Sunday 10 April 2011

Karsilikli Yazisma--06/12/2009-22/12/2009


paslıçivi
06-12-2009, 08:31
konu:varoluş/mutlak gerçek/hakikat bir gizemdir, sırdır, bilinemezdir.. bunun aksini iddia eden her türlü teizm/nonteizm inançlar bir insanlık hastalığıdır ve tedavi edilmelidir..

davetli: tüm dünya insanlığından kendine güvenen biri...


EDİT: Başlık önce ''Hodri Meydan'' bölümünde ikili tartışmaya davet amaçlı açılmış olup, ikili bir anlaşma oluşmadığı ve genel bir fikri tartışma başlığına dönüştüğü için, başlık sahibi sevgili paslıçivi'nin onayı ile daha çok üyenin tartışmaya katılabilmesi için buraya taşınmıştır. (ulpian)

gematria
06-12-2009, 10:27
birşeyin varolduğu kesin olarak bilinebilir kanıtlanabilir ... fakat varolmadığı kanıtlanamaz .... çünkü bunu kanıtlamak için mevcut olan diğer herşeyin gösterilmesi ve kanıtlanması lazımdır buda teknik olarak mümkün değildir ...
ateistler tanrının olmadığına inanırlar (çünkü tanrının olmadığına dair kanıtları yoktur )... dindarlar ise olduğuna ... bilmek inanmaktan daha önemlidir .... inanmak zayıf insanlar veya kafası karışık insanlar için bir emzik görevi görmektedir genelde...

paslıçivi
07-12-2009, 08:27
sevgili gematria..

bugün budistler aynı ateistler gibi yaratıcı bir tanrının varlığına inanmazlar.. ama sonuçta bir inançları vardır.. varoluşun bir gizem/bilinemez olduğunu değil, bildiğini zannederek yaşayan insanlardır, aynı ateistler gibi..

benim burda vurgulamak istediğim; bir tanrının varlığı/yokluğu değil varoluşun/hakikatin bilinip bilinemeyeceğidir.. yani kime, neye, nasıl inandığının hiçbir önemi yoktur.. önemli olan bir inancının olup olmamasıdır.. yani bilinmeyen bir kavramı bildiğini zannederek yaşama halidir..

üstüne basarak tekrar söylüyorum bütün mesele/sorun inançtır..

ben diyorum ki; varoluş/hakikat bir gizemdir/sırdır/bilinemezdir.. bu görüşün karşısında olan her türlü teist/nonteist (ateizm dahil) görüşler/yaklaşımlar bir inançtır ve bir insanlık hastalığıdır.. fakat henüz hastalık olduğu keşfedilmediği için tedavi yolları aranmayıp tüm dünya insanlığı değişik rüyalarda şizofren hastası gibi kendi kurduğu gerçeklikte halüsinasyon görmektedir..

bir insanın teist ya da nonteist bir inancının olması onun suçu, zayıflığı, kafası karşıklığı değil sadece zihin dediğim hastalıktan muzdarip bir kişi olduğunun göstergesidir..

bir insanı teist ya da nonteist inancı var diye sizin yaptığınız gibi suçlayamaz ve yargılayamazsınız.. başkası tarafından bulaştırılmış bir hastalık(zihin/hafıza) kişinin suçu, hatası değil sadece tedavi edilmesi gereken bir durum tesbitidir..

gematria
07-12-2009, 19:14
aynı şeyi söylüyoruz evet ... fakat birşey sormak istiyorum ... uzaktaki kızı için endişelenen bir annenin kızının aslında iyi olduğuna inanarak kendini avutması veya takımının sezon sonunda şampiyon olacağına inanan bir taraftar düşün ... bunlar da hastamı sence ? yoksa ihtiyaçlarını karşılamak amaçlı normal zihinsel aktivitelerinimi kullanmaktalar ...
eğer normallerse dini inançlara da (birisi tarafından dayatılmamışsa) bu bağlamda ihtiyaç cevap bağlamında bakmak doğru olmazmı ?

evrensel-insan
07-12-2009, 22:09
Saygideger arkadaslar;

Varin, olmasina gerek yok, var zaten. Ol yaratilisin kulvaridir. Bil de insanin kulvari.

Saygilarimla;
evrensel-insan

paslıçivi
08-12-2009, 06:59
üstüne basarak tekrar söylüyorum bütün mesele/sorun inançtır..

ben diyorum ki; varoluş/hakikat bir gizemdir/sırdır/bilinemezdir.. bu görüşün karşısında olan her türlü teist/nonteist (ateizm dahil) görüşler/yaklaşımlar bir inançtır ve bir insanlık hastalığıdır..

uzaktaki kızı için endişelenen bir annenin kızının aslında iyi olduğuna inanarak kendini avutması veya takımının sezon sonunda şampiyon olacağına inanan bir taraftar düşün ... bunlar da hastamı sence ?

hastalığın adının inanç olduğunu söyledikten sonra bu kastettiğim inanç kavramına girenleri belirttim.. her türlü teist/nonteist inançlar diye..

yani tüm dünya insanlığı binlerce yıldır meşgul eden; evrenin varoluşu, tanrının varlığı ve ölüm sonrası yaşam/yaşamlar vaadedip adalet mekanızması kurmaya çalışan ve tüm bu kavramların değişik şekillerde organize(dogma-teizm)) ya da nonorganize(kişisel-nonteizm) kurgulanması sonucu ortaya çıkan bir halüsünasyondan başka bir şey değildir..

yani varoluş, tanrı ve ölüm sonrası için bugün tüm dünya insanlığının ucundan kıyısında sabitlenmiş bir fikri(inancı) vardır.. ben tüm bu kavram lar bilinemez, bu kavramları bildiğiniz zannetme yanılgısı olan inanç denen şeyin insan bilinç evriminde geçirmesi gereken bir arageçiş formu bir hastalık olarak gördüğümü söylüyorum..

sizin verdiğiniz bir annenein kızının iyi olduğuna inanması ya da bir taraftarın takımının şampiyon olacağına inanması benim bahsettiğim inanç kavramının sınırları dışında olan bir şey.. bu bahsettikleriniz evrensel değil kişiseldir ve bilinemez kavramlar değillerdir.. annenin kızına bir telefon açması ya da ziyaretine gitmesiyle onun iyi olduğunu bilinebilir.. ya da takım taraftarı sezon sonunu bekleyerek takımı hakkındaki inancının sınamasını yapabilir yani bilinebilir... ve bu bildiklerini tüm dünya insanlığına tartışmasız bir şekilde gösterip kanıtlayabilir..

o yüzden bahsettiğiniz örnekler asıl konumuz dışında olan kavramlardır..
ama isterseniz bu iki konuyu başka bir başlık altında konuşabiliriz..

kısaca değinmek gerekirse;

annenin kızının iyi olduğuna inanması; varoluşun canlılara dayattığı "hayatta kal ve kendi genlerinin soyunu devam ettir" için hazırladığı "aşk-cinsellik-evlat sevgisi" tuzağının evlat sevgisi ayağıdır..

bir taraftarın takımının şampiyon olacağına inanması da çeperde(sahtebenlik/ego) yaşayan bir insanın özündeki mutlak mutluluğundan uzaklaştığı için çeperdeki sonradan edindiği dini inanç, milli/etnik kimlik takım taraftarlığı gibi insan tarafından oluşturulmuş değerlere sımsıkı sarılıp bunları yüceltmesi ile yalancı bir mutluluk yaşamasıyla ilgilidir..

özündeki mutlak mutlulukta yaşayan bir insanın tatmin olması, kendini mutlu ve huzurlu hissetmesi için insan eliyle yaratılmış ve kutsanmış hiç bir değere yapışmasına gerek yoktur.. o sadece varolduğu ve kendini bulduğu tanıdığı için zaten tatminin/mutluluğun/huzurun zirvesini yaşamaktadır..

bir futbol takımının taraftarlığıyla, paraya, mevkiye, güce, iktidara, karşı cinsten birine olan bağımlılık ve taraftarlık da eşdeğerdir.. hepsi egonun çeperde yaşayan insana sunduğu sahte/yalancı mutluluklardır.. egoda yaşayan kişi anda değil zamanda yaşar.. ve bu zaman dediğimiz kavramın içinde geçmişin acıları ve buna bağlı geleceğin kaygıları endişeleri vardır.. o yüzdendir ki ona sahte mutluluk veren bu değerlere yapışıp, biriktirmek ve sahiplenmek ihtiyacı duyar.. artık önem verdiği kavrama göre daha çok şampiyonluk, daha çok para, daha çok güç daha, çok mevki arzular ve bu işin sonu yoktur çünkü ego tatminsizlik üzerine inşaa edilmiştir..

aşık olduğunu zannettiği karşı cinsi bile sevmesini beceremez, onun özgürlüklerini kısıtlar, onu bir mala indirgeyerek tüm yaşamı boyunca sahip olmak ister ve bunları kaybetme tehdidiyle karşılaştığında çeperde yaşamanın etkisiyle savrulup aşkı anında nefrete dönüşür.. sevdiğini zannettiği insana zarar vermeye çalışarak sadece yıpranmış olan egosunu tamir etmeye çalışmaktadır aslında, yani gerçek anlamda sevmiyordur.. yaşamı bir sarkaç gibidir, hiç bir zaman dengede durmaz.. bir oraya bir buraya savrulup durur, her rüzgar onu başka bir yere savurur..

tüm bu bahsettiklerim size yaşamın tuzu biberi gibi doğal şeyler gibi gelmektedir.. oysa gerçek yaşam bambaşka bir şeydir, mutlu olmak için primer ihtiyaçların dışında hiç bir değere, insana ihtiyacın yoktur.. sen basitçe içinde yaşadığın mutluluğu insanlarla paylaşırsın sadece..

eğer normallerse dini inançlara da (birisi tarafından dayatılmamışsa) bu bağlamda ihtiyaç cevap bağlamında bakmak doğru olmazmı ?

bu sadece bir dayatma değildir, bir zihin aktarımıdır.. kişiye ailesi bu zihni aktarmayabilir ama yaşadığı toplum ve okullarda aldığı eğitim öğretim bu zihni çocuğa aktarır.. bunlar da olmayabilir.. eski seküler SSCB yi düşünün.. burda ne aile ne toplum ne de okullarda böyle bir zihin aktarımı yoktu.. ama bu sistem çökünce ve dünya artık küçük bir köy gibi olduğu için başka toplumların zihinlerini(hristiyan ağırlıklı) almak zorunda kaldılar.. bu SSCB antik yunan çağında çökseydi o dönemin antik yunan tanrılarını zihin olarak ödünç alıp kullanacaktı.. çünkü insanlık henüz zihinsiz/anda yaşayacak düzeyde bilinç evrimini geçirmemiştir.. süreç devam ediyor..

teizm düzeyindeki dinler kişinin özündeki mutlak mutluluğu alıp önce insanı denize itmektedir.. semavi dinlerde tüm insanların zaten günahkar Ademin torunları olduğu zihni aktarılarak kişiye bir suçluluk duygusu verilmektedir.. oysa kişi masum bir insan yavrusudur ama çocukluğundan itibaren bu zihin aktarılmaya başlanır.. denize itilen bu insan yavrusuna "kurtuluş yine bizde" denerek elinden alınan mutlak mutluluğun yerine dini ritiüller ve inanç denen sizin de emzik diye adlandırdığınız kavramlar verilir.. kişi bunlara sarıldığı zaman kendini kısmen mutlu ve huzurlu hissetmektedir.. aslında denize düşen insan yavrusu kendine uzanan yılana sarılmıştır da farkında değildir..

semavi dinlerin dışındaki dinlerde de durum farklı değildir.. kişiye yine bu yaşamda birtakım suçlamalar ve ölüm sonrası korkunç yaptırımlar sunarak kişin elinden mutlak mutluluğu alınıp mutsuzluğa düşen insanı yalancı/sahte bir takım kavramlarla mutlu olduğuna inandırıp yılana sarılmasından başka bir şey değildir..

dinlerin yaptığı şey mutsuzluğu gidermek için insanlara mutluluk sunar gibi yapmaktır.. oysa mutluluk; mutsuzluğun olmaması hali değildir, yani bir yoksunluğun giderilmesi hali değildir.. ama dinlerin/inançların yaptığı budur.. o yüzden hepsi halüsinasyon yaratan bir uyuştucudan, afyondan başka bir şey değildir..

kişi yaşadığı insan topluluğunun kendisine yüklediği zihinden arınmayı başarabildiğin de; çocukluğundaki o zihinsiz saf pür neşe olan mutlak mutluluğa erişip çeperde hiç bir değere ihtiyaç duymayacaktır..

nontesit inançlar ise bu zihinden arınma sürecinin başlamasıdır sadece... ama tam bir arınma olmadığı sürece kişi için bir tanrı, ölüm sonrası gibi kavramlar hala önemini yitirmeyecek ve bu kavramlar hakkında sabitlenmiş bir fikri(inancı) olmak zorundadır.. çünkü kişi hala zihinde/zamanda yaşamaktadır.. yani hala geçmişin acılarını geleceğin kaygılarını duymaktadır.. zihinden arınan insan zamandan ve inançtandan da arınır.. anda, zihinsiz, mutlak inançsız, mutlak mutluluk/cesarette yaşar..

burda bahsettiğim yaşam şekli deneyimlemeden algılanacak bir şey değildir..çünkü kişi hem bilmiyordur hem de bilmediğini bile bilmiyordur..

ulpian
08-12-2009, 07:11
sevgili paslıçivi,

yazdıklarınıza çok büyük ölçüde katılıyorum. Fakat ''nonteist'' terimini yanlış kullanıyorsunuz.


nontesit inançlar ise bu zihinden arınma sürecinin başlamasıdır sadece...

''Nonteizm'' -tanımı gereği- teizm haricindeki bütün görüşleri kapsar ve bunun içinde agnostisizm, agnostik ateizm (negatif ateizm), hatta ingnostisizm de vardır.

Her türlü önyargıdan kurtulmuş, her türlü inançtan arınmış, bütün var olan görüşlerin üstünden bakabiliyor olmak vs. güzeldir. Fakat teizm ile non-teizm'in dışına çıkmak mantıken mümkün değildir. Çünkü dediğim gibi non-teizm, teist olmayan her türlü düşünceyi zaten kapsamaktadır. Ve ''bilmiyorum'' demek de (agnostisizm), ''ilgilenmiyorum'' demek de (ignostisizm) zaten non-teizm üst-başlığı altında yer alır.

saygılarımla

evrensel-insan
08-12-2009, 08:08
Saygideger ulpian;

Metafizigin varlik temelinde ve diyalektik mantikta cikmak mumkun degildir, ama; epistemolojinin bilgi temelinde ve epistemolojik mantikla mumkundur.

Saygilarimla;
evrensel-insan

ulpian
08-12-2009, 19:46
Burada ''ateizm''den veya ''anti-teizm''den değil, ''non-teizm''den bahsediyoruz.

Non-teizm, tanımı gereği ''teizm haricindekiler'' demektir. Teist olmayan herkes non-teisttir. TERİMİN TANIMI BU!

Bu anlamda non-teizm, ateizmi, panteizmi, deizmi, agnostisizmi, ignostisizmi veya bu konularda hiçbir fikir, görüş sahibi olmamayı, hasılı teist olmayan herşeyi kapsamaktadır.

''Ben teist de değilim, non-teist de değilim'' cümlesi anlamsız, mantıksız, çelişkili bir cümle olur. ''Ben herşeyin üstündeyim, hiçbir çekmeceye sığmam, tamamen objektif ve nötrüm'' havasını vermek için, böylesi kavramsal tenakuzlara düşmek gülünç olur.

Herhangi birşeyin hem X hem de non-X olmaması mümkün değildir. Çünkü: ''non'', ''olmayan'' anlamına gelir ve X olmayan herşeyi zaten kapsamaktadır.

saygılarımla

evrensel-insan
08-12-2009, 19:55
Saygideger ulpian;

''Ben teist de değilim, non-teist de değilim'' cümlesi anlamsız, mantıksız, çelişkili bir cümle olur. ''Ben herşeyin üstündeyim, hiçbir çekmeceye sığmam, tamamen objektif ve nötrüm'' havasını vermek için, böylesi kavramsal tenakuzlara düşmek gülünç olur.-ulpian-

Bu "ATTIGIN TASI" ne zaman verdigim linkleri okursun, ne zaman arapca ogrenirsin, ne zaman epistemolojiyi her yonuyle algilarsin, ne zaman diyalektigin bir vereni oldugun gorursun ve teke indirgemeli tartismasini kavrarsin ve ne zaman sabitledigin bilgilerin bu yuzyilda yetmedigini algilar ve gelistirmeye yonelirsin, ne zaman dogal dusuncenin kabuguna sigmadigini algilarsin iste o zaman bu tasa, gulle karsilik verecegim. Simdiye kadar atilan taslar, siralandi duruyor.

Saygilarimla;
evrensel-insan

ulpian
08-12-2009, 20:01
Taş değil, sevgili evrensel, kaya atmaktayım şu an. :)

''Ben herşeyin üstündeyim, hepinizin kendine göre ideolojileri, dogmaları var. Ama ben herşeyden tamamen arındım'' havasını vermek için en temel mantık kurallarına tecavüz etmek olmaz. Gerçekten de olmaz... Eğer söz konusu kişi ''ben mantıktan da arındım'' diyorsa, denecek laf yoktur zaten... Kendine özgü evreninde kendi başına bırakmak gerekir... Çünkü artık herhangi bir anlamlı iletişim mümkün değildir söz konusu kişiyle...

saygılarımla

evrensel-insan
08-12-2009, 20:26
Saygideger ulpian;

Taş değil, sevgili evrensel, kaya atmaktayım şu an.

''Ben herşeyin üstündeyim, hepinizin kendine göre ideolojileri, dogmaları var. Ama ben herşeyden tamamen arındım'' havasını vermek için en temel mantık kurallarına tecavüz etmek olmaz. Gerçekten de olmaz... Eğer söz konusu kişi ''ben mantıktan da arındım'' diyorsa, denecek laf yoktur zaten... Kendine özgü evreninde kendi başına bırakmak gerekir... Çünkü artık herhangi bir anlamlı iletişim mümkün değildir söz konusu kişiyle...

saygılarımla-ulpian-

Yorumsuz

Saygilarimla;
evrensel-insan

paslıçivi
09-12-2009, 09:13
sevgili paslıçivi,

yazdıklarınıza çok büyük ölçüde katılıyorum. Fakat ''nonteist'' terimini yanlış kullanıyorsunuz.



''Nonteizm'' -tanımı gereği- teizm haricindeki bütün görüşleri kapsar ve bunun içinde agnostisizm, agnostik ateizm (negatif ateizm), hatta ingnostisizm de vardır.

Her türlü önyargıdan kurtulmuş, her türlü inançtan arınmış, bütün var olan görüşlerin üstünden bakabiliyor olmak vs. güzeldir. Fakat teizm ile non-teizm'in dışına çıkmak mantıken mümkün değildir. Çünkü dediğim gibi non-teizm, teist olmayan her türlü düşünceyi zaten kapsamaktadır. Ve ''bilmiyorum'' demek de (agnostisizm), ''ilgilenmiyorum'' demek de (ignostisizm) zaten non-teizm üst-başlığı altında yer alır.

saygılarımla

sevgili ulpian..

bu siteye geldiğimde ilk işim farkındalık adında bir topic açmam oldu.. bunun diğer benzeşik adları aydınlanma ve tam uyanıklık halidir..

ben bu konularda yazı yazarken fikir beyan ederken sanırım/yanılmıyorsam sevgili e.i.' ydi -bana "kendini varolan bir izm'le tanımlayabilirmisin" diye sormuştu.. varolan fikirlerimin, bilinç düzeyimin bunların dışında olduğunu ama en yakın olarak agnostizme uygun olduğunu söylemiştim..

zaten forumdaki yazışmalarda bu agnostizme yakın olan görüşlerim sürekli bir algılanma sorunu olarak karşıma çıktı.. "sen ne biçim agnostiksin, biz senin gibi agnostik şimdiye kadar görmedik" tarzı eleştiriler aldım.. ben de bunu "ben klasik birebir agnostik değilim ama varolan fikir/bilinç düzeyim agnoztizme en yakın olduğu için böyle ifade ediyorum" diye savunmaya çalışıyordum..

şimdi senin de konuya değinmenle olaya biraz daha geniş bir açılım getirmeye çalışayım..

ben kendime kendimi tanımlarken "farkındalığını geliştirmeye çalışıp aydınlanma ve tam bir uyanıklık yolunda ilerleyen biriyim" diye tanımlayabilirim.. ama karşımdaki kişi bana -sen nesin? diye sorduğunda yukarıdaki cevabı verirsem karşımdaki kişi olayı algılayamayacak, tatmin olmayacak ve bir iletişim sorunu yaşıyacağım.. çünkü farkındalık, aydınlanma, tam bir uyanıklık hali henüz dünya insanlığında çok fazla kullanılan ve anlam yüklenen kavramlar değiller.. "ben farkında bir insanım, ben aydın bir insanım" diye ifade etmem karşımdaki kişiye çok fazla bir şey ifade etmeyecektir..

şimdi gelelim teizm nonteizm kavramlarına.. bunların içinde olan agnostizm ve ignostizm de dahil olmak üzere hepsi tanrı odaklı/merkezli yaklaşımlardır..


insanın algıyabildiği evrende net olan bir şey vardır.. biz bir takım şeyleri ya biliyoruzdur ya da bilmiyoruzdur.. yani bir bilinenler vardır , bir de bilinmeyenler.. bir de konumuz dışında olan bilmediğimizi bile bilmediğimiz şeyler...

bu bilinenlerle bilinmeyenler arasında çok net, çok kalın bir duvar/hat vardır.. bu hattı bize bilim dediğimiz şeyin sunduğu ve evrensel olarak insanlığın üstünde tartışamayacağı ve sınanabilinir, tekrarlanabilinir olan bilgi verir.. bu bilgi diye adlandırdığım kavramın dışında olan her şey bilmediklerimizdir.. yani hat bu kadar keskin, kalın ve nettir...

ama insan denen canlı türünün beyninin somut(anatomik fizyolojik) ve buna bağlı olarak soyut(bilinç) evrim süreci devam etmektedir.. günümüze kadar olan bölümde ve şu AN itibariyle; insan beyni bu keskin hattın farkındalığıyla yaşayabilecek, hayatı anlamlandırabilecek düzeyde henüz evrimleşmemiştir..

işte o yüzden bilinenle bilinmeyen arasında bir köprü lazımdır.. bu köprü, bahsettiğim kalın duvarı/hattı/netliği buharlaştırır.. varolan duvar kaybolup gider.. işte tam burda farkındasızlık başlar.. kişi bilinmeyen/bilmediği birşeyi bildiğini zannetme yanılgısı dediğim inanç köprüsünü kullanır..

inanç; bu bilinenlerle bilinmeyenler ama merak edilenler arasında bir yumuşak süspansiyon/köprü/geçiş görevi görür.. insan bilinç evrimi hala devam ettiği için de insan bilmiyorum diyemez.. çünkü insanoğlu özündeki mutlak tatminden zihin hastalığı/aracılığıyla uzakalaştırıldığı için kişinin mutlu/tatmin olması için bilmesi gerekmektedir..ama bilemediği için de bunu bildiğini zannetme olarak yumuşatıp kendini kandırması, avutması olarak yansır kişiye.. ama burda kişi kendini avuttuğunun kandırdığının bile farkında değildir.. çünkü sahtebenliğin(ego) savunma düzenekleri zaten o kişinin bu rüyada/halisünasyonda mutlu/tatmin olması için vardır..

bilmek; insanı sorgulamadan uzak tuttuğu için kişi huzurlu ve tatmindedir.. o yüzdendir ki, kişi bilmediği şeyleri bildiğini zannetme yanılgısı olan inanç kavramıyla yaşamak zorundadır, başka bir seçeneği yoktur, henüz varolan yapısı buna uygun değildir..

agnoztizm ve ignostizme değineyim biraz..

agnostizm de biliyorsun kendi içinde katı ve yumuşak olarak ikiye ayrılır.. katı agnostikler tanrının varlığının hiçbir zaman bilinemeyceğini savunarak andan koparak zamana geçiş yaparlar ve gelecek hakkında bir şeyi sabitlerler ki işte bu da bir inançtır.. katı olmayan agnostikler AN itibariyle bilinemeyeceğini, geleceğin ne göstereceğinin de bilinemeyeceğini savunurlar.. yani gelecekte tanrı bilinebilir bir kavram olasılığını da hesaba katarlar.. ben yazılarımda katı olmayan bu agnostizme yakın olduğumu sık sık dile getiriyorum zaten..

agnostiğe soruyorsun, -ne bilinemezedir? cevap: tanrının varlığı yokluğu yani tanrı..

ignostizme gelince, ilgilenmiyorum diyor... soruyorsun -neyle ilgilenmiyorsun? cevap: - tanrının varlığı yokluğuyla yani tanrıyla...

teiste soruyorsun.. cevap: - tanrı vardır, dinler aracılığıyla insanlara ulaşmıştır..

ateiste soruyorsun.. cevap: - tanrı diye bir şey yoktur..

deiste soruyorsun.. cevap: -tanrı vardır ama dinler onun eseri değildir..

panteiste soruyorsun.. cevap: -tanrı evrenin kendisidir, bütünüdür, evren tanrının kendisidir..

evrensel insana soruyorsun:evil: cevap: - tanrı sorundur, benim yaşamıma bir katkısı yoktur.. ignostizm tarzı bir şey..

gelelim tanrı kavramına..

tanrı; AN itibariyle; ne varlığı, ne yokluğu, ne şekli şemali, ne sayısı, ne de özellikleri açısından bilimsel olarak sınanabilinecek bir şey değildir.. yani ne doğruluğu ne yanlışlığını savunanlar bunu kanıtlayamazlar..

tanrı bilinebilir değil ancak pozitif, negatif veya nötr bir yaklaşımla bir inanç öğesidir.. yani bilinemezdir, sadece inanılabilirdir.. tanrı; ne zamandan beri varolduğunu henüz bilemediğimiz insan zihninin bir ürünüdür..

gelelim paslıçiviye.. an itibariyle bilinemez diyorum.. soruyorsun; ne bilinemez, bilinemeyen nedir?

cevap:- varoluş/mutlak gerçek/hakikat..

yani insanoğlunu varolduğundan beri kafasını kurcalayan ama henüz cevap verilememiş o devasa puzzle, o devasa bilmece...

peki soruyorsun.. - ya tanrı?

cevap: - teizmden panteizme kadar hepsini yaşayıp deneyimledim, hepsinin insan zihninin ürünü olan tanrı kavramının bildiğini zannetme yanılgısı olduğunu kavradım.. tanrı kavramı insanoğlunun algı yetilerinin dışında kalan bir şeydir, bilinebilecek bir şey değildir, bilinemezdir(agnostizm).. o yüzden tanrı kavramı varoluşu sorgulamamda önemini yitirdi, ilgilenmiyorum(ignostizm)

peki sen neyle ilgileniyorsun?

cevap: - varoluş nedir, niçin "hiçlik/yokluk" değil de "varlık" vardır.. varoluşun/evrenin olmasının bir amacı varmıdır, bize yansıyıp algılarımız dahilinde algıladığımız evren dışında başka oluşumlar var mıdır, evrenin sınırları nedir, sonsuzluk nedir, evren nasıl sonsuz olur, evren sonsuz değilse bittiği yerden sonra ne vardır, varlık sonsuz mudur yoksa hiçliktenmi varlığa geçilmiştir, ya da hiçlik varlık arası bilmediğimiz algılayamadığımız başka kavramlar/olgular varmıdır, insan denen canlının varlıkta/bütündeki önemi nedir, bütün nedir, bütünü algılayabilir miyiz, vs.. bu soruları sonsuza değin çoğaltabilirim....

