyunduruğunda olduğu müddetçe genlerinin robotu olduğunun ayırdına/farkındalığına varamayacaktır, böylece temel dürtülerini ve içten gelen/nörokimyasal eğilimlerinin farkına varamayacaktır.
Böylece genlerin hamallığını yapan kişi bu hoş olmayan durumu algılamayacak yaptıklarını özgür iradesi ile, aklı ile ve içinden geldiği gibi yaptığını zannedecektir.


aynı fikirdeyim, tamamen katılıyorum..

Sonuçta gensel benliğin dayatımı ile, genleri taşımama ve aktarmama gibi bencil genlerin ölümüne sebep olacak bir kötü durum ortadan kaldırılmıştır.


sevgili düşüngen.. bir kaç gün önce kurtuluşa ermek için varoluşta diğer yarını bulup aşık olmandan bahsetmiştik hatırlarsan.. sen de "ben zaten kendimi bütün hissediyorum, 1,5 porsiyon olmak istemem" demiştim..

farkındalığı olmayan bir insan varoluşun dayatımı olan "yaşamda kal ve soyunu devam ettir" emrinin kölesi ve piyonu olmak zorundadır..

yani karşı cinsten birine karşı "aşka düşmek", "o kişiyi sahiplenmek" ve "aşka düştüğü kişiden bir çocuk yapmak" isteyecektir.. varoluş bu emri tüm dünya insanlığına dayatmaktadır.. çünkü bu canlılığın devamı gerekmektedir..

ve bu emirlere uygun davranmayan/davranamayan insanoğlunu "mutsuzlukla" cezalandırıp onu bu şeytan üçgenine sokmaya zorlamaktadır.. insanoğlu üreme yaşına geldiğinde hemen karşı cinse ilgi duymaya, o kişiye karşı aşk denen tuzağa düşmeye ve anne/baba olmak dayatımlarına maruz kalmaktadır..

bu bahsettiğim aşk, cinsellik ve evlat sevgisini yaşayamayan insanlara baktığımızda "mutsuzlukla" cezalandırıldığını görürüz.. o yüzden her insanoğlu yeri ve zamanı geldiğinde karşı cinsten birini aramaya, ona tutulmaya, onunla bir cinsellik yaşamaya, onu sahiplenmeye, koruyup kollamaya, ve ondan bir çocuk sahibi olmaya uygun bir davranış ve tutum içine girmeye mahkum hisseder kendini..

ve bu 3lü bermuda şeytan üçgenine düşen insana en azından bir insan yavrusu meydana getirene kadar yalancı bir mutlulukla ödüllendirilir..


farkındalık kazanmış bir insan artık kendini bulmuştur ve kendini doğurmuştur..o yüzden insan neslinin devamı için yeni bir çocuk doğurmak için bu 3lü bermuda şeytan üçgenine tuzağına düşmeyecektir.. çünkü dışardan çok güzel görünen bu 3lü tuzak aslında çok yoğun ve sıkıntılı, acı verici bir süreçtir.. insanoğlu bu tuzağın içinde düştüğünde kendini unutup, ailesi yani insan soyunun devamına hizmet ettiğinin farkındalığında değildir.. ve bu hizmeti verirken aile kurma, anne baba olma gibi "manevi haz" larla uyutularak büyük bir mücadelenin içine itildiğinin farkında değildir..

uyanmış ve farkındalık kazanmış bir insan aşka düşmez, aşkı en güzel en yüce duygularla yaşar.. karşı cinsteki insanı sahiplenip onu kölesi yapmaz, ondan ille de bir çocuk sahibi olmak istemez.. onu kaybettiğinde kendini de kaybedip aşkı nefete dönüşüp zarar vermeye kalkmaz, karşısındaki insana tam bir özgürlük ve tam bir aşk/sevgi sunar..

farkında bir insanın yaşadığı ve yaşattığı aşk, hem kendisini hem karşısındakine sonsuz bir özgürlük, mutluluk, bütünlük, tatmin ve yüceltme verir..

farkındayım işin bokunu çıkardım ama şunu söylemeye çalışıyorum sevgili düşüngen.. senin bilincine ulaşmış bir insanın yaşayacağı birliktelik/ilişki/aşk yukarda bahsettiğim gibi olacaktır.. bak sonra paslıçivi abim söylemedi deme..:gossip:

paslıçivi
11-06-2010, 07:49
(Sevgili paslıçivi, tamam itiraf ediyorum bu benlik kavramının bokunu çıkardık. Sahte benlik dedik olmadı, doğal benlik dedik, üst benlik dedik olmadı, hatta çeper benlik dedik nafile, süt benlik dedik olmadı, g_t benlik dedik olmadı neyse..) :tape:


:shocked::D:wacko:

şu benlik&bilinç kombinasyonunun nasıl çalıştığını biraz daha açıklamaya çalışayım..

biliyorsun bir elmadan bahsetmiştik.. elmanın kabuğundakine sahtebenlik çekirdeğindekine özbenlik demiştik.. sanki benlik 2 ayrı parçadan oluşuyormuş gibi algılanabinir.. o yüzden olayı biraz daha açalım..

benlik tek bir parçadır, yekpare bir modül gibidir.. bilinç dediğimiz kavramla yapışık iki kardeş gibi hareket eder..

bir elektrik kablosu düşün.. içindeki metal kablo bilinçtir. bu metal kısmı örten/saran plastik bir kılıfı vardır.. bu plastik kılıf da benliktir..

şimdi bu elektrik kablosunu uzun silindir biçiminde değil de "koni" tarzında yarı geçirgen plastikten imal edildiğini düşün.. yani bir ucu büyük bir daire, diğer ucu bir nokta olan bir cisim..(hani yılbaşında başımıza giydiğimiz şapkalar gibi) ve bu koni şeklindeki cismin içinden tam merkezinden o metal kısmı geçirelim.. yani koninin nokta olan ucundan sokup daire olan kısmından çıkaralım.. işte bu koninin dışındaki plastik kısım benlik, içindeki metal kısım bilinçtir..

dairesel olan geniş kısımda platik koruyucu/kılıf çok kalındır ve metal kısım dış ortamla bağlantı/iletişim kuramaz.. yani bilinç dış ortamı algılayamaz, okuyamaz, çünkü etrafı çok kalın bir benlik dediğimiz katmanla örtülüdür..

ama dairesel kısımdan yavaş yavaş nokta olan uca doğru geldikçe plastik koruyucu kılıf incelir ve metal tel dış ortamı daha iyi algılamaya/okumaya/iletişim kurmaya başlar.. ve o nokta dediğimiz kısıma geldiğimizde artık metal telin üstünde o plastik kılıf yoktur ve metal tel dış ortamla direk temasa geçip, bir bütünlük içinde dış ortamı algılayıp/okuyabilir.. işte orası safbilinçtir artık..


bu konilerden çok sayıda imal edelim ve bunların nokta uçlarını bir merkezde toplayacak şekilde bir araya getirdiğimizde elimizde bir küre şekli olacaktır.. dondurma külahlarını düşün, bir çoğunun alt ucunu biraraya getirerek birleştirdiğinde küresel bir cisim elde edersin..

işte insanın soyut aygıtı/ruhsal yapısı aynı bunun gibidir.. küresel bir şekle benzer.. bir çok koni şeklinde elektrik kablosu ya da dondurma külahı gibidir.. bu kürenin dış cidarı çeperdir, burda bilincin üzeri benlik denen modülle kapatıldığı için kişi çok derin bir uykuda yaşam sürer ve dış ortamı kendine yüklenen bu modül olarak algılar ve okur.. Bu insanlar teizm düzeyi bilinçaçıklığına sahip insanlardır.. dünyaya geldikleri zaman ve coğrafyanın plastik koruyucusu/kılıfı neyse dış ortamı onun eşliğinde algılayıp okuyabilirler.. bilinçleri bu plastik kılıfın çok derinlerinde olduğu için gördükleri rüyayı gerçek zannederler..

olayı biraz daha somutlaştırıp günlük hayata döndürelim..

kişi islamı bir coğrafyada dünyaya geldiyse; onun için allah diye yaratıcı bir tanrı vardır, muhammed denen adam o yaratıcının elçisidir ve kuran denen kitabı allah muhammed aracılığıyla yazdırmıştır ve ölümden sonra cennet cehennem diye bir yaşam vardır..

kişi budizm olan bir coğrfyada dünyaya geldiyse; Buddha denen adam bu dünyaya gelmiş en kutsal kişidir, evren sonradan yaratılmayıp ezelden beri vardır ve bir yaratıcıya ihtiyaç yoktur, ölümden sonra yeniden doğumlar vardır ve insanın yaşamı sonsuzdur..

kişi hristyan bir coğrafyada dünyaya geldiyse; isa tanrıdır ya da tanrının oğludur, muhammed yalancı peygamberdir, isaya inanıp ona göre yaşayanlar cennete diğer tüm insanlar(müslümanlar dahil:D) cehenneme gidecektir..

kişi israilde dünyaya geldiyse; musa tanrının tek elçisidir, isa yalancı mesihtir, muhammed arap uydurması yalancı peygamberdir, yahudiler tanrının seçilmiş özel kavmidir ve onlara özel haklar topraklar vaadedlimiştir, bunlara ulaşmak için her türlü katliam mübahtır, musanın yolundan gidenler cennete gidip diğer tüm dünya insanlığı (hristiyan ve müslümanlar dahil:D) cehenneme gidecektir..

kişi hindistanda hinduzimde dünyaya geldiyse; fil tanrı...

kişi alevi bir ortamda dünaya geldiyse; hz Ali...

kişi kızılderili bir ailede dünyaya geldiyse; yırtık prezarvatif ruhuna inananlar eşek cennetine

kişi afrikanın ilkel kabilesinde dünyaya geldiyse; kötü ruha inanmayanlar itin g.tüne...

tabii nonteist dediğimiz yaramaz veletleri de unutmamak lazım..

..

..

vs...

dünya insanlığı ve yaşam güzel bir sahne ve herkes kendine biçilen rölü perdeliyor..

bana da sadece tribünlerde oturup kahkaha atmak kalıyor...

aman kimse alınmasın, kimseyi suçladığım, yerdiğim falan yok..

sadece görüntü böyle, yani kavun tatlıysa benim günahım ne..:love:

Düşüngen
12-06-2010, 14:04
Bu yukaridaki cumlenizi, tarihsel bir zemine oturtabilirmisiniz?, ya da bunun dunya da bildiginiz ornekleri var mi?, bu konuda tarihe mal olmus bildiginiz kisiler ve hangi konuda tarihe mal olmus olduklarini aciklayabilir misiniz?


Sevgili evrensel insan, sorunuzu anladığım kadarıyla açıklamaya çalışayım.

Yakın tarihten örnek vermek gerekirse Atatürk diyebilirim.

Kendisine yansıyan olumsuz, kötü gidişat içinde bir sıkıntıya sebep olmuş ve bütün gücünü bu olumsuzluğu gidermek için önderlik yapmaya
adamış.

Gerekli enerjiyi ise narsistliğinden gücünü gösterme arzusundan, onaylanma dürtüsünden ödünç almıştır(bence).

Fedakarlığı ise kendisini ölümün eşiğine atacak kadar özveride bulunmasıdır hatta gazi bile olmuştur. Bu uğurda yaşamı cephelerde geçmiştir. Amacı kendisinin daha rahat yaşadığı modern toplumu kurmaktır. Bu işten çıkarı ise, modern toplumda yaşama arzusunu gidermek için avrupaya gitme zahmetine katlanmamak avrupayı buraya getirmek yani anadoluyu avrupalılaştırmak/çağdaşlaştırmak.

Buradan Atatürk ün çıkarcı olduğu analizi çıkıyorsa doğrudur çıkarsız hiçbir şey olmaz zaten varolmak çıkarın kendisidir. Bırakın varolmayı yok olmak bile en güçlü çıkasrcılıktır. Ölmek bile çıkarcılıktır, sıkıntıdan bunalımdan kurtulmak için kişinin canına kıyması en büyük çıkarcılıktır kendi sonunu getirecek olsa bile çıkardan vazgeçilmez.

Aslında pek de kötümser sayılmazsınız, sorunlar bilincin evrimi ve kültürün devrimiyle yavaş yavaş çözülecektir. Acelesi olanlar şimdiden hayal kırıklığına kendilerini alıştırsınlar..
Sevgiler..

Düşüngen
12-06-2010, 14:10
:)
Sevgili Düşüngen,
Bilinmezlikte kalmaktan zevk alan birisi için bu kötü haber sayılmaz.
Elbette kahkahayı basmaya devam edecektir.


Sevgili UlulElbab, zaten zoruma giden şey onun kah kah gülmesi. O yüzden zevk aldığı bilinmezliği çözerek, bilinmezliğide kahkahasınıda ortadan kaldırmaya çalışıyorum ya... Ellemeyelim gülsün bakalım ne de olsa "Son gülen iyi güler"..
Sevgiler..

Düşüngen
12-06-2010, 14:34
Sevgili paslıçivi,
Gensel benliğinizle mücadele verdiğinizi bildiğim için soruyorum;

Yukarıda bahsettiğim gensel benlik, tatmin isteği, çıkar dürtüsü, içgüdü vs.. vasıtalarıyla sizin saf bilinciniz üzerinde ne derece baskı uyguluyor? Baskısı şiddetli mi yoksa hafif mi, her geçen gün baskı azalıyor mu yoksa sabit mi kalıyor?
Gün içi ne sıklıkla saf bilince musallat oluyor/uğruyor, sürekli taciz mi ediyor yoksa ara sıra fırsat bulunca mı taciz ediyor? Sizi kumanda edip amacına ulaşmak için keyifli rüşvetler veriyor mu, kandırma taktikleri uyguluyor mu, uyguluyorsa bunlar ne gibi taktikler? Bu tacizlere karşı nasıl direniyorsunuz? Acı var mı acı?

Son olarak meditasyon hakkında kendi keşfettiğiniz ya da öğrendiğiniz, benim gibi amatörlere kolaylık ve hoşnutluk/keyif sağlayacak meditasyon teknikleri varsa rica etsem paylaşır mısınız?

Çünkü ne zaman meditasyon yapmak için gözlerimi kapasam ya uyuyup kalıyorum ya da canım sıkılıyor.
Trans gelecek ışıklar çıkacak diyorsunuz ama kusura bakmayın bi bok geldiği yok bu iş aksakallı gelecek bizi kurtaracak muhabbetine dönmesin lütfen, boşuna beklemeyelim, yani bize bari yapmayın. Yoksa trans geliyorda uyuya kaldığım için transit mi geçiyor aydınlatır mısınız? Hatta ereksiyon falan demiştiniz ama tık yok haberiniz olsun.

Meditasyonla derinlere inmek için tüp mü gerekli, müzik mi lazım yoksa birkaç cümlelik telkin mi gereklidir anlatırsanız seviniriz.

Hatta daha içerikli ve detaylı açıklamak isterseniz çok memnun oluruz.
Sevgiler..

Düşüngen
12-06-2010, 15:24
[QUOTE=paslıçivi;311353]
evet günümüzde amerika ve avrupada ateizmin önderliğinde nonteizm bilince geçiş yaşanmaktadır.. trend bu yöndedir.. çünkü bilimde ulaştıklarımız sayesinde teizm düzeyi hazır paket programlar(dinler) artık bilimle çok ciddi çelişmekte ve günümüz insanını tatmin/mutlu etmemeye başlamıştır.. o yüzden önümüzdeki yüzyıllar nonteizm bilinç açıklığı yıllarına adaydır.. yani bilincin kertile kertile evrim süreci işlemektedir sadece.. ama bu geçişler, bu süreç çok yavaş olmak zorundadır, aksi halde yeni bir dünya savaşı bile çıkartabilir..
QUOTE]


Sevgili paslıçivi,
Tahminim, tatminsiz kalan teizmin alternatifi olan nonteizm trendiyle kişisel narsizm patlama yapacaktır. İnsanlar binlerce yıldır içlerinin derinliklerinde olan ama dışarıya yansıtıp nesneleştirdikleri tanrıyı en sonunda kendilerinde bulacaklar. Böylece binlerce yıldır hayalini kurdukları kendi imijasyonlarının ürünü olan tanrıyı kendi benliklerinde canlandıracaklardır. "Milyarlarca canlı tanrı" çağına geçiş yapılabilir(bence).


 
Alıntı:
ama niçin çok sınırlı sayıda insan bunu yaşayıp deneyimleyebilirken dünya insanlığının tamamına yakını deneyimleyemiyor?, orası ayrı bir konu, ayrı bir muamma...Paslıçivi---------------------------------


Bu muammayı açmaya çalışırsak eğer, altından varolma savaşının zorunluluğu çıkabilir.
Herşey uyum için, çevreye, yaşama, topluma, kendimize ve kendimizin gizil güçlerine uyum için.
Bu uyum için benlikten arınmak gerekiyorsa arınılır, tersine benliğe sarılmak gerekiyorsa sarılınır.

Ne benlikten arınanın benliğe sarılandan bir üstünlüğü vardır, ne de benliğe sarılanın arınandan bir üstünlüğü vardır.
Herşey uyum için ve uyum adına kılık değiştirmektir diyebilirim.

Benliğinden arınmak zorunda kalan bir kişi, tekrar dünyaya aynı kalıtımıyla gelse ve aynı iç dış etkenlere maruz kalsa yine aynı şekilde benliğinden arınma gereksinimi duyacak ve benliğini öldürecektir.

Bunu kanserli bir organa benzetebiliriz(Dikkat ettiyseniz sürekli benzetme kuruyoruz çünkü algımızı tam olarak ifade etme zorluğu yaşıyoruz onun için benzetmeye başvuruyoruz, allah sonumuzu benzetmesin) eğer kanserli bölge kesilmezse yayılacak ve konakladığı canlıyı öldürecektir o yüzden acısıyla tatlısıyla bir parçamız olan kanserli bölgeden kurtulmamız gerekmektedir. Varolmak adına buna mecburuzdur.

Benlik eğer kanserleşmişse, canlılığı tehdit eder duruma gelmişse ondan kurtulmak onu öldürmek gereklidir ve gereği yapılır. Görüldüğü gibi bu cinayet keyfi değil zorunluluktur. Benliğini öldürmeye kıyamayan pek çok kişi kendi biyolojik canlılığını öldürmüştür ya da bir şekilde onunla beraber yaşayacak bir formül bulmuştur. O yüzden benlikten arınma vakaları az rastlanır türdendir diyebilirim.
 
 
 

Düşüngen
12-06-2010, 16:20
bu bahsettiğim aşk, cinsellik ve evlat sevgisini yaşayamayan insanlara baktığımızda "mutsuzlukla" cezalandırıldığını görürüz.. o yüzden her insanoğlu yeri ve zamanı geldiğinde karşı cinsten birini aramaya, ona tutulmaya, onunla bir cinsellik yaşamaya, onu sahiplenmeye, koruyup kollamaya, ve ondan bir çocuk sahibi olmaya uygun bir davranış ve tutum içine girmeye mahkum hisseder kendini..
ve bu 3lü bermuda şeytan üçgenine düşen insana en azından bir insan yavrusu meydana getirene kadar yalancı bir mutlulukla ödüllendirilir..
farkındalık kazanmış bir insan artık kendini bulmuştur ve kendini doğurmuştur..

o yüzden insan neslinin devamı için yeni bir çocuk doğurmak için bu 3lü bermuda şeytan üçgenine tuzağına düşmeyecektir.. çünkü dışardan çok güzel görünen bu 3lü tuzak aslında çok yoğun ve sıkıntılı, acı verici bir süreçtir.. insanoğlu bu tuzağın içinde düştüğünde kendini unutup, ailesi yani insan soyunun devamına hizmet ettiğinin farkındalığında değildir.. ve bu hizmeti verirken aile kurma, anne baba olma gibi "manevi haz" larla uyutularak büyük bir mücadelenin içine itildiğinin farkında değildir..


Sevgili paslıçivi,
Gensel benliğin kaptan şöförlüğünü yaptığı araçta genlerin dümen suyundan giderken yol kenarında bizi bekleyen yaşama uğrayamamak diye algılıyorum.

Bu yol kenarında bizi bekleyen yaşam gensel değil öz yaşamdır. Derken bunları dile getirmek istemiştim yani yaşamızı varoluşsal zorunlulukların robotu olarak geçirir çıkar peşinde ömrümüzü heba edersek bir daha sahip olamayacağımız yaşamı farkedememiş oluruz. Bu fark edilmeyen yaşamın elimize bir daha geçme ihtimali kentilyonlarda bir bile değildir. Yani on milyonda bir ihtimal olan sayısal loto bize çıkmadıysa bundan trilyonlarca kat daha az ihtimal olan yaşam matematiksel olarak bir daha hiç elimize geçmeyecektir.

Varoluşsal bir farkındalık kazanarak mümkün mertebe genlerden yaşamımızı çalmak lazım, tıpkı felekten bir gün çalmak gibi genlerden bir ömür çalmak isterim (O kadar dürüsttü ki felekten bir gün bile çalmadı).

Yarış atları hipodromda koşarlar amansız bir yarışa düşmüşlerdir ve hiçbirisi niçin yarıştığını bilmez. İçlerinden birisi için, bir anlık cesaret ile üzerindeki jokeyi atarak "Ben bu sonu olmayan yarışta yokum çünkü sonu olan bir hayatımı koşmadan yormadan yaşamak istiyorum" diyerek doğruca; koşu pistinin kenarındaki küçük ormanlık, ağaçlık bölgeler olur yerler yemyeşil çimdir sürekli fıskiye ile sulanır işte yarıştan kaçarak o ağaçların altına saklanıp çimenlerin üzerinde yuvarlanarak kulağı su sesinde gözü gökyüzünde ömrünün sonuna kadar yaşamın tadını duymak o at için en büyük süprizdir, koşunun bombası tam anlamıyla budur.

Diğer yarışcı atlar nal toplamaya devam edecektir ta ki nalları dikene kadar. Ne yapalım evrenin götüntüsü böyle..


Alıntı:
o ürkütücü karanlıktan içeriye girip de ordan geçmeyi başarabilirsen işte kurtuluşa erdin demektir.. çünkü orası bir cehennem, bir ateş.. ve o ateşten geçtiğinde saflaşıp arılaşıyorsun.. yani ateşten geçen altın saflaşıyor.. Paslıçivi------------


Kişi o ateşten korkup dönüyorsa diyebiliriz ki, henüz çektiği sıkıntı katlanacağı ateşli yoldan daha acı verici değil. Ne zaman ki bulunduğu durumun ızdırabı ateşli yolunkinden daha ağır gelmeye başlamıştır artık kişi ateşe göğüs gerecek güveni kazanmıştır. Pişerek biçim değiştirme zamanı gelmiştir çömlekçilikte olduğu gibi.

Düşüngen
12-06-2010, 16:26
Duyuru:

100. mesajımı kime hitaben yazarsam o talihli üyeye bir adet ateşten geçmiş saf cumhuriyet altını yollayacağım.. Bakalım kime nasip olacak.

Sevgiler..

evrensel-insan
12-06-2010, 19:21
SaygidegerDusungen;

Yakın tarihten örnek vermek gerekirse Atatürk diyebilirim-Dusungen-

Ben Ataturk konusuna bu temelde daha onceleri de deginmistim.

Ataturk, te ben bilinci, birey bilinci, bencillik, bireysellik, bireyci akilcilik v.s. olusmamistir. Ataturk, belkide toplumsal/totoliter kisilik tarihinin en son liderlerinden biridir.

Bunu bir kac ornekle aciklayabiliriz. Bugun bile Ataturk, yaptiklariyla her turlu metafizik ve etiksel ideolojik inancsal dogru temelinde degerlendirilmektedir (istersen sitedeki Ataturk bu mudur?, tartismalarina bakabilir, onun hem teist, hem ateist oldugunu one surenleri gorebilirsin), laiklikte, Diyaneti korumustur v.s.

Odevirlerde, "moda olan" pragmatizm, tam da Ataturk'un her turlu yaptigina uyar. Sonucta, bir Ulke ve millet yaratmis, bunu basarabilmek icin de, her turlu ortamdan yararlanmistir. Pragmatizm, zaten yararci demektir.

Bu konuya eger, daha detayli girmek istersen, belirt.

Baska bir ornek verebilirsen, memnun olurum.