Eğer söz konusu kişi ''ben mantıktan da arındım'' diyorsa,

sevgili ulpian.. mantık nedir biliyor musun.. sana doğduğundan itibaren hem yaşadığın toplum tarafından, hem kişisel olarak hafızana(harddiskine) yüklediğin dataların/inputların akıl(işlemci, işletim sistemin) aracılığıyla sentezleyip analiz sonucu bir karar vermeni sağlayan bir mekanizmadır.. yani benim ifade ettiğim sığ düşünme tekniğidir.. ve kişiyi öyle güzel bir kandırır uyuturki ne olduğunun farkında bile olamazsın..

bugün tüm dünya insanlığındaki değişik coğrafyaları dolaş, insanlarla otur konuş...ve bu kişiler en az üniversite eğitimi almış olsunlar.. sadece tek bir soru sor..

varoluş nedir, biz niçin varız, ölüm sonrası için ne düşünüyorsun???..

sonra aldığın cevapları bir yere yaz.. ve kişiye bu konular hakkında niçin böyle bir inancın/fikrin olduğunu sor.. o sana mantık denen aldatmacayla bir güzel harddiskindeki datalar ve işletim sistemi sayesinde güzel bir cevap verecektir.. bu koskoca birkaç üniversite bitirmiş insanlar..

ve coğrafyasına göre standart eğitim öğretim görmüş bu insanların sana vereceği cevaplar çoktan aza, maximumdan minimuma, piramitin tabanından zirveye bir yolculuk gibi doğru teizmden ignostizme kadar çok değişik olacaktır.. ve kişilerin hepsi bu bahsettiği fikirlerinden adı gibi emin olup aklı mantığı olan her insanın varoluşu sorguladığında bu sonuca(kendi sonucu) ulaşması gerektiğini ifade edecektir... bizim müslümanların klasik "allah herkese akıl fikir vermiş kardeşim, diğer dinlerdeki insanlar da düşünüp bulsunlar" yaklaşımı gibi:love: sanki japaonların amerikalıların avrupalıların aklı zekası yokmuş gibi..:shocked:


şimdi tüm bunlardan sonra sen paslıçiviyi hangi kategoriye sokuyorsun ve mantık dediğin şey hakkında hala aynı şeyleri savunacak mısın...

ya da hodri meydandaki konumun(varoluş gizemdir) davetini kabul eder misin..

ulpian
09-12-2009, 12:23
sevgili paslıçivi,

ne olur o kadar uzaklara/derinlere gitmeyiniz, çünkü ben çok basit bir konudan bahsediyorum. ''Non-teist'' kelimesinin anlamı ''teist olmayan'' demektir. Teist olmayan bütün düşünceleri, teizm haricindeki HERŞEYİ kapsar. Terimin tanımı budur... Eğer teist değilseniz, non-teistsinizdir. Çünkü ''non-teist'' zaten ''teist değil'' demektir. Bu kadar basit. :)

Elbette, non-teizm sözcüğünü kendi duruşunuzu, fikrinizi açıklamak için yetersiz, kifayetsiz, uygunsuz bir terim olarak görebilirsiniz. Zaten ''non-teist'' kelimesi hiç kimsenin düşünce yapısını açıklamak için yeterli bir sözcük değildir, çünkü sadece ''teist değil'' anlamına gelmektedir. Fakat yine de teist olmayan herkes, non-teistdir.


Çünkü non-teist, ''teist değil'' demektir.

saygılarımla

spartacus
09-12-2009, 17:30
konu:varoluş/mutlak gerçek/hakikat bir gizemdir, sırdır, bilinemezdir.. bunun aksini iddia eden her türlü teizm/nonteizm inançlar bir insanlık hastalığıdır ve tedavi edilmelidir..

davetli: tüm dünya insanlığından kendine güvenen biri...

Sevgili Paslıçivi varoluş neden bir sır olsun, burnumun ucunu yada hiç olmazsa burnumu göremiyormuyum ? İşte hakikat budur, ne öyle insan hayalinin ürettiği gizemler taşır ama nede bir yerlerinde bir iradenin(zeus), yada kendinde bir iradenin(ruh) saklamakla meşgul olduğu sırlar taşır.

Varoluş sır-mır değildir, hangi giz'i arayacağız bu varoluşda anlamak mümkün değil.
Bilinmeyen şey sır değildir, gizde değildir. Gizemli olan görünürdür, ardıldır, keşfedilebilirdir, sır ise bilinenin saklılığıdır. (yani ortada olana illa bir sır ve illa bir ardıl (tanrıcık) aranıyor) Bu gün, günümüz terminolijisi hala dünün terimlerini kullanıyorsa dahi, bu kelime anlamıyla hiç bir anlam taşımaz, burada belirleyici olan kastın anlanması, kavranmasıdır. Yok varoluşdaki gizem, yok varoluşdaki sır gibi tanımlar başlı başına saplantılı bir önyargının dışa vurumundan başka bir şey değildir. Eğer bu saplantılı dışa vurum ileri bir düzeyde ise hastalık olarak adlandırmanızda hiç bir sakınca görmüyorum.

evrensel-insan
09-12-2009, 17:40
Saygideger paslicivi;

evrensel insana soruyorsun cevap: - tanrı sorundur, benim yaşamıma bir katkısı yoktur.. ignostizm tarzı bir şey..-paslicivi-

Tanri insanoglunun yarattigi soyut bir kavramdir ve evrenseldir. Benim ozelimde, yasamimda ve iliskilerimde, dusunce ve davranisimda bu kavrama yer vermiyorum cunku ihtiyacim yok. Bu kavramsiz, yasamimi surduruyorum.

Bu temelde de tanrisal olumlu ve olumsuz yanasimlari notr algiliyor ve tanrisal yanasima ve bilimum baglantilari yaratilissal/inancsal/ideolojik yanasimlara, disaridan bakiyorum ve "herkesin gorusu, kendini ortaya koyar" diyorum.

Saygilarimla;
evrensel-insan

gematria
09-12-2009, 18:33
hastalığın adının inanç olduğunu söyledikten sonra bu kastettiğim inanç kavramına girenleri belirttim.. her türlü teist/nonteist inançlar diye..


sizin verdiğiniz bir annenein kızının iyi olduğuna inanması ya da bir taraftarın takımının şampiyon olacağına inanması benim bahsettiğim inanç kavramının sınırları dışında olan bir şey.. bu bahsettikleriniz evrensel değil kişiseldir ve bilinemez kavramlar değillerdir.. annenin kızına bir telefon açması ya da ziyaretine gitmesiyle onun iyi olduğunu bilinebilir.. ya da takım taraftarı sezon sonunu bekleyerek takımı hakkındaki inancının sınamasını yapabilir yani bilinebilir... ve bu bildiklerini tüm dünya insanlığına tartışmasız bir şekilde gösterip kanıtlayabilir..

o yüzden bahsettiğiniz örnekler asıl konumuz dışında olan kavramlardır..


burda bahsettiğim yaşam şekli deneyimlemeden algılanacak bir şey değildir..çünkü kişi hem bilmiyordur hem de bilmediğini bile bilmiyordur..

verdiğim örnekler tabiki evrenseldir ...aynı zamanda din kadarda kişiseldir .. yani her iki özeliği birden taşımaktadır ... siz hiç bir taraftarı olan bir takım gördünüzmü ? veya bir müridi olan bir din ? günümüz eğlenceleri içinde futbol biz farkında olmasak bile bir gereklilik gibi gelmekte kişilere .. tıpkı dinler gibi .. herkesin bir takım tutup o takımla birlikte sevinip o takımla sevinmesi ... bunlar yalnızlıktan korkan insan oğlunun klasik davranışlarıdır ... sürüye uyarak yalnızlığından kısa sürelide olsa arınır ... veya dini inançlar kazanarak ... ayrıca bilinebilir demişsiniz .. o ligde şike yapılmamışsa bilinemez emin olun kimin şampiyon olacağı :D
bilinebilir derken gelecek bir sondan bahsediyosanız o son dini inançlardada gelecektirr .. hatta çok duymuşsunuzdur ... ahirette anlarsın tanrının olup olmadığını gibi sözleri ... bir nevi lig sonu işte.... kurunun yaşın belli olduğu zaman ... veya kıyametin kopması o bahsedilen olayların gerçekleşmesi fln... heriki olayda da henüz yaşanmamış geleceği düşünülen olaylara inanç vardır ... şimdi belkide diyceksinizki kişi tanrının olduğunu bilir hayır ... kişiler tanrının olduğuna inanır hep ... tanrı birçok kişi için varlığı umulan şeydir aslında ... ama oysa insanlar bunu kabul etmezlerr sorarsan tanrının varlığını biliyorum der ... oysa hareketleri onun sadece inandığını umut ettiğini gösterir.. içinde derinlerde bir yerde hep bir şüphe vardır ...
kısacası çaresiz insanların yani kendini başka türlü tatmin edemeyen insanların bir kaçış yolu olan inançlar hastalık olarak nitelendirilemezler bu bağlamda ... çünkü bir ihtiyacı karşılamaktadır ve kişi bu yolu kendi seçmektedir ... oysa patolojik demek için olması gereken kişinin kendi elinde olmadan kendi isteği dışında aklına gelen veya algıladığını sandığı şeylerdir ...
bana işine gelmediği halde dine inananlar gösterin işte onlara hasta diyeyim ....

paslıçivi
10-12-2009, 07:59
sevgili paslıçivi,

ne olur o kadar uzaklara/derinlere gitmeyiniz, çünkü ben çok basit bir konudan bahsediyorum. ''Non-teist'' kelimesinin anlamı ''teist olmayan'' demektir. Teist olmayan bütün düşünceleri, teizm haricindeki HERŞEYİ kapsar. Terimin tanımı budur... Eğer teist değilseniz, non-teistsinizdir. Çünkü ''non-teist'' zaten ''teist değil'' demektir. Bu kadar basit. :)

Elbette, non-teizm sözcüğünü kendi duruşunuzu, fikrinizi açıklamak için yetersiz, kifayetsiz, uygunsuz bir terim olarak görebilirsiniz. Zaten ''non-teist'' kelimesi hiç kimsenin düşünce yapısını açıklamak için yeterli bir sözcük değildir, çünkü sadece ''teist değil'' anlamına gelmektedir. Fakat yine de teist olmayan herkes, non-teistdir.


Çünkü non-teist, ''teist değil'' demektir.

saygılarımla


sevgili ulpian..

yazılarımda zaman zaman değiniyorum, belki dikkatini çekmiştir.. ben teist/nonteist yerine teizm/nonteizm düzeyi bilinçaçıklığı ifadesini kullanmaya çalışıyorum..

çünkü teizm nonteizm ifadelerinin kökeni "theos" olan ve "tanrı" anlamına gelen kelimeden türemiştir.. yani insanların başı tanrıyla derttedir.. tanrı kavramı etrafında toplanmışlardır.. inanıyorum, inanmıyorum, kazımıyorum diyen herkes tanrıdan bahsetmektedir..

tanrı; bilimsel olarak değil zihinsel olarak yaratılmış bir kavramdır.. yani insan zihninin bir ürünüdür.. tanrıyla ilgili ortaya bir fikir atmak, bu fikre sabitlenmek, kişinin hala zihinde yaşadığının göstergesidir.. zihinden arınmış bir insanın bilincinde tanrı diye bir kavram yoktur..

zihin dediğim şey; bir insan topluluğunda dünyaya gelip hayatta kalmak uğruna o insan topluluğuyla yaşamak zorunda kalan ve büyüyen bir insan yavrusuna atalarının aktardığı her türlü data/inputların toplamıdır..

keşke şöyle insanlıkdışı bir deney yapma şansımız olsaydı.. yenidoğan bir insan yavrusunu insanlıktan uzak vahşi bir ortamda atalarından hiç bir zihin aktarması olmadan yetiştirip izleyebilseydik.. o kişi yetişkin yaşına geldiğinde vahşi bir hayvandan hiçbir farkı olmayacaktı, zihninde ne bir tanrı ne de medeniyet diye bir şey olması mümkün olmayacaktı.. belki evrimin ve mutasyonun ona genlerle aktardığı bazı özellikleriyle hayvandan bir adım öne çıkabilecekti ama bilinç düzeyi olarak vahşi bir canlıdan farkı olmayacaktı.. tarihte bunun yaşanmış bir örneği var.. 14-15 yaşlarında bir erkek çocuk ormanda bulunuyor, ne zaman ve nasıl bu ortama düştüğü bilinemiyor, yakalandığında vahşi bir hayvandan farkı yok, eğitilmeye çalışılıyor ama bu medeni ortama uyum sağlayamayarak ölüp gidiyor..

şimdi gelelim teizm ile teizm düzeyi bilinçaçıklığı farkındalığına..

teizmin dünyada evrensel kabul görmüş tanımı tanrının varlığından yana olandır ama bu tanrının insanlarla bir din aracılığıyla iletişime geçme özelliği de vardır, teistlere göre.. yani teizm dediğimiz şey; tanrısı olan bir dine taraftar olmaktır.. yani organize/dogma olan bir dine inanmaktır.. ve bu genellikle ataları tarafından zihin olarak aktarılan din neyse kişi ona inanır..

şimdi gelelim tanrısız organize/dogma dinlere.. uzakdoğunun dinlerinin bazılarında bir tanrı kavramı yoktur, budizm ve bazı kolları bunun çok net örnekleridir.. kişi burda bir tanrının varlığına inanmamaktadır ama birlikte yaşadığı ataları tarafından kendisine aktarılan, bu yaşam ve ölüm sonrası birtakım yaşam/yaşamlar hakkındaki öğretilere inanmaktadır..

sence bugün bir müslümanla bir budistin bilinçaçıklığı açısından ne farkı vardır.. budist bir teist değildir çünkü bir tanrının varlığına inanmaz.. budizm ateizm kökenli bir inançtır.. ama budist bir nonteist de değildir çünkü tanrısız bir dinin hala kölesidir ve dinlerden özgürleşememiştir..

işte tüm bunlar yüzündendir ki ben teist/nonteist kavramına sıcak bakmıyorum.. benim algılarıma göre insanlığın bir bilinçaçıklık seviyesi vardır..

teizm düzeyi bilinçaçıklığı: doğduğu toplumun organize/dogma dini inancını kabullenip bunu bir gerçeklikmiş gibi yaşayıp derin uykuda rüya/halüsinasyon gören en düşük bilinç düzeyi insanlar.. şu an dünyada en fazla taraftarı olan beş büyük din buna en güzel örnektir.. hristiyanlık, budizm, islam, hinduizm, musevilik...

kişi teizm düzeyi bilinçaçıklığını aşmaya müsait değilse, doğduğu toplumun tanrılı/tanrısız/çoktanrılı organize dogmasını/dinini şablon gibi alır ve programlanmış bir robot gibi yaşamını sürdürür.. kendisine aktarılan dindeki bu yaşam ve ölüm sonrası yaşam/adalet mekanizmalarını gerçeklikmiş gibi yaşar..

nonteizm düzeyi bilinçaçıklığı: burda farkındalığına erişilmesi gereken en önemli nokta; kişinin kendisine yüklenen dogmayı kırabilecek bilinçaçıklığına erişmeye müsait olmasıdır.. yani bir budistin ölüm sonrası yeniden doğumların,bir hindunun ölüm sonrası karma yaşamlarının, bir hristiyanın isanın öğretilerinin, bir musevinin musanın öğretilerinin bir müslümanın muhammedin öğretilerinin ve cennet cehennemlerinin bir rüya olduğunun farkındalığına erişebilme bilinç düzeyidir.. kişi kendisine zihin olarak yüklenen bu dogmayı kırabildiği an nonteizm bilinçaçıklık düzeyine sıçramış demektir.. yani derin uykusundaki rüyadan uyanma çabaları başlamıştır..

ve işin en ilginç tarafı tüm bunlar kişinin özgür iradesinin tamamen dışındadır.. yani kimse ateistiliğiyle, deistliğiyle, agnostikliğiyle, müslümanlığıyla, budistliğiyle, iseviliyle, hinduistiliğiyle övünüp, gurur duyup kendini ön plana çıkarıp diğerlerini ötelemesin.. çünkü teist nonteist tüm insanlık hala zihninin kölesi(teizm düzeyi bilinç açıklığı) ya da zihninin egemenliğinde(nonteizm düzeyi bilinç açıklığı) yaşamaktadır.. ve tüm bunlar kişinin özgür iradesiyle olan bir seçim değil sadece duygu/düşünce kompenentlerini henüz birbirinden bağımsız çalıştıramayan beyninin fizyolojisine hükmedeyen ve beynin nörokimyasal yapısı eşliğinde yaşayan insanlardır.. geldiği teist ve nontesit seviyeyi kendi elde ettiğini zanneder, oysa basitçe beyninin nörokimyasal düzeninin bir kölesidir sadece..

işte benim burda kendimi nonteizmin dışında tutmamın sebebi budur.. ben bir insanın düşünce duygu unsurlarını birbirinden ayırıp, özgürleştirip farkındalık/aydınlanma/tam uyanıklık dediğim kavrama ve dolayısıyla bilmek inanmak arasındaki farkın farkındalığına ulaşabilmesinin kendi elinde olduğunu söylemeye çalışıyorum..

paslıçivi
10-12-2009, 08:44
Sevgili Paslıçivi varoluş neden bir sır olsun, burnumun ucunu yada hiç olmazsa burnumu göremiyormuyum ? İşte hakikat budur, ne öyle insan hayalinin ürettiği gizemler taşır ama nede bir yerlerinde bir iradenin(zeus), yada kendinde bir iradenin(ruh) saklamakla meşgul olduğu sırlar taşır.

Varoluş sır-mır değildir, hangi giz'i arayacağız bu varoluşda anlamak mümkün değil.
Bilinmeyen şey sır değildir, gizde değildir. Gizemli olan görünürdür, ardıldır, keşfedilebilirdir, sır ise bilinenin saklılığıdır. (yani ortada olana illa bir sır ve illa bir ardıl (tanrıcık) aranıyor) Bu gün, günümüz terminolijisi hala dünün terimlerini kullanıyorsa dahi, bu kelime anlamıyla hiç bir anlam taşımaz, burada belirleyici olan kastın anlanması, kavranmasıdır. Yok varoluşdaki gizem, yok varoluşdaki sır gibi tanımlar başlı başına saplantılı bir önyargının dışa vurumundan başka bir şey değildir. Eğer bu saplantılı dışa vurum ileri bir düzeyde ise hastalık olarak adlandırmanızda hiç bir sakınca görmüyorum.

sevgili spartacus..

varoluş bir sırdır gizemdir bilinemezdir..

insan denen canlı türü; bilincini geliştirerek/evrimleştirerek yaşadığı gezende hakim7egemen canlı olmayı başarabilmiştir.. ama kurduğu bu hakimiyetin nedeni varolan bilincinin ona getirdiği ek bir yük vardır..

varoluşu sorgulamak...

bu sorgulama işi zaten insanı diğer varlıklardan/canlılardan üstün/hakim kılmıştır.. bu sorgulama işi bir kaç boyutta devam eden bir süreçtir.. bu sürecin en öenmli ayağı bilimdir.. insanoğlu bilincinin gelişimiyle birlikte yaşadığı ortamı, evreni, zamanı, mekanı merak etmiş ve bu konuda her ama herşeyi öğrenmek/bilmek istemektedir..

bilim bu sorgulama işinde bize sadece AN itibariyle evrensel, insan boyutundan tartışmasız doğruları sunabilir.. bu AN dediğim zamanda gelmiş geçmiş ve günümüzdeki tüm veriler vardır ama gelecek yoktur.. ama insan denen canlı bilincin getirdiği yükle geleceği de merak etmektedir.. o yüzdendir ki bilim her zaman diri ve canlı olma zorunluluğundadır.. yani bilimin "artık yeter merak etmiyorum, öğrenip bilmek istemiyorum" deme gibi bir seçeneği/lüksü yoktur.. bu bir bilinçli canlı olma zorunluluğudur ve varoluşun insana bir dayatmasıdır.. ayni "hayatta kal ve soyunu devam ettir" dayatması gibi..

varolan bu öğrenme bilme isteğine bilim sadece geçmiş ve şimdi itibariyle kat'i/tatminkar cevaplar verebilir.. gelecek için de sürekli hayaller (hipotez) ve güçlendirilmiş hayaller(teoriler) üretmek zorundadır..

işte tam bu noktada bilinçli canlı olmanın yanetkisi/yükü olan merak edip öğrenme/bilme tatmin olmadığı için insanlık inançlar geliştirmiştir..işte inanç da bu sorgulama sürecinin bilimden sonraki diğer en önemli ayağıdır.. bu inançlar organize(teizm/dogma dinler) olabildiği gibi nonorganize(nonteizm/kişisel) şeklindedir.. yani bilimin bittiği yerde inançlar başlar...

diğer bir ayak da felsefedir.. bilim ve inançlarla tatmin olmayan insan duvarın önüne oturup arkasında ne vardır ne yoktur deyip mantık denen aldatmacayla bir ton dedikodu üretir..

tüm bu ayakların altında yatan neden; insan denen canlının bilinç açıklığı açısından varoluşun gizemiyle, bilinemezliğiyle henüz yaşamaya uygun olmamasıdır..

sevgili spartacus.. yaşam, varoluş sizce bir gizem, bir bilinmez değilse, ben varoluşu biliyorum ve bildiklerimle tatmin oluyorum diyorsanız; bu sitede bulunup yazma sebebiniz nedir?

paslıçivi
10-12-2009, 09:26
kısacası çaresiz insanların yani kendini başka türlü tatmin edemeyen insanların bir kaçış yolu olan inançlar hastalık olarak nitelendirilemezler bu bağlamda ... çünkü bir ihtiyacı karşılamaktadır ve kişi bu yolu kendi seçmektedir ... oysa patolojik demek için olması gereken kişinin kendi elinde olmadan kendi isteği dışında aklına gelen veya algıladığını sandığı şeylerdir ...
bana işine gelmediği halde dine inananlar gösterin işte onlara hasta diyeyim ....

sevgili gematria..

kişi bunu kendi seçmemektedir, yukarıda ulpiana verdiğim cevapta açıklamaya çalıştım.. bu bir ihtiyaç gibi görünmektedir, çünkü kişinin elinden o bebekliğindeki saf pür neşe/mutluluk hali ataları tarafından bir zihin aktarılarak alınmıştır.. o yüzden hastalığın adı zihindir diyorum ya.. hangi zihnin aktarıldığı önemli değil, önemli olan insan yavrusuna bir zihin aktarılması ve kişiye bir zihin aktarılmasa bile kişi büyüyüp gelişip yaşarken kendisi de kendine bir zihin aktarması yüklemesidir, yaşadıklarından gördükleri öğrendikleriyle..

siz bir bebeğe hiçbir dini inanç /etnik/milli kimlik yüklemeseniz de kişi bir insan topluluğu içinde yaşadığı için ve duygulanma düşünme kompenentleri birbirinden ayıramadığı bunlara hükmedemediği sürece tatminsiz ve mutsuz olmak zorundadır zaten.. çünkü kişi yaşarken yaşadığı gördüğü olayları beynine bir hafıza/zihin olarak kaydetmektedir.. yaşadığı üzüntülü bir olay geçmişte kalmıştır ama bu öğrenilmiş olay hala kişinin zihninde bir yer ettiği için olay bitmesine rağmen kişi hala mutluluğu yakalayamayıp bitmiş bir olayın hüznünü hissetmekte ve mutluluğunu yitirmektedir..

zihinsizlik dediğim olay budur, geçmişin acılarını, geleceğin kaygılarını beyinde taşımama ve şimdide, şu AN da yaşayabilmektir.. düşünme ve duygulanma kompenentlerini birbirinden bağımsız çalıştırabilme özelliğidir..

zihin insanı geçmişte ya da gelecekte yaşatır.. AN da değil.. tabii ki geçmişin acıları geleceğin kaygıları olacaktır ama bunların insanın mutluluğuna etki etmemesi gerekmektedir.. hani derler ya üzülmenin ağlamanın kaygı endişe duymanın kimseye bir faydası yok ya da bu duygulanmalar hiç bir şeyi değiştirmez diye.. bunu lafa gelince herkes söyler ama kendisinin başına bir olay gelince ya da gelecekle ilgili bir tehdit belirdiğin de önce kendisi bu söylediklerini unutur ve zamanda yaşamaya başlayıp mutluluğunu yitirir..

işte patolojik olan şey budur.. kişinin kendi elinde olmadan öteden gelen bir algının kişiyi uyutması ya da mutsuz etmesidir..

ve her zaman dile getirdiğim gibi zihin denen bu insanlık hastalığı patolojisinin bir ilacı vardır.. medicine(ilaç/şifa) anlamından türeyen meditasyon.. meditasyon ister ataları tarafından, isterse kişinin kendi yaşamında gördükleri öğrendikleriyle yüklediği bu zihin dediğim hastalıktan arınma yoludur.. kişiyi zamandan koparıp ANda yaşayamasını sağlayan bir tedavi şeklidir.. kişi geçmişin acılarını, geleceğin kaygılarını bir data olarak bilmektedir yani beyninde bir yer kaplamaktadır bunlar... ama bugünü, şimdiyi, şu anı etkilemesine izin vermemektedir.. kişi her şeyin keskin bir şekilde farkındalığındadır ama bu onun şimdi mutlu olmasını kesinlikle engellemez.. çünkü kişi özündeki varolan mutlak mutluluğa erişmiştir.. yapması gereken sadece bu özündeki mutlak mutluluğun üzerine zamanla eklenen zihin katmanlarından arınması daha doğru bir ifadeyle bu zihin katmanlarının köleliğinden kurtulmasdır.. bunun da şimdilik bilinen en etkili yolu meditasyondur..

ama her zaman söylediğim gibi bu iş tıbbın ilerlemesiyle medikal(ilaçla) olarak da tedavi edilebilir bir konuma geleceği konusunda çok ciddi umutlarım ve gözlemlerim vardır..

spartacus
10-12-2009, 11:13
Sevgili Paslıçivi;

varoluş bir sırdır gizemdir bilinemezdir..

busorgulama işi zaten insanı diğer varlıklardan/canlılardan üstün/hakim kılmıştır.. bu sorgulama işi bir kaç boyutta devam eden bir süreçtir.. bu sürecin en öenmli ayağı bilimdir.. insanoğlu bilincinin gelişimiyle birlikte yaşadığı ortamı*, evreni*, zamanı, mekanı merak etmiş ve bu konuda her ama herşeyi öğrenmek/bilmek istemektedir..

sevgili spartacus.. yaşam, varoluş sizce bir gizem, bir bilinmez değilse, ben varoluşu biliyorum ve bildiklerimle tatmin oluyorum diyorsanız; bu sitede bulunup yazma sebebiniz nedir? (demişsiniz)

* İşareti ile işaretlediklerim varlıktır.ortada olandır. Burada bir sır yoktur. Sır İradi bir şeydir ve bizim açımızdan insan-canlı bilincinden öte varlıklara sır saklama yada bir iradi anlam yüklenemez. Evrensel anlamda Onlarda böyle bir irade olduğu öngörülemez.

İnsanın bilmemesi bilmediği şeyin sırlı olduğu anlamına gelmez. Kendi ifadenizle belirttiğiniz gibi öğrenmek isteyen insandır, dolayısıyla sizin sır olarak ifade ettiğiniz şeyin sebebide budur, insan kaynaklıdır, dolayısıyla ortada gizlenen, saklanan, yada kendini saklayan, gizleyen bir şeyden-iradeden bahsetmek anlamlı olmaz. Kısaca insanın bilmiyor olması bilmediği şeyde sır olduğu anlamı taşımaz. Varoluş da, sır da gizemde öznel şeylerdir, insan iradesince ifade edilebilir şeylerdir. Oysa VARLIK nesneldir ve bu nesnelliğe kendi öznel yargı ve önyargılarımızı yükleyemeyiz. Burnum kendini saklama çabasında değil, işte hakikat burada, ortada ve ardılı, öncülü yok, burnumun ucunda. Kafamızın arkasında, beynimizin içinde değil gözümüzün önü, burnumuzun ucunda. Eğer varlık içerisinde bir şeyler öğrenmek istiyorsak önce saklamamayı öğrenmeliyiz.

Diğer tarafdan bu başlıkdaki temel Çelişkimiz VAROLUŞ söylemidir. Neden VARLIK değilde varoluş kelimesi seçilmiştir? Önceki yazımda değindiğim gibi Bu gün, günümüz terminolijisi hala dünün terimlerini kullanıyorsa dahi, bu kelime anlamıyla hiç bir anlam taşımaz, burada belirleyici olan kastın anlanması, kavranmasıdır.

Bu gün VARLIK olarak bakmak, sır yerine bilemiyor, bilmiyor olarak bakmak en anlamlı, en objektif bakışdır. İnsanlık da varoluşu değil, aslında VARLIĞI çözümleme, kavrama, anlama çabasında olmuştur-Oysa daha burnumuzun ucu dururken bir varoluş-ediş fiiliyatı, bir öncellik-irade eklemekde neyin nesi?-. Kendinizinde dediği gibi; "birlikte yaşadığı ortamı*, evreni*, zamanı, mekanı merak etmiş ve bu konuda her ama herşeyi öğrenmek/bilmek istemektedir" (kısacası varlığı)

Varlığa, varoluş düzleminden bakmak hem dünün terminolojisinin kullanımı iken hemde bir önyargıdan ibarettir -Varoluş diyebilmek öncelikle yokluğu öngörür- İlk yazımda belirttiğim gibi, VARLIĞA sır payesi yükleyerek bir iradilik yüklemek, şapkadan tavşan (tanrıcık) çıkarma çabasıdır. İnsanlığın gözlemlemesi, öğrenmesi sürecine en büyük darbe bu ruhani noktadan gelmiştir. İnsanlık için ise öğrenme, bilme sürecinin zorluğu yanında kendi hayalleri, arzuları, korkuları, beklentileri, umutları, ödül, rüşvet, ceza vs üzerinden nemalanan bu çarpık anlayışlar hem insanın merakını-korkularını yenme hemde kolay yol olması bakımından kolayca ve sürüyle kabul edilmiş etkin biçimde insan merakını gidermiş, yok etmiştir. Kısaca varlığa yüklenen insani sırlar ve gizemler iradi şeyler olduğu için varlığın gerisinde şapkadan tanrı çıkmıştır. Bu gün bilim ilerledikçe bir rahatsızlığın dışa vurumu, bir tepki biçiminde tekrar geçmişin teolojik sırlar dünyasına meyil verilmekde, temel taşları değiştirilmekde ve yenilmiş merakların, eskimiş tanrıların etkisizliğinde yeni sırlar, yeni gizemler, yeni şapkalar ortaya atılmaktadır. Varlığı bir varoluş ve bir vareden(gizem) düzlemine çekerek, insanın araştırmasının önü mutlak bilişlerle nasıl ki evvelce kesilmiş ise şimdide kesilmeye çalışılmakda ve devam edilmektedir. Bu sitede olmamın en mantıklı cevabı bu paragrafda olmalı.

Kısaca hiç bilmiyorsak biliyormuş gibi (var-oluş) yargısal kavramlarla, sonuçlarla yola çıkmayacağız. Kısaca sorun ifadelerinizin aksine, VAROLUŞU değil, VARLIĞI sorgulamakdır. Diğeri dünün iradi-ideolojik-teolojik terimidir ve dün herkesce kullanılmamamıştır, bu kelimeyi kullanmayanlarda vardır-olmalıdır. Sözde bilinemezciler hem varlığın araştırılmasının önüne geçmiş ama hemde onun öncülüne bir var eden dikerek, varlığı yokda etmeyi başarmıştır-Bir tarafdan böyle mutlak bilgiye dayanmış diğer tarafdanda bilemeyiz deme abesliğine düşmüştür-. Dinsel, dogmatik şeylere ise hiç girmiyorum bile.

evrensel-insan
10-12-2009, 22:54
Saygideger paslicivi;

Sana diyalektik bir soru.

Var kendi kendine mi olmustur, yoksa vari olduran bir kim/ne varmidir?

Senin bilinemezliginin temeli yukaridaki sorunun cevabi bilinemez midir?

Ilk sik, vari var; ikinci sik ise, vari yaratilmis/ortaya konmus yapar.

Saygilarimla;
evrensel-insan

paslıçivi
11-12-2009, 06:48
sevgili spartacus.. yine bu topicte sevgili ulpianla yaptığımız konuşmadan bir bölüm alıntılıyorum...

gelelim paslıçiviye.. an itibariyle bilinemez diyorum.. soruyorsun; ne bilinemez, bilinemeyen nedir?

cevap:- varoluş/mutlak gerçek/hakikat..

yani insanoğlunu varolduğundan beri kafasını kurcalayan ama henüz cevap verilememiş o devasa puzzle, o devasa bilmece...

peki soruyorsun.. - ya tanrı?

cevap: - teizmden panteizme kadar hepsini yaşayıp deneyimledim, hepsinin insan zihninin ürünü olan tanrı kavramının bildiğini zannetme yanılgısı olduğunu kavradım.. tanrı kavramı insanoğlunun algı yetilerinin dışında kalan bir şeydir, bilinebilecek bir şey değildir, bilinemezdir(agnostizm).. o yüzden tanrı kavramı varoluşu sorgulamamda önemini yitirdi, ilgilenmiyorum(ignostizm)

peki paslıçivi neyle ilgileniyor?

cevap: -
varoluş nedir,
niçin "hiçlik/yokluk" değil de "varlık" vardır..
varoluşun/evrenin olmasının bir amacı varmıdır,
bize yansıyıp algılarımız dahilinde algıladığımız evren dışında başka oluşumlar var mıdır,
evrenin sınırları nedir,
sonsuzluk nedir,
evren nasıl sonsuz olur, evren sonsuz değilse bittiği yerden sonra ne vardır, varlık sonsuz mudur yoksa hiçlikten mi varlığa geçilmiştir, ya da hiçlik varlık arası bilmediğimiz algılayamadığımız başka kavramlar/olgular varmıdır,
insan denen canlının varlıkta/bütündeki önemi nedir,
bütün nedir, bütünü algılayabilir miyiz, vs..
bu soruları sonsuza değin çoğaltabilirim....


burdan da görebileceğin gibi varoluş kelimesini seçmenin nedeni özel değil yani bize yansıyan algılayabildiğimiz evrenden(varlık) bahsediyorum.. ordaki oluş kelimesine özel bir anlam falan yüklediğim yok, yani varoluş, gizem, sır derken varlığın ötesi bir irade/tanrı falan aradığım yok..

benim yaptığım şey; saftirik yenidoğmuş bir bebeğin merağı ve zihinsizliği ile bana yansıyan evreni/varlığı zaman boyutuyla birlikte sorgulamamdır.. ve bu işi yaparken dünyada yaşamış insan olan bütün atalarımın bana yüklediği tüm öğreti/data/inputlardan oluşan zihnin köleliğinden uzak tamamen özgür bir kendi özvarlığımla sorgulamamdır..

işte bu bahsettiğim şey de; bir aldatmaca olan mantık denen sığ düşünmeden derin düşünmeye geçiştir.. derin düşünme dediğim şey de; varolan input/datalardan bağımsız varlıkla/evrenle insanı bir bütünlük içine sokan algı/sezgi dünyasına girmektir...

şimdi burda bahsettiğim bu "derin düşünme olan algı/sezgi dünyası" sana anlamsız gelebilir.. çünkü sen meditasyon yapan biri değilsin, daha doğrusu meditasyonun önemini kavrayıp yapılacak derin trans halindeki meditasyon seanslarının sana neler kazandıracağından habersiz yaşıyorsun.. zaten bunu dünyada çok az kişi başarabilmiştir.. budizmin zen ustaları buna en iyi örnektir.. ben de şans eseri 12-13 yaşlarında bu işe bir oyun olarak başlamışım.. ve son 4-5 yıldır bilinçli ve disiplinli şekilde meditasyon yapıyorum..

meditasyona çok uzun olarak girmek istemiyorum.. çünkü bu konu okunarak anlatılarak algınabilecek bir şey değildir.. deneyimlenmesi kesinlikle şarttır.. ama kısaca şöyle bir benzeştirme yapabiliriz.. hayatında hiç aşık olmamış, aşkı yaşamamış birine aşkın ne olduğunu nasıl ifade edemeyip aktaramazsanız meditasyondan kazanımlarınız da böyle bir şeydir işte.. ama burda "meditasyon bir aşk halidir" demeye çalışmıyorum, sakın yanlış anlaşılmasın.. sadece aşk gibi deneyimlenmeden algılanamayacak bir kavram olduğunu ifade etmeye çalışıyorum..

tüm bunlardan sonra terminolojinin yarattığı sıkıntıları ortadan kaldırmak için "varoluş gizemdir, sırdır" ifademi/iddiamı sizin istediğiniz doğrultuda "varlık bilinemezdir" olarak değiştiriyorum.. kelimelere yüklenen anlamlar dediğiniz gibi öznel olması dolayısıyla iletişim sorunu yaşamamıza neden olabilir.. evet öznel olan ifademi değiştiriyorum ama iddiamı içerik olarak değiştirmiyorum ve arkasındayım..

Sözde bilinemezciler hem varlığın araştırılmasının önüne geçmiş ama hemde onun öncülüne bir var eden dikerek, varlığı yokda etmeyi başarmıştır-Bir tarafdan böyle mutlak bilgiye dayanmış diğer tarafdanda bilemeyiz deme abesliğine düşmüştür-

sanırım siz de bilinemzciliği tam olarak kavrayamamışsınız..

bilinemzciler varlığın araştırılmasının nasıl önüne geçmiş olabilirler.. varlık an itibariyle bilinemez ve insandaki bilincin getirdiği soruşturma/öğrenme isteğiyle bilinemzcilerde hiç bir önyargı yoktur.. "tanrı yoktur" bile bir önyargıdır.. bilinemzcide böyle bir önyargı yoktur..

bilinemezci tam anlamıyla bilimin yanında durur, bilimsel bir duruş pozisyonudur.. bilim; hiçbir zaman "tanrı yoktur" gibi deklerasyonda bulunmadı, bulunamaz da zaten, bu bilimle çelişen bir ifadedir.. bunu ancak zihinde yaşayan bir insan ifade edebilir.. bu insan eğitimsiz bir insan olabileceği gibi çok ünlü bir bilimadamı da olabilir.. bu ifadesi sadece o kişinin kendi rüyası, halüsünasyonudur aynı "tanrı vardır" diyen gibi..

bir insanın inancı, düşüncesi evrensel bilimi bağlamaz, bilimi vareden insandır ama bir açıdan da insandan bağımsızdır.. yani bilim insanın üstünde bir kavramdır.. insandan bağımsız olması derken de kişiselliği vurguluyorum.. bilimin kanıtlarla ortaya koyduğu, sınanabilinir, tekrarlanabilinir ve tüm dünya insanlığının üzerinde tartışmasız hemfikir olduğu kanunlaşmış/yasalaşmış şeylerdir bilim dediğimiz şey.. tanrının varlığı yokluğu şekli, sayısı, özellikleri bilimin gündeminde yoktur ve olamaz da...

ikincisi.... bilinemezcilerin varlığın önüne bir vareden öncül diktiğini nerden çıkarıyorsunuz... hangi bilinemzci bir yaratan vardır/yoktur demiştir şimdiye kadar.. bir yaratandan/tanrıdan/varedenden bahsedenler teistler ataeistler deistler panteistlerdir.. bilinemzci bu kavramların insanın algı limitlerinin dışında olduğunu bu konuda herhangi bir yere taraf olunamayacağını bilinmeyeceğini ifade ederler.. bu duruş da tam bir bilimsel duruş pozisyonudur... bilim tanrı konusunda nasıl bir deklarasyonda bulunmuyorsa bilinemzciler de bu konuda bir deklarasyonda bulunmazlar.. tarafsızdırlar, bu konuda bir karara varılamaz derler..

paslıçivi
11-12-2009, 07:00
Saygideger paslicivi;

Sana diyalektik bir soru.

Var kendi kendine mi olmustur, yoksa vari olduran bir kim/ne varmidir?

Senin bilinemezliginin temeli yukaridaki sorunun cevabi bilinemez midir?

Ilk sik, vari var; ikinci sik ise, vari yaratilmis/ortaya konmus yapar.

Saygilarimla;
evrensel-insan

sevgili e.i.. bana öyle "diyalektik" falan japonca kelimeler kullanıp kafamı karıştırma:dance:

sana da ulpianla bu topicte yaptığımız konuşmadan bir alıntı vereyim..

varlık sonsuz mudur yoksa hiçliktenmi varlığa geçilmiştir, ya da hiçlik/yokluk--varlık arası bilmediğimiz algılayamadığımız başka kavramlar/olgular varmıdır,

burdan da anlaşılacağı üzere; varlığın sonsuzluktan beri mi varolduğu ya da sonradan bir vareden bir kim/ne olduğu tabii ki bilinemez.. ne kişisel algılarımla ne de şuan bilimin bize sunduğu kanunlarda böyle sabit veri/data elimizde yok henüz..

sorduğun soruyu anlayabildiğim kadarıyla cevaplamaya çalıştım.. tam istediğin cevap değilse sorunu biraz daha türkçeleştirmeni rica edicem...:sick:

spartacus
11-12-2009, 11:26
Sevgili Paslıçivi

Demek istediklerimi tek başına Varoluş kelimesi değil sır ve gizem söylemlerinden kaynaklı ifade ettim. Yani bu birleşimden o sonuçlara vardığım içinki bir noktada itiraz etmiş oldum. Yoksa zaten bu kelimeyi dünün terminolojisine ait olarak ifade ettim. Kullanılagelmekde ve kullanılmaktadır.

Bilinebilirlik varlık açısından geçerlidir. Yani varlık bilinemezdir sözüde yeterli bir yaklaşım olacağını sanmıyorum. Varlığın bilinemezliğini ifade etmek dahi bilinebilirliğinden kaynaklı olurki burada çeşilkiye düşeriz.

Sanırım gelinecek nokta "varlığın kaynağı" şekline dönüşecek yada öyle tahmin ediyorum. Yinede daha önce üzerinde durdum ama yeterince ifade edemediğim şeyler oldu. Sonsuzluk dediğimiz şey varlığın dışında ve onu sarmalayan bir şey gibi görülemez. Yani varlıkla bir bütündür-içseldir denebilir.

varlık bilinebilir olandır, bizim ne derecede bildiğimizi varlığın bilinebilirmi-bilinemezmi gibi halleri değil öncelikle bizim bilincimiz, verilerimiz, elde ettiklerimiz, ulaşabildiklerimiz belirler. Bu durumda ise kanılarımız, yargılarımız öznel bir hal alır. Bu halde varlığa(kendisine) bilinenemezlik yükleyemeyiz. Peki bilinebilirliği nasıl yükleyebiliyoruz, elbette varlık algılanabilirdir dolayısıyla algılanabilen her şey bilinebilirdir-biz algılamasak bile- Bilmek ise bütünüyle her şeyi bilmek olarak görülmemelidir. Karanlıkda el yordamıyla yürüdüğümüzde elimizin dokunduğu her şey bize bilgi olarak döner. Elimizin çarptığı bir nesneyi bilebiliriz evet ama illa rengi, tipi, yönü vs gibi şeyleri çözemiyoruz diye bilgi sahibi olamadığımız yada nesnenin bilinemez olduğu sonucuna varamayız. elimizdeki verilerin yeterliliği ölçüsünde bir bilgiye erişiriz. Demek ki bilgi dendiği zaman en ufak bir algı çözümlenmesi anlaşılmalıdır. İciği bücüğüne varana değin bilmeyi değil. Bilmediklerimiz ancak bildiklerimizden hareketle ortaya çıkar. Neyi bildiğimizi bilmediğimiz sürece neyi bilmediğimizide bilemeyiz. Bu noktayı koyulaştırmak istiyorum çünkü bilinemezciliği bir yöntem haline dönüştürmeden evvel bu noktanın gözardı edilmemesi gerekir. Daha sonraki yazımda bu noktaya eğilmek istiyorum, bilinemzciliğede orada değineceğim.

Konunun bir iddia olarak var yada yok kelimesi değil nesnel olarak varlığın kendisi olduğunu düşünüyorum. Yanılmadığımı sanıyorum.

Sevgili paslıçivi ateist olmayı Türkiyede-ki diğer yerleri bilemiyorum- yanlış yorumluyoruz. Mesala tanrı Yoktur gibi bir iddianın ateist düşünceye ait olduğu sanılıyor. Oysa bunlar yüzeysel yaklaşımlardır. Kendimden örnek vermem gerekirse benim için Tanrı diye bir argüman yoktur. Ne varlığı ne yokluğu benim açımdan düşünülecek bir şey değildir. Peki ben nerede yok deme durumunda kalıyorum ? Elbette Var iddiaları ile ortaya atılan teist hallerde, iddiaları çürütmek temelinde felsefi bir alan olarak karşıtını koyuyorum-bu durum benim konumum açısından hiç bir fark teşkil etmiyor-. Yoksa varlığı yada yokluğu da benim açımdan anlamsızdır. iyide neden bu karşı koyuş ? Adı üstünde a-teist(anti-teist). Teistler, insanlığın yerleşik ve mülkiyete dayalı, ürün ve üretime dayalı yaşama geçmeleri ile birlikde, iktidarlarına bir meşruiyet biçimi, bir meşruluk, bir kalıcılık, bir onay, bir kabul edilebilirlik, bir hükmedebilirlik, bir üstündelik, bir politik egemenlik vs sağlayabilme çabalarında ortaya çıkmışlardır. Yani hali hazırdaki sistemin, insan ilişkilerinin, devlet kurumlarının, iktidarların Onaylayanı olarak tanrılar, işleyeni olarakda dinler ortaya çıkmıştır. Ben burada işin kurumsal yanına değiniyorum. Bu halde bir kurumsallaşma sağlandığında teist düşünceler dışında, yada farklı görüşler yada farklı inanışlar yada aksi duruşlar tasvip edilmez iken, ayrımsız herkese teistlik dayatımı yapılmıştır. Bu günde böyle değil mi ? Ortada bir zorlama, bir dayatım söz konusudur ve haliyle bir karşı koyuşda söz konusu olacaktır. İşte bu karşı koyuşun adıdır ateist. Bu karşıtlıkdan ileri gelir, belirleyeni yada ölçütü tanrı vs değildir. Tanrı dayatılmış bir argümanın ele alınmasından ibarettir.

Siz hayali bir ürün sunup gerekçelerinizi sıralayıp bana buna tapacaksın maddesi şu şartı şu dediğiniz sürece bana düşen, neden gerekçelerin yersiz-anlamsız-boş olduğunu ortaya koymaktır. Alın size ateisti ateist yapan temel sebep. Gerekçeler çürütülmeden bir tavır belirlenemez. Peki siz bu gün bu dini vecibeleri! yerine getiriyormusunuz? getirmiyormusunuz? Eğer öyle ise cehennemde sonsuza kadar yanacaksınız Paslıçivi. Hatta bir itirazınız-bir anlamsızlık belirtiminiz varsa ateist bile olabilirsiniz. O halde bu gün Noel Babaya tapılmasını öneriyorum. Yoksa Noel Baba bilinemez mi? Nasıl karar verdik bilinemez olduğuna, bilebildiklerimizden değil mi? yada bize empoze edilenlerden.

Böyle bir varlık bilinemez denemez. Böyle bir yokluk bilinemez denemez. Bu iki sözde bir ön yargıya muhtaçtır. Neyi bildiğimizi bilmeden neyi bilmediğimizi ifade edemeyiz. Bilmediklerimiz bildiklerimizden hayat bulurlar.

evrensel-insan
11-12-2009, 19:46
Saygideger paslicivi;

Var ne demektir? Olmusmu, oldurulmusmudur? var ile olmak bagini aciklarmisin?

var ile etmek bagini aciklarmisin?

Var ile saymak bagini aciklarmisin?

Var olanmi, var edilenmi, var sayilan mi; varliktir?

Saygilarimla;
evrensel-insan

paslıçivi
12-12-2009, 07:40
Bilinebilirlik varlık açısından geçerlidir. Yani varlık bilinemezdir sözüde yeterli bir yaklaşım olacağını sanmıyorum. Varlığın bilinemezliğini ifade etmek dahi bilinebilirliğinden kaynaklı olurki burada çeşilkiye düşeriz.