Saygilarimla;
evrensel-insan

paslıçivi
13-06-2010, 07:57
Sevgili paslıçivi,
Gensel benliğinizle mücadele verdiğinizi bildiğim için soruyorum;

Yukarıda bahsettiğim gensel benlik, tatmin isteği, çıkar dürtüsü, içgüdü vs.. vasıtalarıyla sizin saf bilinciniz üzerinde ne derece baskı uyguluyor? Baskısı şiddetli mi yoksa hafif mi, her geçen gün baskı azalıyor mu yoksa sabit mi kalıyor?
Gün içi ne sıklıkla saf bilince musallat oluyor/uğruyor, sürekli taciz mi ediyor yoksa ara sıra fırsat bulunca mı taciz ediyor? Sizi kumanda edip amacına ulaşmak için keyifli rüşvetler veriyor mu, kandırma taktikleri uyguluyor mu, uyguluyorsa bunlar ne gibi taktikler? Bu tacizlere karşı nasıl direniyorsunuz? Acı var mı acı?



sevgili dostum.. ben zaten gensel(doğal) benliğimde yaşıyorum.. atalarımın bende oluşturduğu (yapay)benlikte değil..

daha önce sana açıklamıştım.. aydınlanmış bir insan kendiyle barışık yaşadığı toplumla çatışma halindedir diye.. ama bu çatışma küçük bir çocuğun ailesi ve toplumla çatışması gibidir..

gensel benlik bana nörokimyasal bir takım donanım eşliğinde geliyor ve bunları doyurup tatmin etmekle zaten yeterince mutlu/tatmin oluyorum..

6-7 yaşlarına kadar olan bir çocukta henüz bir yapay benlik yoktur, yani ataları tarafından henüz zehirlenmemiştir.. o sadece genlerinden gelen doğal ihtiyaçları karşılandığı sürece mutludur ve anda yaşar.. çünkü mutluluk varoluşun insanoğluna bir hediyesidir.. daha doğumdan itibaren başlar ve donanım olarak her insanda vardır..

ama bilinçli bir canlı olarak yaşamak zorunda kalan insan zaman ve coğrafyaya göre çok farklı soyutlar geliştirip çocuğu daha doğumdan itibaren zehirlemeye ve çocuğun elindeki o mutlak mutluluğu almak zorunda kalmıştır..

küçük bir çocuk genlerinden gelen benlikle varolma savaşına girer, ama bu savaşta yaşadığı mutsuzluklar anlıktır ve çocuk çok kısa süre içerisinde mutlak mutluluğuna dönebilir..

genlerinden gelen bencillik, çıkarcılık çocukluk yaşlarında çok net bir şekilde ortaya çıkar.. kendi ihtiyaçlarının giderilmesi için diğer insanları hiçe sayar, bu konuda ihityaç ve sorunlarının giderilmesi konusunda zaman mekan tanımaz, bir an önce bunların giderilmesi ister ve bunları isterken çevresindeki insanları sokacağı zor durumu yada üzeceğini algılayamaz.. çünkü henüz nörokimyasal donanımı ve dolayısıyla bilinci gelişme/büyüme aşamasındadır..

tıkandım:) yarın devam ederim..

UlulElbab
13-06-2010, 16:06
Sevgili UlulElbab, zaten zoruma giden şey onun kah kah gülmesi. O yüzden zevk aldığı bilinmezliği çözerek, bilinmezliğide kahkahasınıda ortadan kaldırmaya çalışıyorum ya... Ellemeyelim gülsün bakalım ne de olsa "Son gülen iyi güler"..
Sevgiler..

Sevgili Düşüngen,

O gülüşü az-çok tanırım...O sıradan bir kahkaha değildir.Tarifi zor...Ağlamakla gülmek arası birşey:) Aslına bakarsan "Çaresizliğin ifadesi"...
Bilince yansıyan, varoluşunu dayatan ve tanımlanamayana karşısında ki çaresizliğin ifadesidir o gülüş.
O varlık/yokluk öyle birşey ki;İki uç noktayı insana aynı anda yaşatıyor.
1-Sana kendini "kaygan bir lavaboya düşmüş bir böcek" gibi hissettirebiliyor.
Sürekli lavobonun kenarına tırmanmaya çalışır,tam ulaşacakken başladığın noktaya dönersin...
yada içinde bulunduğun labirentte bir deney faresinden farksız bir oyana-bir buyana koşturursun.Bir parça peynir için yapmadığın şaklabanlık kalmaz...
Tıpkı keçiyi uçurumdan düşüren bir tutam ot misali...

Sonra geçmiş ve geleceğin bir yanılsamadan ibaret olduğunu anlarsın.
Durursun-durağanlaşırsın...ANda yaşamaya başlar..AN'ı ıskalamamayı öğrenirsin.

Yapabileceğin hiçbirşey olmadığını fark ettiğinde...Koşuşturmanın anlamsızlığını Farkettiğinde...Basarsın kahkahayı...

Tıpkı senin yaptıın gibi Hayatı artık o kadar da CİDDİYE Almaz...İçinde ki Çocuğu serbest bırakırsın...

2- Artık Labirente yukarıdan bakıyorsundur...Çıkışın ne kadar da kolay olduğunu anlar,kaç kez oradan geçtiğine ve FARKetmediğine hayıflanırsın...
Artık diğer uç noktadasındır.Başka böceklerin nasıl kaygan Lavobolarda tırmalayıp durduğunu görür-kah hüzünlenir kah gülersin.
Bundan sonrası benim için sadece bir tahmin:
Uğraşlarının boşa olduğunu söyleme döneminide atlattın mı...artık bir yunus gibi yüzünde sürekli bir Gülümseme vardır.Hani "High" olmuş..uçmuş derler ya...Sanırım öyle birşey olmalı...
Çünkü ben henüz o Bilinç düzeyini tadmış değilim.
Çünkü orası sonsuz gibi görünen karanlığın biraz ötesi...Orayı geçmeye cesaretinin olması yetmiyor...Sanırım davet edilmiş olmak da gerekiyor?
Bilemiyorum...
Benim bir Baba olarak,bir eş olarak v.s. taşımakla sorumlu olduğum dünyevi
ödevlerim henüz bitmedi...
O nedenle olsa gerek "Saflaşma" aşamasına geçiş için beklemek zorundayım.Beklerken hazırlık süreci devam ediyor.Bir külçe altın imalatı için tonlarca toprak işlenir..Karmaşık aşamalardan geçer ve en son Ateşe girer..üzerinde ki köpükde atıldımı,işte o zaman tüm prossesin amacı olan ürün ortaya çıkar.
Ben hayatımı birlikte geçireceğim insanı bulduğumda yarım değildim sevgili Düşüngen.O da değildi...Ancak YOLCULUĞA bereber/omuzomuza devam etme kararı aldığımızda birimizin kararının diğerinin hayatınıda doğrudan etkileyeceğinin ikimizde Bilincindeydik.
Neyse umarım sende sana uygun insanla karşılaşır olgunlaşma sürecinde sana Ayna vazifesi görecek kişi ile birlikte olursun...
Annen çoktan senin için bir arayışa girmiş olabilir:):)

Neyse..bu kadar hikayeyi yazdıktan sonra büyük ödülü haketmişimdir herhalde?
O kadar Altın muhabbetini boşa yapmadık:D 100.cü mesajını bana yazman gerek çünkü gördüğüm kadarı ile Paslıçivi dostumdan bana cevap bile gelmiyor:) Yani burada senden başka beni muhatab alan yok.

Sevgili evrensel-insanın açtığı Madde nedir? konu başlığında da görüşlerini yazarsan sevinirim.Çünkü gerçekten tartışmaya değer bir konu ve senin katılımınla da zenginleşecektir diye düşünüyorum.

Sevgi ve Saygılarımla...
UlUl

evrensel-insan
13-06-2010, 16:36
Saygideger UlulElbab;

Sevgili evrensel-insanın açtığı Madde nedir? konu başlığında da görüşlerini yazarsan sevinirim.Çünkü gerçekten tartışmaya değer bir konu ve senin katılımınla da zenginleşecektir diye düşünüyorum-UE-

Iyi guzelde, bilirsin bir atasozu vardir, "igneyi kendine, cuvaldizi baskasina batir" diye.:brushteeth:

Neden sen, once o basliga bir mesaj yazmiyorsun?, gordugun gibi, ben ne kendi ne de evrensel insan adina yazmadim, site yazarlarina actim o basligi, gerektiginde de katilacagim. Haydi, bismillah deyip, yaz bir mesaj:director:

Cunku, maddenin varliksal var/yok tartismasindan once, maddenin ne oldugunun ortaya konmasi gerekir.

Saygilarimla;
evrensel-insan

paslıçivi
14-06-2010, 07:57
O gülüşü az-çok tanırım...O sıradan bir kahkaha değildir.Tarifi zor...Ağlamakla gülmek arası birşey:) Aslına bakarsan "Çaresizliğin ifadesi"...


güzel tespit:D , teslimiyetin başladığı ve kahkahanın geldiği noktadır orası..

Paslıçivi dostumdan bana cevap bile gelmiyor:) Yani burada senden başka beni muhatab alan yok.


dostum.. sakın yanlış anlama.. zaman ve pil meselesi.. bazen zamanım bazen pilim yetmiyor.. bak daha düşüngenin "tık sorununa":bowl: çözüm bulamadık:sorry:

UlulElbab
14-06-2010, 10:34
Iyi guzelde, bilirsin bir atasozu vardir, "igneyi kendine, cuvaldizi baskasina batir" diye.:brushteeth:

Neden sen, once o basliga bir mesaj yazmiyorsun?, gordugun gibi, ben ne kendi ne de evrensel insan adina yazmadim, site yazarlarina actim o basligi, gerektiginde de katilacagim. Haydi, bismillah deyip, yaz bir mesaj


Sayın Evrensel-insan,

Açtığın "Madde nedir?" konubaşlığına önce kendi görüş ve düşüncelerini yazmalısın ki diğer insanlarda yorum ve düşüncelerini yazabilsinler.
Oysa sen onlarcasoru sormuşsun ama bir tane cevap yazmamışsın.

Aslında ben konuya ilişkin görüşlerimi forumun farklı farklı alanlarına,parça parça yazmıştım.
Uygun bir zaman diliminde açtığın başlığa derli-toplu olarak aktarmayı düşünüyorum.
Ancak giriş konuşmasını yapmak başlık sahibi olarak sana yakışır:moony:
Giriş konuşması derken,soru soran olmak dışında kendi konumunu ve görüşünün belirtmeni kast ediyorum.
Maddenin Bilimsel yönünün mü yoksa felsefi yönününmü ele alınacağını sen belirlemelisin.

Saygılarımla...
UlUl

UlulElbab
14-06-2010, 11:07
güzel tespit:D , teslimiyetin başladığı ve kahkahanın geldiği noktadır orası..



dostum.. sakın yanlış anlama.. zaman ve pil meselesi.. bazen zamanım bazen pilim yetmiyor.. bak daha düşüngenin "tık sorununa":bowl: çözüm bulamadık:sorry:

Sevgili Paslıçivi,
Yanlış anladığımdan değil :) Almancada bir söz vardır:"Spass muss sein" şaka herzaman olmalıdır anlamında.:flame:
Ancak ciddi olarak; "Teslimiyet" ile ne demek istediğini açıklarsan sevinirim.

Zamanın ve Pilin yettiği kadar:)

Teslimiyetin ister istemez İslamiyeti çağrıştırdığını biliyorsun.

Oysa sen Teist düzlemde müslüman bir Aileden gelen bir insan olarak,

O körü-körüne teslim olmaktan bahsediyor olamazsın?

Çünkü Teist seviyesinde ki insanlarla artık tartışmıyorsun bile...Çünkü Biliyorsun ki o insanın kendi ellerinde değil o Bilinç seviyesinde olmak.

Ona kızmak anlamsızdır...Onu suçlamak ise haksızlık olur.Onları seviyorsun çünkü Varoluşun iradesi bunu gerektiriyor.
Evrim bizim Hayatta iken gözlemleyebileceğimiz bir sürec değil...
Saat gibi kurulmuş bir mekanizmaya benziyor...Bizler sadece onun bir saniyesine tanık oluyor,görevimizi yerine getiriyor ve tribünlerde yerimizi alıyoruz.Ondan sonrası seyretmek ve hayretler içinde kalmaktan ibaret...
"Show must go on" :)
İşte insan binlerce yıldır bu muhteşem şovun bir senaristi olmalı diye bir arayışın içinde...Kaosun bile bir düzeni var.
O halde senin Bilncine yansıyan öyle bir "şey" ki, seni bunca Bilgi birikimin ve Hayat tecrübene rağmen "Çaresiz" bırakıyor?

Onunla nasıl bir "BAĞ" kurduğunu bilmek istiyorum...Anlıyorum ki son 3-5 yıldır düzenli ve Bilinçli olarak meditasyon yapıyorsun ve kendi anlatımından biliyorum ki çocukluğunda farkında olmadan uyguladığında bu idi...
Bu açık bir Bilinç için elbette çok önemli...

Sence insan Aklı nereye kadar Bilincini açık tutabilir? Nereden sonra Teslim olur? Teslim olduktan sonra hayatında somut anlamda ne gibi değişiklikler olur.Algıda ne gibi değişim söz konusudur?

Örneğin ben saatler-hatta günlerce "hiç canım sıkılmadan" tek başıma kalmaktan çok hoşlanırım.
Hatta bazen diyorum ki; Acaba bir banka soysam ve Robin Hood misali ihtiyac sahiblerine dağıtsam:) Sonrada gidip teslim olsam ve yıllarca bir hücrede cezamı çeksem böylece meditasyona daha çok vakit ayırır,trafik,koşuşturma ve akşam ne yiyeceğim derdinden kurtulurmuyum?:D:D
Ekmek elden,Su gölden...Devletin sırtından geçinen binlerce azılı suçlu var nasıl olsa...
şaka bir yana...Dikkat ederseniz,Benliği ile mücadele halinde olan ve iç hesaplaşması henüz bitmemiş insanlar yalnız kalmaktan çok korkarlar...
Hemen canları sıkılır...Yalnızlık onlara zor gelir.
Ama kendisi ile yüzleşenler aksine yalnız kalmak için can atarlar...
Çünkü yalnız olmadıklarının Bilincine varmışlardır.

Sevgiler...
UlUl

evrensel-insan
14-06-2010, 21:00
Saygideger UlulElbab;

Açtığın "Madde nedir?" konubaşlığına önce kendi görüş ve düşüncelerini yazmalısın ki diğer insanlarda yorum ve düşüncelerini yazabilsinler.-UE-

Kisilerin dusuncelerini dile getirebilmek icin, en guzel yontem soru sorulmasidir. Cunku kisi, bu sorulara verecegi yanitlarla dusuncesini dile getirir. Bu bir yerde, sifirdan dusunce dile getirimine bir on acilimdir.

Benim evrensel insan olarak, madde ile ilgili dile getirimlerim, hemen hemen her maddesel konuyu iceren baslikta mesaj olarak var zaten. O basliktan amac; kisilerin, madde ile ilgili varliksal/olsal/metodolojik v.s. bir ifade koymalarindan once, ne uzerine ifade koyduklarini once ortaya koymalari gerektiginin gostergesidir.

Cunku varligin var yok tartismasi, bir ideolojik inancsal dogrunun ifadesi iken; varligin ortaya koyumu, o varligin nasil algilandiginin ve nasil bir icerik verilip, onunla nasil bir bag kurulacaginin on dusuncesi demektir.

Cunku her var/yok ifadesinin arkasinda, bir varlanan ya da yoklananin ne oldugunun aciklamasi gizlidir. Iste amac, bu gizli aciklamanin, yazarlar eliyle dile gelmesidir.

Saygilarimla;
evrensel-insan

paslıçivi
15-06-2010, 07:21
genlerinden gelen bencillik, çıkarcılık çocukluk yaşlarında çok net bir şekilde ortaya çıkar.. kendi ihtiyaçlarının giderilmesi için diğer insanları hiçe sayar, bu konuda ihityaç ve sorunlarının giderilmesi konusunda zaman mekan tanımaz, bir an önce bunların giderilmesi ister ve bunları isterken çevresindeki insanları sokacağı zor durumu yada üzeceğini algılayamaz.. çünkü henüz nörokimyasal donanımı ve dolayısıyla bilinci gelişme/büyüme aşamasındadır..


deyip tıkanmıştık.. kaldığımız yerden devam edelim..

yani bir insan yavrusu doğduğunda vahşi bir hayvandan farkı yoktur.. kendi mutlak mutluluğu için çevresindeki hiç bir canlının değerlerine/mutluluğuna saygı göstermez/gösteremez..

işte bu insan yavrusunun somut olan bedeni büyüyüp gelişmeye başlayınca nörokimyasal ve dolayısıyla bilinci de gelişmeye başlar.. ve insan olan ebeveynleri/ataları o vahşi hayvana benzeyen çocuğa gensel benliğini bastırması/tımar etmesi/evcilleştirmesi için öğreti yüklemeye başlar.. (bu arada gensel benlik dediğimiz şey modern psikiyatide ID olarak geçer)..

bu gensel benliği tımar etmek için yüklenen öğreti/zihin içinde neler yoktur ki.. dini inanç, etnik/milli kimlik, ahlaki yapı, siyasi/politik görüş, hayatın anlamı, mutlu olabilmek için bu yaşamda neler yapılacağı vs, binlerce öğreti/zihin/hafıza yüklenir o vahşi/yaramaz velete..


hayatta kalıp soyunu devam ettirmek içgüdüsüyle güdülenmiş bu canlı türü de bunu sağlamak adına ebeveynlerine/atalarına bağımlıdır, yani onlarla ve onların öğretileri eşliğinde yaşamaya mahkumdur.. çünkü doğduktan sonra tek başına ayakta kalabilecek gücü bulana kadar oldukça uzun bir süre geçmesi gerekmektedir, yani bir hayvan gibi doğar doğmaz yaşamda kalabilecek donanıma sahip değildir.. kendi başına ne yürüyüp hareket edebilir, ne beslenebilir, ne de kendini savunabilir.. yeni doğan bir insan yavrusunu bırakın vahşi doğada kendi başına terketmeyi medeniyetin içinde bile çok kısa süre içerisinde beslenemeyip ölüp gider..

işte bu kadar narin/zayıf/aciz olan insan yavrusu ebeveynleriyle çok uzun bir süre birlikte yaşamak zorundadır.. bu birlikte yaşamak zorunda olduğu süre içerisinde beyin nörokimyası ve dolayısyla bilinci gelişmekte ve olgunlaşmaktadır.. işte bu gelişip/olgunlaşma sürecinde öğreti/zihin/soyut bombardımanına maruz kalır.. ve tüm bu bombardıman onun vahşi gensel benliğini yoketmek, tımar etmek üzerinedir.. bunlar yüzlerce binlerce yasak içerir, çocuğa içinden geldiği gibi davranmaması öğretilir, daha doğrusu buna zorlandırılır, şartlandırılır, bu şekilde bir yaşam biçimine girmediği zaman bir takım yaptırımlar uygulanarak cezalandırılır.. ve işte bu aşamada yaşadığı insan topluluğuyla uyum içinde yaşaması için o bebeğin elinden mutlak mutluluğu alınır yani derinlere itilir.. burda bebeğin sahip olduğu ve varoluşun hediyesi olan mutlak mutluluk vahşidir.. yani vicdan öğesinden yoksundur..


elinden mutlak/gerçek mutluluğu alınmış olan bu insan yavrusu artık kendi gerçek/gensel/öz benliğinde değil, dünyaya geldiği zaman ve coğrafyadaki insanların onda oluşturduğu benlikte yaşamaya başlar.. işte bu sahtebenliktir, yapay/yalancı benliktir, çeperbenliktir, çok boktan bir benliktir.. bilimsel adı egodur..

elinden gerçek mutluluğu alınmış olan bu insan yavrusu hayatta kalıp soyunu devam ettirmek için mutlu olması gerekmektedir, mutlu/tatmin olamazsa bu zor yaşam mücadelesi için gerekli olan yaşama sevincini ve akli melekelerini muhafaza edemez, ya mutsuzluğa düşüp intihar eder ya da akli dengesini kaybedip insan olmayı terkeder..


işte burda devreye yalancı mutluluk devreye girmek zorundadır.. yani ego.. kişiye yüklenen tüm soyutlar kişiye yalancı/sahte bir mutluluk sağlamak için vardır.. ve o yüzden kişi kendisine yüklenen tüm soyutları sahiplenmek, kabullenmek ve ölümüne muhafaza etmek ve savunmak zorundadır.. bunların en başlıcaları dini inanç, milli/etnik kimlik, ahlaki yapı/namus, kariyer, otorite, maddi kazançların ona sağlayıcı refah vs,dir..

ve insan denen canlı türü tüm yaşamını kendine sonradan eklenen bu soyut ve somutları kazanmak, savunmak, arttırmak için heba eder.. çok derin uykuda bir rüyada yaşamak zorundadır.. kucağına yalancı mutlu olabilmesi için bir takım oyuncaklar verilmiştir ve bu oyuncaklara sahip olup savunmakla geçer ömrü.. ve yaşamı artık bir mücadeledir, tüm evrenle, varoluşla diğer canlı türleriyle bir mücadele içine girmek zorundadır.. çünkü kucağındaki oyuncaklar hem sınırlı hem çok farklılık gösterdiği için yaşamı bunlara ulaşmak ve bunlara ulaşmak için mücadele ve savaşla geçer..

ama ne kadar tüm bu soyut ve somut oyuncaklara sahip olup savunsa da hiç bir zaman doymaz/tatmin olmaz.. çünkü aradığı şey daha önce deneyimlediği ve ataları tarafından derinlere itilmiş olan, doğumundaki o mutlak/gerçek mutluluktur, yani ana rahminden doğduğu andaki varoluşun hediyesi mutlak mutluluktur..

işte insanoğlunun yaşamı bu kendisinde oluşturulan yalancı/sahte benliğin tatminiyle geçer ve yaşamı ıskalar.. keçiyi yardan uçuran bir tutam ot misali insanoğluna yaşamı ıskalatan da bu bir tutam ot olan egodur..

eşeğin başından gözlerinin önüne bir tutam ot koyarsan, zavallı eşek o ota ulaşıp yemek için sürekli yürür durur ama hiç bir zaman o ota ulaşamaz..

insanoğlunun yaşam dediği daha doğrusu yaşam zannettiği şey işte bu bir tutam otun peşinden gitmekten başka bir şey değildir..

ama insanoğlunun yapılanmasında/kurgulanmasında bu otu kim, niçin koymuştur, işte onu bilmiyorum...

yarın devam ederim..

Düşüngen
15-06-2010, 14:06
Duyuru:

100. mesajımı kime hitaben yazarsam o talihli üyeye bir adet ateşten geçmiş saf cumhuriyet altını yollayacağım.. Bakalım kime nasip olacak.

Sevgiler..

100. mesajım.
Üzgünüm arkadaşlar altın kasaya kaldı. Ne de olsa her zaman kasa kazanmıyor mu?

NOT= Bu altın promosyonunu reklam amaçlı olarak "Sordum soruyu ..." köşesine katılımın artması için yapmıştım.

Düşüngen
15-06-2010, 14:17
[QUOTE=UlulElbab;311847]
Sonra geçmiş ve geleceğin bir yanılsamadan ibaret olduğunu anlarsın.
Durursun-durağanlaşırsın...ANda yaşamaya başlar..AN'ı ıskalamamayı öğrenirsin.
Yapabileceğin hiçbirşey olmadığını fark ettiğinde...Koşuşturmanın anlamsızlığını Farkettiğinde...Basarsın kahkahayı...


Sevgili UlulElbab, güzel tesbit bunu hissedebiliyorum, anı ıskalamamıza sebep olan zihnimizin hafıza oyunudur.


Alıntı:
Annen çoktan senin için bir arayışa girmiş olabilir:):)


Sana sevgili evrensel insan ile annem arasındaki farkı açıklayayım.
Biri benim evrensel insan olmamı isterken öteki evli insan olmamı istiyor.
Yani daha da açmak gerekirse, biri evrenselleş evren ol derken, diğeri evren kadar malın olacağına fındık kadar
.... olsun diyor.

Alıntı:
Neyse..bu kadar hikayeyi yazdıktan sonra büyük ödülü haketmişimdir herhalde.


Haklısınız taklalarınızı anlayabiliyorum ancak belirteyim ki; O altın sizin bahsettiğiniz otun ta kendisiydi. Üzgünüm..

Sevgiler..