çelişkiye düşecek hiçbir durum yok.. burada varlık dediğim şey, biz insanoğluna yansıyan/yansımayan, algılayabildiğimiz/algılayamadığımız zaman ve mekan sınırlarını çizemediğimiz olandır/şeydir/bütündür...

ben varlığının "bütün"ünden bahsediyorum.. varlık bir bütün olarak nedir?.. bunu ne zaman, ne de mekan olarak sınırlarını çizemiyoruz.. algıladığımız evrenin mekansal sınırları nedir, zaman denen kavramın bir başlangıcı varmı, bunları biliyormuyuz? hayır bilmiyoruz, sonsuzluk diye şimdilik insan zihnini tatmin etmeye yönelik bir kavram oluşturmuşuz, onun ardına sığınıp bilinemezliği hazmedeyip, kendimizi kandırıyoruz, kendi kendimize rüyalar, halüsünasyonlar oluşturup görüyoruz....

varlığı bir bütün olarak hem zaman hem mekan boyutuyla sınırlarını çizebildiğimiz an bildiğimizden bahsedebiliriz.. bu şartlar gerçekleşene kadar varlık bilinemezdir...

Sonsuzluk dediğimiz şey varlığın dışında ve onu sarmalayan bir şey gibi görülemez.Yani varlıkla bir bütündür-içseldir denebilir.



acı bir gerçek olan bilinemezliğin; sizin tarafınızdan yumuşatılmış/değiştirilmeye çalıştırılmış değişik bir ifadesi bu..

Bilmek ise bütünüyle her şeyi bilmek olarak görülmemelidir

bugün bilgiye felsefe, epistemeoloji vs, nasıl bir anlam yüklüyor bilmiyorum ama benim bilgi dediğim şey şudur..

bilgi: tüm dünya insanlığının an itibariyle tartışmasız kabul ettiği, sınanabilinir, tekrarlanabilinir, yasalaşmış/kanunlaşmış pozitif bilimin bize sunduğu verilerin bütünüdür...

bunun haricinde kalan her şey bilginin dışındadır, kişisel, bilimsel, inançsal hayal ve halisünasyondan öte gidemez.. bilmek: bu yukarıda bahsettiğim bilgi kavramına ulaşmak/öğrenmek halidir..

bunun haricindeki herşey bilmek değil, bildiğini zannetme yanılgısı olan inanmaktır/inançtır..

zaten bu farkındalığa erişebilen bir kişi bilinemez ifadesini kullanır.. onun haricinde teisti, ateisti, deisti, panteisti bilmediği şeyi bildiği zannıyla yaşayan insandır..

bir algıyı; doğru zannetmekle bilmek arasındaki farkındalığına erişmelidir insanoğlu artık.. doğrular değişkendir ama gerçeklik/bilmek/bilgi tektir..

bu farkındalığa erişmediğimiz sürece her insan bildiğini zannettiği kişisel doğruyu bir sonraki insan nesline bilgi diye aktarmaya devam edecek ve bugünkü haliyle olduğu gibi 21. yüzyılın insanı dünyanın değişik coğrafyalarında "varlık/hakikat/gerçek nedir?" sorusuna üniversite bitirmiş koca koca okumuş mürekkep yalamış adamlar kendisine yüklenen zihni ya da kişisel çabasıyla/bilinciyle bulduğu doğruyu aktaracaktır, bilgiyi değil...

nasıl mı oluyor bu işler? anlatayım...

adamın biri çıkacak özbenliğine inmenin verdiği cesaret, zeka, algı, sezgi, yaratıcılığı, bencilliği, özüne ulaşmanın verdiği bioenerjiyle birleştirerek, karlı dağın zirvesinden bir kartanesini aşağı yuvarlayacak ilk ivmeyi oluşturarak önüne gelen tüm kartaneleri sorgusuz sualsiz kendi yuvarlanışına zorla katacak ve zaman içinde devasa bir çığa dönüşecektir..

bu ilk ivmeyi yaratan kartaneleri kimler mi.. musa, budhha, isa, tao, mahavira, muhammed vs.. bu çığın altında kalan teizm düzeyindeki bilinç açıklığına sahip garibanlar da hayatı/yaşamı/hakikati bu zannederek ve tüm bu öğretileri kendinden sonra gelen nesile bir hastalık olan zihin olarak aktaracak ve derin bir uykuda rüya görerek geçirerek yaşamı ıskalayacaklardır..

bu çığdan kurtulmaya çalışan nonteizm düzeyindeki bilinçaçıklığına sahip olanlar da bu çığdan aldığı hasarla yine bu çığın etrafında kendi yollarını çizmeye çalışarak ve yine bir takım şeylerini bildiğini zannederek kendinden sonra gelen nesile bu öğretileri zihin olarak aktaracak ve yine tam bir farkındalıkla yaşanması gereken o güzel yaşam ıskalanacaktır..

bu zihin dediğim hastalık öylesine bulaşıcı ve ölümcül bir illettir ki, en küçük insan topluluğundan(aile) tüm dünya insanlığına kadar herkese bulaşmıştır.. arada devlet dediğimiz yapılanmalar vardır.. bu yapılanmalar bile belli bir zihni resmi olarak kabulederek eğitim öğretim kurumlarında tazecik beyinlere bunları bilgi diye aktarmakta ve o zavallı savunmasız çocuklar hayatta kalma zorunluluğundan dolayı birlikte yaşadığı bu insan topluluğun öğretilerini gerçeklik olarak kabullenmek zorunda kalıp o da yetişkin hale gelince kendinden sonra gelen nesile aynı illet hastalığı bulaştırmaktadır..

hastalığın adı zihindir.. bulaşıcı ve ölümcüldür.. insan denen canlının soyunu tehdit etmektedir.. ve tedavi edilmesi zorunludur, aksi halde bilim ve teknolojinin insana sağladığı yokedici güçler silahlar bu hastalığın pençesine düşmüş zavallı insanlığın sonunu kendi elleriyle hazırlamaktadır.. insanlık şu anki haliyle bindiği dalı kesmektedir ama bunun farkındalığına henüz ulaşamamıştır çünkü hastadır ama işin en pis tarafı bir şizofren hastası gibi hasta olduğunun bile farkında değildir....

paslıçivi
12-12-2009, 09:01
Peki ben nerede yok deme durumunda kalıyorum ? Elbette Var iddiaları ile ortaya atılan teist hallerde, iddiaları çürütmek temelinde felsefi bir alan olarak karşıtını koyuyorum-bu durum benim konumum açısından hiç bir fark teşkil etmiyor-. Yoksa varlığı yada yokluğu da benim açımdan anlamsızdır. iyide neden bu karşı koyuş ? Adı üstünde a-teist(anti-teist).

biz bilinemzciler de anamızdan bilinemzci olarak doğmuyoruz.. biz de bir insan yavrusu olarak dünya gözlerimiz açtığımız zaman ve mekandaki teizm düzeyindeki bilinçaçıklığına sahip insanların dayatmalarına maruz kalıyoruz..

sonra kişisel bilinç düzeyimiz bir şekilde yükselmeye başladığında dayatılanla bir çelişki yaşamaya başlıyoruz.. ve bu teizm düzeyi bilinç zincirini kırıp nonteizm bilinç düzeyine bir sıçrama yapıyoruz..

bu nonteizm bilinç düzeyinin ilk durağı ateizmdir genelde.. ben 20li yaşların başında 2-3 yıl bu düzeyi yaşadım.. bu yukardan düşen bir topun yere temas ettikten yani dip yaptıktan sonraki yukarı/zirveye doğru hareketinin başlangıcı gibidir..

kişi ilk anda yılların dayatmasından kurtulmanın öfkesi tepkisiyle yaptığı şey yaşadığı toplumda teizm düzeyindeki organize inancı/dini eleştirmeye/karşıtlığa soyunur.. çünkü hala sahtebenliğin/egonun etkisi altındadır.. tatmin edilmesi gereken bir ego vardır.. o yüzden vargücüyle kendisine daha önce dayatılmış teizm düzeyindeki dine saldırır.. kendisine dayatılmamış ama dünya insanlığı açısından hiç bir farkı olmayan diğer dinler umrunda bile değildir.. islam zihinli bir ataeistin islam dışındaki dinlerle, ya da hindu zihinli bir ataeistin hinduizm dışındaki diğer dinlerle, ya da hristiyanlık zihinli bir ateistin hristiyanlık dışındaki dinlerle hiç uğraşmamsı bunu zaten bir ayna gibi yansıtmaktadır..

bugün yazıştığımız şu TD sitesi formunun bir yapılanmasına bak.. islam dini formu başlığı, islam dışındaki dinlerin tartışıldığı başka bir forum başlığı.. en popüler olan en çok reyting alan islam formu başlığıdır.. çünkü teistiyle nonteistiyle herkesin asıl derdi islamdır.. çünkü yüklenen zihin islamdır..

egosentrik/ego köleliğinde yaşayan daha doğrusu derin uykuda rüya gören teist tayfası(burda müslümanlar oluyor tabii) ile egosentrik değil ama hala ego egemenliğinde yaşayan nonteistlerin(ateist, deist panteist, agnostik vs..) bir savaşı halindedir... neden peki??.. çünkü bu site türkiye gibi islami zihinli bir ülkenin insanları tarafından kurulmuş ve üyeleri de bu zihinli üyelerdir.. doğal olarak islamla, kuranla, muhammedle yatıp kalkacaklar, bu konuda amansız ve anlamsız bir savaşı sürdürmeye devam edeceklerdir...

oysa bugün gayrimüslim(hristiyan, budist, musevi, hindu vs..) bir ülkenin böyle nonteist bir sitesinde ana forum başlığı kendi zihinlerindeki din olacak ve islam dahil kendi dinlerindeki dışındaki dünya dinleri başka dinler forum başlığı altında tartışılacaktır... ve ilgi alaka reyting her zaman zihindeki dinin tartışıldığı forum başlığı olacaktır..

söylemeye çalıştığım şey şu.. teistiyle nonteistiyle tüm dünya insanlığı devekuşu gibi kendi çukurlarında bir kördöğüşü içindedir.. çünkü asıl mesele gerçek/hakikat/bilgiye ulaşmak değil, egonun köleliğinde ya da egemenliğinde tatminden başka bir şey değildir...

benim bilincime en yakın agnostizm denilen görüştekiler bile bunun derdindedir.. hala tanrı odaklı bir görüşten sıyrılamamışlardır ve tanrı denilen şeyde kendi zihinlerindeki dinin tanrısıdır.. bu sitedeki agnostiklerin bilinemez dediği tanrı da semavi dinlerin tanrısı olan allah kökenlidir...

tüm bunların sebebi; dediğim gibi zihin denen hastalıktan muzdarip insanoğlunun bataklıkta birbiriyle boğuşup kendilerini bataklığın daha derinlerine çekmekten öte birşey değildir..

zihin denen hastalıktan arınıp, şifa bulup gerçek bir insan olduğunuz da tanrı ve tanrı odaklı bir yaşam kendiliğinden buharlaşıp gidiyor.. yaşamın, varlığın bir bilinmez olduğuna, teist/nonteist tüm bu yaklaşımların kişisel güzel bir rüya ve dünya insanlığı adına da bir kabus olduğunun farkındalığına erişiyorsunuz..

ateistler sadece anti-teist değildirler, aynı zamanda anti-(deist, panteist, agnostik) dirler de... çünkü bilinç düzeyi açıklığında tezimden sadece bir kademe yukarıda/level oldukları için nasıl bir teist nonteizmi algılayamaz, empati kurmaz ve dışlayıp ötelerse, ateistler de hemen hemen aynı durumdadırlar... ama bu durum kişisel bir pozisyon/seviye olduğu için kişiden kişiye az çok farklılıklar gösterir..

ama hakkıyla bu kademeleri deneyimlemiş bir deist bir panteist bir agnostik teist ve ateistleri algılayıp empati kurabilir.. çünkü teizmin ateizmin deizmin pantezimin agnostizmin ne olduğunu çok güzel kavrayıp deneyimleme şansı olmuştur..

farkındalık/aydınlanma/tam uyanıklık hali bunların dışında ötesinde bir kavramdır.. kişinin zihinden arınmasıyla ulaşılabilecek bir bilinç düzeyidir..

aylar önce yine bu sitede yaptığım bir konuşmada verdiğim örnek gibi; bir uzay aracının henüz yeryüzünde olması teizm düzeyi, roketlerin ateşlenmesiyle yerden kopuşu nonteizm ve yerçekiminin negatif etkisinden kurtulup artık itici roket gücüne ihtiyaç duymayacağı yerçekimsiz uzay boşluğundaki hareketi de farkındalık/aydınlanmadır...

paslıçivi
12-12-2009, 09:24
Siz hayali bir ürün sunup gerekçelerinizi sıralayıp bana buna tapacaksın maddesi şu şartı şu dediğiniz sürece bana düşen, neden gerekçelerin yersiz-anlamsız-boş olduğunu ortaya koymaktır. Alın size ateisti ateist yapan temel sebep. Gerekçeler çürütülmeden bir tavır belirlenemez. Peki siz bu gün bu dini vecibeleri! yerine getiriyormusunuz? getirmiyormusunuz? Eğer öyle ise cehennemde sonsuza kadar yanacaksınız Paslıçivi. Hatta bir itirazınız-bir anlamsızlık belirtiminiz varsa ateist bile olabilirsiniz. O halde bu gün Noel Babaya tapılmasını öneriyorum. Yoksa Noel Baba bilinemez mi? Nasıl karar verdik bilinemez olduğuna, bilebildiklerimizden değil mi? yada bize empoze edilenlerden.

bilinemzciliğin ne olduğunu kavrayamış olduğunuzu bahsetmiştim size daha önce.. zaten kavrayabildiğiniz an "ki bu sizin elinizde, özgür iradenizde olan bir şey değildir" zaten bilinemezci seviyesine çıkarsınız..

klasik evrensel bilinemezcilik(agnostizm)in bilinemez dediği şey; gelmiş geçmiş ve bugün varolan tüm teizm düzeyindeki organize/dogma dinler/inançlar değildir..

bir bilinemezci de; aynı ateist gibi varolan tüm dogmaları ve onların ifade ettiği tanrıları reddeder.. zaten nonteizm düzeyine sıçramak için ortak payda/koşul tüm dogmaları net bir şekilde reddetmektir..

bilinemezcinin bilinemez dediği şey; ateistin, deistin, panteistin ifade ettiği tanrısal yaklaşımdır.. çünkü ateist deist panteist dediğimiz kişiler tanrı odaklı zihinlerinde varolan verileri/dataları gerçeklikmiş, biliyormuş edasıyla bir yaşam sürerler.. işte agnostizmin bilinemez demesinin sebebi bu biliyormuş edasıyla yaşayan ateist, deist, panteist tayfasına hitaben sarfedilmiş bir ifadedir.. yani sizin algıladığınız gibi teist tayfasına değil..

tüm bunlardan sonra; dini vecibeleri yerine getirmeyen paslıçivinin cehennemde sonsuza kadar yanması olasılığınızın trajikomik halini algılıyorsunuzdur umarım.. ben 20li yaşlarda daha önceden zihnime kutsal olarak yüklenen kuran denen kitaba tekmeyi/voleyi çakıp duvara yapıştırmış bir kişiyim..

bir insanın aslında hiçbir şey bilmediğinin farkına varabilmesi için çok şey bilmesi gerekmektedir sevgili spartacus..

spartacus
12-12-2009, 12:52
Sevgili Paslıçivi

Neden hala "bilinemez" tespitinin bir yargı, bilmediklerimiz için ise bilemeyiz şekliylede bir ön yargı olduğunu kabul etmemek için ısrar ediyoruz? Bakın önceki yazımda;
"Karanlıkda el yordamıyla yürüdüğümüzde elimizin dokunduğu her şey bize bilgi olarak döner. Elimizin çarptığı bir nesneyi bilebiliriz evet ama illa rengi, tipi, yönü vs gibi şeyleri çözemiyoruz diye bilgi sahibi olamadığımız yada nesnenin bilinemez olduğu sonucuna varamayız. elimizdeki verilerin yeterliliği ölçüsünde bir bilgiye erişiriz. Demek ki bilgi dendiği zaman en ufak bir algı çözümlenmesi anlaşılmalıdır. İciği bücüğüne varana değin bilmeyi değil."
Bilgi dendiği zaman, sistemleşmiş, kuralı, kriteri olan hatta olağanüstü! zihinsel edinimler anlaşılıyor. Hayır bilgi sadece bu değildir, bilgi duyularla algıladığımız, yani duyularımıza etkiyen şeylerin yansımasıdır. parmağımızla, kulağımızla, gözümüzle her şeyimizle bilgi ediniriz. Bilgi insana has bir şeyde değildir. Etki ve tepkidir, ayırdımdır.

Agnostizm'i felsefi düzeyde ele almışlığım olmuştur. Aslında siz beni anlamıyor olarak görürken aksine hali hazır tanımlarla değerlendirdiğiniz için söylediklerimi sınırlandırmış oluyorsunuz. Bugün günümüz tanımlarının bir merkezi vardır. Her tanım merkeze bir şeyler koyarak ifade edilir. Günümüz tanımlarının merkezinde ise teist anlayış ön plandadır-çünkü egemen anlayış budur-. Resmi tanımlar teist argümanları merkezleyerek yapılmaktadır. Mesala ateist demek tanrıtanımaz olarak tanımlanmaktadır. Burada merkezde olan nedir ? tanrı'dır. Oysa önceki yazımda ifade ettiğim gibi ateist açısından tanrı anlamsızdır-tanımaz sözü çok saçmadır, gerçekliğinden söz edilemeyecek şeyin tanınmasıda olamaz-. Önceki yazımda bahsetmiş olduğum konum ateist konum idi;
Elbette Var iddiaları ile ortaya atılan teist hallerde, iddiaları çürütmek temelinde felsefi bir alan olarak karşıtını koyuyorum-bu durum benim konumum açısından hiç bir fark teşkil etmiyor-.
Ve siz;
bilinemezcinin bilinemez dediği şey; ateistin, deistin, panteistin ifade ettiği tanrısal yaklaşımdır.. çünkü ateist deist panteist dediğimiz kişiler tanrı odaklı zihinlerinde varolan verileri/dataları gerçeklikmiş, biliyormuş edasıyla bir yaşam sürerler..
demişsiniz.

Yine hali hazır teist konumlandırma ile yaklaşmış oluyorsunuz. Kendinizinde dediği gibi bir "bilinemezci de; aynı ateist gibi varolan tüm dogmaları ve onların ifade ettiği tanrıları reddeder.." İşte redederken de teist dayatımların tümünü merkezden ele alır, çünkü dayatımın merkezi budur(Tanrı). Bir ateist kendi halinde Tanrıya yok demez-bu anlamsızdır-. Tanrı var edildiği ölçüde yok edilir ve bu iki şeyde Tanrıya dayanmaz, bir iddiaya dayanır. Yani sözde tanrı gibi bir şeyin kendisine dayanmaz. Örnek benim için tanrı ne var nede yoktur. İşte tamda burada işte bilinemezdir diyecek gibisiniz hayır, bilinemezlik-bilinebilirlik nesnel şeyler için geçerlidir, nesnelliği yada gerçekliği öngörülemeyecek olan hiçlik böyle bir öz taşıyamaz. Bilinemez demek zımnen kabulden, empozdan başka bir şey değildir.

Diğer tarafdan kelime diziliminizde doğru rayda durmuyor, deist, panteist görüşler tanrısallık içerir ama ateist görüşde böyle bir argümana ihtiyaç olmadığı gibi diğerleri gibi bir inançda değildir. Tanrıcı değilseniz, yağmur duasına çıkmak istemiyorsanız, gece gündüz uydurulmuş hayaletlere tapınmayı anlamsız buluyorsanız, hayatın doğallığını kavramış ve doğada olağanüstü iradelerin egemenliğinin sürdüğünü kabul etmiyorsanız, depremi doğal, yağmuru doğal ve daha binlerce doğal olan şeyi doğal görüyorsanız, teist tanrıcıkların size olan dayatımlarını anlamsız buluyorsanız, böyle şeylere inanç beslemiyor iseniz, bunların öncülüne ardılına! sırlar, gizemler yükleyerek ulaşılamaz ve hikmetinden sual olunmaz gibi inançlar geliştirmemişseniz, hayatınızı bu ecüş bücüşlerin odağında organize etme teleaşına sahip değilseniz........ konumunuz ateisttir. Din ile inanç birbirine karıştırılmamalıdır. Ateizmi en uç noktaya zorlayan dinlerdir-baskıdır politik duruşdur.

Din politik bir oluşumdur ve kişi geçmişde dinlerin kendisine yüklemlediği şeylerden hareketle yoğun ajitasyona girip aşırı tepki veriyorsa işte ateizm budur diyemezsiniz-bu sanılmakta-. Bu politik bir kalkışdır ve olacaktır. Ki bizim sitemizde dahi yoğun politik kalkışlar görülebilir, kendinizde de olduğu gibi olmaktadır. Olmalıdır. Politik dayatımlara aman sende denerek tepkisiz kalmak imkansızdır ve bu halde dinlerin her türlü çağ ve insan dışı dayatımlarına karşı mücade edilecektir. Bu sadece ateistlerin değil, tüm politik baskılara direnen, aydınlanma ve uyanıklık hali taşıyan her alanda olacaktır. benim çözümlediğim haliyle, malesef ateizmi teist konulandırma ile ele alıyorsunuz.

Varlık dediğiniz anda kelimenin salt anlamıyla dahi çok geniş bir şeyi, her şeyi ifade etmiş olursunuz. Hiç bir ateist yada başka felsefe ne olursa her şey bilinebilir dememiştir. Denemezde. Siz tanrı bilinemez söylemini varlık bilinemeze doğru yaymış bulunmaktasınız. Haliyle ateizmi de varlık bilinebilir-bilinemez ikilemi noktasına sıçratmışsınız. Yok böyle bir şey. Varlığın bilinebilip, bilinemezliği ateizmin değil, felsefenin konusudur.

Tanrı Bilinemez ? Neden ? pardon? Hangi Tanrı? Bilinemez derken dahi bir Tanrı tanımlamış oluruz. başından beri ön yargıdan bahsediyor, hiç bir bilinemez önsel bir bilgiye dayanmadan ifade edilemez diyorum. Bilinemezlik, bilinebilirlikden hayat bulur. Bildiklerimizden hayat bulur. Varlığa bilinemez demeniz için dahi bilmeniz gerekir, bu kriterler oradada(tanrı mevzusunda olduğu gibi) aynen geçerlidir.

çelişkiye düşecek hiçbir durum yok.. burada varlık dediğim şey, biz insanoğluna yansıyan/yansımayan, algılayabildiğimiz/algılayamadığımız zaman ve mekan sınırlarını çizemediğimiz olandır/şeydir/bütündür... demişsiniz(bazı kelimelerin altını ben çizdim)

Varlık bilinebilirdir, algılanabilirdir, gözlemlenebilirdir ama genel anlamdan öteye inip ecüsüşü bücüşüne değin bilmek dediğiniz anda durum değişir. Her şeyde hiç bir şeyde bilinemez. Ama şey bilinebilirdir ve o şeyde kendi düzleminde yine varlıktır. Benim erişemeyişim, algılayamayışım o şeyin kendinde bilinemezlik oluşturmaz, bu benim öznel durumumla alakalıdır, şeyin nesneline(kendine, kendinde şey olarak)yüklemede bulunamayız. Everest'in en tepesindeki taşda, Atlas okyanusun en dibindeki taşda, bizden binlerce ışık yılı uzaklıkdaki gök cismide bilinebilirdir, algılanabilir, gözlemlenebilirdir, bizim bilip bilmememiz erişebilirlikle alakalıdır. Kısaca bizim erişemiyor olmamız o şeyi bilinemez kılmaz.

Varlık bilinemez dediğiniz anda bir önyargıyı ifade etmiş olursunuz. Neden önyargıdır çünkü bilinemez yargısına dayanırken ötesine geçemezsiniz. Dolayısıyla yargınız varlık düzleminde bir önyargıdan ibaret iken bilnebilir bir şey için kullanmış olursunuz. Eğer varlık bilinemez olsa idi zaten ne ifade edebilir nede bilinebilir-bilinemez kelimelerini sarf edebilirdiniz.

Alıntı:
Sonsuzluk dediğimiz şey varlığın dışında ve onu sarmalayan bir şey gibi görülemez.Yani varlıkla bir bütündür-içseldir denebilir.

Sözüme; "acı bir gerçek olan bilinemezliğin; sizin tarafınızdan yumuşatılmış/değiştirilmeye çalıştırılmış değişik bir ifadesi bu.." demişisniz

hayır, acı gerçek tam tersidir-zaman-mekan derken zaman da mekanda içseldir. -. üst paragraflarda ifade etttiğim gibi hali hazır tanımlara değil merkeze ne konduğuna, neye göre konduğuna bakmalıyız. Bir tanımı okurken önemli olan tanımın merkezine neyin konduğunu, kimin koyduğunu çözümlemektir. Bilinemezcilik bir ön yargıdır, ötesi yoktur ve öteye doğru bir sınırlamadır. Elma bilinemez dediğim anda sınırlanan elma değil, bizzat kendim olurum. Kendi kendimi sınırlamış olmakla, sanmaktayım ki elmanın da böyle bir sınırı var. Oysa başından beri diyorum, sınırları çizen bizleriz ve sınırlarımız hali hazır egemen düşünüşlerin merkezlediği, odakladığı şeylere dayanır. Bilinemezlikde bir sınırdır ve dolayısıyla öte hakkında bir kanı olduğu içindirki önyargıdır. Bilginin, bilmenin temeli erişmektir, erişebilirliktir, öteyedir. Eğer buradan yaklaşırda bilginin erişebilirlikle doğru orantısını çözümleyebilirsek, dogmatik biçimde pat diye indiğini öngörmez isek, böylesi önsel şartlandırmaların, böylesi önsel sınırların çizilmesininde anlamsız olduğunu görürüz. Bilmiyor olmam bir şeyi bilinemez yapmaz, beni bilmiyor yada bilemiyor yapar ama ötesi içinde illa bilemeyeceğim yargısı oluşturmaz. Bu sebeple ilk yazımda ifade ettiğim gibi, yükleyici olan gizem, sır, bilinemez gibi raydan çıkmış kelimelerin yerine bilmiyorum, bilemiyorum, bilmediğimi biliyorum gibi kelimeler kullanılmalıdır.


ateistler sadece anti-teist değildirler, aynı zamanda anti-(deist, panteist, agnostik) dirler de... çünkü bilinç düzeyi açıklığında tezimden sadece bir kademe yukarıda/level oldukları için nasıl bir teist nonteizmi algılayamaz, empati kurmaz ve dışlayıp ötelerse, ateistler de hemen hemen aynı durumdadırlar... ama bu durum kişisel bir pozisyon/seviye olduğu için kişiden kişiye az çok farklılıklar gösterir..

Ateistler tanrıcı dayatımların tümüne karşıdır. Eğer parantez içinde koyduğunuz agnostizmin de bir tanrıcılığı var ise dayatıldığı ölçüde karşıdır. Tanrıcı değilseniz tanrıcı tüm görüşlerin karşısındasınızdır, konumlanma bu şekildedir ve bu kişilerin iradesinden bağımsızdır. Tanrı bilinemez diyenlerin bilinemez bir tanrısı, kuşkuyla bakanlarında kuşkularının yersiz olmayışını olumlayan bir tanrıları(teistin empoz tanrısıdır bu) vardır. Oysa gerçekliği öngörülemeyen hiç bir şeyde ne bilinemezliğe nede kuşkuya yer yoktur.

paslıçivi
13-12-2009, 07:46
Neden hala "bilinemez" tespitinin bir yargı, bilmediklerimiz için ise bilemeyiz şekliylede bir ön yargı olduğunu kabul etmemek için ısrar ediyoruz?

bilinemez tespiti bir yargıdır, evet ama her zaman söylediğim gibi an itibariyle geçerlidir.. yani şimdiki andan bahsediyorum.. gelecekteki anlardan değil..

ısrar konusuna gelince; bilinç düzeyi farklı insanlar zihinlerindeki varolan bilinmeyen kavramları/girdileri bildiğini zannederek yaşadıkları için herkes kendi fikrinde her zaman ısrar eder.. zaten felsefenin bu tartışma boyutu da bunun için vardır.. akılcı ifadelerle karşındaki insana bir şeyler ifade edip onun yaşadığı zihin karmaşısını karşındakine gösterme becerisidir.. yani sizin hala "niçin ısrar ediyorsunuz" ifadeniz hiç bir anlam taşımamaktadır.. burda yapmanız gereken ben karşımdaki insanı zihin karmaşısını niye çözemiyorum diye hatayı kendinizde aramanızdır.. kelimelerin gücünü bilmeden bir insanı algılayamaz ve tanıyamazsınız..

ben sizinle olan bu konuşmamda hiç bir zaman niçin anlamamakta ısrar ediyorsunuz gibi ifade kullanmadım, kullanmam da.. yapacağımız tartışma/konuşma ilerledikçe kimin bir zihin karmaşısında olduğu kendiliğinden belirecektir zaten.. bu ben de olabilirim siz de.. kendinize ve bana biraz zaman tanıyın lütfen..

duygu düşünce karışımında yaşayan bir insan olarak bir süre sonra duygularınız düşüncelerinizi dolayısıyla davranış ve yazılarınızı etkilemesine izin vermemeye çalışın.. çünkü o zaman sahtebenliğin savunma mekanizmaları devreye girecek.. yadsıma,değersizleştirme, saldırı ve kaçma olarak ortaya çıkıp sizi savurabilir... imzamdaki sözü tekrar bir gözden geçirmenizi rica ediyorum.. ikimiz de bildiğini sanan durumuna düşüp kördöğüşü yapmayalım ve havanda su dövmeyelim..

"Karanlıkda el yordamıyla yürüdüğümüzde elimizin dokunduğu her şey bize bilgi olarak döner. Elimizin çarptığı bir nesneyi bilebiliriz evet ama illa rengi, tipi, yönü vs gibi şeyleri çözemiyoruz diye bilgi sahibi olamadığımız yada nesnenin bilinemez olduğu sonucuna varamayız. elimizdeki verilerin yeterliliği ölçüsünde bir bilgiye erişiriz. Demek ki bilgi dendiği zaman en ufak bir algı çözümlenmesi anlaşılmalıdır. İciği bücüğüne varana değin bilmeyi değil."
Bilgi dendiği zaman, sistemleşmiş, kuralı, kriteri olan hatta olağanüstü! zihinsel edinimler anlaşılıyor. Hayır bilgi sadece bu değildir, bilgi duyularla algıladığımız, yani duyularımıza etkiyen şeylerin yansımasıdır. parmağımızla, kulağımızla, gözümüzle her şeyimizle bilgi ediniriz. Bilgi insana has bir şeyde değildir. Etki ve tepkidir, ayırdımdır.

bilgiyi siz insanoğlu denen canlıya bireysel/kişisel olarak teslim ettiniz.. bilgi bu kadar ucuz bir şey değildir.. bilgiyi hakkettiği yere yani bilime teslim etmeniz gerekirdi oysa.. bilim kelimesinin bil kökeninden türemesi bundandır.. kişisel bil değil evrensel bil dir olması gereken.. kişisel bil"in adı bilgi değil kişinin kendi doğrusudur ve değişkendir..

kişisel bil, evrensel/bilimsel bil'in içinde/kapsamında olmadığı sürece bilmek değil inanmaktır..

kişilerin duyularıyla kendisine yansıyanı algı çözümlemesi olarak ifade etmişsiniz.. yani yine evrensel/bilimsel bütünden uzak bir yaklaşım içindesiniz.. bilgiyi öyle kişisel algı çözümlemesi olarak görürseniz bugünkü dünya insanlığının niçin böyle bir zihin karmaşasında olup bir çok değişik doğru içinde herkesin kendi çukurundan tüm dünyayla çatışma içinde olduğunu algılayabilirsiniz..

kişiler duyularıyla algıladıkları dataları beyin denen organda biçimlendirip bir anlam yüklerler.. beyindeki bu bilinci yöneten bir karar organı bir benlik vardır.. bütün iş bu benlikte biter.. çünkü datayı harmanlayıp yoğuran şekil veren odur.. bağımsız çalışan akıl boyutunuz değil.. herkes duyu organlarıyla algıladığı dataları/inputları içerdeki benlik köleliğinde biçimlendirdiği içindir ki bu bilgi değil bir inançtır..

eski dönemde yaşayan bir insan olsaydınız dünya sizin duyu organlarınıza bir tepsi gibi düz olarak yansıyacaktı.. tüm varlığı dünya güneş ay ve görebildiğiniz yıldız ve gezegenler olarak algılayacaktınız..

o yüzden lütfen bilgi kavramını artık hakketitği yer yani bilime teslim ediniz...bilim sizin kişisel duyu algılarınızla ilgilenmez, bu kişisel duyu algı çözümlemesini tüm dünya insanlığı önünde tartışmasız, tekrarlanabilir ve sınanabilinir olmadığı sürece..

siz sizden sonra gelen nesile/çocuklarınıza kendi kişisel doğrularınızı değil bilimsel doğrularını aktarın ki en azından gelecek nesil zihin denen bu illeten arınmış olsun..

paslıçivi
13-12-2009, 08:54
Yine hali hazır teist konumlandırma ile yaklaşmış oluyorsunuz. Kendinizinde dediği gibi bir "bilinemezci de; aynı ateist gibi varolan tüm dogmaları ve onların ifade ettiği tanrıları reddeder.." İşte redederken de teist dayatımların tümünü merkezden ele alır, çünkü dayatımın merkezi budur(Tanrı). Bir ateist kendi halinde Tanrıya yok demez-bu anlamsızdır-. Tanrı var edildiği ölçüde yok edilir ve bu iki şeyde Tanrıya dayanmaz, bir iddiaya dayanır. Yani sözde tanrı gibi bir şeyin kendisine dayanmaz. Örnek benim için tanrı ne var nede yoktur. İşte tamda burada işte bilinemezdir diyecek gibisiniz hayır, bilinemezlik-bilinebilirlik nesnel şeyler için geçerlidir, nesnelliği yada gerçekliği öngörülemeyecek olan hiçlik böyle bir öz taşıyamaz. Bilinemez demek zımnen kabulden, empozdan başka bir şey değildir.

evet.. bir bilinemzci, bir deist, bir panteist, bir ignostik de aynı ateist gibi tüm dogmaları ve onların ifade ettiği tanrıları net olarak reddeder..çünkü nonteizm bilinç düzeyine sıçramanın temel ortak paydasıdır bu zaten..

ateist reddettiği noktada kalıp bilinç düzeyi olarak tatmin olan kişidir.. varolan kendi bilincindeki sorgulamaya devam etmez ve tüm işi bilime bırakır.. ateizmden sonraki deist panteist agnostik ignostik kişisel bilinç düzeyi henüz tatmin olmadığı için bilimin de eşliğiyle birlikte kişisel sorgulamasına devam edip bir noktada tatmin olan kişidir.. deist dinlerden özgür birey tanrı varlığıyla, panteist evrensel bir tanrı kavramıyla, agnostik bu deist panteist ateistin tanrı odaklı yaklaşımlar hakkında karar verilemeyip bilinemeyeceğini ignostik de tanrı kavramıyla ilgilenmediğini ifade eder.. burda nonteistlerin ifade ettiği tanrı teizm düzeyindeki insanların ifade eettiği tanrı değildir.. çünkü teizm düzeyindeki insanların tanrısının insanlarla iletişime geçen bir kutsal kitabı, adamı, dini vardır.. oysa nonteist düzeydeki tanrı tüm kutsalllardan arınmış kişisel bilinç sorgulamasında ulaşılan tamamen kişisel bir tanrıdır ve bu tanrı insanlarla iletişime geçmeye çalışan bir tanrı değildir, sadece varlığı sorgulayan insanın kişisel bilinç tatminin sağlayan onu varlığın bilinmezliğinden kurtarıp mutlu eden zihnindeki kendi tanrı modelidir..

nonteist tanrı inançları teist tanrı gibi organize değil nonorganizedir.. yani belli bir grubu tüm insanlığı değil sadece kişisel bilinci bağlayan bir kavramdır ve hiçbir dayatması, kuralları yoktur.. hem kişiye hem de tüm dünya insanlığına..

bir ateist kendi halinde tanrıya yok demez demişsiniz.. doğrudur, tüm nonteistler gibi onlar da varolan teizm düzeyindeki tanrısal inançlar karşılığında bir fikirsel tepkidir..

klasik anlamda bir bilinemezci de(agnostik) kendi halinde tanrıya bilinemez demez.. daha önce de ifade etmeye çalıştığım gibi; nonteist tanrısal yaklaşımda bulunan ateist, deist, panteistlerin bu bilinebilirmiş tarzında kesin yargıda bulunmalarına bir tepki, bir cevap olarak bilinemez ifadesini kullanır.. yani klasik bir agnostik hem ateistin hem deistin hem panteistin tanrısal yaklaşımlarının olasılık dahilinde olacağını yani gerçekten bir tanrı olmayabileceğini(ateizm), dinlerden özgür birey bir tanrı olabilceğini(deizm) ya da tanrısal bir evren olabileceğini(panteizm) olasılık içine dahil eder.. tüm bunlar sonsuz sayıdaki olasılıklardan bir kaçıdır ve bunlar mutlak manada gerçek olabilir ama bunun hangisinin mutlak manada gerçek olabileceği bilinemez der..

diğer bir deyişle; ateistin, deistin panteistin ifadelerini mutlak manada reddetmez, sadece hepiniz birey olarak haklı da olabilirsiniz ama hepiniz haksız da olabilirsiniz bu bilinemz demeye çalışır.. bu konuda kat'i bir karara varılamaz, bir yere taraf olunamaz der.. yani teizm düzeyindeki tanrısal yaklaşımların dışındaki nonteist tanrısal yaklaşımların sadece bir olasılık olduğunu göstermeye/ifade etmeye çalışır..

varlığı bir bütün olarak göremiyor, bilemiyoruz.. varlığın sınırlarını çizemiyoruz, şimdilik sonsuzluk kavramıyla kendimizi avutuyoruz.. bilmediğimizi bile bilmediğimiz daha binlerce kavram olgu olabilir, bunların hepsi olasılık dahilindedir.. bu olasıklardan insan zihnine düşen ya da düşmeyen hiç bir şeyi kat'i olarak eleyip, dışlayıp, öteleyemeyiz.. nonteist tanrısal yaklaşımlar dahil...

işte klasik agnostizmin yaklaşımı budur.. ama ateist yaklaşım nonteist tanrısal yaklaşımları dahi olasılık içine almaz, bu akılcılıktan uzak bir yaklaşımdır.. duvarın arkasını göremiyor bilmiyoruz.. bu konuda hiç kimse kat'i bir oınuca varamaz, varıyorsa sadece kendini uyutuyor, avutuyordur, o kadar..

zaten duygu düşünce karşımında zihin denen illette yaşayan insanın başka da bir seçeneği yoktur şimdilik.. sahtebenliğin görevi de bilinemeyen bu varlıkta kişiyi mutlu/tatmin bir şekilde biliyormuş edasıyla/zannıyla yaşatmasından başka bir şey değildir..

paslıçivi
13-12-2009, 09:37
Hiç bir ateist yada başka felsefe ne olursa her şey bilinebilir dememiştir. Denemezde. Siz tanrı bilinemez söylemini varlık bilinemeze doğru yaymış bulunmaktasınız. Haliyle ateizmi de varlık bilinebilir-bilinemez ikilemi noktasına sıçratmışsınız. Yok böyle bir şey. Varlığın bilinebilip, bilinemezliği ateizmin değil, felsefenin konusudur.


herşey bilinebilirden bahsetmiyorum ben.. bilmediğimizi bile bilmediğimiz konularda biliyormuş zannıyla yaşamaktan bahsediyorum.. tanrı denen kavram insanın algılarının/yetilerinin sınırlarının ötesinde bir zihinsel oluşumdur.. bu konuda bir fikirde sabitlenmek inançtır, bildiğini zannetmektir.. zihinsel bir hastalıktır.. zihinden arındığınız da zaten kendiliğinden tanrı kavramından da arınırsınız ve tanrı sizin için sadece beyninizde bir inputtur/girdidir ama onun hakkında bir taraf olmazsınız.. vardır, yoktur, şöyledir böyledir, sayısı şu kadardır, şöyle özellikleri vardır, yaratıcıdır, cezalandırıcıdır, ödüllendiricidir, affedicidir, dinlerle insanlıkla iletişime geçer, dinlerde özgürdü, evrenseldir vs. her türlü yaklaşım kendiliğinden buharlaşıp yokolup gider... o yüzden insan zihnindeki tanrı inputu hakkında sabitlenmiş bir fikir bir zihin yanılgısıdır diyorum.. size ne tanrının varlığından yokluğundan, özelliklerinden... bir tanrı varsa vardır, yoksa yoktur, bu insanlığı değil tanrıyı ilgilendiren bir konudur.. varsa ve bize kendini göstermek istiyorsa bir yere kaçmıyoruz burdayız, herşeye açığız... varsa ve kendini göstermek istemiyorsa da yine onun sorunudur, biz insan olarak niçin böyle zihinsel yaratılan varlık hakkında biribirimiz yiyiyoruz ki.. tanrıyı bırakın kendi haline varsa o da rahat etsin... çünkü insan denen canlının algı yetilerinin sınırlarının dışında olan bir şeyden bahsediyoruz.. bize ne tanrıdan, ne hali varsa görsün.. biz insan olarak insan olmaya çalışalım o da varsa eğer tanrı olmaya çalışsın, herkes kendi mücadelesi versin..


klasik agnostizmden bahsettim size.. ben klasik bir bilinemezci değilim.. sadece varolan dinlerden özgür felsefi yaklaşımlar içinde agnostizme en yakın olduğum için zaman zaman sorulduğunda agnostizme yakınım diyorum..

bu topiğin başında da belirttiğim gibi benim derdim tanrıyla değil.. çünkü teizmden panteizm ve agnostizm dahil hepsini bizzat yaşayarak deneyimledim.. tanrı şu an benim bilincimde sadece bir input/girdi olarak var.. ama hakkında hiç bir sabitlenmiş fikrim/inancım yok.. yani ilgi alanımın dışında.. bir çeşit ignostizm diyebilirsiniz...

ama benim bilincim tüm bunlara rağmen tatmin olmuş değil ve sorgulama devam ediyor... tanrıdan bağımsız varlığı sorguluyorum şu an/şimdi... bunu yapabilmemnin de tek bir yolu var.. bilimin ışığında bazı sabitleri merdiven olarak kullanıp varolan bilincimi maximum düzeye çıkarıp, mantık denen sığ düşünce/aldanmacadan kurtulup, en büyük hazinem bilincimle varlıkla bir bütünlük içine girmemi sağalyıp bana algı/sezgi sağlatan derin düşünme dediğim olgu... bunun adı da farkındalıktır...

paslıçivi
13-12-2009, 10:12
Tanrı Bilinemez ? Neden ? pardon? Hangi Tanrı? Bilinemez derken dahi bir Tanrı tanımlamış oluruz. başından beri ön yargıdan bahsediyor, hiç bir bilinemez önsel bir bilgiye dayanmadan ifade edilemez diyorum. Bilinemezlik, bilinebilirlikden hayat bulur. Bildiklerimizden hayat bulur. Varlığa bilinemez demeniz için dahi bilmeniz gerekir, bu kriterler oradada(tanrı mevzusunda olduğu gibi) aynen geçerlidir.

tanrı bilinemez dediğim gibi klasik agnostiklerin tanrısal yaklaşımıdır, ben onu 5 yıl önce geçtim.. son 5 yıldır tanrıdan bağımsız varlığı sorguluyorum, bu sorgulamada karşıma bir tanrı figürü çıkarsa onu da sorgularım.. ama daha önce de bahsettiğim gibi agnostizm bilinemez dediği tanrı ateistin deistin panteistin tanrısal yaklaşımlarına yönelik bir ifade şeklidir.. yani agnostiğin kafasında bir tanrı modeli yoktur, zaten olsaydı bilinemez demezdi..

ama ateizm; deistin panteistin tanrısına yok derken hangi tanrı tanımına göre yok diyor bunu da öğrenmek isterim.. ateistin zihnindeki tanrı tanımı nedir ki bunlara yok diyor.. yani bildiğini iddia ediyor..

Varlık bilinebilirdir, algılanabilirdir, gözlemlenebilirdir ama genel anlamdan öteye inip ecüsüşü bücüşüne değin bilmek dediğiniz anda durum değişir. Her şeyde hiç bir şeyde bilinemez. Ama şey bilinebilirdir ve o şeyde kendi düzleminde yine varlıktır. Benim erişemeyişim, algılayamayışım o şeyin kendinde bilinemezlik oluşturmaz, bu benim öznel durumumla alakalıdır, şeyin nesneline(kendine, kendinde şey olarak)yüklemede bulunamayız. Everest'in en tepesindeki taşda, Atlas okyanusun en dibindeki taşda, bizden binlerce ışık yılı uzaklıkdaki gök cismide bilinebilirdir, algılanabilir, gözlemlenebilirdir, bizim bilip bilmememiz erişebilirlikle alakalıdır. Kısaca bizim erişemiyor olmamız o şeyi bilinemez kılmaz.

varlık an itibariyle bilinemez derken bu ifadenin insan tarafından öznelliğini ifade ettiğimi algılamış olmalısınız.. bilinemezliği varlığa nesnel anlamda yüklemiyorum.. insanız ve insanlık adına bir şeyden bahsediyorum.. insan denen canlı an itibariyle varlığı bilemez diyorum.. çünkü varlık bir bütündür ve biz bu bütünün sınırlarını çözmüş/çizmiş değiliz.. sadece bilimin bize sunduklarıdır bildiklerimiz, onun haricindeki herşey inançtır diyorum.. bilimin sunduğu bilgiye ulaşmış ya da ulaşmamış olabilirsiniz ki bu zaten öğrenmek ve dolayısıyla bilmek fiiline anlam yükler.. biliyorum dediğiniz şey evrensel bilimin kapsamında olan bir şeyse bilgidir/bilmektir.. yoksa evrensel bilimin kapsamında olmayan her şey sadece sizin kişisel inancınızdır/umudunuzdur..

Varlık bilinemez dediğiniz anda bir önyargıyı ifade etmiş olursunuz. Neden önyargıdır çünkü bilinemez yargısına dayanırken ötesine geçemezsiniz. Dolayısıyla yargınız varlık düzleminde bir önyargıdan ibaret iken bilnebilir bir şey için kullanmış olursunuz. Eğer varlık bilinemez olsa idi zaten ne ifade edebilir nede bilinebilir-bilinemez kelimelerini sarf edebilirdiniz.

bilgi/bilmek inanç/inanmak arasındaki farkın farkındalığına erişmediğiniz sürece bu tarz yaklaşımlarınız olacaktır.. öncelikle bilmek ve inanmak arasındaki farkın farkındalığını konuşalım isterseniz.. bilginin/bilmenin ne olduğunu bugünkü yazılarımda değindim.. onu halledemediğimiz sürece havanda su dövmekten öteye gidemeyiz.. çünkü bilgiyi/bilmeyi kişisel duyu algı çözümlemesi gibi evrensel bilimden çok uzak bir yere oturttunuz.. bilgiyi böyle bir platforma taşıdığınız sürece bir mihengimiz/sabitimiz olamayacağı için körler sağırlar birbirini ağırlar gibi bir durum ortaya çıkıyor.. önce bilmek/bilgi nedir bunu kesinlikle halletmemiz gerekiyor.. yoksa bundan sonraki konuşmalarımızda yine birbirinin dilini anlamayan iki farklı insan gibi boşyere zaman harcarız.. ve hiçbir kazanım elde edemeyiz ki bu durumu onaylamam mümkün değil.. çünkü benim burda amacım laf lakırdısı dedikodu üretmek değil...

paslıçivi
13-12-2009, 10:39
hayır, acı gerçek tam tersidir-zaman-mekan derken zaman da mekanda içseldir. -. üst paragraflarda ifade etttiğim gibi hali hazır tanımlara değil merkeze ne konduğuna, neye göre konduğuna bakmalıyız. Bir tanımı okurken önemli olan tanımın merkezine neyin konduğunu, kimin koyduğunu çözümlemektir. Bilinemezcilik bir ön yargıdır, ötesi yoktur ve öteye doğru bir sınırlamadır. Elma bilinemez dediğim anda sınırlanan elma değil, bizzat kendim olurum. Kendi kendimi sınırlamış olmakla, sanmaktayım ki elmanın da böyle bir sınırı var. Oysa başından beri diyorum, sınırları çizen bizleriz ve sınırlarımız hali hazır egemen düşünüşlerin merkezlediği, odakladığı şeylere dayanır. Bilinemezlikde bir sınırdır ve dolayısıyla öte hakkında bir kanı olduğu içindirki önyargıdır. Bilginin, bilmenin temeli erişmektir, erişebilirliktir, öteyedir. Eğer buradan yaklaşırda bilginin erişebilirlikle doğru orantısını çözümleyebilirsek, dogmatik biçimde pat diye indiğini öngörmez isek, böylesi önsel şartlandırmaların, böylesi önsel sınırların çizilmesininde anlamsız olduğunu görürüz. Bilmiyor olmam bir şeyi bilinemez yapmaz, beni bilmiyor yada bilemiyor yapar ama ötesi içinde illa bilemeyeceğim yargısı oluşturmaz. Bu sebeple ilk yazımda ifade ettiğim gibi, yükleyici olan gizem, sır, bilinemez gibi raydan çıkmış kelimelerin yerine bilmiyorum, bilemiyorum, bilmediğimi biliyorum gibi kelimeler kullanılmalıdır.


bakın topikteki herşeyi okusaydınız katı ve katı olmayan agnostizmden, katı agnostizmin zaman kavramını da içine katarak tüm zamanlar için bilinemezlik ifadesini kullandığını ve bunun bir inançtan/önyargıdan başka bir şey olmayıp benim katı olmayan agnostizmden yana olduğumu görürdünüz.. ben her zaman için andan/şimdiden bahsederim.. zaman diye bir şey yoktur, sadece sonsuz şimdiler/anlar vardır.. ama bu insana bir zaman bir geçmiş gelecek olarak yansıdığı için insan zaman denen kavramı yaratmıştır..

o yüzdendir ki; an itibariyle bilinemezlik bir önyargı olmayıp aksine tam bir akılcı/bilimsel pozisyon olup sorgulamanın devamını sağlar.. gelecek anlar/şimdiler hakkında bir fikir/iddia beyan etmez..