Düşüngen
15-06-2010, 14:23
Sevgili paslıçivi, siz kaldığınız yerden devam edin daha sonra kesiştiğimiz, ayrıştığımız yerleri yatağa yatırırız bir de meditasyon tekniklerini yazacaktınız bekliyorum. Zaten arkası yarın demişsiniz anlaşılan siz de katılımları artırmak için arkası yarınlara geçtiniz bari araya reklam koyun.

Sevgiler..

UlulElbab
15-06-2010, 14:57
Sevgili Düşüngen,

Yardan düşmekten korkan keçi acından ölür...Sonuç değişmez.
O "Taklalar" asıl altın olan senin kalbini kazanmak için.
Çünkü altının kıymetini ancak Sarraf anlar...Onu mihenk taşına sürterde ayarını belirler...
Gün gelir sende bir Sarraf olursun kendi çapında...İçinden çıktığın o "fındığın" kurdu olduğunu anlarsın:)
Herşeyin gerçektende o fındığın-Hayatın kaynağının etrafında döndüğünü görürsün.
O zaman ona fındık değil Rahim dersin de birde bunun eril kısmı olan Rahman olmalı dersin.
Evrensel-insan dan uzun uzun X ve Y nin hikayesini okur ve neden böyle bilmece gibi konuştuğumu anlar sonrada Paslıçividen hem X hemde Y nin onun bilincine yansıyan aynı "şey" olduğunu öğrenirsin.
Belki o zaman Evrensel-insanda X ve Y nin adıyla diye başlar yazılarına:)
Artık bininci mesajını bekleyeceğiz napalım:D

evrensel-insan
15-06-2010, 17:16
Saygideger UlulElbab;

Evrensel-insan dan uzun uzun X ve Y nin hikayesini okur ve neden böyle bilmece gibi konuştuğumu anlar sonrada Paslıçividen hem X hemde Y nin onun bilincine yansıyan aynı "şey" olduğunu öğrenirsin.
Belki o zaman Evrensel-insanda X ve Y nin adıyla diye başlar yazılarına-UE-

Konuya saka yollu, esprituel ve ironik yanasmissin ama; bu konudaki bazi gercekleri bilmende yarar var.

Birincisi, paslicivi ile olan yazismalarimizda, hic x ve y gundeme gelmedi. X ve Y cok detayli bir konu ve oz olarak ta, dogal dusuncenin koken ve temellerini veren, evrensel kullanim sembolleri. Bu baglamda da, benim evrensel'in kosesi'inde ve bska basliklarda, yeri geldigince deginmisligim var.

Cok detaya girmeden sadece bilgi olsun diye, dogal dusuncenin ctetolojik yapilanisini ve isleyisini veren bu kullanim sembolleri hakkinda kisa bir bilgi, eger konu ilgi cekerse baska bilgiler ve aciklamalar da yapabilirim.

x-y nin ilk algisi karsitlik demektir.

Ikinci algisi; y x in fonksiyonudur.
Ucuncu algisi; y ancak x e gore ifade edilir.
Dorduncu algisi; y x karakteri gosterir.
Besinci algisi; y nin kendisi yoktur.
Altinci algisi X hem kendini hemde y yi tasir.
Yedinci algisi; y sadece iki x tasir, kendisini tasimaz.
Sekizinci algisi; sey y ile ifade edilir.
Dokuzuncu algisi; y bir uclem, x bir dortlemdir.
onuncu algisi; x in kendisi yoktur, kendisini y ile ifade eder.

Kisaca, y x karakterli olarak X in goruntusudur. Ne, sey olarak insanoglu eliyle ortaya konmadan once;

Karsitlik 2), ikilem (2), kendisi, karsiti, bir, pozitif, nokta olarak onceden noktalanir. Yani noktalanan sey, sekizinci, eger karsitlik ve ikilemi, 2'ser temel olarak sayarsan da 10'uncudur. Kisaca, ne sey olmadan once, 3'lu y goruntusune ve 4'lu x karakterine sahiptir. Bir cesit, nenin cevabi sey olarak ortaya konmadan once, belirlenmistir. Dolayisiyle, seyin ne oldugunun tartismasi abes ve mantiksizdir. Buradaki sekizinci, ya da onuncuyu, kavram, ya da isim olarak algilayabilirsin.

Saygilarimla;
evrensel-insan

evrensel-insan
15-06-2010, 17:25
Saygideger Dusungen;

Biri benim evrensel insan olmamı isterken öteki evli insan olmamı istiyor.
Yani daha da açmak gerekirse, biri evrenselleş evren ol derken, diğeri evren kadar malın olacağına fındık kadar
.... olsun diyor-Dusungen-

Annen, kendince hakli olarak ve kendince kendisine verilen nedenleri baglaminda, senden bir seyler istemeye kendisini hakli gorur. Bu dogaldir.

Ama, evrensel-insan; kimseden bir sey istemez ve isteyemez. Kisiye sadece gidilecek yollarin resmini verir ve bunundisinda, gittigi yolu gosterir ve de butun bunlarin disinda da baska bir kulvardan bahseder.:typing:

Bu evrensel insan'in oneri ve aciklamalarini, dinlemek, anlamak, sorgulamak v.s. tamamen kisiye baglidir. Oyuzden evrensel insan, kimsenin bir sey "olmasini" istemez, ustelik "olduguna da" karsi cikmaz. Iste notr algi ve disaridan bakis acisi budur.:bounce::photo:

Eger aksi olursa, zaten bu mudahele ve karisma olur ki, bu da kendi ideolojik inancsal dogru dayatimidir. Evrensel insan'in ne boyle bir ideolojik inancsal dogrusu vardir, ne de boyle bir dusunce ve davranis sekli.

Saygilarimla;
evrensel-insan

evrensel-insan
15-06-2010, 18:19
Saygideger UlulElbab;

Ne'yi sey olarak ortaya koyan x karakteri ve onun y goruntusunu algilayabilmek icin, evrensel insan'in gorsel, sekilsel, cizimsel dilini algilamak gerekir. Bu dilde kullanilan y, dogal dusuncedeki, x karakterli y degil; x icermeyen, kendisi olan counter y dir. Bu y ye gore; 3 cesit x vardir. Buyuk x, karakteri veren x tir ve ust iki bacagi ikilem (xx), alt iki bacagi karsitlik (xy) dir.

Ortanca x, hem kendisini, hem de pozitifi temsil eder ve karsitliklarin (xy) birlestirimi olan x dir. Evrensel insan y ifadesi nin anlami x karakterinin iki x inin , ki bunlardan biri y dir indirgenmesidir. Bu temelde y , ust iki bacagi ve alt tek ucu olarak (xxx) aciklanir. Y1 Yani ortanca x i veren y ise, ust sol bacagi x, sag bacagi y ve alt bacagi x olan y dir. Yani ortanca x (xy) olarak karsitlarin ve de kendisinin temelidir. Ucuncu y, yani y2 ise; ust bacaklari ikilem (xx) ve alt bacagi y olarak ikilemin teke ve karsita indirgenmesidir. Kucuk x de buyuk x karakterinin bir ogesi, icerigidir.

Y de iki turludur, ortanca y (xx) yani ikilemi, bire ve karsitina indirgeyen y ve de buyuk x karakterinin bir ogesi ve icerigidir.

Iste evrensel insan'in counter y si; buyuk x in motorudur ve buyuk x i x in donusumsel hareketi olarak aciklar.

Bu yazilanlari tam ve net olarak algilamak istiyorsan, sana evrensel'in kosesi'nden cizimsel ve sekilsel linkini verebilirim. Oglum sayesinde, bu sekilleri siteye aktarabildim. O yuzden benim gibi bilgisayar ozurlu bir kisinin, noktalamayi cizimsel ve sekilsel olarak gorsellige tasimasi buyuk bir sorun. Ama su an fiziken karsilikli olsak, sana tum dogal dusuncenin evrensel ve ctetolojik koken ve temellerini, ve neyi sey yapmadan onceki isleyisini ve sorununu kagida cizerek gosterebilirdim, sansina kus.:kiss:

Saygilarimla;
evrensel-insan

paslıçivi
16-06-2010, 05:34
ve işte bu aşamada yaşadığı insan topluluğuyla uyum içinde yaşaması için o bebeğin elinden mutlak mutluluğu alınır yani derinlere itilir.. burda bebeğin sahip olduğu ve varoluşun hediyesi olan mutlak mutluluk vahşidir.. yani vicdan öğesinden yoksundur..


demiştik..

yani bir insan yavrusuna doğduğu andan itibaren hiç bir soyut/öğreti/zihin yüklemesi yapılmazsa o kişi büyüdüğünde yine mutlak mutlulukta kalır ama bir farkla.. vicdansız olarak..

ormanda vahşi hayvanlar tarafında büyütülmüş bir insan yavrusu mutlak mutludur, çünkü doğumunda varoluşun hediyesi mutluluğu elinden alınacak ya da derinlere itilecek bir zihin yüklemesine(sahtebenlik oluşumu) maruz kalmamıştır.. o da hayvanlar gibi soyutta değil somutta yaşar.. tek amacı vardır, yaşamda kalıp soyunu devam ettirmek ve bu uğurda diğer canlı türleriyle vicdani bir ilişki kuramaz..

anlatmaya çalıştığım şey şu.. bir insanın vicdanlı mutlak mutluluğa ulaşabilmesi için önce egoyla zehirlenmeli ve sonradan bu egodan arınması gerekmektedir.. işte bu dediğim olay "altının ateşten geçmesi" olayıdır.. geriye dönük içsel bir yolculuktur.. "yalancı ben"in ölüp "gerçek ben"in tekrar doğuşudur/ortaya çıkmasıdır..

altın doğada diğer maden metallerle bir karışım halindedir, bu karışımdan ancak ateşten geçerek arınıp safaltın olabilir.. bu ateşten geçiş süreci hamaltını saflaştırdığı gibi egoyla zehirlenmiş insan denen canlıyı da saflaştırır ve dönüştürür.. işte bu dönüşüm olayı kişinin aşka/sevgiye dönüşüm olayıdır..

yani kişi tekrar o çocukluğundaki mutlak mutluluğuna ulaşmıştır ama bir farkla.. vicdan unsuruyla birlikte.. küçük bir çocuk mutlak mutluluğunu korumak adına diğer canlı türlerinin değerlerine saygı göstermez demiştik, onun tek derdi varoluşun hediyesi mutlak mutluluğunu ne pahasına olursa olsun koruyup muhafaza etmeye çalışmaktır.. bu uğurda diğer canlı türlerine zarar vermekten, kırmaktan, üzmekten kaçınmaz, çünkü ateşten geçip o geriye dönük içsel yolculuğu yapmamıştır henüz.. yani vicdan öğesiyle henüz tanışmamıştır..

uzun lafın kısası... safbilince dolayısıyla mutlak mutluluğa ulaşabilmek için önce insan olan atalarından bir yalancı benlik oluşması ve ondan sonra bu kabuktan acı çekerek tekrar kurtulman gerekmektedir.. işte bu kabuktan(ego) acı çekerek kurtulmak sende vicdan öğesini ortaya çıkarır.. çünkü çektiğin/deneyimlediğin acı diğer canlı türleriyle empati kurmanı sağlar.. bir canlı acı çekerken sen de onunla beraber acı çekersin ve bundan dolayı çevrendeki hiç bir canlıya acı verecek bir tutum ve davranışta bulunamazsın.. bulunduğun zaman vicdan seni öyle bir yargılayıp cezalandırır ki, elindeki mutlak mutluluğun bir anda yokolup gitmeye hazırdır.. o safbilincin ve mutlak mutluluğun tadını almış birinin artık bunu kaybetmek, bundan vazgeçmesi gibi bir seçeneği/lüksü yoktur.. çünkü onun daha üzerinde deneyimlenmiş bir tatmin olayı yoktur.. vicdan kavramının bilimsel adı süperegodur..

kendi zaman ve coğrafyasının bir üstbilinci olan İsa'nın "tanrının krallığına ancak küçük bir çocuk gibi olanlar girebilir" dediği sözü sanırım bunu ifade ediyor.. ve burda bahsettiği tanrının krallığı; mutlak mutluluk, cennet veya doğu mistisizmin adıyla mokşa, nirvana sanırım.. yani bir insanın yaşamda deneyimleyebileceği en büyük haz/tatmin.. tanrısallığı yaşamak..

evet sevgili düşüngen.. yani sorduğun "acı varmı acı"nın cevabı burda yatıyor.. yaşamda bedelsiz zırnık yok.. bedelini ödeyenler/ödeyebilenler bazı tatminlere ulaşabilirler..

dünyaynın en vicdanlı, en zengin ailenin çocuğu olarak bile dünyaya gelsen, bu haz/tatmin/mutluluk sana kimse tarafından miras bırakılamaz, aktarılamaz.. ona bizzat senin ulaşman gerekiyor ama nasıl.. bedelini ödeyerek, tek başına.. kendinle yüzleşip, gerçek kendini tanıyıp bulana kadar sürer bu yolculuk ve bedel..

bedelini ödemediğin sürece sahip olduğun tüm somut soyutlar seni sadece yalancı bir dünyada yaşatır, ve ulaşmak istediğin o "şeye" ulaşamazsın, ferrarini satsan bile bu yetmez, dünyanın en varlıklı insanı olup dünya fakirlerine yardım etsen yine yetmez.. çünkü bunlar bedel ödemek değil, yalancı oyuncaklarını başkasına vermekten başka bir şey değildir ve daha öteye geçemezsin..

yani emeksiz yemek yok güzel kardeşim.. ne kaa ekmek o kaa köfte...

ama tüm bunlara rağmen, bunların akış sürecini belirleyen yine gerçek sen değilsin.. tüm bunlar gerçekleşirken süreç senin kontrolünde değil..

paslıçivi
16-06-2010, 06:11
Son olarak meditasyon hakkında kendi keşfettiğiniz ya da öğrendiğiniz, benim gibi amatörlere kolaylık ve hoşnutluk/keyif sağlayacak meditasyon teknikleri varsa rica etsem paylaşır mısınız?

Çünkü ne zaman meditasyon yapmak için gözlerimi kapasam ya uyuyup kalıyorum ya da canım sıkılıyor.
Trans gelecek ışıklar çıkacak diyorsunuz ama kusura bakmayın bi bok geldiği yok bu iş aksakallı gelecek bizi kurtaracak muhabbetine dönmesin lütfen, boşuna beklemeyelim, yani bize bari yapmayın. Yoksa trans geliyorda uyuya kaldığım için transit mi geçiyor aydınlatır mısınız? Hatta ereksiyon falan demiştiniz ama tık yok haberiniz olsun.

Meditasyonla derinlere inmek için tüp mü gerekli, müzik mi lazım yoksa birkaç cümlelik telkin mi gereklidir anlatırsanız seviniriz.

Hatta daha içerikli ve detaylı açıklamak isterseniz çok memnun oluruz.


sevgili dostum.. meditasyon uzmanı değilim.. sadece bu olayı yaşamında 12 yaşından beri deneyimleyen ve sonuçlarını bizzat yaşayan/gören biriyim..

meditasyon çok derin ve ayrıntılı bir konu.. burda bir kaç paragrafla izah edilecek bir şey değil.. ve her insanın da bunu yapıp olumlu sonuç alacağı bir şey değil.. yani kaş yapayım derken göz çıkarmak da var.. çünkü meditasyon dediğimiz olay hakkıyla yapıldığında bu ego dediğimiz yalancı benliği zımparalayıp ortadan kaldırıyor.. yani seni öldürüp tekrar doğuruyor.. ve bu süreci benlikli bir insanın tek başına aşması çok zor hatta imkansız gibi.. çünkü büyük bir kaosa girebilirsin, seni sen zannetiren şeyi yokediyorsun, yani kaba tabirle "boru değil" bu olay.. ama insanlar arasında özellikle batı dünyasının insanları meditasyonu bir psikoterapi seansı olarak algılayorlar.. daha önce değindiğim gibi doğu dünyası bunu keşfetmiş ve adamlar toplu taşıma araçlarına (metro, tramvay vs) meditasyon yaparken düşmemek için "kafa sabitleyiciler" yapmışlar..

benliği olan insanlar destek almadan bu işe kalkışıp da gerçekten transa geçebilirse çok büyük duygusal ve akli sıkıntılar yaşayabilir.. bu meditasyon işinde ya doğru dürüst bir benlik oluşmadan(çocuklukta) başlamak lazım ya da sonradan yaşanacak bir takım psikolojik travma veya benzeri olaylarla beyin nörokimyası değişip bu benliğin hasar görüp ufaktan uyanışa geçmiş olması lazım kişinin.. yani teizm düzeyi bilinçaçıklığında olan insanlar için sakıncalı bile olabilir demeye çalışıyorum.. o yüzden ben zaman zaman nonteizm düzeyindeki arkadaşlara öneriyorum meditasyon olayını.. çünkü o derin uyku hali ortadan kalkmış ve uyanış başlamış, yani benlik hasar görüp bilinç yükselmeye başlamış.. benlik bilinci örten bir mekanızmadır, yani tam bir afyon/narkotik gibidir, kişiyi ayakta uyutur, bilinç stan-by durumundadır..

ben meditasyon uzmanı değilim ama bu işin uzmanı olan bir insan var.. daha önce bu sitede bir kaç yazdım.. Osho isimli şahıs.. 1990 yıllarında öldü ve meditasyonun kendisi ve teknikleri hakkında oldukça ayrıntılı konuşmaları var, sağlığında bunları kaydeden insanlar sonradan kitap haline getirmişler.. ben de bu adamdan öğrendim meditasyon ve tekniklerini.. ama işin özünü kavradığında artık sen kendi tekniklerini geliştirebilirsin..

tekniklerin hepsi aynı amaca hizmet ediyor çünkü.. zamandan, düşünceden, zihinden kopup transa geçmek.. "an"a, düşüncesizliğe, zihinsizliğe ulaşabilmek.. zaten bunu bir kez deneyimledin mi ne dediğimi çok iyi kavrayacaksın.. şimdi burda kelimelerle bazı şeyleri ifade etmek çok zor.. çünkü günlük kullandığımız kelimelerde bunu ifade edebilecek bir kavram ya da kelime birebir olarak yok..

meditasyonu bir tedavi bir ilaç olarak algıla.. zaten medicine(ilaç) kökünden gelmiş bir kelimedir.. ve her insan ayrı bir dünya, ayrı bir bilinç, ayrı bir nörokimyasal donanım olduğu için bunu hazır tableti/tekniği yok.. sana uygun olanı sen bulacaksın başka birinin sana önerdiği teknik, komşu teyzenin sana önerdiği "bu bana iyi geldi" dediği ilaçtan farklı değildir..

şayet bu sitede meditasyonla ciddi uğraşan bir kaç insan olup bu konuda konuşulmak istenirse bir topic açaıp kişisel deneyimlerimizi/tekniklerimizi paylaşabiliriz..

ama sana tavsiyem bahsettiğim kişinin bir kaç kitabını okuman.. özellikle de "sırlar dünyası cilt 1-2" yi tavsiye diyorum.. ama bu adamın kitaplarını okurken rüyalara dalma, çünkü bu adam hindistan kökenli ve her mistik gibi o da atalarının soyutu reenkarnasyonun etkisinde kalmış.. ama meditasyon konusunda üstüne yok diyebilirim..

paslıçivi
16-06-2010, 07:33
Bu yazilanlari tam ve net olarak algilamak istiyorsan, sana evrensel'in kosesi'nden cizimsel ve sekilsel linkini verebilirim. Oglum sayesinde, bu sekilleri siteye aktarabildim. O yuzden benim gibi bilgisayar ozurlu bir kisinin, noktalamayi cizimsel ve sekilsel olarak gorsellige tasimasi buyuk bir sorun. Ama su an fiziken karsilikli olsak, sana tum dogal dusuncenin evrensel ve ctetolojik koken ve temellerini, ve neyi sey yapmadan onceki isleyisini ve sorununu kagida cizerek gosterebilirdim, sansina kus.:kiss:

Saygilarimla;
evrensel-insan


sevgili e.i.. sana bir tavsiyem var.. madem bahsettiğin evrensel-insan düşüncesi devrim niteliğinde ve sen de bilgisayar özürlüsün, o zaman bahsettiğin kağıt kalemle olan açıklamayı bir videoya kaydedip burda yayınlayabilirsin.. biz de senin bu düşünceni daha iyi algılayabilir ve sağlıklı eleştiriler getirebiliriz..

teklifimi bir düşün istersen.. kimliğinin deşifre olmasını istimiyorsan video çekiminde basit bir teknikle bu sorunu çözebilirsin..

evrensel-insan
16-06-2010, 17:43
Saygideger paslicivi;

Onerin icin tesekkurler. Yalniz, ben zaten bu sitede gereken ABC'ye cizimsel/sekilsel olarak degindim. Eger bu incelenir, algilanir ve de daha detayli aciklama geregi ortaya cikarsa, o zaman onerini dusunebilirim. Merdivenleden, bir bir cikmak lazim, Aritmetik bilinmeden, matematik algilanmaz.

Saygilarimla;
evrensel-insan

deran
16-06-2010, 21:50
sevgili dostum.. meditasyon uzmanı değilim.. sadece bu olayı yaşamında 12 yaşından beri deneyimleyen ve sonuçlarını bizzat yaşayan/gören biriyim..

meditasyon çok derin ve ayrıntılı bir konu.. burda bir kaç paragrafla izah edilecek bir şey değil.. ve her insanın da bunu yapıp olumlu sonuç alacağı bir şey değil.. yani kaş yapayım derken göz çıkarmak da var.. çünkü meditasyon dediğimiz olay hakkıyla yapıldığında bu ego dediğimiz yalancı benliği zımparalayıp ortadan kaldırıyor.. yani seni öldürüp tekrar doğuruyor.. ve bu süreci benlikli bir insanın tek başına aşması çok zor hatta imkansız gibi.. çünkü büyük bir kaosa girebilirsin, seni sen zannetiren şeyi yokediyorsun, yani kaba tabirle "boru değil" bu olay.. ama insanlar arasında özellikle batı dünyasının insanları meditasyonu bir psikoterapi seansı olarak algılayorlar.. daha önce değindiğim gibi doğu dünyası bunu keşfetmiş ve adamlar toplu taşıma araçlarına (metro, tramvay vs) meditasyon yaparken düşmemek için "kafa sabitleyiciler" yapmışlar..

benliği olan insanlar destek almadan bu işe kalkışıp da gerçekten transa geçebilirse çok büyük duygusal ve akli sıkıntılar yaşayabilir.. bu meditasyon işinde ya doğru dürüst bir benlik oluşmadan(çocuklukta) başlamak lazım ya da sonradan yaşanacak bir takım psikolojik travma veya benzeri olaylarla beyin nörokimyası değişip bu benliğin hasar görüp ufaktan uyanışa geçmiş olması lazım kişinin.. yani teizm düzeyi bilinçaçıklığında olan insanlar için sakıncalı bile olabilir demeye çalışıyorum.. o yüzden ben zaman zaman nonteizm düzeyindeki arkadaşlara öneriyorum meditasyon olayını.. çünkü o derin uyku hali ortadan kalkmış ve uyanış başlamış, yani benlik hasar görüp bilinç yükselmeye başlamış.. benlik bilinci örten bir mekanızmadır, yani tam bir afyon/narkotik gibidir, kişiyi ayakta uyutur, bilinç stan-by durumundadır..

ben meditasyon uzmanı değilim ama bu işin uzmanı olan bir insan var.. daha önce bu sitede bir kaç yazdım.. Osho isimli şahıs.. 1990 yıllarında öldü ve meditasyonun kendisi ve teknikleri hakkında oldukça ayrıntılı konuşmaları var, sağlığında bunları kaydeden insanlar sonradan kitap haline getirmişler.. ben de bu adamdan öğrendim meditasyon ve tekniklerini.. ama işin özünü kavradığında artık sen kendi tekniklerini geliştirebilirsin..

tekniklerin hepsi aynı amaca hizmet ediyor çünkü.. zamandan, düşünceden, zihinden kopup transa geçmek.. "an"a, düşüncesizliğe, zihinsizliğe ulaşabilmek.. zaten bunu bir kez deneyimledin mi ne dediğimi çok iyi kavrayacaksın.. şimdi burda kelimelerle bazı şeyleri ifade etmek çok zor.. çünkü günlük kullandığımız kelimelerde bunu ifade edebilecek bir kavram ya da kelime birebir olarak yok..

meditasyonu bir tedavi bir ilaç olarak algıla.. zaten medicine(ilaç) kökünden gelmiş bir kelimedir.. ve her insan ayrı bir dünya, ayrı bir bilinç, ayrı bir nörokimyasal donanım olduğu için bunu hazır tableti/tekniği yok.. sana uygun olanı sen bulacaksın başka birinin sana önerdiği teknik, komşu teyzenin sana önerdiği "bu bana iyi geldi" dediği ilaçtan farklı değildir..