Ateistler tanrıcı dayatımların tümüne karşıdır. Eğer parantez içinde koyduğunuz agnostizmin de bir tanrıcılığı var ise dayatıldığı ölçüde karşıdır. Tanrıcı değilseniz tanrıcı tüm görüşlerin karşısındasınızdır, konumlanma bu şekildedir ve bu kişilerin iradesinden bağımsızdır. Tanrı bilinemez diyenlerin bilinemez bir tanrısı, kuşkuyla bakanlarında kuşkularının yersiz olmayışını olumlayan bir tanrıları(teistin empoz tanrısıdır bu) vardır. Oysa gerçekliği öngörülemeyen hiç bir şeyde ne bilinemezliğe nede kuşkuya yer yoktur.

teistin tanrıcılığına hepimiz karşıyız zaten, bu konuda hemfikiriz, çünkü toplumsal insanları koyun gibi gütmeye yarayan ve siyasallaşmış bir otorite haline gelmiştir..

ama deistin panteisitin tanrıcılığı bir dayatma değil kişisel bir bilinç/sorgulama tatmin olayıdır.. yani organize olan bir inanç değildir, kişinin kendi dünyasında yaşadığı nonorganize dayatmasız kişisel mutluluğu için varolan bir tanrıcılıktır.. ve bir deist panteist; teizmin tanrıcılığının insanlığa dayatmadan dolayı verdiği zararı/bölüclüğü/ayrımcılığı algılama kapsitesinde bilincinde olan bir insandır.. zaten o yüzden teizmden nonteizme sıçramıştır.. yani deist panteist bir inanç siyasi bir otorite baskı dayatma aracı olamaz, oluyorsa o kişi nonteist tanrıcı değil, faşist teist tanrıcıdır..

ama dediğim gibi ateistler bu deist panteist tanrıcılığı algıyamadıkları için bu insanlarla empati kuramayıp bir teistmiş gibi yaklaşımda bulunurlar.. burda bir deistin bir panteistin kendi inancını savunması kişisel tamin ve mutluluğundan öte bir amaç taşımaz.. yani bir teist gibi kesinlikle değildir.. deist panteist bu farkındalığa eriştiği için az çok ateistlerle empati kurup onları algılayabilir ama ateistler için aynı şeyi söylemek mümkün değildir.. dayatmacı olsun olmasın her türlü tanrı kavramına şiddetle tepki verirler ve analmsız bir tartışmanın içine girerler.. çünkü her iki tarafta henüz zihinde yaşadığı için tatmin edilmesi gereken bir sahtebenliğin kurbanlarıdırlar..

spartacus
13-12-2009, 15:38
Sevgili paslıçivi

Ben neden ısrar ediyorsunuz derken şahsınıza değil ki, önyargı olmadığına dair hiç bir ipucuna sahip olmayışınıza göndermede bulundum. Halada ifadeleriniz yetersizdir. An itibariyle bilinemez demek de bir sınırlamadır bu halde bilinemezlik'de an itibariyledir, yasa düzeyine çıkartılamaz, evrensel yada genele yayılamaz. Nedir bilinemeyecek olan ? İşte bu özelde bir bilinemezdir, genel açısından böyle bir hüküm vermek anlamsızdır. Varlık açısından ise böyle bir hüküm vermek için dahi bilinebilirliği söz konsudur. Bilinebilirlik içermeyen hiç bir şey bilinemezlikde içermez. Anlamsızlık-boşluk- içerir.

Benim dikkatimi çeken, geleneksel agnostizmi vs bir yana bırakalım, ifadelerinizde sürekli bir sınırlandırma ve öteleme çabası ortaya çıkıyor. Bu iradi bir şey değil mi?

bilgiyi siz insanoğlu denen canlıya bireysel/kişisel olarak teslim ettiniz.. bilgi bu kadar ucuz bir şey değildir.. bilgiyi hakkettiği yere yani bilime teslim etmeniz gerekirdi oysa.. bilim kelimesinin bil kökeninden türemesi bundandır.. kişisel bil değil evrensel bil dir olması gereken.. kişisel bil"in adı bilgi değil kişinin kendi doğrusudur ve değişkendir..

kişisel bil, evrensel/bilimsel bil'in içinde/kapsamında olmadığı sürece bilmek değil inanmaktır..


Bilgiyi de yine sınırlamış, ona sınırlar çizmiş ve ötelemişsiniz. Hatta özel bir bilmek dışında kalan her şeyi inanmak olarakda tescillemişsiniz. Yazılarınızda sürekli bir sınırlamak ve ötelemek çabası var derken sadece AN üzerine değil bilgi üzerinede, görüşler(ateist, agnostik vs) üzerinede yansıyana değindim. Bilgi sizin tanımladığınız gibi olağanüstü ötede bir şey değildir. Ulaşmamak için ısrarla kaçırılan bir hal alıyor ifadelerinizde. Eğer bilinemez yönlü genel bir önyargının ardınca sürüklenmiyorsak, olumlayabilmek için ötelemeler ve kaçırmalar yapmıyorsak bir anlam çıkabiliriz diye düşünüyorum. İlk yazılarımda ifade etmiştim burnumun ucudur bilgi. Ecüşüdür, bücüşüdür, inciği, cıncığıdır bunların hepsi ayrıdır bu detaylarına kadar bilmemek için dahi bu detayları koşullayan düzeyde bilgiye ihtiyaç vardır. Mesala bir sobaya elinizi çarptığınızda algınız bir bilgidir. Siz ifade edebilin yada edemeyin buradan inanç değil bilgi doğar. ortada yanmakta olan bir sobaya elinizi dokunun size ne gibi bir inançla dönecek ? Elbetteki bilgi yanlışlanabilirde, doğrulanabilirde, işte bilgiyi bilgi yapan yanlışlığı, doğruluğu değil, algılanabilir, gözlemlenebilir, deneylenebilir, ortadalığıdır.

o yüzden lütfen bilgi kavramını artık hakketitği yer yani bilime teslim ediniz...bilim sizin kişisel duyu algılarınızla ilgilenmez, bu kişisel duyu algı çözümlemesini tüm dünya insanlığı önünde tartışmasız, tekrarlanabilir ve sınanabilinir olmadığı sürece..

Eğer bilgiyi böyle kişi iradesi düzeyinde inanca dönüştürürseniz, gelecek nesillere ne bilim nede bilgi bırakmaz yerine sanrılar ve inançlar bırakmış olursunuz. Belkide en üstte ulaşılması güç küçük bir elit bırakıp işte bilgiyi bunlar yapar geriye kalanlar ise sadece inanır demiş olacağız. İnsanlığın aydınlanma çağı olarak ifade ettiğimiz ortaçağdan çıkışı sürecinde statükocular insanlara bilgi götürülmesi çalışmalarına, materyallerine, bilgi taşıyan ve saray dışında kalan felsefecilere hınçla eğilirken, diğer taraftanda geçmişde sadece kiliselerin yada sarayların içindeki felsefecilerin varlığına işaret edilerek, bırakınız felsefeyi felsefeciler yapsın derlerdi. Öyleya bu iş çok üstün bir eğitimle ve üstelikde egemen kurumsal, ulaşılamaz-öte yerlerde yapılabilirdi. Cahil ve köle halk bilipde ne yapacaktı derken felsefe ulaşılamaz, anlaşılması güç herkesin kavrayamayacağı çoooook uzakta, ötede bir şey gibi sunulmaktaydı. Oysa değil felsefeci her insan hayatının her anında yaptığı tüm çözümlemeler felsefeyi kapsıyordu. Aynen bilgi gibi!

Bilgi inanç değildir, bilgi en küçük kırıntısından en büyük parçalara, bütüne kadar bilgidir. Bilim gökten paketle inmiş bir ambalaj değildir ki bırakalımda bu işi sadece ambalajcılar yapsın diyelim. Newton un kafasına düşen elma ne ise Arşimed'in hamamdaki tası odur. yani burada algıdan bahsediyoruz, gözlenebilirden, duyularla algılanabilir ve çözümlenebilirden, deneylenebilirden bahsediyoruz. İnanç ise gözlemlenemez, algılanamaz yada en azından verili anda henüz çözümlenemez-deneylenemez şeylerdir. Mesala tanrı bilinemez demek inançtır bilgi değildir.

paslıçivi
14-12-2009, 09:21
Halada ifadeleriniz yetersizdir. An itibariyle bilinemez demek de bir sınırlamadır bu halde bilinemezlik'de an itibariyledir, yasa düzeyine çıkartılamaz, evrensel yada genele yayılamaz. Nedir bilinemeyecek olan ? İşte bu özelde bir bilinemezdir, genel açısından böyle bir hüküm vermek anlamsızdır. Varlık açısından ise böyle bir hüküm vermek için dahi bilinebilirliği söz konsudur. Bilinebilirlik içermeyen hiç bir şey bilinemezlikde içermez. Anlamsızlık-boşluk- içerir.


her şey an itibariyledir zaten.. bizim bildiklerimiz, bilmediklerimiz, bilmediğimizi bildiklerimiz, bilmediğimizi bile bilmediklerimiz, bize yansıyan evren vs, her şey an itibariyledir.. bir sonraki an; bildiklerimiz de bilmediklerimiz de, bize yansıyan evrende değişmektedir.. bir önceki anla bir sonraki an varlık; aynı/eşit/benzer değildir.. değişmeyen tek şeyin değişim dedikleri kavram..

an itibariyle olduğu yüzündendir ki; bilim diye bir olgu vardır ve sürekli değişim ve gelişim süreci içindedir.. bilimin kanunları/yasaları, hipotezleri, teorileri de an itibariyledir.. bir sonraki an bilinmeyen bir şey bilinir olmaktadır, bilmediğimizi bildiğimiz ya da bilmediğimizi bile bilmediğimiz şeyler bildiğimiz şey olmaktadır..

ve değişim süreci elimizdeki bildiklerimiz dahilinde azdan çoğa aritmetik değil geometrik olarak bir artış sürecindedir.. ama bu bildiklerimiz dahilinde azdan çoğa doğru olan artışın bize getirdiği tek bir sonuç var.. bildiğimiz şeyler arttıkça bilmediklerimizin de bir o kadar arttığıdır.. bilmediğimizi bile bilmediğimiz şeyler bilmediğimizi bildiğimiz konumuna gelerek bilinmezleri sadece artttırmaktan başka bir şeye yaramıyor.. sadece insan denen canlının evrende ya da daha doğru bir ifadeyle dünya denen gezegende varolan hakimiyet gücü/hakim canlı, daha medeni bir yaşam ve daha çok bilgiye ulaşabilir seviyeye getiriyor olma olasılığını arttırıyor..

yani uzun lafın kısası; bize yansıyan, bizim algılayıp yansıttığımız bu varlık/evren denen oluşumun zaman/mekan boyutuyla birlikteliğinin sınırlarını çizemiyoruz..

diğer ifadeyle bilim diye bir kavram olduğu sürece varlık bilinemezliğini sürdürecektir.. varlık bilinir dediğimiz anda evrensel sorgulama aracımız bilim ve kişisel sorgulama aracımız inanç, felsefe dediğimiz kavramlar kendiliğinden buharlaşıp yokolmak zorundadır..

varlığı/evreni bir bütün olarak sınırlarını çizip göremediğiniz sürece varlık bilinmezdir..

varlık bilinmez değil bilinir diyen biri; bana kafamda hiçbir soru işareti, hiçbir inanç kalmayacak şekilde varlığı bir bütün olarak önüme koyabilmelidir.. benim burda varlık bilinemezden kastım budur..

ama dünya insanlığına baktığımızda, teistiyle nonteistiyle; tanrı kavramından tutun da evrenin nasıl, ne zaman ve kim tarafından ortaya çıkarıldığı, ölüm sonrası neler olduğu konusunda herkesin ucundan kıyısından sabitlenmiş bir fikri vardır.. işte tüm bunlar an itibariyle bilinemez diyorum, bunları bildiğini zannediyormuş edasıyla hüküm vermek, taraf olmak bilmek değil inançtır, kişisel/toplumsal umuttur, rüyadır, halisünasyondur..

Bilgiyi de yine sınırlamış, ona sınırlar çizmiş ve ötelemişsiniz. Hatta özel bir bilmek dışında kalan her şeyi inanmak olarakda tescillemişsiniz. Yazılarınızda sürekli bir sınırlamak ve ötelemek çabası var derken sadece AN üzerine değil bilgi üzerinede, görüşler(ateist, agnostik vs) üzerinede yansıyana değindim. Bilgi sizin tanımladığınız gibi olağanüstü ötede bir şey değildir. Ulaşmamak için ısrarla kaçırılan bir hal alıyor ifadelerinizde. Eğer bilinemez yönlü genel bir önyargının ardınca sürüklenmiyorsak, olumlayabilmek için ötelemeler ve kaçırmalar yapmıyorsak bir anlam çıkabiliriz diye düşünüyorum

evet bilgi dediğimiz şeyi çok keskin hatlarla sınırlıyorum.. diyorum ki; tüm dünya insanlığının an itibariyle kabul ettiği, sınanabilinir, tekrarlanabilir yani pozitif bilimin bize sunabildikleri bilgidir, bunun haricindekilere bilgi dememeliyiz..

biraz açayım.. tanrı, evrenin nasıl ne zaman ortaya çıktığı, ölüm sonrası hakkındaki yargılar, hükümler, taraf olmalar bilgi değildir.. çünkü bu konular pozitif bilimin dışında olan ama insan denen bilinçli canlı olmasının getirdiği ek bir yük olduğu için hakkında sabitlenmiş bir fikre(inanç) ihtiyaç duyduğu kavramlardır.. bir sonraki nesile/çocuklarımıza evimizde, okullarımızda bilgi olarak bunları aktarmayalım diyorum..

yani siz bir ateist olduğunuz için çocuğunuzu materyalist antitanrıcı, diğeri müslüman olduğu için çocuğunu müslüman, bir diğeri deist olduğu için çocuğunu dinlerden özgür bir tanrı inancıyla, bir budist çocuğunu tanrısız bir evren ama ölüm sonrası yeniden doğumlar, bir hindu çocuğunu ölüm sonrası karma yaşamlar, bir isevi isanın tanrı/rab olduğu vs, öğretileriyle yetiştirmesin..

bu zihni bir sonraki nesile aktarmasın diyorum.. çünkü bu insanlar bilmediği şeyleri bildiğini zannederek yaşayan insanlardır ve bilmek inanmak arasındaki farkın farkındlığından çok uzaklar.. varlığın ne olduğunu bildiğini zanneden bu insanların bir sonraki nesillere farklı zihin aktarımları sonucu bugün yaşadığımız birbiriyle empati kuramayan herkesin kendi inancında/çukurunda "dediğim dedik çaldığım düdük" havasında birbirini anlamayan, algılamayan devekuşu sürüleri gibi davranmasının önüne geçebiliriz..

bunun da sağlanabilmesi için bilgi/bilmek dediğimiz şeyin çok keskin bir şekilde sınırlarını çizmek gerekiyor.. bu sınır da yukarda tanımını yaptığım şeydir..

Mesala bir sobaya elinizi çarptığınızda algınız bir bilgidir. Siz ifade edebilin yada edemeyin buradan inanç değil bilgi doğar. ortada yanmakta olan bir sobaya elinizi dokunun size ne gibi bir inançla dönecek ? Elbetteki bilgi yanlışlanabilirde, doğrulanabilirde, işte bilgiyi bilgi yapan yanlışlığı, doğruluğu değil, algılanabilir, gözlemlenebilir, deneylenebilir, ortadalığıdır.


bu bahsettiğiniz şey; sıcaklığın/ateşin insanı yakmasıdır ki, bu zaten tüm dünya insanlığının tartışmasız hemfikir olduğu, sınanabilinir, tekrarlanabilinir pozitif bilimin de kabul ettiği bir bilgidir, bu tür kavramlara inanç demedim, sanırım karşılıkı bir terminoloji iletişim sorunu yaşıyoruz..

devam edicem...

spartacus
14-12-2009, 11:41
Sevgili Paslıçivi

sizin AN dediğiniz de yine zaman gibi, sonsuzluk gibi bir kavram. AN da zaman gibi içseldir. Varlık AN be AN bir andan bir diğer olana aktarılan-akan bir şey olmasa gerek. Zaman konusunda ben düşüncelerimi henzü dile getirmedim.

biraz açayım.. tanrı, evrenin nasıl ne zaman ortaya çıktığı, ölüm sonrası hakkındaki yargılar, hükümler, taraf olmalar bilgi değildir.. çünkü bu konular pozitif bilimin dışında olan ama insan denen bilinçli canlı olmasının getirdiği ek bir yük olduğu için hakkında sabitlenmiş bir fikre(inanç) ihtiyaç duyduğu kavramlardır.. bir sonraki nesile/çocuklarımıza evimizde, okullarımızda bilgi olarak bunları aktarmayalım diyorum..

Daha öncede dediğim gibi siz ateizmi tanrısallık olmakla adlandırmaktan ayırmadığınız sürece, her türlü dinsel politik kalkışmayı ateizm olarak belirleyeceksiniz. Ateizm tanrıcı olmamaktır-tanrısallık içermez-. Ateizmi de teizm dışında sosyal hayat içerisinde diğerlerinide konumlandıran -yani politik çerçevede- hali hazır teist dayatımlardır. Bunlar iradeden bağımsız olgulardır. Ateist tanrısız yapabilen kişidir. Bu sadece sosyal hayat değil, düşünsel hayatında da böyledir. Ateist için Tanrı anlamsızdır. Ne bilinebilirdir, ne bilinemezdir, ne vardır nede yoktur. Bu kendi özgülünde böyledir ama taraflarca konumlanış zorunlu olarak değişir. Teist baskı olduğu sürece karşı-duruşda olacaktır. Burada önemli olan politik kalkışmayı düşünsel alana indirgememektir. Ben çocuğuma bu güne kadar tek bir kez olsun tanrı adı anmış birisi değilim. Çünkü gündelik hayatımda, düşünsel hayatımda kendi özgülümde bir anlamı, bir karşılığı olmayan bir şeyden nasıl bahsedebilirim? Dinsel dogmalara, gündelik baskılara karşı ise kişi inandıklarıyla değil bilinci ile mücade edebilir. Burada duyacağımız en önemli kaygı bu olmalıdır politik angaje değil.

bu bahsettiğiniz şey; sıcaklığın/ateşin insanı yakmasıdır ki, bu zaten tüm dünya insanlığının tartışmasız hemfikir olduğu, sınanabilinir, tekrarlanabilinir pozitif bilimin de kabul ettiği bir bilgidir, bu tür kavramlara inanç demedim, sanırım karşılıkı bir terminoloji iletişim sorunu yaşıyoruz..

İletişim sorunundan ziyade bilgi üzerine yapmış olduğum tanımlamarı es geçmiştiniz. Önceki yazılarımada baksanız, sonrakilerede baksanız bilgiyi nasıl tanımladığım ortadadır. Bu örneğide neyi ifade ettiğime kaba ve en basit örnekle vermiş oldum. Dolayısıyla inanç faktörünün böylesi bir bilgi ile özdeleşebilecek bir yanı yoktur. Hatta ilk tanımlarıma dönersek bilgiyi sadece insan içinde geçerli bir şey olarak ifade etmemişimdir. Dediğim gibi düşünce ile bilgi, zeka ile bilgi farklı şeylerdir.

Tanrısallık parantezinize ateizm aldığınızda ateizm eğrelti dururken bu parantezin dışına ittiğiniz agnostizm ise tam tersine parantezin bir parçasıdır. Hiç bir şey bilmediğimiz bir şey için bilinemezlikden bahsetmek anlamsızdır. Tanımsız işlemdir. Dolayısıyla tanrı bilinebilir-bilinemez bir madalyonun iki yüzü gibidir. Her şeyden evvel ikisininde temel bileşeni, ortak yanı bilgi değil inançtır. İnanç bilinmesi muhtemel olmayan en azından bilgi oluşturmanın hiç bir faktörünün öngörülemeyeceği hallerde ortaya çıkar. Belirli bir düzeyde inanç-kabul noktası taşımadan bir tanrı için bilinemezlik öngörmek imkansızdır. Bilinemeyen şey nedir? sorusna verilen yanıt nedir? tanrı. İşte inanç geliştirilmiş olan şeyde budur ve ardınca bilinemezdir denmektedir. Bilinemezdir demek inanç değilse teistin varsayımlarından öte ne gibi bulgulara sahipiz, ne gibi algılarımız, gözlemlerimiz var? Peki neyi gözlemledik? Tabiki teist in tanrısını ve inancını ötesi yok.

Bilinmesi muhtemel olmayan bir şey gözlemlenebilir mi? Hakkında konuşulabilir mi? tanımalamalar yapılabilir mi? tanrı bilinemez o halde vardırda yoktur da denmiş oluyor. Oysa ne vardır nede yoktur, ne bilinebilirdir nede bilinemezdir. Bunun dışında kalan her şey sadece bir inançtır.

Bir şeyin bilinemezliği, bilinebilir olmak durumundadır. Oysa tanrının bilinemezliği bilinebilir bir söz değildir, inançtır. Bilinemeyeceğini dahi bilemeyiz.

Varlığın bilinemezliğide öyledir. Bu dahi bir bilinebilirlik içermek zorundadır. Bilinebilirlik ve bilinemezlik iki karşıt ve aralarında bağ olmayan şeyler değil, iç içe iki şeydir. Birinin verileri diğerini olumlar, ikisininde birbirinden bağımsız tek başına varlığı söz konusu olamaz. Bilinemezlik, bilinebilirlik içerdiği ölçüde anlamlıdır. Bu anlamda bilinemezliği bilebilecek kadar gözlem, algı, veri edinmeyi koşullar. Bilemeyeceğimi bilmediğim bir şeyden(kelimenin salt anlamıyla şey) bahsetmem ancak hayalgücüm ve inanç temelinde olabilir. Dayanağım olmayan bir şey için bilgiden bahsetmem anlamsız olur.

Her şeyi bilen hiç bir şey bilmiyor demektir.

An itibariyle derken, an bizi sınırlamaz çünkü an hareketi sınırlayamaz, an dediğimiz durmaksızın varolan hareketin içerisinde olşturduğumuz farkındalıktır. Hiç bir farkındalığımız hiç bir emare kalıcı değildir ve iradelerimizden bağımsız olarak sürekli hareket halindedir. Ne sonsuzluk, ne zaman nede başka ölçeklerimiz doğada hali hazırda doğal olarak var olan değil, sadece bizlerin farkındalıklarımızı birer emareye-belirime-ize dönüştürerek kıyas oluşturabilmemiz, algılarımızı tanımlayıp ifade edebilmemiz için oluşturduğumuz, farkındalıklarımızı belirli bir sistematikle referans noktaları olarak belirlediğimiz, refransıda farkındalıklar temelinde doğaya dayanan, bize ait olan ölçeklerimizdir. Bizim ölçeğimiz akışını çözemediğimiz bir suya bıraktığımız bir çöp ile bıraktığımız yer arasındaki farktır. Ne o akış benim bıraktığım çöpün gidişatına nede bıraktığım yer arasındaki mesafe farkına bağlıdır. Ortada olan sürekli hareket, maddelerin biribiri ile olan sürekli ilişkisi, sürekli etki-tepki ve hatta hem içsel hemde dışsal bir harekettir. Biz ise hareketin belirli noktalarını referans alarak bir diğer noktası arasındaki farkı ölçekliyoruz. Bir referans noktası alamayacağımız, gözlemleyip algılayamayacağımız hiç bir şeyde bizim açımızdan ne bilinebilir nede bilinemez olarak ifade edilemez. Şey olduğunu bilmeden ne tanımlayabilir nede ifade edebilirim. Tanımsızdır.

Ateist içinde tanrı tanımsızdır, işlem yapılamaz.

paslıçivi
15-12-2009, 06:53
]Eğer bilgiyi böyle kişi iradesi düzeyinde inanca dönüştürürseniz, gelecek nesillere ne bilim nede bilgi bırakmaz yerine sanrılar ve inançlar bırakmış olursunuz. Belkide en üstte ulaşılması güç küçük bir elit bırakıp işte bilgiyi bunlar yapar geriye kalanlar ise sadece inanır demiş olacağız.[/I] İnsanlığın aydınlanma çağı olarak ifade ettiğimiz ortaçağdan çıkışı sürecinde statükocular insanlara bilgi götürülmesi çalışmalarına, materyallerine, bilgi taşıyan ve saray dışında kalan felsefecilere hınçla eğilirken, diğer taraftanda geçmişde sadece kiliselerin yada sarayların içindeki felsefecilerin varlığına işaret edilerek, bırakınız felsefeyi felsefeciler yapsın derlerdi. Öyleya bu iş çok üstün bir eğitimle ve üstelikde egemen kurumsal, ulaşılamaz-öte yerlerde yapılabilirdi. Cahil ve köle halk bilipde ne yapacaktı derken felsefe ulaşılamaz, anlaşılması güç herkesin kavrayamayacağı çoooook uzakta, ötede bir şey gibi sunulmaktaydı. Oysa değil felsefeci her insan hayatının her anında yaptığı tüm çözümlemeler felsefeyi kapsıyordu. Aynen bilgi gibi!



dediğim gibi birbirimizi algılayamıyoruz.. daha önce bir çok yazımda değindiğim için sizinle olan konuşmamda bazı ayrıntılara pek girmiyordum ama anlatmak istediğimi anlatamıyoum bu kez..

şimdi bilginin tanımının yaparken sanırım siz özellikle pozitif bilimin onaylamasına takıldınız.. oysa benim özellikle üzerinde durduğum bir faktör vardır, bilgi tanımında.. tüm dünya insanlığının tartışmasız hemfikir olması..

bu ne demek..? tüm dünyayı dolaştığınızda her türlü coğrafyadan insanla konuştuğunuzda insanların üzerinde hemfikir olduğu, tartışmadığı şeylerden bahsediyorum.. daha önce verdiğim örnekleri vermek istiyorum..

denizler tuzlu sulardan oluşmuştur..

tüm canlılar bir gün ölür..

yağmur gökten su damlacıklarının yağmasıdır..

dünyanın küresel bir şekli vardır..

ateş yakıcı bir şeydir..

tüm canlıların yaşaması için beslenmesi zorunluluğu vardır

yağan karın rengi beyazdır, akan kanın rengi kırmızıdır..

kuşlar uçabilen canlılardır.. vs..

bu örnekleri sonsuz sayıda çoğaltabiliriz.. bu verdiğim örnekler, sınanabilinir, tekrarlanabilinir, pozitif bilimde de yasalaşmış ve en önemlisi tüm dünya insanlığının üzerinde tartışmasız hemfikir olduğu konulardır.. işte bunlara bilgi demeliyiz diyorum ve bir sonraki nesile bu tüm dünya insanlığının hemfikir olduğu konuları aktarmalıyız sadece..

bunun haricinde kalan teist ve nonteist yaklaşımlar bilgi değil inançtır.. ve bu konular dünya insanlığını bölen en önemli millet kavramıyla birleştiğinde çok katı birbiriyle empati kuramayan, birbirini anlamayan ve birbiriyle bir takım insan eliyle yaratılan kutsallar(inanç, millet, vatan) adına binlerce yıldır savaşan bir dünya insanlığı karşımıza çıkıyor..

bunun tek bir sebebi var.. zihin.. zihin denen illet hastalık.. dünya insanlığını bölüp parçalıyor birbiriyle ilkel canlılar gibi hala savaştırıyor ve yaşadığı gezegene zarar veriyor yani bindiği dalı kesiyor..

bu teist/nonteist yaklaşımların içeriğine bakarsanız başta tanrı olmak üzere evrenin varoluşu ve ölüm sonrası gibi 3 ana faktör üzerinden kurgulandığını göreceksiniz..

bu 3 bilinmezi sabitleyen teizmdir, bu 3 bilinmeyenden özellikle tanrıyı sabitleyen de nonteizmdir, agnostizm hariç..

bilinmeyen ama insanların bir sonraki nesillere zihin olarak aktardığı bu kavramlar insan yavrusunun 0-18 yaşında gerçekleştiği için, kişi kendisine aktarılan bu zihni bilinen bir mutlak gerçeklikmiş edasıyla yaşıyor..

bilinmeyen bir şeyi sabitlemek; bilinçli canlı olmanın gereği/zorunluluğu olan sorgulamanın sonlanması, bilincin o noktada kapanması, uykuya geçmesi ve aklın teslimiyetidir.. benim ifademle bilmediği şeyi bildiğini zannetme yanılgısı olan inançtır..

paslıçivi
15-12-2009, 08:05
Bilgi inanç değildir, bilgi en küçük kırıntısından en büyük parçalara, bütüne kadar bilgidir. Bilim gökten paketle inmiş bir ambalaj değildir ki bırakalımda bu işi sadece ambalajcılar yapsın diyelim. Newton un kafasına düşen elma ne ise Arşimed'in hamamdaki tası odur. yani burada algıdan bahsediyoruz, gözlenebilirden, duyularla algılanabilir ve çözümlenebilirden, deneylenebilirden bahsediyoruz. İnanç ise gözlemlenemez, algılanamaz yada en azından verili anda henüz çözümlenemez-deneylenemez şeylerdir. Mesala tanrı bilinemez demek inançtır bilgi değildir.

bakın ben bilgiyi bilime teslim ediniz dedim, bilim adamlarına değil... bilim dediğimiz şey bilim adamlarının kişisel düşünce/inanç/deneyimlemelerinden bağımsızdır, ta ki tüm dünya insanlığının hemfikir olabileceği yasalaşmış bir veri/bilgi oluncaya dek.. newtonun kafasına düşen elma arşimetin banyodaki macerası, bilgi değil kişisel bir deneyimlemedir ama bu kişiler bu kişisel deneyimlemelerinden ilham alarak tüm dünya insanlığının hemfikir olduğu yasalaşmış kanunlara ulaşmışlardır..

şayet kafaya düşen elma, hamam maceralarından ortaya çıkan kişisel algı çözümlemesi; sınanabilinir, tekrarlanabilinir kanunlara dönüşmeseydi sadece o kişinin kişisel algısı olarak kalırdı..

bu gün bilim tanrı konusunda bir deklarasyona sahip değildir, olamaz da.. ama bu bilim adamlarının tanrı hakkında kişisel deklarasyonu olmayacağı anlamına gelmez.. bu gün teizminden tutun da agnostizme kadar her türlü kişisel deklarasyona sahip bilim adamları mevcuttur ama bu sadece onu bağlar, bilimi değil... Dawkins'in ateist yaklaşımı bilimi değil Dawkins'in kendisi bağlar.. ne zamanki ateist yaklaşım bilimin deklarasyonu olur o zaman bu artık yasalaşmış bir veridir, bilgidir.. ve evrenselleşip tüm dünya insanlığı bu konuda tartışmasız hemfikir olur..

agnostizme kadar olan teist/nonteist tüm yaklaşımlar bir bilinmez olan tanrı inputunu sabitlemişlerdir.. çünkü tüm dünya insanlığında tanrı kavram olarak bilinir ve bir zihin olarak sürekli bir sonraki nesile aktarılmıştır.. yani bir insana tanrı dediğin zaman suratın aval aval bakmaz, neden bahsedildiğini anlar ve bu bahsedilen kavram üzerinde bir sabitlenmiş fikri vardır.. ve tanrı hakkında fikrini sorduğunda sana zihnindeki bildiğini sandığı inancını aktarır.. işte vardır, yoktur, şöyledir, böyledir, sayısı şu kadardır, özellikleri şöyledir böyledir vs, gibi.. bir tek agnostik tanrı hakkında sabitlenmiş bir ifadede bulunmaz.. tüm teizm düzeyi bilinci yaklaşımları net bir şekilde reddektikten sonra bu konu bilinemez der..

bir ateist tanrıyla ilgilenmediğini, yaşamında bir önemi olmadığını, materyalist olduğunu ifade eder.. ama kavram olarak bildiği tanrı "var mıdır yok mudur" sorusuna "ben nerden bileyim" demez, diyemez hem teizm hem de nonteizm tüm tanrıları reddeder ve yoktur der.. teizm düzeyindeki tanrıların saçmalığını tüm nonteist düzeydeki bilince sahip insanlar kavramışlardır ama nonteiszm tanrı inancını reddeden ve yoksayan ateist bu yaklaşıma akılcı bir açıklama getiremez... gider deistin panteistin tanrı anlayışıyla bile uğraşır didişir ve anlamsız bir tartışmaya gider.. bu işi deistle panteist kendi tanrı inancını savunarak karşılık verir..

işte tüm bunları yaptıran şey sizin sahtebenlikte/zihinde yaşamanızdan kaynaklanmaktadır.. çünkü burda amaç gerçeğe/bilgiye ulaşmak değil tatminsizlik üzerine kurulmuş bir rüyada yaşamanı sağlayan ego/sahtebenliğin hala kölesi olduğunun ve bu inancının altında yatan şüphe denen bonusun seni rahatsız etmesindendir.. çünkü ego; zihinde bir inançta yaşamak zorundadır, aksi mümkün değildir.. ama bu inancın evrensel bilimin onayladığı bir şey olmadığı için sana karşı her türlü fikri/inancı çürütmeye yönelik davranışlara girmek zorusundasındır.. teisti de non teisti de aynıdır.. ve diğer insanların inançlarıyla empati kuramaz.. onları anlayamazsın.. hep bir çatışma kendi bilinmeyen ama senin sabitlediğin bu inancını tüm insanlığa dayatmaya çalışırsın.. ve bu işi yaparken teisti de nonteisti de bilimi kullanır.. o yüzden diyorum ya; artık bilgiyi hakkettiği yere teslim edip bilmek inanmak arasındaki farkın farkındalığına erişelim diye... pozitif bilimin bir kanunu kullanıp biri tanrı yoktura, biri tanrı vardıra, biri tanrı şöyledir böyledir e çıkmasın artık.. bugün harun yahya denen düzenbaz da bilimi kullanıyor richard dawkins de..

artık bilmek inanmak arsındaki farkın farkındalığına erişirsek bu konular üzerinde(teizm/noteizm/tanrı) konuşurken bilimi kendi inançlarımıza alet etmemesini öğreniriz..

bakın bu sitenin ana sayfasında bir alıntı yaptım aşağıda..


AGNOSTİSİZM NEDİR




Tanrının varlığının "bilinemez" olduğunu ve konunun aklın sınırlarının dışında olduğunu savunan görüş.

Agnostisizm resmi olarak ilk defa 1800'lü yillarin sonunda ünlü biyolog T. H. Huxley tarafindan ortaya atilmistir. Bilinmezcilik olarak da tanımlanır. Agnostisizm, tanrının varlığının "bilinemez" olduğunu savunur. Dinlerin tanrıdan gelmediğini söyler ve dinlerin tanrısını da reddeder ancak başka bir tanrının, bir yaratıcının varolup olmadığının hiçbir zaman bilinemeyeceğini söyler. Bu bakımdan agnostisizm kendini, "kesinliklikle tanrı vardır" diyen teizmden de "kesinlikle tanrı yoktur" diyen ateizmden de ayrı tutar. Bir başka kategorilendirmeye göre ise agnostizm, ateizm kategorisi altında bir alt kategoridir. Geleneksel ateizm, pozitif ateizm adını alırken, agnostizm ise negatif ateizmdir.

Doğu felsefesinde de agnostizme rastlamaktayız. 11. yy. da yaşamış İranlı şair Ömer Hayyam'ın aşağıdaki dörtlüğü, uzun felsefi yazılardan çok daha etkili şekilde agnostizmi anlatmıyor mu? Varlığın sırrı saklı senden, benden;
Bir düğüm ki ne sen çözebilirsin, ne ben.
Bizimki perde ardında dedikodu:
Bir indi mi perde, ne sen kalırsın, ne ben

İnsanın, kendi deneyimleriyle elde ettiği olguların ötesinde hiçbir şeyin varlığını bilemeyeceği bir gerçektir. Bizlere göre bilgi duyuların sonucudur ve duyular dışında bilgi edinemez ve herkes için geçerli bilgi olamaz.
Agnostiklere göre tanrının varlığı meselesi insan aklının ötesinde bir konudur. O halde böyle bir varlık hakkında konuşmak ve hüküm vermek de imkansızdır Her ne kadar bazı agnostikler tavırları ve yaşamları onların ateist olduğu izlenimini vermekteysede bir kısmı kendilerinin felsefi açıdan ateist olmadığını ifade etmiştir. Mesela ateist olarak bilinen ünlü düşünürlerden Bertrand Russell (1872-1970) felsefi açıdan kendisini agnostik olarak tanımlamıştır. Çünkü ona göre herşeye rağmen tanrının yokluğunu kanıtlıyacak bir delil mevcut değildir.
Huxley agnostik sözcüğünü hem geleneksel Yahudi-Hıristiyan tanrıcılığını, hem de tanrıtanımazlık öğretisini reddederek Tanrinin varlığı sorununu ortada birakan düsünürler için kullandı. Terim daha sonra geriye götürülerek bütün bilinemezci ögretileri kapsamıştır. Agnostisizm, tarihsel olarak bilimin denetiminden yoksun insan düsüncesinin düştüğü büyük yanılgılara bir tepki olarak ortaya çıkmıştır. İlk tepkiyi Yunan antikçağ bilgicilerinden duyumcu sofistler vermistir. Onlara göre bilgi duyularin sonucudur ve duyular disinda bilgi edinemez ve herkes için geçerli bilgi olamaz. İnsanın, kendi deneyimleriyle elde ettiği olguların ötesinde hiçbir şeyin varlığını bilemeyeceğini ileri sürer bu öğreti.






tekrar ifade ediyorum..

agnostizmin tanrı bilinemezdir ifadesi; nonteist insanların tanrı hakkında kesinleşmiş yargılarına karşı yani bildiğini zannetme yanılgısına karşı söylenmiş bir ifadedir.. aynı teizmin söylemlerine karşı ateizmin duruşu gibidir.. yoksa tanrı kavram olarak bilinemez anlamımda değildir.. çünkü kavram olarak tüm dünya insanlığı tanrı kavramını bilir zaten..

paslıçivi
15-12-2009, 08:57
Ateist tanrısız yapabilen kişidir. Bu sadece sosyal hayat değil, düşünsel hayatında da böyledir. Ateist için Tanrı anlamsızdır. Ne bilinebilirdir, ne bilinemezdir, ne vardır nede yoktur. Bu kendi özgülünde böyledir ama taraflarca konumlanış zorunlu olarak değişir. Teist baskı olduğu sürece karşı-duruşda olacaktır. Burada önemli olan politik kalkışmayı düşünsel alana indirgememektir. Ben çocuğuma bu güne kadar tek bir kez olsun tanrı adı anmış birisi değilim. Çünkü gündelik hayatımda, düşünsel hayatımda kendi özgülümde bir anlamı, bir karşılığı olmayan bir şeyden nasıl bahsedebilirim? Dinsel dogmalara, gündelik baskılara karşı ise kişi inandıklarıyla değil bilinci ile mücade edebilir. Burada duyacağımız en önemli kaygı bu olmalıdır politik angaje değil.


ateist tanrısız yapabilen kişidir ama tüm dünyanın böyle bir lüksü yok.. herkes bilinçaçıklığına göre bir yaşamda tatmini bulabilmesi ve hayatı anlamlandırabilmesi için bir inanca ihtiyaç duyar.. teist baskıya karşı hemfikir olduğumuzu söyledim ama nonteist tanrı inancına karşı bir fikir/zihin tartışmasına girmeniz bile tanrı kavramı üzerinde çok keskin bir taraftar olduğunuzu gösteriyor.. size ne deistin panteistin tanrısından.. işte agnostizmin farkı burda ortaya çıkar.. nonteist tanrı kavramına taraf değildir, herhangi bir tarafta yer almaz ve bu yer alıp birbirine düşen insanların durumuna bakıp tanrı bilinemezdir deyip varlığı yokluğu üzerinde tartışan bu fikirlerin dışında kaldığını ifade eder..

siz çocuğunuza tanrı kavramından bahsetmiyorsunuz.. ama bu çocuk sizin tekelinizde değil.. annesi var, akrabaları var, evinde kitlesel yayın yapan medya var, önünde evrensel paylaşım bilgisayar/internet var, gittiği okul var, orda öğretilenler, öğretmenleri arkadaşları var... çocuk tüm bunların eşliğinde 18 yaşına kadar bir zihin bombardımanına tutuluyor.. çocuğu dış dünyadan uzak bir fanus içinde yetiştirme şansımız olasılığımız yok... bu zihin bombardımına en savunmasız ve bilincinin olgunlaştığı dönemde maruz kalıyor.. 18 yaşına geldiğinde birey bilincinden uzak dünyaya geldiği meradaki sürünün bir koyunu olup çıkıyor.. tüm dünyanın üzerinde tartışmasız kabulettiği evrensel kavramlarla(bilgi) birlikte bir de aslında bilmediği ama bildiğini zannetiği inançlarla bir yer taraf olmak zorunda olan programlanmış bir robota dönüşüyor..

işte benim hastalık dediğim şey budur.. bu zihin aktarımıdır, bu bombardımandır.. ve bu aktarılan zihnin içinde en önemli iki katman var ki bugün dünya insanlığının yaşamını cehenneme çeviren etnik/milli kimlik ile tanrı/varoluş/ölüm sonrasından oluşan şeytan üçgeninden kurgulanan inanç katmanı.. bu iki katman ayrı ayrı çok önemli olduğu gibi ikisi biraraya gelince vatan/millet/vatan sınırları/şehitlik/cennet/yeniden güzel doğumlar gibi kişiyi insanlık bilincinden tamamen uzaklaştırıp çok ilkel bir canlı türü gibi davranmasına neden olmaktadır..

bugün dünyanın neresine giderseniz gidin vatanı milleti/etniği uğruna savaşmak inanç katmanıyla harmanlanıp ya da onur gurur gibi kavramlarla cilalanıp kutsanıp ölümüne savunulmak zorunda olan bir şeymiş gibi aktarılır zihinlere.. o yüzden herkes, her etnik, her millet kendi davasında haklıdır.. herkes verdiği bu insanlıkdışı savaşta kendinden olmayanı öteleyip dışlar ve karşı taraf her zaman düşmandır.. aslında savaştığı canlı da kendisi gibi basit bir insan türüdür sadece..

aralarındaki tek fark; farklı coğrafyalarda dünyaya gelmiş olmanın verdiği farklı zihin aktarımları/bombardımanıdır..

spartacus
15-12-2009, 19:15
ateist tanrısız yapabilen kişidir ama tüm dünyanın böyle bir lüksü yok.. herkes bilinçaçıklığına göre bir yaşamda tatmini bulabilmesi ve hayatı anlamlandırabilmesi için bir inanca ihtiyaç duyar.. teist baskıya karşı hemfikir olduğumuzu söyledim ama nonteist tanrı inancına karşı bir fikir/zihin tartışmasına girmeniz bile tanrı kavramı üzerinde çok keskin bir taraftar olduğunuzu gösteriyor.. size ne deistin panteistin tanrısından.. işte agnostizmin farkı burda ortaya çıkar.. nonteist tanrı kavramına taraf değildir, herhangi bir tarafta yer almaz ve bu yer alıp birbirine düşen insanların durumuna bakıp tanrı bilinemezdir deyip varlığı yokluğu üzerinde tartışan bu fikirlerin dışında kaldığını ifade eder..
:)

Elbette banane teistin tanrısından hatta ve hatta bu kelime bile bir biçimde hayali ürünlere, dogmalara, çeşitli inanç geliştirme biçimlerine ait bir kelime değil mi? Zaten ateist tanımını yanlış(teist) yorumlanmasından olsa gerek gidip, dolaşıp tanrısallığa kapı aralanıyor. Ateist kelimesinin kelime kökü ve anlamı dahi tanrısal olmamaktır, tanrıcılığın dışında olan alternatiftir, hayat biçimidir. Gündelik hayatda nasılki teizm dışında kalan topluluklar üzerlerindeki baskıya tepki geliştirmekteler, teistin temel dayanaklarını ele almaktalar, ateistde bu açıdan ele almaktadır, bu farklı anlamlara indirgenemez. Bir hayali ürünle, dogma ile kişiler inanç geliştiriyorsa kim ne diyebilir ancak kişilerin inançlarının kullanımı temelinde insan ve toplum hayatına mal olan, ona etkiyen, yön veren, politik olarak insanların iradelerini hiçe sayan, insanların inançlarından hareketle onların inancını yine insanlara karşı bir köleleştirme, kullaştırma biçiminde ve dahi başka toplumlarada karşı kullanan dinlerede, onların temel silahlarınada, tanrısınada sonuna kadar karşı çıkılacaktır. Bu ne ateistin nede herhangi bir grubun nede inançlı yada inançsız ayrıdımı güdülecek bir şey değildir. Ayrıdımında olan her insanın insanlık görevidir.

durumuna bakıp tanrı bilinemezdir deyip varlığı yokluğu üzerinde tartışan bu fikirlerin dışında kaldığını ifade eder..

Oysa tam tersine bilinemezdir ibaresi ile ona bir ŞEY olma ayrıcalığı katarak, empoze olduğu teist tanrı inancını farklı biçimde dile getirirken, bu fikirlerin dışındalığını kabullenemeyişini başka biçimde ifade eder-daha doğrusu bir belirsizlik içinde zımnen inanç geliştirir-. Haliyle ki önceki yazımda nedenlerini de ifade ettiğim şekilde bu sadece bir inançtır ve bilimsellik taşımaz. Bilgi olabilmesi için gözleme, algıya ve bulguya, verilere dayanılacak özneye ihtiyaç vardır. Bilinemezdir kelimesi yükleyen -yüklem olmakla- kendi başına bir anlam taşımaz, öncelikle özneyi ortaya koymak gerekir.

Tekrar tekrar tekrar etmenin kime ne faydası olacaktır bilmiyorum ama yine tekrar edeyim. Ateist için Tanrı ne vardır, ne yoktur, ne bilinebilir nede bilinemezdir. Tanrı nın varlığı ne kadar anlamsız ise yokluğuda o kadar anlamsızdır. Bu kendi özgülündedir. Ateizmin kabullenilemeyen temel yönü tanrısızlığıdır, tanrısalcı olmayışıdır. Bu deistler içinde, agnostikler içinde, panteistler içinde böyledir. İtirazların kaynagı burasıdır.

siz çocuğunuza tanrı kavramından bahsetmiyorsunuz.. ama bu çocuk sizin tekelinizde değil.. annesi var, akrabaları var, evinde kitlesel yayın yapan medya var, önünde evrensel paylaşım bilgisayar/internet var, gittiği okul var, orda öğretilenler, öğretmenleri arkadaşları var... çocuk tüm bunların eşliğinde 18 yaşına kadar bir zihin bombardımanına tutuluyor..

sevgili paslıçivi dolaşmayalım. Siz BENim hakkımda ve benim irademde olan şeyler için fikir yürüttünüz bende kendimden örnek verdim. Eğer bu yaklaşımı bilinçli yapmıyor iseniz söylemlerinize ve üzerinde durduğunuz minvale göre söylenmiş şeyleri eğip bükmeyiniz. Hem çocuklarımızı tanrısallık ile yetiştirmeyelim diyeceksin hemde hem senin hemde benim irademden bağımsız ortak koşulları sanki iradelerimizdeymişde ben dile getirmemişim gibi işleyeceksin. Bu paragrafı böyle talihsiz biçimde bir karşıt görüş şeklinde sunmaktansa normal bir sunumla dile getirseniz daha anlamlı olacaktı. Bende size katıldığımı dile getirmiş olacaktım.

İnanç konusuna gelince, inanç metafizik, fizik ötesi ve bilgiye dayanmayan özellik taşımamalı. İnanç tanrı kelimesinin tekelinde olmadığı gibi ne dinsel görüşlerin ne dogmatik sanrıların tekelinde görülemez, ve nüvesi bu düzeye indirgenemez. Herkes gündelik hayatında eldeki verilerinin dışında yada eldeki verilerine dayanarak inanç geliştirebilir. Bu çok çeşitli şeyler için geçerlidir. Mesala umudun olduğu yerde inançda gelişir. Neden çünkü umulur ki, inanç gelişsin. Demek ki inanç illa zihinlerimizde kastlaşmış bir tanrı için değildir.

Dinsel dogmalara karşı duruşlar, dinsel-politik dayatımlar dışında, ve bu savların dayatımları dışında ne tanrının varlığı nede yokluğu anlamsızdır. Burada ele aldığım şey tanrı değil teistin savlarıdır, zihinsel iddialardır. Bu minvalde ele alırım ve merkeze savları, onunda merkezine savların merkezini, yapıtaşını koyarım. Her zaman demişimdir yine diyorum, inanmak aldanmanın öbür yarısıdır. Birisi yoksa diğeride yoktur.

Ateist açısından Tanrının varlığı yokluğu hangi düzlemde olduğu ortadadır. Dolayıısyla böylesi bir ikilimden kaçmak namına bilinemez yollu bir inanç geliştirilemez. Zaten teist sav -sözde- bilinebilir olduğu temelinden ilerler. Bilinemez olması için zaten bilinebilir-adlandırılmış, tanımlanmış, şey düzeyine yükseltilmiş- olması gerekir. Çünkü burada tanrı öznedir. nedir bilinemeyecek olan? cevap:Tanrı. İşte bildin.

paslıçivi
16-12-2009, 09:20
Tanrısallık parantezinize ateizm aldığınızda ateizm eğrelti dururken bu parantezin dışına ittiğiniz agnostizm ise tam tersine parantezin bir parçasıdır.

evet agnostizm tanrısallık parantezinin içinde gibi durmaktadır ve içindedir de zaten.. çünkü bize yansıyan varlığın/evrenin bütününü henüz göremiyoruz, bilemiyoruz.. o yüzden bilmediğimiz konularda ahkam kesmenin, kesin yargıya varmanın doğru olmadığını herşeyin, her olasılığın mümkün olabileceğini ifade etmek içindi bu işler bilinemez deriz..

yani agnostizm; deistin panteistin tanrıcılığını; varlığın/bütünün açıklanmasında sonsuz sayıdaki olasılıktan sadece 2 tanesi olarak algılar.. bunlar mümkün olabilir der, olasılıklara dahil eder.. aynı ateizmin anti-tanrıcılığını olasılıklar içine dahil ettiği gibi.. agnostizm, deistin panteistin tanrıcılığını reddetmediği gibi ateistin anti-tanrıcılığını da reddetmez.. agnostizm, negatif ateizmdir aynı zamanda..

klasik agnostizmin tanımında pek rastlamadım şimdiye kadar ama ben varlığı/bütünü açıklamaya çalıştığımda ateizm/deizm/panteizm dışında daha binlerce olasılık sıralayabilirim ve bu olasılıklar içinde tanrı figürü olabilir de olmayabilir de, hatta tanrı dışı daha bir çok, bizden farklı/üstün/hakim varlıklara yer verebilirim ama bunlar benim zihnimde aynı ateistin deistin panteistin yaklaşımlarına ne kadar değer/olasılık oranı veriyorsam o kadardır.. ne bir değer yukarı ne bir değer aşağı.. çünkü nasıl tanrı insan hayalinin bir ürünü ise benim de hayalimde canlandırıdığım her türlü iradede de bir hayal ürünüdür..

teist hazırcıdır, doğduğu coğrafyadaki önüne konan hayale hazıra konar/benimser, çünkü bilinçaçıklığı daha üstünü algılamaya müsait değildir.. nonteist bu hazır hayali beğenmez kendi kişisel hayalini kurar, çünkü bilinçdüzeyi bu dogmayı kabuletmeyecek ya da kıracak düzeyde yükselmiştir..