şayet bu sitede meditasyonla ciddi uğraşan bir kaç insan olup bu konuda konuşulmak istenirse bir topic açaıp kişisel deneyimlerimizi/tekniklerimizi paylaşabiliriz..

ama sana tavsiyem bahsettiğim kişinin bir kaç kitabını okuman.. özellikle de "sırlar dünyası cilt 1-2" yi tavsiye diyorum.. ama bu adamın kitaplarını okurken rüyalara dalma, çünkü bu adam hindistan kökenli ve her mistik gibi o da atalarının soyutu reenkarnasyonun etkisinde kalmış.. ama meditasyon konusunda üstüne yok diyebilirim..


Sayın paslıçivi izin verirseniz bir düzeltme yapabilirmiyim?
OSHO nun meditasyonla ilgili iki ciltlik kalın kitaplarının adları SIRLAR KİTABI1
(Meditasyon sanatı) diğeri SIRLAR KİTABI 2 (Kendini anlamanın anahtarı)
Evet bencede meditasyonla ilgili yazılmış en güzel kitaplardır bunlar...

evrensel-insan
17-06-2010, 00:23
Saygideger deran;

Sen su an meditasyon, yapiyor musun?, ya da gecmiste yaptiysan, ne kadar sure yaptin?, meditasyon yapmaktan amacin ne?, sence ne sagliyor meditasyon ve neden onu sana saglamasina ihtiyac duyuyorsun?

Bizleri, bu konuda aydinlatir misin?

Saygilarimla;
evrensel-insan

paslıçivi
17-06-2010, 04:23
Sayın paslıçivi izin verirseniz bir düzeltme yapabilirmiyim?
OSHO nun meditasyonla ilgili iki ciltlik kalın kitaplarının adları SIRLAR KİTABI1
(Meditasyon sanatı) diğeri SIRLAR KİTABI 2 (Kendini anlamanın anahtarı)
Evet bencede meditasyonla ilgili yazılmış en güzel kitaplardır bunlar...


sevgili deran.. hassas dikkatin ve düzeltmen için teşekkürler.. haklısın, senin düzeltmenden sonra gidip kitaba baktım, evet "dünyası" değil "kitabı"ymış..:faint2: :)

sevgili düşüngen benim tavsiyeme uyup da bu kitabı araştırıp bulamadıysa bana iyi saydırmıştır diye düşünüyorum.. ben de kulaklarım niye çınlıyor diyordum..

paslıçivi
17-06-2010, 05:35
Sevgili paslıçivi,
Tahminim, tatminsiz kalan teizmin alternatifi olan nonteizm trendiyle kişisel narsizm patlama yapacaktır. İnsanlar binlerce yıldır içlerinin derinliklerinde olan ama dışarıya yansıtıp nesneleştirdikleri tanrıyı en sonunda kendilerinde bulacaklar. Böylece binlerce yıldır hayalini kurdukları kendi imijasyonlarının ürünü olan tanrıyı kendi benliklerinde canlandıracaklardır. "Milyarlarca canlı tanrı" çağına geçiş yapılabilir(bence).


bahsettiğin durum daha günümüzde böyle zaten de, insanloğlu henüz farkındalık kazanmadığı için durumu algılayamıyor..

bak bir dine mensup inananlar arasında bile 2 kişi yoktur ki aynı tanrıyı deklare/ifade etsin.. aslında her insan yaratıcı bir tanrıdır, yani bahsettikleri tanrı aslında kendileridir.. ama bunun farkındalığı için insanlık henüz bilince erişmedi, herşey bir süreç meselesi..

Alıntı:
ama niçin çok sınırlı sayıda insan bunu yaşayıp deneyimleyebilirken dünya insanlığının tamamına yakını deneyimleyemiyor?, orası ayrı bir konu, ayrı bir muamma...Paslıçivi---------------------------------


Bu muammayı açmaya çalışırsak eğer, altından varolma savaşının zorunluluğu çıkabilir.
Herşey uyum için, çevreye, yaşama, topluma, kendimize ve kendimizin gizil güçlerine uyum için.
Bu uyum için benlikten arınmak gerekiyorsa arınılır, tersine benliğe sarılmak gerekiyorsa sarılınır.

Ne benlikten arınanın benliğe sarılandan bir üstünlüğü vardır, ne de benliğe sarılanın arınandan bir üstünlüğü vardır.
Herşey uyum için ve uyum adına kılık değiştirmektir diyebilirim.

Benliğinden arınmak zorunda kalan bir kişi, tekrar dünyaya aynı kalıtımıyla gelse ve aynı iç dış etkenlere maruz kalsa yine aynı şekilde benliğinden arınma gereksinimi duyacak ve benliğini öldürecektir.

Bunu kanserli bir organa benzetebiliriz(Dikkat ettiyseniz sürekli benzetme kuruyoruz çünkü algımızı tam olarak ifade etme zorluğu yaşıyoruz onun için benzetmeye başvuruyoruz, allah sonumuzu benzetmesin) eğer kanserli bölge kesilmezse yayılacak ve konakladığı canlıyı öldürecektir o yüzden acısıyla tatlısıyla bir parçamız olan kanserli bölgeden kurtulmamız gerekmektedir. Varolmak adına buna mecburuzdur.

Benlik eğer kanserleşmişse, canlılığı tehdit eder duruma gelmişse ondan kurtulmak onu öldürmek gereklidir ve gereği yapılır. Görüldüğü gibi bu cinayet keyfi değil zorunluluktur. Benliğini öldürmeye kıyamayan pek çok kişi kendi biyolojik canlılığını öldürmüştür ya da bir şekilde onunla beraber yaşayacak bir formül bulmuştur. O yüzden benlikten arınma vakaları az rastlanır türdendir diyebilirim.


evet bu söylediklerinde çok haklısın ama işte bu benlikten arınıldığında "insanlık, yaşam, canlılık" ön plana çıkıyor, arınılmadığı zaman kişi diğer tüm canlılarla büyük bir savaş/kaos içinde.. bu durumu da ıskalamamak lazım..

paslıçivi
17-06-2010, 06:05
Sevgili paslıçivi,
Gensel benliğin kaptan şöförlüğünü yaptığı araçta genlerin dümen suyundan giderken yol kenarında bizi bekleyen yaşama uğrayamamak diye algılıyorum.

Bu yol kenarında bizi bekleyen yaşam gensel değil öz yaşamdır. Derken bunları dile getirmek istemiştim yani yaşamızı varoluşsal zorunlulukların robotu olarak geçirir çıkar peşinde ömrümüzü heba edersek bir daha sahip olamayacağımız yaşamı farkedememiş oluruz. Bu fark edilmeyen yaşamın elimize bir daha geçme ihtimali kentilyonlarda bir bile değildir. Yani on milyonda bir ihtimal olan sayısal loto bize çıkmadıysa bundan trilyonlarca kat daha az ihtimal olan yaşam matematiksel olarak bir daha hiç elimize geçmeyecektir.

Varoluşsal bir farkındalık kazanarak mümkün mertebe genlerden yaşamımızı çalmak lazım, tıpkı felekten bir gün çalmak gibi genlerden bir ömür çalmak isterim (O kadar dürüsttü ki felekten bir gün bile çalmadı).

Yarış atları hipodromda koşarlar amansız bir yarışa düşmüşlerdir ve hiçbirisi niçin yarıştığını bilmez. İçlerinden birisi için, bir anlık cesaret ile üzerindeki jokeyi atarak "Ben bu sonu olmayan yarışta yokum çünkü sonu olan bir hayatımı koşmadan yormadan yaşamak istiyorum" diyerek doğruca; koşu pistinin kenarındaki küçük ormanlık, ağaçlık bölgeler olur yerler yemyeşil çimdir sürekli fıskiye ile sulanır işte yarıştan kaçarak o ağaçların altına saklanıp çimenlerin üzerinde yuvarlanarak kulağı su sesinde gözü gökyüzünde ömrünün sonuna kadar yaşamın tadını duymak o at için en büyük süprizdir, koşunun bombası tam anlamıyla budur.

Diğer yarışcı atlar nal toplamaya devam edecektir ta ki nalları dikene kadar. Ne yapalım evrenin götüntüsü böyle..



aynen öyle sevgili dostum.. yarış atı benzetmen harika.. işte o sırtındaki jokeyi atıp yaşamda anın keyfini çıkarıp hayatı ıskalamayan at farkında/uyanık attır.. yani o bir sütçü beygiri değil küheylandır artık.. ve kahkahasını basar.. (kıskanma, sen de çok yakınsın o kahkahaya):lol:

Alıntı:
o ürkütücü karanlıktan içeriye girip de ordan geçmeyi başarabilirsen işte kurtuluşa erdin demektir.. çünkü orası bir cehennem, bir ateş.. ve o ateşten geçtiğinde saflaşıp arılaşıyorsun.. yani ateşten geçen altın saflaşıyor.. Paslıçivi------------


Kişi o ateşten korkup dönüyorsa diyebiliriz ki, henüz çektiği sıkıntı katlanacağı ateşli yoldan daha acı verici değil. Ne zaman ki bulunduğu durumun ızdırabı ateşli yolunkinden daha ağır gelmeye başlamıştır artık kişi ateşe göğüs gerecek güveni kazanmıştır. Pişerek biçim değiştirme zamanı gelmiştir çömlekçilikte olduğu gibi.


evet.. henüz yeterli dip yapılmamıştır çünkü.. dibe vuran bir topun(yanlış anlaşılmasın bildiğimiz top:faint2:) gideceği tek bir yer vardır artık. zirve..


dip yapılmadığı sürece top zirveye çıkamayacak ve değişik seviyelerde zıplamaya devam edecektir.. ve her top kendi seviyesini zirve zannetmek zorundadır.. aksi durum zaten yaşam döngüsünü devam ettiremez..

paslıçivi
17-06-2010, 06:12
O gülüşü az-çok tanırım...O sıradan bir kahkaha değildir.Tarifi zor...Ağlamakla gülmek arası birşey:) Aslına bakarsan "Çaresizliğin ifadesi"...
Bilince yansıyan, varoluşunu dayatan ve tanımlanamayana karşısında ki çaresizliğin ifadesidir o gülüş.
O varlık/yokluk öyle birşey ki;İki uç noktayı insana aynı anda yaşatıyor.
1-Sana kendini "kaygan bir lavaboya düşmüş bir böcek" gibi hissettirebiliyor.
Sürekli lavobonun kenarına tırmanmaya çalışır,tam ulaşacakken başladığın noktaya dönersin...
yada içinde bulunduğun labirentte bir deney faresinden farksız bir oyana-bir buyana koşturursun.Bir parça peynir için yapmadığın şaklabanlık kalmaz...
Tıpkı keçiyi uçurumdan düşüren bir tutam ot misali...

Sonra geçmiş ve geleceğin bir yanılsamadan ibaret olduğunu anlarsın.
Durursun-durağanlaşırsın...ANda yaşamaya başlar..AN'ı ıskalamamayı öğrenirsin.

Yapabileceğin hiçbirşey olmadığını fark ettiğinde...Koşuşturmanın anlamsızlığını Farkettiğinde...Basarsın kahkahayı...

Tıpkı senin yaptıın gibi Hayatı artık o kadar da CİDDİYE Almaz...İçinde ki Çocuğu serbest bırakırsın...

2- Artık Labirente yukarıdan bakıyorsundur...Çıkışın ne kadar da kolay olduğunu anlar,kaç kez oradan geçtiğine ve FARKetmediğine hayıflanırsın...
Artık diğer uç noktadasındır.Başka böceklerin nasıl kaygan Lavobolarda tırmalayıp durduğunu görür-kah hüzünlenir kah gülersin.
Bundan sonrası benim için sadece bir tahmin:
Uğraşlarının boşa olduğunu söyleme döneminide atlattın mı...artık bir yunus gibi yüzünde sürekli bir Gülümseme vardır.Hani "High" olmuş..uçmuş derler ya...Sanırım öyle birşey olmalı...
Çünkü ben henüz o Bilinç düzeyini tadmış değilim.
Çünkü orası sonsuz gibi görünen karanlığın biraz ötesi...Orayı geçmeye cesaretinin olması yetmiyor...Sanırım davet edilmiş olmak da gerekiyor?
Bilemiyorum...
Benim bir Baba olarak,bir eş olarak v.s. taşımakla sorumlu olduğum dünyevi
ödevlerim henüz bitmedi...
O nedenle olsa gerek "Saflaşma" aşamasına geçiş için beklemek zorundayım.Beklerken hazırlık süreci devam ediyor.Bir külçe altın imalatı için tonlarca toprak işlenir..Karmaşık aşamalardan geçer ve en son Ateşe girer..üzerinde ki köpükde atıldımı,işte o zaman tüm prossesin amacı olan ürün ortaya çıkar.
Ben hayatımı birlikte geçireceğim insanı bulduğumda yarım değildim sevgili Düşüngen.O da değildi...Ancak YOLCULUĞA bereber/omuzomuza devam etme kararı aldığımızda birimizin kararının diğerinin hayatınıda doğrudan etkileyeceğinin ikimizde Bilincindeydik.


çok güzel bir yazı, tespit ve yansıtma sevgili ulul..

sanki puzzle tamamlanması için tek bir parça kalmış gibi..

ama sanırım en zor parça..

onu bulman dileğiyle..

paslıçivi
17-06-2010, 06:27
Zamanın ve Pilin yettiği kadar:)

Teslimiyetin ister istemez İslamiyeti çağrıştırdığını biliyorsun.

Oysa sen Teist düzlemde müslüman bir Aileden gelen bir insan olarak,

O körü-körüne teslim olmaktan bahsediyor olamazsın?

Çünkü Teist seviyesinde ki insanlarla artık tartışmıyorsun bile...Çünkü Biliyorsun ki o insanın kendi ellerinde değil o Bilinç seviyesinde olmak.


sevgili dostum bugünlük zaman var ama pil bitti:wacko:.. yarın artık..

Düşüngen
17-06-2010, 18:25
elinden gerçek mutluluğu alınmış olan bu insan yavrusu hayatta kalıp soyunu devam ettirmek için mutlu olması gerekmektedir, mutlu/tatmin olamazsa bu zor yaşam mücadelesi için gerekli olan yaşama sevincini ve akli melekelerini muhafaza edemez, ya mutsuzluğa düşüp intihar eder ya da akli dengesini kaybedip insan olmayı terkeder..

keçiyi yardan uçuran bir tutam ot misali insanoğluna yaşamı ıskalatan da bu bir tutam ot olan egodur..
eşeğin başından gözlerinin önüne bir tutam ot koyarsan, zavallı eşek o ota ulaşıp yemek için sürekli yürür durur ama hiç bir zaman o ota ulaşamaz..
insanoğlunun yaşam dediği daha doğrusu yaşam zannettiği şey işte bu bir tutam otun peşinden gitmekten başka bir şey değildir..
ama insanoğlunun yapılanmasında/kurgulanmasında bu otu kim, niçin koymuştur, işte onu bilmiyorum...



Sevgili paslıdostum,
insanın içinde yaşam sevgisi/enerjisi ya da sizin tabirinizle mutlak mutluluk varolduğunu söyledik. Bu varoluşun hediyesi olan mutlak mutluluk mirasının toplum tarafından insana yedirilmemesi ve insanın önüne yeni hedefler koyularak onu yarış atına dönüştürmesinin altında ki nedenlere eğilmek lazım. Siz de bunu insanın önüne koyulan bir tutam ot olarak ifade ettiniz.

Dünya insanlığı niçin varoluşun mirasını (mutlak mutluluk) yiyemiyor, niye kendi emeğiyle üreteceği sahte mutluluklara mahkum ediliyor?

Bütün insanlar yemek zorundadır ama çalışmak zorunda değildir çalışmak sadece yemek için araçtır amaç değildir. Bu yüzden çalışmadan yeme şansına sahip olanlar çalışmayabilirler. Bir miras yiyenin çalışması için elinden bu mirasın alınması gereklidir. Toplum dediğimiz insanlardan oluşan kümenin yaptığı da budur. Genler bir kere toplu yaşayarak hayatta kalabileceklerini anlamışlardır bir kere o yüzden bu dayatımla karşıkarşıyayız.

Doğanın bir huyu vardır, doğada ya da insan kültüründe tesadüfen bir hareket yapılır eğer uygun/faydalı ise bu hareket tekrarlanır yaygınlaşır. Tıpkı neolitik çağların başlarında hayvancılıkla uğraşanların sütlerini saklayacak dolaplarının olmaması sonucu sütlerinin ekşimesi bozulması peynirleşmesi ve tesadüfen günümüz peynirinin temellerinin atılıp tüm dünyaya yayılması gibi. Kültürde bir nevi virüsdür. Çok kısa bir sürede kıtadan kıtaya yayılabilir aynı telefonun yaygınlaşması gibi.

Konuya yine evrimsel açıdan bakmak gerekiyor, gerek biyolojik evrim gerekse kültürel evrim bu olayı epey açıklar sanırım. Bir kere, miras yiyen topluluklar ile mirası yemeyip(yaşamı ıskalayarak) üzerine yeni değerler ekleyerek kültürel kalıtımla yeni nesillere daha büyük miraslar aktaran topluluklar bir olmaz. Miras yemeyenler her zaman miras yiyenlere üstün gelirler. Çünkü onlar daha yaratıcı ve üretken olurlar zaten sahte mutluluk için üretken ve yaratıcı olmaları gerekmektedir yeni oyuncaklar yapabilmek için.

Düşüngen
17-06-2010, 18:28
İki tane topluluk ele alalım birisi miras yesin diğeri mirası yemeyip yeni nesillere yeni miraslar bıraksın. Ve bunları ıssız bir adaya kapatalım hemde yanlarına almak istedikleri 3 şeyi sormadan. En kısa sürede bu adada ne olacaktır bakalım; Miras yiyenler zevkten dört köşe ağzı kulaklarında zeybek gibi gezerken, kendini yarış atı misali bir koşturmacaya bir yarışa adamış miras yemeyenler daha varlıklı, donanımlı olacaklardır.

Nesilden nesile artan kültürel birikimleri, onların uygarlık dediğimiz ikinci doğayı birinci doğanın üzerine inşaa etmesini sağlar. Kendi doğasını kurmaya başlar böylece tabiat annenin huzurlu kollarından sıyrılarak annesinin yani doğanın dışına düşer.

Sonuç olarak daha da güçlenen bu sayede nüfusları artan miras yemeyenler (sahte mutlulukla koşullandırılanlar) miras yiyenleri (mutlak mutluluk) tehdit edip denize dökmeye çalışırlar çünkü ada küçüktür ve bu ada topluluklardan ancak birine yetecektir. Kısacası Yeşilvadi Seferoğullarının olacaktır çünkü onlar daha da güçlenirken paslıçici gibi Şabanlardan oluşan Tellioğulları uygarlık ve silahlanma yarışında geride kalmışlardır. Denize dökülmeyi hak etmişlerdir, denize dökülecek analarını göreceklerdir hangi analarını diye sorulabilir; tabi ki deniz analarını.

Dediğiniz gibi üst bilinçlilerin, önder kişilerin temellerini attığı toplum, varoluşun selameti ölümsüzlüğün alameti için ne gerekiyorsa yapmışlardır. Bir elin nesi var iki elin nah sesi var örneğinden de anlaşılacağı gibi topluluklar ve toplu hareketler her zaman diğer hareketlere üstün gelmiştir. Doğa da topluluk olarak hareket edenlerin yiyeceği çok ekmek vardır, böyle bir yüksek karlı bir sektördeki boşluğu topluluk kuranlar çok iyi doldurmuşlardır. Çünkü doğa boşluk bırakmayı sevmez, doğa keriz değildir.

Birlikten kuvvet doğduğu ve kuvvetlinin yaşamayı hak ettiği yuvarlak gezegenimizde birliktelikler her zaman onaylanmış ve yol almıştır. Bu toplu olma arzusu, birlik beraberlik, sevgi duygusundan değil kendi çıkarının böyle daha rahat savunulacağı güdüsündendir. Köprüyü geçene kadardır bu beraberlik, ayıya bir müddet dayı süsü vermek.

Düşüngen
17-06-2010, 18:30
Örneğin bu iki topluluğun savaştığını düşünelim. Miras yiyenlerin yemeyenler karşısında hiç şansları yoktur çünkü miras yemeyenler mutlu olmak için sahte mutluluklar peşinden koşmuş değişik oyuncaklar icat etmiş, araç gereç, silah icat etmiştir.

Her birey toplum tarafından onaylanmak dolayısıyla evlenebilmek(genlerini aktarabilmek) için bir meslek üzerinde durmuştur mesela ayakkabıcı olmuş topluluğuna sağlam ayakkabılar yapmıştır. Bu sayede savaşta onun topluluğunun erleri daha hızlı ve ayaklarına diken batmadan koşabilmiş düşman karşısında avantajlı duruma gelmiştir. Bir diğeri topluluğuna sağlam şapkalar yapmayı görev edinmiş böylece kendini ispatlayıp toplumdan onay alırken, topluluğuda savaş sırasında cephede kafasına güneş geçmeden daha sağlıklı mücedele vermiştir. Hiç başına güneş geçenle geçmeyen bir olur mu?

Sonuçta yer küre üzerinden zeybek diye nitelendirdiğimiz miras yiyenlerin toplulukları azalırken, miras yemeyip kendi oyuncağını yaratan sahte mutluluk peşinden koşanlar günümüze kadar uzanabilmiştir. Günümüzdeki toplumlar ülkeler bu durumun en net kanıtıdır. Bu olay şuna benzer; Baba çocuğuna bir bisıkılet alacaktır ama bu hediyeyi rüşvete dönüştürmek ister ve, falanca sınavı kazanırsan sana bisıkılet alacağım der. Böylece çocuğu oyuncak vasıtası ile kandırarak ailesinin yararına onun daha çok çalışmasını sağlamaya çalışır. Ne de olsa nimet külfet eşittir.

Tarlada buğday eken bir çiftçi topluluğundan onay ve para alarak sahte mutluluğa erişirken çalıştığı o sıra üzerinden hızla geçen F16 pilotuda topluluğuna tehdit oluşturan unsurları yine aynı nedenlerle ortadan kaldırmak için savaşa gitmektedir. Birisi gökte uçan askerine ekmek sağlarken diğeride yerde çalışan işcisinin güvenini sağlamaya çalışmaktadır. O yüzden her gence çalış öğüdü verilir, topluluğun güçlenmesi için.

Her şey vatan içindir. Sevgili Paslıçivi gibi miras yiyenlerin (Mutlak mutluluk) doğal seçilimden geçmesi imkansızdır çünkü denize dökülecek dalgaya (Kahkahaya) denizde devam etmek zorunda kalacaklardır. Demek ki insana soyut gerekliymiş ki bu boşluk hemen doldurulmuş. Somutta yaşayan gensel benlik soyutta yaşayan yapay benlik karşısında çok güçsüz kalacaktır.

Sonuçta çokca güçlenen bir vatan diğer vatanları ortadan kaldırmaya çalışacaktır, çünkü yeryuvarlağımız okyonusların ortasında bir adadır ve artık insanlığa küçük gelmeye başlamıştır. Başka bir yerde oksijen ve su olmadığı için birileri ortadan kaldırılmak zorundadır. Yine birileri denize dökülmek zorundadır ve yine deniz anaları sendromu gündeme gelecektir. Bu günün denize dökenleri yarının denize dökülenleri olacaklardır tıpkı diğerleri gibi.

Evren bir maratondur ve maç doksan dakika değildir bu sonsuz döngüde her an her şey olabilir. Her şey uyum içindir. Ortadan kaldırılanlar bir daha ortalıkta görünmezken ortada kalanlar ortalığa mecburen hakim olmuş olacaklardır. Yani her şey ortadadır. Ama en güzel ortanın golle sonuçlanan orta olduğu ortadadır.

İşte burnumuzun ucuna getirilen bir tutam otun hikayesini bu şekilde algılıyorum. Ot peşinden koşanlarla sulu takılanların arasındaki fark budur.
Ota bağımlı hale gelmişizdir bu bir zorunluluktur. Zaten mümkün olan şey gerçekleşir mümkün olmayan şeyler gerçekleşmez. Bir şey olmuşsa mümkün olduğu için olmuştur, olmasını istediğimiz öznel isteklerimiz olmuyorsa demek ki mümkün olmadığı için olmamıştır. Olması mümkün olmayan bir şeye üzülmek saçmalıktır. Zaten mümkün olsaydı olacaktı değil mi? Hem eskiler "Olmuşun kötüsü olmaz" demişler.

Düşüngen
17-06-2010, 18:32
Belirtmiş olduğunuz mutlak mutluluk taşıyan güdüsel benlik (Bu yeni tabir şimdi uydurdum) son derece bencildir empatiden yoksundur. Bu üyelerden sağlıklı varlıklı toplum kurulamaz adı üzerinde bunlar miras yiyenlerdir. Bunlar bencil genlerin yaşam makineleridir hatta çıkarı söz konusu olunca hepsi birer ölüm makineleridir. Genleri taşıyıp bir sonraki nesile aktarmaktan ibaret olan bu cıvık kimyasal oyunun birer robotudurlar.

Her gen kendini düşünür bir de karıncalar gibi topluluğu düşünen genler vardır. İnsan işte bu noktaya erişirse birbirini öldürmekten sömürmekten vazgeçecektir, neden şimdi değil? Çünkü şu an mümkün değildir mümkün olsaydı çoktan olurdu ne yapalım her şey evrenin görüntüsü hatta izleyicilerde bu görüntüye dahil.

Gensel benlik bireyci çıkarcı genler için faydalıdır ama toplumsal olarak zararlıdır. Toplumsuz bir adım dahi atılamayacağı için, çıkarcı gensel benlik ve onun mutlak mutluluğu yok edilmeye çalışılmakta, varolmak adına. O yüzden bahsettiğiniz gensel benlik, toplumsal mutluluğumuz açısından ve ahlaki ön kabullerimiz açısından tehdit oluşturmaktadır. Soyutlarla donatılmış sanal benlik diğerinden daha hayırlıdır zaten günümüzde yaşanan, kabul edilen benlik bu sanal benliktir. Her şey nasıl daha uygun ise o yöne doğru gidiyor ama yavaşda gidebilir hızlıda.

Bu toplum adına tehdit oluşturan gensel benlik mutlak mutluluk adına savunulabilir mi? Savunulursa neresinden tutup savunula bilir? Görüşlerinizi alabilir miyiz?

Önemli bir açıklama yapmak istiyorum, bahsettiğim bencil gensel benliğin atalarımızın yüklediği sahte benlikle alakası yok, o tamamen doğuştan kaynaklı biyolojik kökenli bencillik. Sonradan atalarımız tarafından aşılanan zihin değil doğuştan aşılanan varlığımızın bir parçasından bahsediyorum.

Sevgiler...

Düşüngen
17-06-2010, 18:53
Sevgili Düşüngen,
Yardan düşmekten korkan keçi acından ölür...Sonuç değişmez.
O "Taklalar" asıl altın olan senin kalbini kazanmak için.
Çünkü altının kıymetini ancak Sarraf anlar...Onu mihenk taşına sürterde ayarını belirler...
Gün gelir sende bir Sarraf olursun kendi çapında...İçinden çıktığın o "fındığın" kurdu olduğunu anlarsın:)
Herşeyin gerçektende o fındığın-Hayatın kaynağının etrafında döndüğünü görürsün.
O zaman ona fındık değil Rahim dersin de birde bunun eril kısmı olan Rahman olmalı dersin.
Artık bininci mesajını bekleyeceğiz napalım:D

Sevgili UlulElbab, güzel sözleriniz için teşekürederim.
Umarım beklediğiniz o saflaşma aşaması biran evvel gelir sizde erenler kervanına dahil olursunuz. Biz bir müddet daha verenler kervanında seyretmeye devam edecek gibiyiz.

Bu arada söz veriyorum 1000 mesajımda sana güzel bir ödülüm olacak ama o zamana kadar olurda ölürsem kusura bakma..
Sevgiler...

Düşüngen
17-06-2010, 19:10
[QUOTE=paslıçivi;312426]
meditasyonu bir tedavi bir ilaç olarak algıla.. zaten medicine(ilaç) kökünden gelmiş bir kelime ve her insan ayrı bir dünya, ayrı bir bilinç, ayrı bir nörokimyasal donanım olduğu için bunu hazır tableti/tekniği yok.. sana uygun olanı sen bulacaksın başka birinin sana önerdiği teknik, komşu teyzenin sana önerdiği "bu bana iyi geldi" dediği ilaçtan farklı değildir..
QUOTE]

İşte şimdi dağ fare doğurdu.
Sevgili paslıçivi, hani meditasyon tekniklerini açıklayacaktın. Hani translar gelecek ışıklar parlayacaktı, haleler çıkacaktı, hepsinden geçtim; ereksiyon mereksiyon dedin ama bizi iyice direksiyon(o) ettin..

Beni hep bu vaatlerle kandırdın.


[QUOTE=paslıçivi;312969]
yani o bir sütçü beygiri değil küheylandır artık.. ve kahkahasını basar.. (kıskanma, sen de çok yakınsın o kahkahaya):lol:
QUOTE]


Buyur yine aynı vaatler, valla Tansu Çilleri geçtin.
Bizim gibi safların ağzına bal sürüp arkasına dolanıyorsunuz, bu hiç hoş değil.
Tamam boşta gezen müridim dedim kabul ediyorum ama o kadar da ahmak değilim.
Sevgiler...

evrensel-insan
17-06-2010, 21:47
Saygideger dusungen;

Insanoglunu dogal dusuncesi eliyle, insandisi ve insanlikdisina iten nedenlerin en basinda, insanoglunun da NESNEL OLARAK ALGILANMASI gelir. Bu insandisinda kalan herseyi one cikaran icin aynidir. Bu one cikarim, madde, dusunce, tanri, herturlu ve herbir yaratici, programlayici, tasarici, varolus, evren, evrim, doga, dunya v.s. olmus fark etmez.

Cunku, tum bu insanoglunu teslim edenin/alanin kendi dahil; dogal dusunce mahkumiyeti, insanoglunun OZNEL BIR NESNE oldugunun algilanamamasi, bilince cikmamasi ve farkina varilmamasidir.

Sonucta, kendi turu ve biri dahil; her turlu nesneyi, kendi soyutlamasinin OZNELLIGIYLE ortaya koyan insanoglu, nesneyi bu SOYUTLAMASININ OZNELLIGI sayesind yonlendirir, yonetir.

Iste tek ozne olan, insanoglu bunu bilincine ve farkia vardiginda, teslim etme/almadan ve cesitli bahanelerle ve de yasaminin onune koydugu degerlerle kendini avutmak, kandirmak ve bahane bulmaktan vazgececektir. Cunku, yasami, her turlu yasatmak, oznellik, soyutlama ve mucadele gerektirir.

Iste bu mucadeleyide verecek olan, dunyanin tek bilinen OZNELI OLAN INSANOGLUDUR. Dogal dusuncenin, inancsal, cinsel, gensel, norokimyasal, kalpsel, beyinsel, derisel, kansal, DNAsal, kafatasisal, tanrisal, metafizik ve etiksel ideolojik dogrusal, ve de bunlarin getirdigi, ayrimci, cikarci, bencil, iktidar/guc/otorite sahip ve sabitligi ve de bunlara olan caresizligi, teslim alma/edilmesi ve ustelik bunlarin, insanoglunun kaderi, tabiati, dogasi v.s. imis gosterilmesi, Kisaca oznelligin, insanoglundan alinip, insandisi ve insanlik disina verilmesi, insanoglunun ve onun birinin insanlasamamasinin onundeki en buyuk engeldir.

Isteyen buna kahkaha atarak, isteyen yukaridaki degerlerle yasamini vererek teslim olur, isteyen kendini kandirarak, bahane bularak, umursamayarak, teslim olur, isteyen icinde bulundugu dogal dusunce duzeyinden rahatsiz olmayarak, zarar gormeyerek teslim olur, isteyen careyi, olumde, falda, mistisizm de, mitolojide, buyude, cinde, peride arayarak teslim olur v.s. Hepsi ayni kapiya cikar. Cunku kendilerini teslim alan OZNEYI GORMEZLE, ALGILAMAZLAR, YANI KENDILERINI.

Oyuzden, insanoglunun ne oldugunu ve neden o oldugunu cok iyi algilamali ve insanoglunun ne oldugunu ve neden o oldugunu ortaya koyanin da, gene insanoglu oldugunun bilincine ve farkina varmak, gerekir.

Yoksa, insanoglu nesne ise, bunu boyle algilayanlar icin, sadece duzeysel teslimiyetlerinden onlara mutluluk duymak kalir.

Insanoglu; nesnemi/oznemi/isim midir?, madde mi/dusunce mi, kavram midir?

Iste buradaki, dogal dusuncenin bunlari insanogluna teke indirgemeye zorlamasidir, zaten; sorun. Cunku INSANOGLU BUNLARIN HEPSIDIR ve BIRI OLMADAN DA INSANOGLUNDAN BAHSEDILMEZ. Eger bahsediliyorsa, o insanoglu degil; insandisi ve insanlikdisi bir deger/tabu/veridir. Ustelik insanoglunun ortaya koydugu, bildirdigi, belirttigi, ogrettigi,ogrendigi.

Saygilarimla;
evrensel-insan

deran
17-06-2010, 22:13
Saygideger dusungen;

Insanoglunu dogal dusuncesi eliyle, insandisi ve insanlikdisina iten nedenlerin en basinda, insanoglunun da NESNEL OLARAK ALGILANMASI gelir. Bu insandisinda kalan herseyi one cikaran icin aynidir. Bu one cikarim, madde, dusunce, tanri, herturlu ve herbir yaratici, programlayici, tasarici, varolus, evren, evrim, doga, dunya v.s. olmus fark etmez.

Cunku, tum bu insanoglunu teslim edenin/alanin kendi dahil; dogal dusunce mahkumiyeti, insanoglunun OZNEL BIR NESNE oldugunun algilanamamasi, bilince cikmamasi ve farkina varilmamasidir.

Sonucta, kendi turu ve biri dahil; her turlu nesneyi, kendi soyutlamasinin OZNELLIGIYLE ortaya koyan insanoglu, nesneyi bu SOYUTLAMASININ OZNELLIGI sayesind yonlendirir, yonetir.

Iste tek ozne olan, insanoglu bunu bilincine ve farkia vardiginda, teslim etme/almadan ve cesitli bahanelerle ve de yasaminin onune koydugu degerlerle kendini avutmak, kandirmak ve bahane bulmaktan vazgececektir. Cunku, yasami, her turlu yasatmak, oznellik, soyutlama ve mucadele gerektirir.

Iste bu mucadeleyide verecek olan, dunyanin tek bilinen OZNELI OLAN INSANOGLUDUR. Dogal dusuncenin, inancsal, cinsel, gensel, norokimyasal, kalpsel, beyinsel, derisel, kansal, DNAsal, kafatasisal, tanrisal, metafizik ve etiksel ideolojik dogrusal, ve de bunlarin getirdigi, ayrimci, cikarci, bencil, iktidar/guc/otorite sahip ve sabitligi ve de bunlara olan caresizligi, teslim alma/edilmesi ve ustelik bunlarin, insanoglunun kaderi, tabiati, dogasi v.s. imis gosterilmesi, Kisaca oznelligin, insanoglundan alinip, insandisi ve insanlik disina verilmesi, insanoglunun ve onun birinin insanlasamamasinin onundeki en buyuk engeldir.

Isteyen buna kahkaha atarak, isteyen yukaridaki degerlerle yasamini vererek teslim olur, isteyen kendini kandirarak, bahane bularak, umursamayarak, teslim olur, isteyen icinde bulundugu dogal dusunce duzeyinden rahatsiz olmayarak, zarar gormeyerek teslim olur, isteyen careyi, olumde, falda, mistisizm de, mitolojide, buyude, cinde, peride arayarak teslim olur v.s. Hepsi ayni kapiya cikar. Cunku kendilerini teslim alan OZNEYI GORMEZLE, ALGILAMAZLAR, YANI KENDILERINI.

Oyuzden, insanoglunun ne oldugunu ve neden o oldugunu cok iyi algilamali ve insanoglunun ne oldugunu ve neden o oldugunu ortaya koyanin da, gene insanoglu oldugunun bilincine ve farkina varmak, gerekir.

Yoksa, insanoglu nesne ise, bunu boyle algilayanlar icin, sadece duzeysel teslimiyetlerinden onlara mutluluk duymak kalir.

Insanoglu; nesnemi/oznemi/isim midir?, madde mi/dusunce mi, kavram midir?

Iste buradaki, dogal dusuncenin bunlari insanogluna teke indirgemeye zorlamasidir, zaten; sorun. Cunku INSANOGLU BUNLARIN HEPSIDIR ve BIRI OLMADAN DA INSANOGLUNDAN BAHSEDILMEZ. Eger bahsediliyorsa, o insanoglu degil; insandisi ve insanlikdisi bir deger/tabu/veridir. Ustelik insanoglunun ortaya koydugu, bildirdigi, belirttigi, ogrettigi,ogrendigi.

Saygilarimla;
evrensel-insan

Sayın evrensel-insan
İşte bu benim kabul ettiğim de bu yazdıklarınız...
Çünkü INSANOGLU BUNLARIN HEPSIDIR...

çok teşekkürler :clap2:

evrensel-insan
17-06-2010, 22:41
Saygideger deran;

Yazida, vermek istedigimi cok net algilamissiniz, tesekkurler.

Iste noktalama temelli kulaksal/sessel dil, bu ucunu yanyana koyamaz ve sadece bir temel uzerine yogunlasarak, diger temeller uzerine yogunlasanlarla, ideolojik inancsal dogrusal savasa girer.

Iste bu dogrusal savasin, ne insanogluna ne de onun diger canlilardan farkinin algilanmasina hic bir faydasi olmadigi gibi, bu dogruluk savasi; insanoglunun yasamini da geriye alir.

Insanoglu, bu dogrular icin savasan, yasamini yasamayan bir nesneden farksiz olarak ta olume gider. YASAMIN ANLAMINI, ICERIGINI, NE OLDUGUNU ortaya koyacak tek canli turu insanogludur, ah bir de yasamini, kendini kendi verdikleri her turlu deger, tabu ve veriye vermeden, yasayabilse!

Saygilarimla;
evrensel-insan

UlulElbab
18-06-2010, 00:11
Insanoglu; nesnemi/oznemi/isim midir?, madde mi/dusunce mi, kavram midir?

Iste buradaki, dogal dusuncenin bunlari insanogluna teke indirgemeye zorlamasidir, zaten; sorun. Cunku INSANOGLU BUNLARIN HEPSIDIR ve BIRI OLMADAN DA INSANOGLUNDAN BAHSEDILMEZ.

değerli e-insan,

İnsanoğlu nesne olarak dünyaya gelir,özne olmak için caba harcar ve özne olur...sonra Bilinc seviyesi ona İsim olması gerektiğini öğretir.
Harcadığı tüm cabaların bir "boşluk"tan ibaret olduğunu FARK eder.
İnsan elbette maddeden oluşur ama onu FARKLI kılan Düşünce üretme yetisi
ve bu ürettiği soyutu kavramlaştırabilmesidir.

İnsanın nesne olması (objekt)kendi tasarrufunda değildir.Hiç kimse dünyaya geldiği zaman ve mekanı seçememekte ve tercih edememektedir.
Aynı şekilde onun dünyaya gelmesine vesile olan Ana-Babasınıda seçememektedir.
Tıpkı Ana-Babasınında kendi iredesi ile gelemediği gibi...
Kimi bir Kraliyet ailesi mensubu olarak "ağzında gümüş kaşık ile" doğmakta,kimiside bir şehrin varoşlarında açlık sınırında yaşamaya çalışan bir başka Ailede...Bazıları görünürde maça 1-0 önde başlarken...Bazıları tırnakları ile kazıyarak bir noktaya ulaşmakta...
Ve çok önemli bir noktada insanoğlunun diğer tüm canlılar gibi hayatta kalmak ve neslini devam ettirmek üzere önceden motive edildiği/kodlandığıdır.
Beyninde "olağandışı" bir takım tepkimeler gerçekleşmediği takdirde bu "kodlamaya" karşı gelememektedir.intihar edememektedir.
Elbette istisnalar var...Bir Annenin (insan veya hayvan farketmez)
kendisini yavrusu için feda etmesi gibi...
Bu ve daha birçok faktör insana elbette kendi türü dışında bir "oyun kurucu"
olduğunu düşündürmektedir.
Teslim olma gereğinide işte yukarıda zikrettiğim sebeplere dayandırmak mümkün.Çünkü insanoğlunu aşan,onu BİREY olarak zorlayan şartlar söz konusu...Hİç ama hiç kimsenin hayatı düz bir çizgi ile sıradan ve monoton olmamıştır bu dünyada.
Mutlaka bir takım sıkıntılar ile karşılaşmakta kendi şartları dahilinde "zorlanmaktadır".Bu bazılarını Sağlığı ile..diğerlerini Malları ile...Evlatları ile ...Kimi kader der...Diğeri karmaşık Matris ve kombinasyon/Permutasyon hesabları çıkarır karşına...İnsanı zor durumlarda bırakan nedir?
İnsanı teslim olmaya zorlayan şartları insan yaratıyorsa eğer...Bu kurguda ki mükemmelikde neyin nesi?
Diyebilirsin ki ben bir kurgu ve dolaysı ile bir mükemmellik göremiyorum...
O halde bende sana Hayatını tekrar bir gözden geçir derim.
Nasıl hayatın seni Londraya hiç aklında yokken savurduğunu...
Evlenmeyi hiç ama hiç düşünmezken Annenin nasılda şimdiki hayat arkadaşınla seni biraraya getirdiğini...
Sonra çocuklar hayatına katıldılar...Onları sen mi tasarladın? Evet diyorsan,sende Kendi öz benliğine Teslim olmuşsun demektir.
İyi düşün sevgili everensel dostum...
Babanın onları görmesini nasılda çok isterdin. Ama bazı şeyler senin elinde değil.NEDEN?
Neden insan herşeye hükmedemiyor? Nerede ve ne zaman öleceğini neden bilemiyorsun?Bunu bilmeyi isteyen olur-istemeyen olur...ama önemli bir BİLgidir,bunu herkes kabul eder.
Demek ki insan herşeyi BİL-e-miyormuş...
İşte tüm bunlara karar veren bir "Güç" olma ihtimali binlerce yıldır insanoğlunu tartıştırp duruyor.
Ne sen ilk olacaksın nede ben son:)
Ben asla teslim olmam diyenlerinde ne ilkisin nede sonu...
Bunu derken bile aslında "sahte benliğine" teslim olmadığına dair delilin varmı?
Şu bir gerçek ki bir dalda asılı duran insan,iki elini aynı anda bırakmaktan korkar.Ya inanca teslim olacak yada BİL kökünden gelen herhangibir kelimeye/kavrama.
Ya inanca tutunacak yada Bilecek.Aksi halde düşecek ki aşağısı bir uçurum gibi görünüyor.Keçi ya uzanacak ve otu koparacak...yada yardan aşağı yuvarlanacak:)

Saygılarımla...
UlUl

evrensel-insan
18-06-2010, 01:25
Saygideger UlulElbab;

Konu benim, senin, onun yasami degil; konu insanoglunun, kendi biri ve turune nasil yanasmasi ve nasil degerendirmesi konusudur. Dogal dusunce insanoglunu, nesnel olarak degerlendirir ve bir ozneye teslim eder. Halbuki, insanoglu oznel bir nesnedir ve kendi kendini teslim ettigi ozneyi de kendi ortaya atmistir. Ustelik bu oznenin sadece kendi oldugunun bilincinde ve farkinda degildir.

Saygilarimla;
evrensel-insan

paslıçivi
18-06-2010, 07:10
Ancak ciddi olarak; "Teslimiyet" ile ne demek istediğini açıklarsan sevinirim.


sevgili ulul..

zaman zaman bu teslimiyetimi açıklamaya çalışıyorum ama bu kez biraz daha ayrıntılı açıklamaya gayret edeyim..

zaman, coğrafya ve aile yapısı gereği doğumumdan itibaren islam zihniyle/soyutuyla yüklendim.. bana yüklenen bu zihin gereği; ben benim zihnime yansıyan varoluşu/evreni bildiğimi zannetme yanılgısı içinde yaşadım bir süre..

zannediyordum ki; bana yansıyan herşeyi allah adında bir yaratıcı yoktan varetmiş, peygamber denen insanlarla insanlığa mektup yazıp haber vererek bu durumu bize bildirmiş.. Muhammed denen adam da bu postacılardan sonuncusu ve onun aracılığıyla gönderdiği postalar eşliğinde kuran denen kitapta herşey yazıyor.. yani bu evrenin, insanlığın nasıl ve niçin varolduğu, ölümden sonra bu kurallar bütüne göre yaşayanların cennet/cehennem gibi yerlere giderek hesap/kitap/infazın uygulanacağı mekanlar var ve yaşamın anlamı, amacı, içeriği bu..

ve bana yüklenen bu zihin/soyut hazır paket programın içeriği bir şey daha içeriyordu.. islam dışındaki diğer dinler batıl, bozulmuş ve inanılmaması gereken dinlerdi.. ama bu batıl bozulmuş inanılmaması gereken dinlerin içinde doğu dünyasının tanrısız/çok tanrılı ve ölüm sonrası çoklu yaşam olan dinleri yoktu.. sadece putperestler, hristiyanlar ve yahudilerden bahsediyordu.. sanki binlerce yıldır yaşamakta olan doğu dünyasının dinleri ve insanları eleştirilmeyecek düzeyde yok sayılıyordu.. bunlar din, bunlara inananlar insan değilmiydi.. allah yahudileri hristiyanları putperesteleri eleştirirken bu uzak doğu insanını ve inançlarını niçin eleştirmiyor ve yanlışlamıyordu.. yoksa bu herşey gücü yeten allah dünya adlı gezegenin sadece batısından mı sorumluydu, doğusuna başka bir allah mı bakıp sorumluydu..

neyse 12 yaşlarında oyun diye başladığım şey yüzünden olacak ki ortaokul yıllarımda 5 vakit namaz kılarken diğer taraftanda çok ciddi şüpheler yaşamaya başladım.. bana yüklenen soyutun gerçek olma ihtimali hergeçen gün zayıflıyordu.. yaşıtlarımda böyle bir şüphe olmayıp beni eleştirirlerken ben niye çok ciddi şüpheler içine düşmüştüm anlayamıyordum.. ve bu durum beni ayrıca huzursuz etmeye başlamıştı, çünkü inancım gereği günahkar pozisyonuna düşmüştüm ama ben bunu isteyerek olmamıştı ki, benim elimde değildi tüm olan bu gelişmeler..

ortaokul bitip lise yıllarına geçince namaz kılma motivasyonum kalmamıştı artık ve namazı bıraktım.. ama cuma namazıydı, bayram namazıydı, ramazanda oruç tutmaydı, boyabdesti gibi bazı şeylerden tam olarak arınamamıştım ve ister istemez hala bunların etkisi altında kaldığımdan ve kendimi günahkar hissettiğimden bu eylemleri zaman zaman gerçekleştirmeye çalışıp kendimi rahatlatıyorum..

lise sonlarına doğru bilgim ve bilincim daha da yükselmişti ve bu bahsettiğim uygulamalardan da uzaklaşamya başladım, artık cuma ve bayram namazlarına gitmemeye başlayıp sadece ramazanda bir kaç gün oruç tutup boyabdesti alarak idare ediyordum.. yani hala bana yüklenen zihnin/soyutun kısmen etkisindeydim, kölesiydim..

lise bitip üniversite yılları başlayınca artık benim inancım iyice zayıflamıştı, hergeçen gün bilgim ve bilincim yükseliyordu.. ve bir gün evde bulunan kuran denen kitaba tekmeyi yapıştırıp ateizme geçtim ve allah diye bir şey yoktur dedim.. ve kendimden çok emindim..

aldığım islam zihnini tam olarak reddedikten sonra "varoluş/evren/yaşamın anlamı nedir?" sorusu havada kalmıştı.. tamam allah, cennet cehennem yoktu ama benim bilincime yansıyan tüm bu varlık neyin nesiydi, biz niçin vardık, tüm bu varlık olmak zorundamıydı, olmamak gibi bir tercih/seçenek değil de niye olmak diye bir seçenek gerçekleşmişti.. yani tüm bu olanların yaşananların bir anlamı yokmuydu, herşey basit ve tesadüfen bir yaşamdan varlıktan mı ibaretti gibi sorgulamalar başladı.. bir yandan aldığım tıp eğitimi sayesinde insan fizyolojisi anatomisi psikolojisi hakkında ayrıntılı bilgiler edinmeye başladım, muazzam bir mekanızma vardı, "neydi tüm bunlar, tamamen tesadüfmüydü, bunları vareden yöneten bir irade yokmuydu" yani gibi sorular kafamı kurcalamaya başladı..

işte bu aşamalarda ateizm dönemim kısa sürüp deizm bilincine sıçrama yaptım.. dinlerden özgür bir irade olmalıydı bu tüm olanlardan diye düşünmeye başladım.. hatta o zamanlar deizm kelimesini bilmiyordum ve bilincimde ulaştığım iradeye "orjin" diyordum.. tüm bu olanları tesadüflükten alıp orjin dediğim iradeye bağlamıştım..

yıllar geçip bilgi ve bilinç yükselmeye devam ettikçe bu evreni/varlığı dışardan yöneten "birey orjin"in evrenden/varlıktan ayrı bir şey olmadığı evrenle bütünleşik bir mekanızma/irade, diğer bir tabirle "evrenin ruhu" olduğuna kanaat getirdim ve artık panteizme geçmiştim.. yani evren/varoluş dediğim şey aynı bir insan gibi hem müstakil olarak vardı hem de kendi kendisini yöneten bir bilinci/ruhu vardı ama hala bilinç düzeyimlerimin felsefi adlarının bu olduğunu(panteizm) bilmiyordum..

bu durumum bundan 4-5 yıl öncesine kadar sürdü.. bu bilinç düzeyindeyken hala fırsat buldukça gerçek yaşamımda ve internet ortamında islamla, allahla, muhammedle, kuranla ve müslümanlarla uğraşıyor, onları yanlışlama gayreti içine giriyordum, çünkü hala zihin(ego) merkezli olmasa bile bana yüklenen zihnin kölesi olarak yaşıyordum.. çünkü zihnim müslüman ve müslüman omayan 2 kısımdan oluşuyordu ve bu durum bende bir zihin çatışmasına sahne olup beni rahatsız ediyordu.. işte 2 kısımdan oluşan bu zihnimde müslüman olmayan kısmı dominant/baskın hale getirmek için islamla uğraşmak ve onu yanlışlamak zorundaydım.. çünkü yaptığım her tartışma ve eleştirilerimde üstünlük kurup müslüman olmayan zihin kısmımı güçlendiriyor ve rahata kavuşuyordum..

neyse 4-5 yıl önce rastgele elime geçen bir kitabı okurken meditasyonla tanıştım.. orda bazı tekniklerden ve meditasyon denen şeyin insan zihnini temizleyip bilinci yükseltiğinden falan bahsediyodu.. teknikleri incelerken bir de baktım ki, benim çocukluk yıllarına oyun diye oynadığım şey meğerse 2 tane meditasyon tekniğiymiş ve haz aldığım o durum trans haliymiş.. işte o zaman o çocukluk yıllarında dini inancımda olan ve kendiliğinden gelişen zayıflamaya bir açıklama getirme şansım olmuştu.. ve bu konunun üzerine gitmeye karar verdim..

meditasyonu ayrıntılı bir şekilde öğrenip bilinçli bir şekilde uygulamaya başladım.. çocukluk yıllarından gelen bir yatkınlıkla çok kısa süre içerisinde transa haline geçiyordum ve bu işe bir süre devam ettikten sonra panteizm olan bilinç deklarasyonum değişmeye başladı.. hatta o yıla kadar türk milliyetçisi olan ben türklüğümü bir kenara attım, hiç istemediğim halde.. çünkü türk olmak beni gururlandırıyordu, mutlu ediyordu ama gördümki türklük de bir zihin yüklemesiydi ve meditasyon sayesinde ondan da arınıp özgürleşmiştim, bu arada bizim fenerbahçililik de uçup gitmişti meditasyon sayesinde.. ve yaşamıma anlam katan tüm soyutlar/tabular/zihinler bir bir elimden uçup gidiyordu.. artık beni yaşama bağalaycak tutunacak tatmin edecek hiç bir tutancak dalım/soyutum/değerim yoktu ama tüm bunlara rağmen kendimi her zamankinden çok daha özgür ve mutlu hissetmeye başlamıştım..

bilincime yansıyan varlığı/evreni panteizm düzeyinde anlamdırırken o da elimden uçup gitmişti.. devasa bir karanlığın içindeydim, ne tututanacak bir dal, ne bir ışık vardı.. bilincime yansıyan varlık koskocaman bir soru işareti olarak kalmıştı..

işte o zaman bir üst bilince sıçrama yapmıştım.. ve geriye dönüp baktığımda insan denen canlının nasıl bir zihin kölesi olduğunu algılamaya başladım.. insanoğlu kendisine yansıyan varlığı anlamlandırmak/bilmek istiyordu ama bunu bir türlü becerebilecek ne kişisel bilinç ne de bilimsel bir donanıma sahip değildi.. sahip olduğumuz 5 duyu, bilinç ve sürekli geliştirdiğimiz bilim bize yansıyan varlığı/evreni bir bütün olarak ortaya koymaya yetmiyordu..

ama hiç kimse bunu kabullenemiyordu, yani bize yansıyan evrenin bir sır/gizem/bilinemez olduğunu kabullenemiyordu.. aynı merdivenlerden ben de çıkmıştım, ve geriye dönüp çıktığım merdivenlere baktığımda bilincimin açıklığı oranında ilerlediğimi ve bilincimin tıkandığı noktadan sonra kendi soyutumu oluşturup bildiğimi zannetmem yanılgısına yani bir inanca yani bir uyku haline nasıl geçtiğimi görüp algıladım.. tüm hepsi insanoğlunun şimdiye kadar üretebildiği tanrı soyutu etrafında toplanıyordu.. insanoğlu bu varlığı anlamlandırmak adına tanrıdan başka bir soyut üretememişti henüz, teisti de nonteistide tanrı etrafında dolanıp taraf ya da antitaraf olarak varlığın bilinemez değil bildiğini zannetme yanılgısında yaşıyordu..

oysa bizim 5 duyumuza, bilincimize ve bilime yansıyan varlık/evren tam anlamıyla bir sırdı, gizemdi, bilinemezdi.. zaten o yüzden bilim, inanç ve felsefe kavramları vardı.. insanoğlu varlığı/evreni bilseydi ne bilim ne inanç ne felsefe kavramları olmayacaktı.. çünkü bilinen bir şey evrensel kabul görüp tartışılmazdı, araştırıp sorgulanmazdı, inanç geliştirip derin uykuya dalınmazdı..

yaptığım meditasyonlar sayesinde bana yüklenen her türlü zihin/soyut/tabudan arınıp küçücük bir çocuk gibi cahil kalmıştım, hiç bir şey bilmediğimizin farkındalığına vardım.. evet bize yansıyan evreni/varlığı kimse bir bütün olarak ortaya koyup bilmiyordu ama hiç kimse de bunu deklare etmiyordu/edemiyordu..

sonra bunun üzerine meditasyonlar yapmaya ve insan psikolojisi hakkında bilgi birikimimi de katarak insan denen canlı hakkında bir çok şeyi algılamaya başladım.. insanoğlu denen canlı türü henüz bu bilinemezlikle yaşayacak bir suhsal aygıta evrimleşmemişti.. karar vermeyen akıl/düşünce boyutu olmadan duygulanma boyutu kendini dengeleyip mutlu/tatmin olamıyordu.. yani insanın düşünce/akıl boyutunu mutlaka bir noktada sabitleyip ona göre duygulanamsını dengelemesi gerekiyordu..


hem duygulanma hem düşünce boyutları ikisi birden bağımsız çalışamıyordu, birbirlerini geridönüşümlü olarak kontrol edip insan denen canlının ruhsal aygıtınındaki dengeyi sağlıyordu.. ve kişinin duygulanma boyutunun dengelenmesi için düşünme boyutunun mutlaka sabitlemesi bir zorunlukluktu.. aksi takdirde kişi büyük bir karanlığın/kaosun içine düşüp tutancak bir dal bulamayıp tüm dengeleri altüst oluyordu.. yani insanoğlu şimdilik gonostik yaşamak zorundaydı, sahip olduğu nörokimyasal donanım daha ilerisine müsait değildi ve izin vermiyordu.. işte tüm bunları ayarlayan, düzene sokan benlik modülü ve onun arka planda çok sinsice çalışan savunma mekanızmalarıydı..


insanın düşünce/akıl boyutunu özgür bırakabilmesi için duygulanma boyutunu sabitlenmesi gerekiyordu.. bu duygulanma boyutu sabitlenmeden akıl/düşünce özgür kalamıyordu çünkü..

işte o duygulanma boyutunun sabitlenmesi dediğim olay da bize sahte mutluluk veren benlikten arınıp mutlak mutluluğa erişmekle mümkündü.. mutlak mutluluk, duygulanmanın düşünceden/akıldan özgür bağımsız bir şekilde tatmin olup sabitlenmesi olayıydı.. yani artık mutluluğun dengelenmesi için düşüncenin sabitlenmesine gerek yoktu ve düşünce/akıl boyutu artık özgürdü ve o devasa karanlık okyanusta/bilinemzlikte istediği gibi sörf yapabilirdi..

o devasa karanlığın içindeki sörflerde algıladı ki; "tanrı" sonsuz sayıdaki olasılıktan sadece bir tanesiydi.. ve insanoğlu bu tanrı soyutunun etrafında teizm ateizm deizm panteizm gibi 3-4 tane çok fakir bir zihnin kölesi olarak yaşıyordu.. tüm dünya insanlığı bu 3-4 değişik tanrı kombinasyonu dışına çıkamıyordu, insanoğlu kendi eliyle yarattığı tanrı kavramının kölesi olmuştu.. oysa insan beyninin nörokimyası çok daha kapsamlı ve yeteneklidi ama bunun ortayas çıkması için insanoğlunun küçük bir çocuk gibi zihinsiz/soyutsuz bir hale gelmesi gerekiyrdu.. işte bunu sağlayan meditasyondu..


sevgili ulul.. işte benim teslimiyetim bu noktada başlar.. ben bana yansıyan varlığı "an itibariyle bilmiyorum", sadece sonsuz sayıda olasılık var, ve hem insan bilinci hem bilim ilerledikçe bu olasıklar insanın önüne çıkacaktır, tüm bunlar bir süreçtir ve insanoğlu şimdilik bu aşamada çaresizdir ve varoluşun kanunları/yasalarının dayatımında bir yaşam sürmek zorundadır..

ama benlik dediğimiz modül bu teslimiyeti kabullenemez, çünkü bu durum bindiği dalı kesmektir, eşyanın tabiatına aykırıdır..

paslıçivi
18-06-2010, 07:37
meditasyonla tüm benlikten/zihinden arındığım için artık bende ne müslümanlık ne de anti müslamanlık vardı, türklük antitürklüğe karşı mücadele yoktu, fenerbahçelilik ve anti cimbomluk:cheer2: kalmamıştı.. yani ne müslümanı ne ateisti ne deisti ne antitürkçüleri ne antifenerlileri yanlışlamak onlarla uğraşmak zorunda değildim artık.. çünkü bunların hem kendileri hem antileri artık zihnimde yoktu, küçük bir çocuk gibi zihinsizliğe/bensizliğe ulaşmıştım.. beynime bir format atıp sıfır km bir işlemci ve harddisktim artık..

işte bu tam bir özgürlük ve mutlak mutluluk haliydi.. bilincimi kapatan, örten hiç bir zihin artığı olmadığı için bana yansıyan varoluşla bir bütünlük içine girip algı/sezgi dünyasına girdim.. işte ondan sonra varlığı okuma olayı başladı..

ve bu aşamadan sonra zaten artık soyutlar değil, yaşam, insan, canlılık önplana çıkıyor..

paslıçivi
18-06-2010, 08:04
Sevgili Paslıçivi gibi miras yiyenlerin (Mutlak mutluluk) doğal seçilimden geçmesi imkansızdır çünkü denize dökülecek dalgaya (Kahkahaya) denizde devam etmek zorunda kalacaklardır. Demek ki insana soyut gerekliymiş ki bu boşluk hemen doldurulmuş. Somutta yaşayan gensel benlik soyutta yaşayan yapay benlik karşısında çok güçsüz kalacaktır.


sevgili düşüngen..

standart donanımda gelen bu mutlak mutluluğu muhafaza etmek için primer ihtiyaçlarını karşılamak zorundasın.. yani beslenme ve barınma senin hayatta kalman için primer/birincil/zorunlu ihitiyaçlarındır.. bunu sadece insanlar değil tüm canlılar sağlamak zorundadır.. bir hayvan da bir bitki de bu beslenme ve barınmayı sağladığı oranda yaşamda kalıp mutlak mutluluğunu muhafaza edebilir.. yaşamda kalmayıp öldüğün zaman zaten mutlak mutluluğun bir anlamı kalmaz..

o yüzden genlerimizden standart paket olarak gelen bu mutlak mutluluk mirasını yemek için primer ihtiyacımız olan beslenme ve barınmayı sağlayacak değerleri/parayı kazanmak zorundayız, yani çalışmak zorundayız.. ağaç gölgesinde yan gelip yatarak kavun karpuz büyütmeye katkıda bulunarak mutlak mutluluk mirasını yiyemezsin, yedirmezler adama.. çünkü dediğim gibi beslenme ve barınmayı sağlayamazsan yaşamda kalamk olan asli dürtünü yerine getiremezsin..

ve her zaman bahsettiğim gibi bu mutlak mutluluk mirasını yemek toplumsal değil kişisel bir olay kişisel bir kurtuluşa erme olayıdır ve zihin olarak diğer nesillere aktarılamaz, miras bırakılamaz.. bu zaten bir zihinsizlik yani tapulu arsa olayıdır..

yani Ömer Hayyam'ın dediği gibi bu dünyada başını sokacak bir çatın ve yiyecek bir somun ekmeğin olduktan sonra diğerlerinden özgürleşebildiysen senden kralı senden mutlusu yoktur.. ondan sonrası varoluşun sana sunduğu nörokimyasal donanım eşliğinde yaşamdan maximum hazzı almaktan ibarettir.. ki bu işte yaşamı ıskalamamak, her nefesin hakkını vermektir.. geçmişte gelecekte değil şimdide yaşarsın.. yani hiç bir zaman ulaşamayacağın o otun peşinden giderek yaşamı ıskalamazsın..

paslıçivi
18-06-2010, 08:21
Bu toplum adına tehdit oluşturan gensel benlik mutlak mutluluk adına savunulabilir mi? Savunulursa neresinden tutup savunula bilir? Görüşlerinizi alabilir miyiz?


bunu açıklamıştım sevgili dostum, kaçırmışsın..

bir insan yavrusuna hiçbir soyut yüklemezsen evet mutlak mutluluğu elinde olur ama bir farkla, vicdan öğesinden yoksun olarak.. o bir canavardır, o bir vahşi hayvandan farklı değildir.. küçük bir çocuk örneğini vermiştim.. kiçük soyutsuz bir bebek mutlak mutludur ama bunu sağlamak/savunmak adına birlikte yaşadığı diğer canlıların değerlerini hiçe sayar, onları kazımaz bile, bu annesi babası olsa bile.. onun tek düşündüğü şey vardır, elinde bulundurduğu mutlak mutlululuğu ne pahasına olursa olsun korumak ve kollamak..

soyut yüklenmemiş bir insan büyüdüğü zaman annesi babası dahil tüm canlılara zarar verme poyansiyeli taşır ve zarar verir de zaten.. ihtiyaçları karşılanmadığı zaman ihtiyaçalrını karşılamak olan parayı elde etmek için çalar da adam da öldürür..

çünkü mutlak mutluluk bir narkotiğin verdiği haz gibidir.. eroinman biri nasıl eroin bulamadığı zaman yoksunluk sendromuna girmemek için her türlü şeyi göze alırsa soyut yüklenmemiş bir yetişkin de aynı tehlike potansiyelini taşır..

benim bahsettiğim mutlak mutluluk için kişinin önce soyutla yüklenip sonradan bu kabuktan acı çekerek arınması gerekiyor.. bahsettiğim ateşten geçme olayı.. işte bu aşamada empati gelişip vicdan dediğimiz unsur oluşuyor..

deran
18-06-2010, 14:11
(paslıçividen alıntı)benim bahsettiğim mutlak mutluluk için kişinin önce soyutla yüklenip sonradan bu kabuktan acı çekerek arınması gerekiyor.. bahsettiğim ateşten geçme olayı.. işte bu aşamada empati gelişip vicdan dediğimiz unsur oluşuyor..

Sayın paslıçivi kişilerin hadi ben biraz acı çekeyim de arınayım demesi ile olmuyor... Aci denen olayları gerçekten yaşaması gerekiyor ben çocukluğumda tam bir acıların çocuğu idim Şanslıydım belkide kolay atlatabildim...eğer olaylar yardım etmezse bir çok tuzaklar da sizi bekler...
Demek istediğim şu ki Dünya da acı çeken travma yaşayan o kadar insan varken çok az bir kısmı bu acıyı arınma olarak kullanıp empati geliştirip mutlak mutluluğu yakalayabiliyor...

Sizler gibi değil ama çok basit te olsa anlatabildim yaşasınnn...:typing:

Düşüngen
19-06-2010, 10:09
çünkü mutlak mutluluk bir narkotiğin verdiği haz gibidir.. eroinman biri nasıl eroin bulamadığı zaman yoksunluk sendromuna girmemek için her türlü şeyi göze alırsa soyut yüklenmemiş bir yetişkin de aynı tehlike potansiyelini taşır..

benim bahsettiğim mutlak mutluluk için kişinin önce soyutla yüklenip sonradan bu kabuktan acı çekerek arınması gerekiyor.. bahsettiğim ateşten geçme olayı.. işte bu aşamada empati gelişip vicdan dediğimiz unsur oluşuyor..

Haklısınız burayı kaçırmışım.

Diyorsunuz ki; bizim tapulu arsaya önce soyut yüklenecek böylece vicdanı gelişecek, empati yeteneği kazanıp toplu yaşama sorunsuz uyarlanacak. Hayvani dürtüleri ve bunları karşılama biçimleri ıslah edilecek.

Daha sonraki aşamada bu soyutların yan etkilerinden acı çekerek büyük bir sancı ile kurtulmaya çalışılacak. Daha sonra elimizde tekrar tapulu arsa olacak ama bu sefer tamamen bizim üzerimize geçirilmiş, her türlü iskandan kurtarılmış tapulu arsa olacak "Mutlak mutluluk".
Sonra devam ederiz...

Düşüngen
19-06-2010, 10:16
Demek istediğim şu ki Dünya da acı çeken travma yaşayan o kadar insan varken çok az bir kısmı bu acıyı arınma olarak kullanıp empati geliştirip mutlak mutluluğu yakalayabiliyor...


Sevgili Deran, güzel noktaya değinmişsin. Bu acılar kimilerine kin ve nefret yükler bu kişiler kendisine ve çevresine zarar veren adeta acılarının intikamını alan psikopat/sosyopat olurlar. Acı duyan benliklerini, zedelenmiş benliklerini tamir için birilerine aynı acıları duyurmaya çalışırlar bunlar yıkıcı karakterli kişilerdir.

Üretken kişiler acıları yeni doğumların sancıları olarak görür bir şeylere gebe olduğunu hisseder sabır ve heyecan içerisinde bekler. Çünkü bilir ki, acılar yeni bir oluşumun müjdecisi olan beyaz güvercinler gibidir. Kesinlikle bu acıları intikam sebebine dönüştürüp kinleşmez.

Ayrıca kendini çok güzel ifade ediyorsun Deran o yüzden rahat ol hemde çok rahat...

Düşüngen
20-06-2010, 15:34
[QUOTE=paslıçivi;313162]sevgili düşüngen..

standart donanımda gelen bu mutlak mutluluğu muhafaza etmek için primer ihtiyaçlarını karşılamak zorundasın.. yani beslenme ve barınma senin hayatta kalman için primer/birincil/zorunlu ihitiyaçlarındır.. bunu sadece insanlar değil tüm canlılar sağlamak zorundadır.. bir hayvan da bir bitki de bu beslenme ve barınmayı sağladığı oranda yaşamda kalıp mutlak mutluluğunu muhafaza edebilir.. yaşamda kalmayıp öldüğün zaman zaten mutlak mutluluğun bir anlamı kalmaz..
o yüzden genlerimizden standart paket olarak gelen bu mutlak mutluluk mirasını yemek için primer ihtiyacımız olan beslenme ve barınmayı sağlayacak değerleri/parayı kazanmak zorundayız, yani çalışmak zorundayız.. QUOTE]

Sevgili paslıçivi, sadece primer ihtiyaçlarımızı karşılamak yeşilvadide kalmak için yeterli değil. Soyutlar çok güçlü motivasyon unsurlarıdır, bu gemi motivasyonsuz yürümez. Soyutu/maneviyatı olanlar daha başarılı olmuştur. Mesela bir karnaval bile topluluğun tek yürek tek bilek olmasını sağlar bilmem bunun önemini anlatmama gerek var mı?

Merak ettiğiniz bir tutam otun kim tarafından konulduğu sorusunu açıklamaya çalıştım yani soyutların neden/nasıl çıktığını anlatmaya çalıştım. Cevap, motivasyonu en yüksek soyutun daha başarılı olması ve yayılması. Kısacası kültürel evrimin itici gücüyle soyutlar şekillenir yayılır.

Şu anki insanoğlu bilinç seviyesi soyutsuz yapamaz yapsa bile rekabette çok gerilerde kalır. Bu da onun ortadan kaldırılmasına sebep olur.
Sevgiler...

Nova
20-06-2010, 15:50
Bir gemiyi harekete geçirmek için "yürrü be aslansın sen, koç koç" gibi bir motivasyona gerek yoktur, gemi bir sistemdir.

İnsanoğlu kimle rekabette geride kalır ?

Şahsi kanaatim, insanoğlu maneviyatsızda başarılı olur.

Atlanan nokta; "nasıl yetiştirildiği" dir. Bir bebekten katil de yaratılır, doktor da, bilim adamıda, intihar bombacısıda...

Einstein neden büyüktü bilirmisiniz?

Alternatifi yoktu, tekti.

İnançların upgrade e ihtiyacı var. Artık eski inançların insan ırkına faydasından çok zararı var, bunları heryerde görmek mümkün.

Sevgi ve saygılarımla, Nova.

evrensel-insan
20-06-2010, 16:43
Saygideger dusungen;

Insanoglu turunu, diger canli/cansiz varliklardan farkli kilan, zaten soyutlamasidir. Mutlak ta, mutluluk ta, merak ta bir soyuttur zaten.

Onemli olan; bu soyutlamanin, insanoglunun kontrolunden cikip, onu yonetir, yonlendirir hale gelmemesi ve kendi turu icinde, ayrimci, cikarci, bencil, ve kendisini farklara ayiran bir icerik almamasidir.

Iste bu temelde bakildiginda, insandisi ve insanlikdisi tum soyutlardan; insanoglu kurtulmali ve arinmali, soyutlarini turu butunlugunde ve uzerinde yasadigi mekan ve kendi disindakilere de zarar vermemek temelinde kullanmali ve paylasmalidir.

Sorun, soyutlarin sahiplenilmesi, sabitlenilmesi ve onlar ugruna tur arasi savasim verilerek, yasamin onune konmasidir. Dolayisiyle, soyutlarin su anki icerigi; insanoglu turunu ve birini yok saymakta ve insanoglunun kendi eliyle kendisinin kendi disina teslimiyetini, caresizligini, sorununu ve celiskisini getirmektedir.

Insanoglu kendi yarattigi soyutlarinin hakimiyetini ve kontrolunu kendi turu adina ele almalidir. Soyutlar, insanoglu turu ve birini degil; insanoglu turu ve biri soyutlari kontrol edebilmeli, yonlendirmelidir.

Saygilarimla;
evrensel-insan

Düşüngen
20-06-2010, 19:51
Saygideger dusungen;
Onemli olan; bu soyutlamanin, insanoglunun kontrolunden cikip, onu yonetir, yonlendirir hale gelmemesi ve kendi turu icinde, ayrimci, cikarci, bencil, ve kendisini farklara ayiran bir icerik almamasidir.
Iste bu temelde bakildiginda, insandisi ve insanlikdisi tum soyutlardan; insanoglu kurtulmali ve arinmali, soyutlarini turu butunlugunde ve uzerinde yasadigi mekan ve kendi disindakilere de zarar vermemek temelinde kullanmali ve paylasmalidir.
Sorun, soyutlarin sahiplenilmesi, sabitlenilmesi ve onlar ugruna tur arasi savasim verilerek, yasamin onune konmasidir. Dolayisiyle, soyutlarin su anki icerigi; insanoglu turunu ve birini yok saymakta ve insanoglunun kendi eliyle kendisinin kendi disina teslimiyetini, caresizligini, sorununu ve celiskisini getirmektedir.
Insanoglu kendi yarattigi soyutlarinin hakimiyetini ve kontrolunu kendi turu adina ele almalidir. Soyutlar, insanoglu turu ve birini degil; insanoglu turu ve biri soyutlari kontrol edebilmeli, yonlendirmelidir.


Sevgili evrensel insan, soyutlamayla ilgili tanımlarınıza katılıyorum. İnsanın kendisini yansıtması daha sonra yansıttığı nesne ya da soyutun putlaştırılması son çözümlemede başta kendisi olan insan bu yansıtmalar sonucu kendisine yabancılaşır. Bir daha da kendisini kolay kolay bulamaz.

Bu soyutlarla kişi bütünleşir, beyni bu soyutları organ olarak algılar.
Böylece kendisinden habersiz bir yaşam sürmeyi başarır.
Sevgiler..

Düşüngen
20-06-2010, 20:06
İnsanoğlu kimle rekabette geride kalır ?
Şahsi kanaatim, insanoğlu maneviyatsızda başarılı olur.


Sevgili nova, insanoğlu tarih öncesinden süregelen halen de sürmekte olan tür içi rekabetle başbaşadır.

Bu rekabet kültürel seçilimi meydana getirir tüm soyutlar bu kültürün birer parçasıdır. Dünya üzerinde soyutsuz/maneviyatsız bir topluluğa pek rastlanamamıştır okyonus adaları dahil. Demek oluyor ki uyum adına bu soyutlar fayda sağlamıştır çünkü insan temel meraklarına (nerden geldim nereye gireceğim) cevap bulamazsa sağlıklı hareket edemez. Maneviyatın en büyük faydası ise motivasyon alanında olmuştur diyebilirim.

İnsanoğlunun maneviyatsızda başarılı olabileceğini düşünmeniz kendi bilinç pencerenizin algısıdır, herkes sizin gibi özgür düşünemiyor, bu ellerinde değil.
Sizin gibi bilinci açıklar çoğalır da topluluğa hakim olursa bu maneviyatların yerine bilimsel bakış açısı gelebilir. Birde başarılı olursa kalıcı olur ve yaygınlaşır.

Düşüngen
20-06-2010, 20:19
Alıntı:
Bir gemiyi harekete geçirmek için "yürrü be aslansın sen, koç koç" gibi bir motivasyona gerek yoktur, gemi bir sistemdir.


Gemi benzetmesini insan topluluğunu simgelemesi adına kullandım.
Haklısınız bunu belirmediğim için şifreli konuşuyormuşum gibi bir izlenim oluşmuş.

evrensel-insan
21-06-2010, 02:52
Saygideger Dusungen;

Insanoglu tarihinde, hic bir zaman ne kendisini tanidi, ne de kendisini buldu. Oyuzden konu yabancilasmak degil; kendi yarattigina kendisini teslim etmek. Yani, kendi anlattigi masala, yine kendisinin kanmasi.

Bu bir cesit; cocugunu uyutmak isterken, kendisi uyuyan anne/babaya benzer. Oyuzden temelin insanoglu olarak alinmasinin onemini vurguluyorum.

Cunku insanoglu soyutlamasyla, ne somutlanan; madde, evren, evrim, doga, dunya, varolus v.s. temeldir; ne de soyutlama ile soyutlanan, herturlu ve herbir yaratici,bilim-kurgu, dogaustuluk, dunya otesilik, mistizm, mitoloji, kader, teslimiyet, caresizlik, milli/dini, sosyal, siyasal, toplumsal, tarihi, kulturel, ahlaki, toresel, ananevi v.s. degerler.

Temel; hem bunlari ortaya koyan, hem de bunlara kendini teslim eden; insanoglunun ve onun birinin ta kendisidir. Cunku, INSANOGLU TURU VE BIRINDEN BASKA KENDISI YOKTUR.

Yukaridaki soyutlama icerikli, ne somutlar, ne de soyutlar, kendisi degil; hepsi insanoglu ortaya koyumu, ogretisi,ogrenisi bilgisi, belirtimi ve bildirimidir. Yani, yansimanin, yansitmaya, algilananin, kavrama, donusumu, turevidir.

Saygilarimla;
evrensel-insan

İvan Karamazov
21-06-2010, 04:12
cimbakuka: çelimsiz ve biçimsiz (kimse).

geçenlerde bulmaca çözerken, hayatımda ilk defa karşıma çıkmış bir kelime bu. bana ilk başta arapçadan gelmiş gibi geldi ama tdk öyle bir bilgi vermemiş. nişanyan sözlükte de aradım mamafih kökeni hakkında hiçbir şeye ulaşamadım. aramızda, bu kelimenin kökeninin ne olduğunu bilen ya da kökeni hakkında tahmini olan birileri var mı?

evrensel-insan
21-06-2010, 04:30
Saygideger Ivan Karamazov;

cimbakuka thin and ugly, puny -zayif ve cirkin, ciliz anlamina geliyormus.

Cimbayi bilmem ama; kuka, bizim cocuklugumuzda, teneke konserve olarak dikip, tasla vurarak oynadigimiz oyunun adiydi.

Ama, cimba; sert deriden yapilmis, urgan ve urgandan yapilmis, merdiven ve de uzun sacli erkeklerin arkadan bagladiklari, at kuyrugu demek.

Kuka da-iplik yumagi/topu ve trafikte, yolun bir yerini tamirat amacli kapatmak icin kullanilan huni seklindeki trafik levhasi ve dokuz/on kuka oyunu, yani bowling.

Butun bu aciklamalardan, sen kendince bir anlam cikarirsin, artik.:fish::thumb:

Saygilarimla;
evrensel-insan

paslıçivi
21-06-2010, 06:59
Dünya insanlığı niçin varoluşun mirasını (mutlak mutluluk) yiyemiyor, niye kendi emeğiyle üreteceği sahte mutluluklara mahkum ediliyor?


çünkü insanoğlunun her türlü evrimi için bir süreç yaşanması gerekiyor.. insanoğlu kendine yabancı/gizemli bu varoluşta motive olabilmek için her türlü uyuşturucuya şimdilik başvurup bir şekilde ya uykuda ya da uyku mahmurluğundaki rüyalarının peşinden gitmek orunda.. bu bir dayatma..

çünkü ölümün farkındalığına varmış tek canlı türüdür insanoğlu.. ölümün farkındalığına varmış bir canlının mutlak anlamda mutlu olması imkansızıdır.. bir gün öleceğini bilen bir canlı motive ve mutlu olup yaşamda kalıp soyunu devam ettiremez, ta ki özündeki mutlak mutluluğuna ulaşana kadar.. oraya ulaşamadığı sürece de kendi emeğiyle oluşturduğu sahte mutluluklara mahkum bir yaşam sürüp ölümü ötelemek, yoksaymak zorundadır.. en azından şimdilik..

paslıçivi
21-06-2010, 07:46
[QUOTE=paslıçivi;312426]
meditasyonu bir tedavi bir ilaç olarak algıla.. zaten medicine(ilaç) kökünden gelmiş bir kelime ve her insan ayrı bir dünya, ayrı bir bilinç, ayrı bir nörokimyasal donanım olduğu için bunu hazır tableti/tekniği yok.. sana uygun olanı sen bulacaksın başka birinin sana önerdiği teknik, komşu teyzenin sana önerdiği "bu bana iyi geldi" dediği ilaçtan farklı değildir..
QUOTE]

İşte şimdi dağ fare doğurdu.
Sevgili paslıçivi, hani meditasyon tekniklerini açıklayacaktın. Hani translar gelecek ışıklar parlayacaktı, haleler çıkacaktı, hepsinden geçtim; ereksiyon mereksiyon dedin ama bizi iyice direksiyon(o) ettin..

Beni hep bu vaatlerle kandırdın.


[QUOTE=paslıçivi;312969]
yani o bir sütçü beygiri değil küheylandır artık.. ve kahkahasını basar.. (kıskanma, sen de çok yakınsın o kahkahaya):lol:
QUOTE]


Buyur yine aynı vaatler, valla Tansu Çilleri geçtin.
Bizim gibi safların ağzına bal sürüp arkasına dolanıyorsunuz, bu hiç hoş değil.
Tamam boşta gezen müridim dedim kabul ediyorum ama o kadar da ahmak değilim.
Sevgiler...

çok tembelsin çooook:p armut piş ağzıma düş.. sen sülalede kime çekmişsin ki..


meditasyon yapamaya çalışırken uykuya dalman bile başlangış için çok güzel bir gelişme.. çünkü bir çok insan bunu bile başaramaz.. ama çok acelecesin, istiyorsun ki hemen transa geçeyim, çadırı kurayım:focus:, ampul gibi aydınlanıp mutlak mutluluğa erişeyim.. ne dedim sana, emeksiz yemek yok bu yaşamda.. sen bahsettiğim kitabı okumaya başla orda 112 teknik var, hiç acele etme, hepsini sindirerek oku, algılamaya çalış ve her tekniği kendinde dene, uygula.. zaten bu aşamada meditasyon denen şeyi kavramış olacaksın.. belki de kitabın sonuna geldiğinde kendi tekniğini bile geliştireceksin..

madem çok ısrar ediyorsun, kabaca kendi tekniklerimden bahsedeyim.. insan anatomisi bilgimden dolayı kendi vücudumda küçük bir uzay mekiği gibi yolculuklar yapıyorum.. gözlerimi kapayıp, burun deliğimden girip beyin kıvrımlarında, onun damarlarının içinde, omiriliğimde, kalbimin içinde, koroner damarlarımda vs tüm organlarımın içinde küçük bir uzay mekiği gibi yolculukar yapıyorum.. ama beni, en çok transa geçiren kaftası içinde yaptığım sanal yolculuklar..

bir de kendi cenazeme tanıklık ediyorum.. ölmüşüm, ya gömülüyorum ya da ayaklarımdan başlayan bir yakılma olayı vs gibi olaylar.. ya da bu yaşamda çok sevdiğim bir insanın ölümüne odaklanıp onun gömülmesi ya da yakılmasına tanıklık ediyorum..

evrenin uçsuz bucaksız boşluğunda yolculuk yapıyorum, hiçliği/yokluğu tasavvur etmeye çalışıyorum, bilincimi bedenimden ayırıp kendi bedenimin o anki pozisyonununu dışardan başak biriymişim gibi gözleyip tanıklık ediyorum vs...

budizmin kurucusu Budhha'nın nefes teknikleri meşhurdur.. kendi aldıp verdiğin nefesi izle.. aldığın nefes bir yay, verdiğin nefes bir yaydır.. bu iki yayın uçları alta ve üstte birleşir.. tam o birleşim noktasında nefessizsindir, o noktaları yakalamaya çalışmak Budha'nın aydınlanma tekniğidir..

işte yukarda saydığım tüm bu teknikler günlük insan yaşamında hiç düşünmediği şeylerdir.. bunlara odaklanmaya çalışmak insanı zamandan, düşünceden, zihinden koprıp ana, zihinsizlik, zamansızlık durumuna getirip transa geçiriyor.. uykuyla uyanıklık arası bir bilinç durumu, ne tam uykudasın ne de tam uyanıksın.. beynin kasılıyormuş, kıvrılıyormuş gibi oluyor.. gözlerini kapadığında normalde gördüğün o karanlık, uçuşan sinekler gibi şeylerden çok farklı duruma geçip adete beyninle bir şeyler görmeye başlıyorsun.. beynin gözlerin oluyor.. dediğim gibi bu durumu birebir kelimelerle aktarmak çok zor..

ama olur da bu durumu bir kez deneyimleybilirsen ne dediğimi çok iyi kavrayacaksın ve kendinde olan o muazzam dönüşüme tanıklık edeceksin.. bilincinin nasıl açılmaya başladığını ve bu durumun yaşamına nasıl birebir yansımaya başladığını göreceksin..

meditasyonun çok farklı teknikleri var.. bazılarında gözlerini kapatmana gerk yok, sabit bir noktaya dakikalarca bakmak, anlamsız bir kelimeye dakikalarca tekrarlamak vs gibi... ama senin nörokimyasal donanımaına hangisi uygun, onu bulmak senin işin, bunu başka birinin yapması imkansız.. yani bu iş tamamen deneme/yanılma metoduyla işliyor..


olur da yarın öbürgün bilim bu meditasyon işine daha ciddi eğilip konu üzerinde ciddi araştırmalar yaparsa belki kişinin genetik haritasına uygun hazır teknikler geliştirip belirlenebilir.. ama şu aşamada tüm iş sende sevgi düşüngen dostum.. sana allah bile yardım edemez bu konuda..:smokin:

paslıçivi
21-06-2010, 08:03
(paslıçividen alıntı)benim bahsettiğim mutlak mutluluk için kişinin önce soyutla yüklenip sonradan bu kabuktan acı çekerek arınması gerekiyor.. bahsettiğim ateşten geçme olayı.. işte bu aşamada empati gelişip vicdan dediğimiz unsur oluşuyor..

Sayın paslıçivi kişilerin hadi ben biraz acı çekeyim de arınayım demesi ile olmuyor... Aci denen olayları gerçekten yaşaması gerekiyor ben çocukluğumda tam bir acıların çocuğu idim Şanslıydım belkide kolay atlatabildim...eğer olaylar yardım etmezse bir çok tuzaklar da sizi bekler...
Demek istediğim şu ki Dünya da acı çeken travma yaşayan o kadar insan varken çok az bir kısmı bu acıyı arınma olarak kullanıp empati geliştirip mutlak mutluluğu yakalayabiliyor...

Sizler gibi değil ama çok basit te olsa anlatabildim yaşasınnn...:typing:


sevgili deran.. tabii ki kişinin kendi isteğine bağlı değil bu.. çünkü bu yaşamda her bireyin asıl amacı mutluluktur.. çünkü insan mutlu olduğu sürece yaşamı algılar, keyfini çıkarır, varlıkla bir bütünlük içine girebilir..

kimisi sahte/yalancı mutluluklarla bunu yakalarken kimisi yaşadığı acı verici olayların da etkisiyle aydınlanıp bu bütünlüğü yakalar..

zaten biz her acı çeken, her psikoljik travma yaşayan özüne inip aydınlancak diye bir şeyi savunmuyoruz.. sadece aydınlanma yolunda acı çekmenin önemli bir etken olduğunu gözlemlediğimizi vurguluyoruz.. bu dünyada bir kişi yoktur ki doğduğu andan itbaren sahte mutlulular içinde yaşayıp da bilinci yükselip aydınlansın.. acı çekmek; aydınamanın, bilincin yükselmesinin olmazsa olmazlarında gibi duruyor, bizim vurguladığımız bu..

sokrates ne demiş, mutlaka evlenin ya mutlu olursunuz ya da filozof.. bize filozofluk denk gelmiş..:biggrin1:

bu arada düşüngenin dediği gibi katılımcı olman bizi sevindiriyor, içinden yüreğinden beyninden ne geliyorsa bizimle paylaşırsan emin ol ki çok faydası olacaktır.. bak biz burda her türlü tabuyu aşıp özel yaşamlarımıza kadar herşeyi paylaşıp konuşuyoruz..

genç yaşta meditasyon yapan biri olarak senin paylaşımlarının benim için ayrı bir önemi var, bunu bilmeni isterim..

paslıçivi
21-06-2010, 08:16
Sevgili paslıçivi, sadece primer ihtiyaçlarımızı karşılamak yeşilvadide kalmak için yeterli değil. Soyutlar çok güçlü motivasyon unsurlarıdır, bu gemi motivasyonsuz yürümez. Soyutu/maneviyatı olanlar daha başarılı olmuştur. Mesela bir karnaval bile topluluğun tek yürek tek bilek olmasını sağlar bilmem bunun önemini anlatmama gerek var mı?



sevgili dostum .. bak hala benliğinin kölesi durumdasın.. diğer insan gruplarıyla kendini kıyaslıyorsun.. onlar daha başarılı olmuştur diyerek..

benliğinden mümkün olduğunca arınıp o bahsettiğim mutlak mutluluğa eriştiğinde evrende varolan tüm varlıkların sahip olduğu değerlerin, başarıların senin gözünde nasıl buharlaşıp uçtuğunu göreceksin.. onlarla kendini niçin kıyaslıyorsun.. bunu sana yaptıran hala o bir parça da olsa kalmış olan benliğin..

ne diyorum ben, bu kişisel bir kurtuluştur.. şu an sahip olduğum bilinç ve onun getirdiği mutlak mutlululuğu tüm evreni verseler değişmem diyorum..


bu arada akdenizin o güzel koylarında bir yelkenlide meditasyon, keşif ve fotoğrafçılıkla geçirerek tatil modundayım.. bir süre katılımım aksayabilir, siz devam edin, ben sonra kaldığım yerden devam ederim..

deran
21-06-2010, 09:29
sevgili deran.. tabii ki kişinin kendi isteğine bağlı değil bu.. çünkü bu yaşamda her bireyin asıl amacı mutluluktur.. çünkü insan mutlu olduğu sürece yaşamı algılar, keyfini çıkarır, varlıkla bir bütünlük içine girebilir..

kimisi sahte/yalancı mutluluklarla bunu yakalarken kimisi yaşadığı acı verici olayların da etkisiyle aydınlanıp bu bütünlüğü yakalar..

zaten biz her acı çeken, her psikoljik travma yaşayan özüne inip aydınlancak diye bir şeyi savunmuyoruz.. sadece aydınlanma yolunda acı çekmenin önemli bir etken olduğunu gözlemlediğimizi vurguluyoruz.. bu dünyada bir kişi yoktur ki doğduğu andan itbaren sahte mutlulular içinde yaşayıp da bilinci yükselip aydınlansın.. acı çekmek; aydınamanın, bilincin yükselmesinin olmazsa olmazlarında gibi duruyor, bizim vurguladığımız bu..

sokrates ne demiş, mutlaka evlenin ya mutlu olursunuz ya da filozof.. bize filozofluk denk gelmiş..:biggrin1:

bu arada düşüngenin dediği gibi katılımcı olman bizi sevindiriyor, içinden yüreğinden beyninden ne geliyorsa bizimle paylaşırsan emin ol ki çok faydası olacaktır.. bak biz burda her türlü tabuyu aşıp özel yaşamlarımıza kadar herşeyi paylaşıp konuşuyoruz..

genç yaşta meditasyon yapan biri olarak senin paylaşımlarının benim için ayrı bir önemi var, bunu bilmeni isterim..

Sayın paslıçivi yüreklendirici yazılarınız için çok teşekkürler...
Katılmcı olmaya çalışacağım...
Size iyi tatiller diliyorum.
Ne güzeldir şimdi kıpırtısız bir denizdeki bir teknede güneşin doğuşuyla güne meditasyonla başlamak....
Sessizlik ve eylemsizlik içinde bedenin her organını her molekülünü her atomunu farketmek ...
Tekrar iyi tatiller.. mutlu kalın...

UlulElbab
21-06-2010, 11:50
ne diyorum ben, bu kişisel bir kurtuluştur.. şu an sahip olduğum bilinç ve onun getirdiği mutlak mutlululuğu tüm evreni verseler değişmem diyorum..


bu arada akdenizin o güzel koylarında bir yelkenlide meditasyon, keşif ve fotoğrafçılıkla geçirerek tatil modundayım.. bir süre katılımım aksayabilir, siz devam edin, ben sonra kaldığım yerden devam ederim..

Değerli Dostum Paslıçivi,

Emek ve zaman ayırdığın "uzunca" açıkladığın yazı için geçde olsa teşekkür ederim.
Bu arada sana iyi tatiller...
Arayı uzatma olur mu?
Sevgiler...
UlUlelbab

Düşüngen
21-06-2010, 20:55
[QUOTE=paslıçivi;313745]sevgili dostum .. bak hala benliğinin kölesi durumdasın.. diğer insan gruplarıyla kendini kıyaslıyorsun.. onlar daha başarılı olmuştur diyerek..
QUOTE]

Sevgili paslıçivi, daha önce de söylemiştim. Sizde kişileri benliğinin kölesi olarak damgalama eğilimi baş göstermiş sanırım bu da benlik kalıntılarınızın size empati kurdurmasından kaynaklanıyor.

Ben sadece gördüğüm değişim-dönüşün ve evrimi izah etmeye çalışıyorum. Gerek biyolojik gerekse de kültürel evrimi masaya yatırıyorum. Kültürel savaşlarda motivasyon unsurunu daha iyi kurgulamış toplumlar daha başarılı olmuş diyorum böylece o kültürler hayatta kalmış ve günümüze kadar gelmiş. Burada kesinlikle kıyaslama yok yansıtma var. Her şey olması gerektiği gibi oluyorken ve sebepler sonuçları ortaya çıkarıyorken benim herhangi bir şikayette bulunmam ya da kendimle kıyaslamalarda bulunmam ne kadar akılıca olur du soruyorum?

Sanırım mesajlarımı okumuyorsunuz okumadan açıklama getiriyorsunuz. Bunu bir tek ben değil sevgili evrensel insan da dile getirmişti:lol:.

Mesajlarımı lütfen okuyun tatil matil bahaneleriyle kurtulamazsınız.

Düşüngen
22-06-2010, 14:30
Değerli arkadaşlar, insanların kavramlaştırıp ortaya attığı düzen ve düzensizlik nedir ne değildir?
Düzen ya da düzensizlik insanın öznel bakış açısının, subjektif yargılarının, çıkar/tatmin gözetiminin sonucu mudur yoksa doğada düzen ya da düzensizlik diye bir durum var mıdır?
Yani insan algısından bağımsız bir düzensizlik var mı?

Çıkar/tatmin sağlayan oluşumlara düzen ismi veriliyor, sağlamayan oluşumlar ise düzensiz olarak nitelenip şikayet ediliyor. Bu durumda kişinin çıkarlardan arınması o kişi için şikayet edilecek unsurların ortadan kalkması anlamına mı gelir?

Düşüngen
22-06-2010, 14:41
Yanılmıyorsam doğada düzensizlik olarak adlandırılacak bir olay gözlemlenmemiş, düzensizliğe tanık olunmamış. En karmaşık yapıların bile düzenli alt sistemleri olduğu anlaşılmış.

Mesela, depremler. Pek çok kişinin korkulu rüyası olan depremler yeni bir düzenin müjdeleyicisidirler. Biriken gerilimin boşaltılıp rahatlayabilmesi için sıkışan fayların kırılması bunun sonucunda yeryüzünde titreme tepkisine yol açması tabiat için çok olumlu bir yeni denge oluşumuyken, evleri yıkılan kişiler için çok olumsuz bir olaydır. Bu subjektif bakış açısıdır.

Bizim düzensiz dediğimiz pek çok şey hatta her şey düzenin ta kendisidir. Düzensizlik bizim yargımıza göre düzensizliktir tabiata göre değil.
Evrende herşey zorunlu bir duruştur gerisi insanlar arası uyduruştur, soyutlayıştır.

Evrenle barışık yaşayanların, güvenli bir ortamda depremlerle başbaşa kalmaları onlar için dağal bir lunapark eğlendirici bir aktivite olarak algılanır ellerinde olmayan bu durumdan ötürü evrenden şikayetçi olmazlar. Tabi kimsenin burnunun kanamaması şartıyla.

Yine çevremizden bir örnek vermek gerekirse; Mevcut iktidarlardan çıkar/tatmin sağlayanlar ülkede düzen olduğunu söylerken çıkar/tatmin sağlayamayanlar ise ülkenin düzensizliğinden dem vururlar iki tarafta öznel durumlarıyla olayı yargılarlar. Oysa evren yasaları kimsenin çıkar/tatmin sorunuyla ilgili değildir kendi dengesinde yol almaktadır. Gerisi insan soyutunun kuruntusudur.

Belli bir yasalara göre hareket eden evrenden şikayetçi olmamak teslimiyet kavramını çağrıştırmasın bu sadece evrenle barışık olmak anlamına gelir. Bu şartların belirlediği sonuçların yaşanması zorunluluğunu algılamak anlamına gelir.

Dağlar, taşlar hatta çiçekler, aşağı hayvanlar neden evrenden şikayetçi değildir çünkü öznel soyutları yoktur onlar sadece büyük manzaranın minik kareleridirler. Hedefleri amaçları düşleri yoktur dolayısı ile düş kırıkları da yoktur sonuç olarak evrenden şikayetleri yoktur. Evrenle barışıktırlar.

İnsanlarda bu şikayetsizlik, mutlak memnunluluk durumuna gelebilir mi? Gelirse neler kaybeder neler kazanır?
Sevgiler..

evrensel-insan
23-06-2010, 01:40
Saygideger Dusungen;

Insanoglunun somut soyutlamasi olan, nesnel ve maddesel kavramlamanin, yine insanoglu eliyle uzerlerine verildigi oznel icerikler vardir. Mesela, deprem; nesnel bir kavram olmakla birlikte, insanoglu depreme "yikici, tahrip edici, felaket, korkunc" v.s. temelli oznel icerik vermistir.

Insanoglu algisina gore, depremin ifadesi, yer kabugundaki sallantidir. Buradan, insanoglu monologuyla, isimlendirilen deprem doga olayinin, insanoglu ona vermedikce hic bir oznel icerigi yoktur.

Simdi bu temelde, insanoglunun oznel icerik karsitliklarini inceleyelim. Bunlar, bakis acisina gore ve verilen oznel icerige gore uc cesittir.

Birincisi, kaos mu/kosmos mu? karsitligidir.
Ikincisi, iliski mi/celiski mi?, karsitligidir.
Ucuncusu, ortaya atilan sey mi/problem mi?, karsitligidir.

Iste insanoglu nesnel kavrama oznel icerik verirken, bu yukaridaki uclu karsitliklar arasinda gider gelir.

Iste senin bahsettigin, duzen/duzensizlik ilk karsitliga girer. Bu, nesnel kavrama verilen, tamamen oznel bir iceriktir. Cunku, ne nesnel olarak kavramla ozdeslesmis olan, evren, dunya, doga, ya da herhangibir bunlar uzerinde/icinde bulunan her hangi bir parcanin hareketi, nesnel temelde, ne kaos/kozmos, ne iliski/celiski, ne de ortaya atilan/problemdir.

Eger bu oznel iceriklerin detayina girilerse, iste burada bu oznel icerigi/hareketi veren bir KIM/NE aramak gerekir. Burada da insanoglunun iki karsit cevabi vardir, Birincisi, seyin KENDI IC DINAMIGI, ikincisi, HER TURLU/HERHANGIBIR YARATICI/PROGRAMLAYICI/TASARLAYICI.

Iste bu acidan bakarsan, ya bu oznel icerigi veren kimin INSANOGLU OLDUGU ALGILANIR. Ya da insanoglu disi bir kaynak aranir. Iste bu kaynakta, ya bir inancsal kavram, ya da bir nesnel kavram olur. Buradaki nesnel kavram, kendisine oznel icerik verilen; madde, varlik, evren, dunya, doga, varolus v.s. dir. Oznel icerik verilen, Inancsal kavram da; her turlu, her bir yaratici/programlayici/tasarimci dir.

Isin aci tarafi, bunlari bu sekilde ortaya koyan insanoglunun, bu oznel icerigi kendisinin verdigini algilayamayip, disaridan bir inancsal/nesnel kaynak aramasidir.

Insanoglu turu disinda, kavramla ozdeslesen, hic bir nesnel, ya da inancsal soyut/somutun kendini kendi adina ortaya koyan, oznel bir icerigi yoktur. Bu oznel icerik, insanoglu monologuyla, insanoglu eliyle ve insanoglu adina/ait verilir. Yani, nesnel kavramin, bu uzerine aldigi oznel icerikte, hic bir katkisi, rolu yoktur.

Saygilarimla;
evrensel-insan

Düşüngen
23-06-2010, 15:32
[QUOTE=evrensel-insan;314250]Saygideger Dusungen;
Insanoglu algisina gore, depremin ifadesi, yer kabugundaki sallantidir. Buradan, insanoglu monologuyla, isimlendirilen deprem doga olayinin, insanoglu ona vermedikce hic bir oznel icerigi yoktur.-----------


Katılıyorum sevgili evrensel insan.
Kavramlaştırmalarımız hep sizin doğal düşünce dediğiniz benim çıkar/tatmin dediğim merkezden kaynağını almakta. İnsan doğanın virüsüdür onu en iyi şekilde sömürmek ister yaşamda kalabilmek için. Pek çok nesnel ya da inançsal kavramlarımızın altında türümüzün çıkar dürtüsü yatmaktadır.

Bu yüzden doğa ve süreçlerine, toplumsal süreçlere tarafsız bakamayız muhakkak bir şikayetimiz, beklentimiz, düş kırıklığımız olur. Çünkü bizi kuşatan doğal düşünce dediğiniz çıkar kaygısı vardır, varolmak adına.
Bu yüzden evrenle pek barışık olamayız.


ALINTI:
Iste senin bahsettigin, duzen/duzensizlik ilk karsitliga girer. Bu, nesnel kavrama verilen, tamamen oznel bir iceriktir. Cunku, ne nesnel olarak kavramla ozdeslesmis olan, evren, dunya, doga, ya da herhangibir bunlar uzerinde/icinde bulunan her hangi bir parcanin hareketi, nesnel temelde, ne kaos/kozmos, ne iliski/celiski, ne de ortaya atilan/problemdir. Evrensel insan...-----------


Aynı şekilde dış evrenden aldığımız algı ve duyumların menfaat/çıkar merkezli olarak kavramlaştırılması, öznel fayda/zarar etkilerine göre
yargılanması durumu söz konusudur. Tarafsız bir dış evren algısı ile olaylara bakabilirsek bu tip öznel ve çıkar odaklı kavramlaştırma ve yargılama yanılgısına düşmeyiz.



ALINTI:
bu oznel iceriklerin detayina girilerse, iste burada bu oznel icerigi/hareketi veren bir KIM/NE aramak gerekir. Burada da insanoglunun iki karsit cevabi vardir, Birincisi, seyin KENDI IC DINAMIGI, ikincisi, HER TURLU/HERHANGIBIR YARATICI/PROGRAMLAYICI/TASARLAYICI.----------Evrensel insan


Birinci seçenek olan "Şeyin kendi iç dinamiği" bilim üretmemizde bize yardımcı olmaz mı? Nesneyi tanımamız ve süreçlerini anlamamız böylece türümüzün faydasına o şeyi kullanmamızı sağlamaz mı?
Nesneden bilim ve teknik üretmemiz için şeyin kendi iç dinamiklerini incelemeye ihtiyacımız yok mudur? Evet o şey bizimle konuşmaz ama biz onu elimize geçirirsek bülbül gibi öttürebilir miyiz?
Sevgiler..

Düşüngen
23-06-2010, 15:34
ALINTI:
Isin aci tarafi, bunlari bu sekilde ortaya koyan insanoglunun, bu oznel icerigi kendisinin verdigini algilayamayip, disaridan bir inancsal/nesnel kaynak aramasidir. Evrensel insan -------



Gerçekten çok haklısınız.
İnsan evrene kendini sınırlandıran ve yine kendini hapis eden kavramlar ile terminoloji ile bakmakta algılarını, sezgilerini ve duyularını rafa kaldırmakta ya da kaldırılmakta.

Sorumda, insanın nesnel ve inançsal bağlardan ya da çıkar dürtüsünden arınarak, mutlak şikayetsizlikle çevresine bakmasının insana neler getireceği ve neler götüreceğini sormuştum. Bununla ilgili görüşleriniz varsa okumaktan memnunluk duyarım.
Sevgiler..

evrensel-insan
23-06-2010, 21:02
Saygideger Dusungen;

Birinci seçenek olan "Şeyin kendi iç dinamiği" bilim üretmemizde bize yardımcı olmaz mı? Nesneyi tanımamız ve süreçlerini anlamamız böylece türümüzün faydasına o şeyi kullanmamızı sağlamaz mı?
Nesneden bilim ve teknik üretmemiz için şeyin kendi iç dinamiklerini incelemeye ihtiyacımız yok mudur? Evet o şey bizimle konuşmaz ama biz onu elimize geçirirsek bülbül gibi öttürebilir miyiz?-Dusungen-

Bilim bu an dedigini yapmaya calisiyor, zaten. Ama; maalesef, dogal dusunce bunyesinde tikanip kaldigi icin, ister istemez, insanoglu turunun ayriligina "yardimci oluyor" ben buna insanozaleyhte tabular diyorum. Kanin asilligi, deri rengi, kafatasi farki, DNA ve bencil gen, nesnel kavrama ilistirilmis oznel icerikler olarak, insanoglu turunun kendi bunyesindeki ayrimciligini, nesnele, yani dogalliga tasimaya ugrasiyor.

Oyuzden daha once soyledigim ve elirttigim gibi, bilimselligin bunyesine yapismis, inancsalliktan ve epistemoloji ustu soyutlamadan bilim ve bilimsellik arinmadikca, bu surec devam edecek.

Cunku, bilim ve bilimsellik, nesnel kavrama giydirdigi dogal dusunce temellioznel icerigiyle, kendi bindigi dali kesiyor.

Eger, hatirlarsan, Darwin'in "Guclu olan ayakta kalir/kazanir" ifadesi, sosyal darwinizmi ve fasizmi ve de bilimum savaskan etik ideolojik inanclarin ortaya cikmasina vesile olmustu. Simdi de, Dawkins'in "gen bencildir" soylemi, ayni islemi goruyor.

Ben bu konuya detayli bir sekilde, evrensel'in kosesi'nde gecenlerde degindim.

NESNELI, BIRI BIRINDEN AYIRAN INSANOGLUNUN OZNEL ICERIGIDIR. Ustelik bundan, insanoglu eliyle nesnellesen nesnelin, haberi bile yoktur.

Saygilarimla;
evrensel-insan

evrensel-insan
23-06-2010, 21:10
Saygideger Dusungen;

Sorumda, insanın nesnel ve inançsal bağlardan ya da çıkar dürtüsünden arınarak, mutlak şikayetsizlikle çevresine bakmasının insana neler getireceği ve neler götüreceğini sormuştum. Bununla ilgili görüşleriniz varsa okumaktan memnunluk duyarım.-Dusungen-

Insanoglu eger, tek oznel icerik verenn kendi turu ve biri oldugunun bilincine ve farkina varirsa; ilk yapacagi, kendi ici tur savasimmina bir son vermek olacaktir. Kendi disinda bir guc aramayacak, kendi disi ile, ayni kendi turu ile oldugu gibi, gecinmenin bilincine ve farkina varacaktir. Yasamini one cikaracak ve yasaminin onemini algilayinca da, uzerinde yasadigi mekani, koruyup, kollayacaktir. Oldurmeye gerek duymayacak, yasayip, yasatacaktir. Yani kisaca, ilk defa tarihinde, KENDININ FARKINA VE BILINCINE VE DE YASAMININ VE DE YASAMIN ONEMININ FARKINA VE BILINCINE VARACAKTIR.

Iste ozaman, kendi disinda bir guc aramayacak, inancsallarindan kurtulacak ve kendisini tur butunlugunde, bilime ve teknigin gelisimine verecektir. Dogayi, dunyayi, evreni, oznel icerik ile beslerken, bu icerigin kendi urunu oldugunun bilincine ve farkina varacaktir.

En onemlisi, KIM SORUSUNUN CEVABININ KENDI TURU VE BIRI OLDUGUNUN FARKINA VE BILINCINE VARACAKTIR.

Bu konuda da aciklamali mesajimi, evrensel'in kosesi'nden bulabilirsin.

Saygilarimla;
evrensel-insan

Düşüngen
28-06-2010, 14:32
Değerli arkadaşlar, pek çoğumuzun bilinç altını rahatsız eden ölüm gerçeğini masaya yatırabilir miyiz? Evet ölüm olayını masaya yatırıp otopsi yapalım diyorum.
Bu konuyu iç karartmak için değil bilakis iç huzurumuz için açma amacı taşıyorum.

Öleceğini bilinçli bir şekilde algılayarak yaşamak nasıl bir duygu ola ki? Ne demiştik, öleceğinin farkında olan tek canlı insandır. Tamam da acaba ne kadar farkında, yüzeysel mi yoksa derinlemesine mi? Bu çok önemli..
Ölüm gerçeğiyle yaşayabilmek için dinsel inançlar dışında ne gibi motivasyon teknikleri kullanabiliriz?

Düşüngen
28-06-2010, 14:35
Ölüm anı ile ilgili pek çok olay anlatılır, tahminler yapılır ama malesef ölümü deneyimlemeden kesinlikle bir fikir edinemeyiz, deneyimlediğimiz zaman ise iş işten geçmiş olacak o bilinmeyen anı kimseye anlatamayacağız çünkü kural gereği ölüler konuşmaz. Ölülerle dialog kuramadığımız, bu olayı sınayamadığımız, yanlışlayamadığımız ve geri dönüşüm alamadığımız için bilim ölüm olayına biraz mesafeli durmakta. Tahminim ölüm anı hapşırmak gibi basit bir fizyolojik reaksiyonla son buluyor belkide tahminimde yanılıyorumdur. Ölüm dediğimiz bu garip durum doğanın kanunu olduğu için en baştan kabullenmeliyiz çünkü ölüm doğumun sonucudur, ölümün tek sebebi vardır o da doğum. Bir kere doğdunuz mu ayvayı yediniz demektir çünkü öleceksiniz. Her anne istemeden de olsa çocuğunun ölümüne sebep olmaktadır, onu doğurarak.

(Yoksunluk krizleri geçiren madde bağımlısı bir tanıdığım dünyaya geldiğine pişmandı ve annesine; kendisini dünyaya getirdiği için dava açmıştı, sonra mahkeme suçlunun annesi değil babası olduğuna karar vermiş çünkü annesi onu doğurduğunda henüz 18 yaşından küçükmüş babası ise büyük böylece anne olası cezadan yırtmış)

Kimisi, madde/enerji dönüşümünden ibaret olan evrende gerçek anlamda ölümün olmadığını, bunun canlı cansız ayrımından kaynaklanan zihin yanılsaması olduğunu söyler, kimisi ise biyolojik anlamda zamanın kendini ifade etmesi olarak görür yani zaman olmasaydı yaşlanma ve ölümde olmayacaktı. Lakin bizim gözlemlediğimiz, emin olduğumuz husus ölenin bir daha görünmediği.

Dikkatimi çeken husus, insanların bir gün öleceklerini tam olarak yüksek farkındalıkla algılamadıkları. Az çok algılayanların ise bunun bir yok oluş değil sadece farklı bir dünyaya seyahat olduğunu sanmaları. Bu durumu çevremde bizzat gözlemledim. Kişi öleceğini biliyor ama algılamıyor yani empati kuramıyor ya da hissedemiyor. Sadece bir gün öleceğini söyleyebiliyorlar ama herhangi bir empati göstergesi bir içerik bir duygu veremiyorlar.

Şöyle düşünün, nisihattan hoşlanmayan bir çocuğa nasihat edildiği zaman çocuk bu tatsız olayı "Hı hı" larla geçiştirir. Yani algılarını kapalı tutar göstermelik dinliyormuş ve anlıyormuş gibi yapar. Bir gün öleceğini söyleyen kişide aynı şekilde bu olayı "Hı hı" larla geçiştirir, yüzeyseldir ve hızlıca konuyu değiştirir. Hani bizi zor duruma düşürecek bir konu açılınca konuyu değiştirmeye çalışarak komik duruma düşeriz ya işte mekanizma öyle çalışıyor. Konuşma esnasında bu tatsız konu alt yazı misali hızlıca gelir geçer. Sanki beyinlerimizde filitre varmışta ölüm ile ilgili bir kelime geçince hemen algıları otomatik olarak kapalı tutuyor evet filitre olmasa bile muhakkak bir sansürleme uygulanıyor. İnternetlerdeki çocuk filitresi nasıl sakıncalı içerikleri engelliyorsa ve bunu çocuğun sağlıklı gelişimi için yapıyorsa beynimizde aynı şekilde ölümle ilgili empati kurmamızı engelliyor uyum adına.

Önemli olan konu bu olayın kişinin kontrolü dışında ceryan ediyor olması.
Amaç kişinin ruh sağlığının bozulmaması, motivasyonun kaybedilmemesi için haklı olarak alınan sansürleme kararına uymaktır. Böylece acıtıcı gerçekler perdelenmiş oluyor tabi ki yaşama uyum adına. Bunun için insanın nörokimyasal yapısı, ölümle ilgili empati ve gerçekci imgelemelere ket vurur izin vermez. Bazı kişiler istesede ölümle ilgili empatiler kuramaz, beyin süreçleri buna izin vermez. Nörokimyasal yapımız haklıdır çünkü ölümün bize faydası yoktur yaşamın vardır. Zaten hepimizde doğuştan varolan ölüm dürtüsü, bizim bu tatsız durumdan kaçınmamızı sağlar.

Düşüngen
28-06-2010, 14:37
Zorunlu olarak katıldığım cenaze merasimlerinde ve özelliklede toprağa defnetme esnalarında toprak atan kişilerin soğukkanlılıkları dikkate değerdi çünkü bu soğukkanlılık bilinçli değil bilinçsizceydi. Soğukkanlılığa sebep beynin uyguladığı ölüm sansürüydü. Bu sansür olmasaydı kimse bu kadar soğukkanlı olamazdı, korku, ürperti duyardı. Bu soğukkanlılığı beynin uyguladığı ölüm sansürüne ve ölümle ilgili empatinin engellenmesine bağlamışımdır.

Tabi bu konuda inançlarda önemli rol oynar; toprağa gömülecek kişinin yok olmadığını başka yere nakil yaptığını, sadece beden değiştirdiğini kısacası onun hala bir yerlerde yaşadığını ama kesinlikle yok olmadığını düşünen zihin ölüm karşısında hem rahat hemde soğukkanlıdır. Defini gerçekleştiren yani mezarlıkta kürekle toprak atan kişiler yakınlarının ölümüyle ilgili net bir empati ve algı kuramıyorlar azcık kurabilenler ise onun yok olmadığını başka bir yere geçtiğini düşünerek korkuyu askıya alıyorlar. Mezarlıkta tam da defin esnasında bir şahıs çıkıp, "Ölen kişinin yok olduğunu" söylese inanın öfkelerinden o şahısıda toprağa gömüverirler, bilinç altlarını kışkırttığı için. Çünkü bu söz şakası olmayan boyutlar çok tehlikeli içerikler taşır.

Ölünün defnedilmesinden sonra mezarlıktan ayrılırken daha yoldayken herkes çoktan olayı unutmuş günlük olayları konuşuyor olmuştur bu müthiş bir adaptasyondur yaşama...

Kanımca ölümü en iyi kimler algılar biliyor musunuz? Yüksek farkındalık kazanan, algıları ve bilinci gelişmiş insanlarla birde tıp kurumları tarafından 15 gün içerisinde öleceği kendisine bildirilen insanlar bu durumu gerçekten algılayarak farkederler. Son olarak geçicide olsa savaş ya da doğal felaketler sırasında etrafı cesetlerle dolu kişiler gerçekten algılar ama geçicidir hemen unutulur. Tabi bunu fark etmenin pek çok dezavantajı vardır en büyük sorun yaşama uyumunun bozulması, kişisel ve toplumsal sorumluluklarının ve zorunluluklarının sekteye uğraması.
Sevgiler ...

evrensel-insan
28-06-2010, 19:15
Saygideger dusungen;

Her konu ve olayda oldugu gibi, olum konu ve olayinda da uc bakis acisi vardir.

Birincisi, genel bakis acisi
Ikincisi kisinin, tursel ve kendi disi olarak bakis acisi
Ucuncusu, ise; kisinin kendinden bakis acisi.


Birincisi, bence en kolay algilanilanidir. Mekan'in zamani olmadigindan, mekansal olum yoktur, ayni yasam veya dogum olmadigi gibi; yani mekana olum, yasam, dogum gibi zamansal verileri ve degerleri katan; mekanin bir parcasi olan insanoglu turudur. Yani, evren, doga, dunya, v.s. dogum, olum yasam gibi degerleri kendi aina sahip degildir. Bunlarin hepsi, uzerinde/bunyesinde yasam suren insanoglu turunun, degerleridir ve benim bakis acima gorede, bunlar; surekli suregelen bir surectir. Bu sureci algisiyla baslatan, insanoglu turu ve yine belkide, ortadan kalkarsa, algisida olamayacagindan, bu surec sona erecektir. Tabi ki o zaman baska bir canli soyutlama ozelligine gecebilir. Bunlar birer spekulasyondur.

Ikincisi, insanoglu olumlu bir varliktir ve yasam suren biri, yasami boyunca baskasinin olumunu yasar. Baskasinin olumu demek; en basta fiziksel olarak, yasaminin belirli bir kismini paylastigi bir kisinin, artik o paylasimda yer alamayacagi demektir. Yalniz burada onemli bir nokta, yasamindan ayrilan kisinin, dusunceleri, davranislari ve onunla yasanan beraberliklerin, tekrardan ve zaman zaman hatirada ve hafizada ve de olaylarin cagrisiminda yasayan kisi tarafindan yasatilmasi, yani anilmasidir. Buna kisinin kisisel degerleri temelinde, dini uygulamalari da katabiliriz. Mesela, mevlit, belirli gunlerdeki mezar ziyaretleri v.s.

Bu temelde yasamdan ayrilan kisinin "ugurlanmasi" da, topluma gore degisir, once kisinin fiziki ortadan kaldirimi gerceklesir. Yani, gomme veya yakma.

Burda da, onemli olan yasamin yasayanlar adina devam etmesi, ve olenin yasayanin yasamini etkileyecek bir psikolojik bunalim ve duygusal asiriliga yol acmamasidir.

Ucuncu kisim ise algilanamayan kisimdir. Yani kisinin kendisinin olumu. Birincisi, kisi kendi olumunu yasayamaz, ikincisi olum yasayanlarin sorunudur. Dolayisiyle, kendi olumunu yasayamayacak olan bir kisinin, olumunu dusunmesi, mantiksal degildir. Cunku insanoglu biri icin dogum, onun insiyatifi disinda bir olgu, olum ise yasayamadigi bir olgudur. Oyuzden yasayanin bir tek algisinda yasami vardir.

Eger olumu dusunse bile; yasamindaki olenlerin kendisine ne gibi bir etkisi oluyorsa, kendi olumunun de kendinden sonra yasamakta olanlara ayni etkiyi verecegini algilar.

Kendisi acisindan ise, kisinin kendi olumu, olu vucudunun yasayanlarin kararina teslim etmek oldugunu bilmesidir. Bence bu bilgi yeterlidir. Cunku onun olu vucudu hakkinda alinacak her hangibir karar, organ bagisi, gomme, yakma ve hatta oldugu yerde birakilma v.s. artik kisinin sorunu degildir. Bir cesit, olum yasam boyutu degildir ve yasam icin de olu boyutu yoktur.

Butun bunlarin isiginda, yasam suren bir insanoglu birinin, yasarken; olum tehlikesi degil; yasam tehlikesi vardir. Yasami boyunca yasamini tehlikeye atmadan yasamaya calismak onun amaci olmalidir. Cunku insanoglu biri yasamak icin dogar.

Oyuzden; bir insanoglu birinin, yasam surerken kendi olumu dusunmek, mantiksal degildir. Yasam tehlikesinden uzak durmak, yapmasi gerekendir. Yasaminin onune hic bir degeri koymamak yapmasi gerekendir. Yasamin olum ile sonuclandigini bilmesi ve yasayanin yasamina devam etmesi algilamasi gerekendir.

Sonucta, insanoglu turunun birinin; her hangi bir sekilde, olumunu yasamina dusunce olarak katmasi ve dusunce ve davranislarini her turlu spekulatif olum veya yasam sonrasina yoneltmesi; ona tek bir sey saglar. O da yasamin bilincinde ve farkinda olmama durumudur.

Bu sekilde, her turrlu etik deger; milli, dini, toresel v.s. olumu bir "kahramanlik/ustun deger" v.s. olarak gostererek, kisinin yasamini bu degerler ugruna hice saymak anlamini tasir. Sehitlik, bunlardan biridir. Oteki dunya, reenkarnasyon digerleridir. Cennet/cehennem baska bir ornektir.

Birde her turlu biyolojik; dogum/yasam/olume ters duserek, spekulatif ve "inandirici" olumsuzluk degeri verilir. Bu dunya "yalan dunya" v.s. gibi.

Yani kisaca, olum deger olarak; yasamin ustune konur.

Saygilarimla;
evrensel-insan

No comments:

Post a Comment