Hiç bir şey bilmediğimiz bir şey için bilinemezlikden bahsetmek anlamsızdır.

bizim bahsettiğimiz bilinemezlik de bu zaten.. bak siz kendi ifadenizde de dile getirdiniz.. hakkında hiçbir şey bilmediğimiz tanrı kavramından bahsediyoruz, kavram olarak insan zihninde varolan/bildiğimiz ama hakkında hiçbir şey bilmediğimiz şeydir tanrı.. o yüzden hakkında hiçbir şey bilmediğimiz bir kavram hakkında varlığı yokluğu üzerinde bir fikir beyan etmek çok anlamsızdır, akılcılıktan uzaktır..

tanrı kavram olarak tüm dünya insanlığı tarafından bilinir.. teisti de bilir, ateisti de, budisti de, müslümanı da, deisti de, hristiyanı da, hindusu da, agnostiği de.. ama bunların içinde agnostizm haricinde herkes sorulduğunda tanrı kavramı hakkında sabitlenmiş bir fikre/inanca sahiptir.. kavram olarak bildiğimiz ama kendisi hakkında hiçbir şey bilmediğimiz bir şey üzerinde bir fikri sabitlemek çok anlamsızdır.. teizm düzeyindeki bilinç açıklığı olan bir insana inancının koca bir saçmalık olduğunu gözüne soka soka gösteririm ama nonteizm bilinçaçıklığında bir insanın tanrı kavramı yaklaşımı/fikri hakkında yapabileceğim en akılcı/bilimsel duruş bilinemez dememdir.. bunun ötesinde elimden bir şey gelmez..

günümüzde teizm fikri/dayatmacılığı ortadan kalktığında ateizm nasıl kendiğinden buharlaşıp yokolacaksa, nonteizm(ateizm/deizm/panteizm) fikri ortadan kalktığında da agnostizm kendiliğinden buharlaşıp yokolacaktır..

çünkü agnostizmin bilinemez ifadesi teizme karşı değil nonteizme karşı bir duruşdur/pozisyondur..ateizmin yaratıcısı nasıl teist tanrısal yaklaşım ise, agnostizmin yaratıcısı da nonteist tanrısal yaklaşımdır..

Bilinemeyen şey nedir? sorusuna verilen yanıt nedir? tanrı. İşte inanç geliştirilmiş olan şeyde budur ve ardınca bilinemezdir denmektedir. Bilinemezdir demek inanç değilse teistin varsayımlarından öte ne gibi bulgulara sahipiz, ne gibi algılarımız, gözlemlerimiz var? Peki neyi gözlemledik? Tabiki teist in tanrısını ve inancını ötesi yok.



aslında bu paragraftaki ifadelerinize bir üstte cevap vermiş oldum.. bilinemeyen şey tanrı değildir.. ateistin/deistin/panteistin yani nonteist tanrı odaklı yaklaşımlarıdır, bilinemez dediğimiz şey..

agnostizm; teizmi net bir şekilde reddetmiştir, bilinemez derken teizme ucundan kıyısından dokunmaz.. ifadesi net bir şekilde nonteizme yöneliktir.. site anasayfadan verdiğim alıntıyı incelerseniz agnostizmin varoln dinleri ve onları ifade ettiği tanrıları(teizmi) reddettiğini göreceksiniz zaten..

teistin varsayımlarından öte

bu konu apayrı bir başlık altında konuşacağımız çok geniş bir konu.. daha önce de ifade ettiğim gibi teistin gözünün içine soka soka inancının saçmalığını, güzel bir rüyada olduğunu göstermeye hazırım.. bu konuda tüm dünya teizm düzeyindeki insanlara da ayrıca burdan hodri meydan çekiyorum.. ama kısaca şöyle değineyim.. ben her zaman söylediğim gibi teist/nonteist ifadelerine sıcak bakmam.. benim algılarıma göre teizm düzeyi bilinç açıklığı vardır, bir de nonteizm düzeyi bilinç açıklığı..

teizm düzeyi bilinç açıklığı; dünyaya geldiği coğrafyadaki organize dini inancı, yani kendisine yüklenen zihni kabul edip bunu kıramayan kişidir.. müslüman, budist, hristiyan, hindu, isevi, musevi, jaina vs.. daha önce örneğini yine bu topicte verdim.. bugün uzakdoğu dinlerinin bazılarında tanrıtanımaz bir yaklaşım hakimdir budizm ve bazı dalları tanrıtanımaz bir organize dini inançtır.. yani tanrıtanımaz bir budistle tanrı tanıyan bir müslümanın hristiyanın ya da çoktanrı tanıyan hindunun bilinç açıklığı açısından bir fark yoktur.. burda ortak payda tanrı figürü değildir.. ortak payda bilinaçıklığı düzeyidir.. yani sana yüklenen dogmada yaşayıp uyuyormusun yoksa uyanmaya başlayıp farkındalığın gelişmeye başlamış mı..

günümüzde dünya insanlığının yaklaşık %99u teizm düzeyi bilinç açıklığına sahiptir.. yani önüne konanı yemiştir.. yani hangi merada/otlakta dünyaya geldiyse o sürünün koyunu olmaktan çıkamamıştır.. yani proglanmış bir robot gibi yaşamaktadır.. yani çok derin bir uykuda rüya görmektedir.. yani körkütük sarhoş bir yaşam sürmektedir.. yani büyük bir farkındalıksızlıkla yaşamaktadır...

nonteizm düzeyi bilinç açıklığı; dünyaya gözlerini açtığı coğrafyadaki dogmayı kırabilme bilinç açıklığında olan kişilerdir.. tahminime göre dünya nüfusunun yaklaşık %1'i civarındadır.. yani dünyaynın herhangi bir coğrafyasında sokağa çıkıp rastgele 100 kişiye inancını sorarsanız alacağınız cevap muhtemelen 99 kişi coğrafyasındaki dogmayı 1 kişi de bu dogmanın dışındaki kişisel/nonteist inancını ifade edecektir.. bu oran avrupa amerika gibi hristiyanlığın egemen olduğu toplumlarda nonteizm düzeyi lehine biraz farklılık gösterecektir.. bunun sebebi de bu ülkelerde nonteizmin kısmi yükselişiyle birlikte bir sonraki nesile bu dogmanın artık güçlü bir şekilde zihin olarak aktarılmamasıdır.. yani bu zihin denen hastalıktan yavaş yavaş kurtulma çabaları/aşamaları vardır.. ama tabii bunu farkındalıkla yapmıyorlar o ayrı mesele..

yani avrupa amerika gibi ülkelerde nonteistlerin fazla olması bilinçaçıklarının bizden fazla olmasından dolayı değil zihin dediğim hastalıktan arınma sürecine girmiş olmaları sebebiyledir.. hastalık ortadan kalkınca sağlık kendiliğinden basitçe yerine gelmeye başalmıştır.. bir toplumda nonteist bilinç açıklığına sahip ne kadar fazla insan varsa onlar bu hastalığı bir sonraki nesile daha az aktarcağından/bulaştıracağından toplumda nonteistler artacaktır.. avrupa ve amerikada yaşanan durum budur..

nonteizm düzeyindeki bir kişi o derin uykudan uyanmaya başlamış kişidir.. önüne konan otu yememektedir, artık bir sürünü koyunu değildir, artık proglanmış bir robot gibi yaşam sürmez, körkütük bir sarhoş yaşamı yoktur.. ama tam bir uyanıklık farkındalık içinde değildir henüz.. hala kendisine yüklenen zihinle mücadele etmektedir.. çünkü zihinsizlik dediğim düzeye erişmemiştir.. sadece varolan zihnini ikiye bölmüştür, bir parçası yüklenen dogma diğer parçası nonteist yaklaşımıdır.. ve bu ikiye ayrılmış zihin kendi içinde büyük bir savaş vermektedir.. sonradan ortaya çıkan nonteist parça hakim/egemen/dominat olmak için teist parçayla amansız mücadeleye girer.. bunu da en güzel örneği her coğrafyanın nonteisti kendi zihnindeki diğer teist parçayla olan mücadelesinde görürüz..

nasıl mı?..

müslüman zihinli bir nonteist islam/müslümanlarla,
hindu zihinli bir nonteist hinduzim/hindularla
hristiyan zihinli bir nonteist hristiyanlık/isevilik/hristiyanlarla,
budist zihinli bir nonteist budizm/budistlerle vs,
uğraşıp/çatışıp/tartışıp durur..

bu çatışmayı/savaşı vermesi için o coğrafyada yaşamasına ya da toplumsal bir dayatmaya gerek yoktur.. bugün dini baskıdan/dayatmadan uzak yaşayan ya da gayrimüslim bir ülkede hayatını sürdüren müslüman zihinli nonteist üyelerimizin hala islamla olan mücadeleleri buna çok güzel bir örnektir.. dediğim gibi savaş bu insanlarla değil zihnin kendi içindedir.. dünyanın neresine giderseniz gidin o zihni de yanınızda götürürsünüz çünkü.. ikiye bölünmüş zihin türkiyede de japonyada da antartikada da sizi rahat bırakmaz..

tüm bunların farkına varabilmek ve zihinsizlik dediğim aydınlanma/tam uyanıklık/farkındalık nonteizmden çok farklı bir düzey ve bilinçtir.. ve buna ulaşamnın yolu da derinlemesine yapılacak tedavidir, yani ilaçtır, yani medicinedir, kısaca meditasyondur... düşünerek, okuyarak, araştırarak, mantık kurarak bu farkındalığı elde edemezsiniz..

not: benim bu siteye ve yazılara ayıracağım zaman sabah saatleri olduğu için yazışmamız paralel gitmiyor.. tüm yazılarınıza cevap yazdıktan sonra siz de yazı yazarsanız paralel gidip aynı şeyleri tekrarlamamış oluruz.. yazılarımın bitmediğini yazı sonuna devam edicem diye ekliycem.. anlayışınız için şimdiden teşekkürler..

devam edicem

paslıçivi
17-12-2009, 06:27
Bir şeyin bilinemezliği, bilinebilir olmak durumundadır. Oysa tanrının bilinemezliği bilinebilir bir söz değildir, inançtır. Bilinemeyeceğini dahi bilemeyiz.

Varlığın bilinemezliğide öyledir. Bu dahi bir bilinebilirlik içermek zorundadır. Bilinebilirlik ve bilinemezlik iki karşıt ve aralarında bağ olmayan şeyler değil, iç içe iki şeydir. Birinin verileri diğerini olumlar, ikisininde birbirinden bağımsız tek başına varlığı söz konusu olamaz. Bilinemezlik, bilinebilirlik içerdiği ölçüde anlamlıdır. Bu anlamda bilinemezliği bilebilecek kadar gözlem, algı, veri edinmeyi koşullar. Bilemeyeceğimi bilmediğim bir şeyden(kelimenin salt anlamıyla şey) bahsetmem ancak hayalgücüm ve inanç temelinde olabilir. Dayanağım olmayan bir şey için bilgiden bahsetmem anlamsız olur.


bu zihin karmaşasını yaşamanızın sebebi dediğim gibi, bilmek inanmaka arasındaki farkın farkındalığı ve bilgi/bilmenin artık hakkettiği bilime teslim edilmesi (yani sınanabilinir, tekrarlanabilinir, tüm dünya insanlığının hemfikir olması) ve insanoğlunun somut ve soyut algıladığı herşeyi kavramlaştırmasının ardından bildiği ya da bildiğini zannettiği kavramların mutlak manada bilmek/bilgi/bilimin içinde olup olmadığının farkındalığına erişmekle mümkünür ancak..

kavramlaştırdığımız ve ve bir sonraki nesile zihin olarak aktarılan tanrının beynimizdeki yeri bilgi değildir.. sadece bir bir inputtur, girdidir, datadır..

varlığı 5 duyu organımızla algılar ve beyin denen organımızda sentezleyip analiz edip bir sonuca ulaşırız.. bu bilmek/bilgi değildir.. sadece kişisel algı çözümlememizdir ve sadece kişiyi bağlar..

varlıkta bize yansıyan algıladığımız somut ve soyut şeyler vardır..

somuttan örnek vermek gerekirse... elma denen şeye bir isim vermişizdir ve dünyanın neresinde giderseniz gidin tüm somut varlıklar gibi üzerinde varlığı/yokluğu şekli, şemali, özellikleri vs konusunda tartışmasız bir hemfikirlik vardır.. işte bu artık ham işlanmemiş bir data/input değil işlenmiş bir veriye yani bilgiye/bilmeye dönüşmüştür..

soyuttan örnek vermek gerekirse.. aşk, öfke, kaygı, hüzün, sevgi, akıl, zeka, korku, düşünme, duygulanma, zaman vs, beş duyumuza yansımayan ama algılayabildiğimiz ve beynimize giren inputların işlenip tüm dünya insanlığı üzerinde hemfikir olduğu yine kavramlaştırdığımız soyut şeylerdir.. bunlar da ham veri olmayıp bilgidir/bilmedir..

şimdi soyutun asıl kafa karıştıran, zihin karmaşası yaşatan inanç(bildiğini zannetme yanılgısı)boyutuna gelelim.. tanrı, ruh, ölüm sonrası, cin, peri, hayalet, melek, cennet, cehhenmem, yeniden doğumlar, karma yaşamlar, varoluş/yaradılış hikayeleri vs.. insanlık hayal kurarak bu şeyleri "var" yapıp "ol"durmuştur ve kavramlaştırmıştır.. tüm dünya insanlığının(teizm/nonteizm) beyninde bu yukarda saydığım kavramlar input olarak vardır.. bu bilmek/bilgi değildir.. bu bir şeyi öğrenmektir.. yani dünyada sözü geçen bir kavramı beyine data olarak girmek.. evet bunun adı bilmek değil öğrenmektir.. beyine girilen bu soyut ham dataların işlenip benlik(sahte olanı;)) yönetiminde bildiğini zannetme olan kati bir karara varılması, taraf olunması da bilmek değil inanmaktır...

inanmak aklın/sorgulamanın teslimiyetidir, varolan soyut bir kavram hakkında emin olmaktır.. emin olmak, bilmek değildir.. sadece kişisel bir yargıya/sonuca aklın teslimiyetidir.. bildiğini zannetme yanılgısıdır.. bugün teizmden nonteizmin agnostizm kısmına kadar olan bilinç açıklığında olan insanlar bu soyut kavramlar hakkında sabitlenmiş bir fikre sahip olup bu fikirlerini bildiğini zannetme yanılgısı, zihin karmaşası olan inanmak/emin olmak posizyonunda yaşamaktadır...

bir müslüman; allahın varlığından, muhhammedin onun elçisi olup kuranın allah tarafından yazdırılıp öldükten sonra cennet/cehhenem kavramlarından emindir..

bir isevi; isanın tanrının yeryüzünde şekil/vücut bulmuş bir hali olduğundan ve incilin rab/tanrı tarafından yazıldığından emindir..

bir ateist; bir tanrının olmadığından, ölüm sonrası yaşam olmadığından emindir..

bir budist; yaratıcı bir tanrı olmadığından ve budhanın öğretileri eşliğinde yaşayanların ölümden sonraki sonsuz yeniden doğumlarında ona göre hayat bulcaklarından emindir..

bir panteist; evrenin zaten kendisinin bir tanrısal yapısı olduğundan emindir..

bir yahudi; museviliğin tek hak din, musanın tanrının tek gerçek elçisi olduğundan ve tevratın tanrı tarafondan yazdırıldığından emindir..

bir deist; dinlerden özgür bir tanrı figürünün varlığından emindir.. vs..

bu yukarıda saydığım kişilerin bir ortak özelliği daha vardır.. bu emin oldukları yani bildiğini zannettikleri inançlarını mutlak manada doğru olarak algılayarak, kendi inancı dışındaki varolan tüm teist/nonteist inançların bir yanılgı/hurafe/aldanma/şeytan işi olduğundan yine adı gibi emindir..

örneklemek gerekirse..

bir müslüman; gayrimüslim bir teist/noteistle empati kurması imkansızdır.. ona göre islamiyet dışındaki her türlü inançlar büyük bir yanılgıdır, aksini düşünmesi bile imkansızdır..

bir ateist; ateizm dışındaki her türlü inancın bir hayal ürünü olduğunu, herşeyin maddeden ibaret olduğunu, bunu aşan hertürlü fizik ötesi kavramın bir rüya bir aldanma olduğundan emindir, kendi inancı hakkındaki diğer inançlara en ufak bir olasılık vermez zihninde.. ve aksini düşünmesi bile imkansızdır zaten..

bir musevi; musevilik dışındaki tüm inançların büyük bir aldanma/yanılgı olduğundan emindir, bir budist; budizm dışındaki tüm inançların bir aldanma olduğundan adı gibi emindir..

siteye geldiğim günden beri söylediğim bir şablon var...

benim inancım hakikat, diğerleri aldanma/yanılgı/şeytan oyunudur..

bu şablonu tüm teist/nonteist inançlı insanlara birebir uyacak şekilde giydirebilirsiniz..

"bir tanrı vardır" demekle "bir tanrı yoktur" demek arasında hiçbir fark yoktur, "ölüm sonrası yaşam var" demekle "ölüm sonrası yaşam yok" demek arasında hiçbir fark yoktur.. bunlar tamamen soyut kavramlardır ve sadece ham bir input olarak beynimizde vardır.. yani öğrenmişizdir, bu bilmek değildir..

bugün afrikanın balta girmemiş ormanlarında yaşayan ilkel bir kabilenin atom bombası ya da uzaya gidildiğinden haberi olmaması bunların bir bilgi olmaktan çıkarmaz, sadece öğrenilmemiş olduğunu gösterir, yani beyine ham bir input/data olarak henüz girilmemiştir.. ama bir atom bombasının varliğı, uzaya gidilmesi; tüm dünya insanlığı gözüönünde sınanabilinir, tekrarlanabilinir ve tartışmasız hemfikir olduğu kanıtlanabilecek şeylerdir.. işte bilgi/bilmek budur...

varlık bilinemez ifadesi tüm dünya insanlığının teist/noteist tayfası hepsine karşı söylenmiş bir ifadedir.. çünkü bu teist/nonteist tayfa varlığı/bütünü; ucundan kıyısından bildiğini zannederek bir deklerasyonda bulunarak yaşamaktadır.. varlık bilinemez ifadesinin geçerliliğini yitirmesi ya da yokolup buharlaşması için insanlık denen bu muazzam kalabalığın tam olarak uyanması, keskin bir farkındalığa erişmesi ve aydınlanması gerekmektedir..

ve insanlığa yansıyan, insanlığın algılayıp yansıttığı varlık hakkındaki deklarasyon, tek olmadığı sürece, yani tüm insanlık bu konuda tartışmasız hemfikir olmadığı sürece herkes kendi toplumsal ya da kişisel rüyasında umudunda yani farkındalıksızlıkla mışıl mışıl uyumaya devam edecektir.. ve tüm bunları size yaptıran sizi uyutan sahtebenliğinizdir/egonuzdur... çünkü varlığın sana dayattığı "hayatta kal ve soyunu devam ettir" emrini uygulayabilmen için varlığı ucundan kıyısından bildiğini zannederek yaşamak zorundasındır.. çünkü sen bir bitki ya da hayvan değilsin.. onun böyle bir derdi yoktur.. çünkü bilinç kavramını evrimleştirememiştir.. o yüzden o sadece bu "hayatta kal ve soyunu devam ettir" emrini bilinçten uzak içgüdü dediğimiz kavramla yerine getirir..

çünkü varlığın tek bir derdi/amacı vardır.. canlılığın her şartta devam etmesi..

paslıçivi
17-12-2009, 06:59
An itibariyle derken, an bizi sınırlamaz çünkü an hareketi sınırlayamaz, an dediğimiz durmaksızın varolan hareketin içerisinde olşturduğumuz farkındalıktır. Hiç bir farkındalığımız hiç bir emare kalıcı değildir ve iradelerimizden bağımsız olarak sürekli hareket halindedir. Ne sonsuzluk, ne zaman nede başka ölçeklerimiz doğada hali hazırda doğal olarak var olan değil, sadece bizlerin farkındalıklarımızı birer emareye-belirime-ize dönüştürerek kıyas oluşturabilmemiz, algılarımızı tanımlayıp ifade edebilmemiz için oluşturduğumuz, farkındalıklarımızı belirli bir sistematikle referans noktaları olarak belirlediğimiz, refransıda farkındalıklar temelinde doğaya dayanan, bize ait olan ölçeklerimizdir. Bizim ölçeğimiz akışını çözemediğimiz bir suya bıraktığımız bir çöp ile bıraktığımız yer arasındaki farktır. Ne o akış benim bıraktığım çöpün gidişatına nede bıraktığım yer arasındaki mesafe farkına bağlıdır. Ortada olan sürekli hareket, maddelerin biribiri ile olan sürekli ilişkisi, sürekli etki-tepki ve hatta hem içsel hemde dışsal bir harekettir. Biz ise hareketin belirli noktalarını referans alarak bir diğer noktası arasındaki farkı ölçekliyoruz. Bir referans noktası alamayacağımız, gözlemleyip algılayamayacağımız hiç bir şeyde bizim açımızdan ne bilinebilir nede bilinemez olarak ifade edilemez. Şey olduğunu bilmeden ne tanımlayabilir nede ifade edebilirim. Tanımsızdır.

Ateist içinde tanrı tanımsızdır, işlem yapılamaz.

burda yazdıklarınızın bir çoğuna katılıyorum, hemfikiriz. sadece tanrı sizin için tanımsızsa politize angajmana dönüşmüş teizm düzeyi bilinaçıklığına karşı mücadelemizi, savaşımızı sürdürelim, tüm dinlerden özgürleşmiş insanlar olarak.. dünya insanlığı için... ama burda sahtebenliğin tatmini için dinlerden özgür insanların tanrısal yaklaşımlarına fikir düşünce bazında bile olumsuz yaklaşmayalım.. zaten teizm denen illet hastalık insanlığı yeterince bölmüş ve birbirbirine kırdırmaya devam etmektedir, milli/etnik kimlik etiketiyle harmanlanarak... çünkü farkındalık aydınlanma dediğimiz şey sahtebenliğin tatmini değil, insanlığa ışık tutmaktır, insanlık barışına gidilen bir yoldur, süreçtir, bilincin evrimidir, bir idealdir.. insanlığı bölmek değil..

Elbette banane teistin tanrısından hatta ve hatta bu kelime bile bir biçimde hayali ürünlere, dogmalara, çeşitli inanç geliştirme biçimlerine ait bir kelime değil mi? Zaten ateist tanımını yanlış(teist) yorumlanmasından olsa gerek gidip, dolaşıp tanrısallığa kapı aralanıyor. Ateist kelimesinin kelime kökü ve anlamı dahi tanrısal olmamaktır, tanrıcılığın dışında olan alternatiftir, hayat biçimidir. Gündelik hayatda nasılki teizm dışında kalan topluluklar üzerlerindeki baskıya tepki geliştirmekteler, teistin temel dayanaklarını ele almaktalar, ateistde bu açıdan ele almaktadır, bu farklı anlamlara indirgenemez. Bir hayali ürünle, dogma ile kişiler inanç geliştiriyorsa kim ne diyebilir ancak kişilerin inançlarının kullanımı temelinde insan ve toplum hayatına mal olan, ona etkiyen, yön veren, politik olarak insanların iradelerini hiçe sayan, insanların inançlarından hareketle onların inancını yine insanlara karşı bir köleleştirme, kullaştırma biçiminde ve dahi başka toplumlarada karşı kullanan dinlerede, onların temel silahlarınada, tanrısınada sonuna kadar karşı çıkılacaktır. Bu ne ateistin nede herhangi bir grubun nede inançlı yada inançsız ayrıdımı güdülecek bir şey değildir. Ayrıdımında olan her insanın insanlık görevidir.



sanırım burda bana ne deistin panteistin tanrısından diyecektiniz.. yoksa teistin tanrısına hepimiz karşıyız.. çünkü teizmin bu tanrı ve/veya organize inancı/dini insanlık üzerinde politik bir baskı aracı ve dünya insanlığı arasında bölücülük, ayrımcılık ve ilkel bir bilinç düzeyinde yaşam getiriyor.. benim ifademle; insanın, insana, insan diyesi gelmiyor..

dünyada insanlığın geçmişine ve bugününe baktığımızda insanlık buysa ben insan denen canlı sınıfında olmak istemiyorum, net bir şekilde reddediyorum.. nasıl zamanında islamiyeti ve bir süre sonra türklüğümü reddettiysem insanlığımı da reddediyorum.. basit bir bitki ya da zararsız bir hayvan olmayı yeğlerim, şayet insanlık buysa...

paslıçivi
17-12-2009, 08:11
Tekrar tekrar tekrar etmenin kime ne faydası olacaktır bilmiyorum ama yine tekrar edeyim. Ateist için Tanrı ne vardır, ne yoktur, ne bilinebilir nede bilinemezdir. Tanrı nın varlığı ne kadar anlamsız ise yokluğuda o kadar anlamsızdır. Bu kendi özgülündedir. Ateizmin kabullenilemeyen temel yönü tanrısızlığıdır, tanrısalcı olmayışıdır. Bu deistler içinde, agnostikler içinde, panteistler içinde böyledir. İtirazların kaynagı burasıdır.


bakın agnostizm oldukça üst düzey bir bilinç seviyesidir.. o yüzden bu sitedeki tartışmalarda zaman zaman kendini agnostik sananlar diye bir ifade kullanırım.. ve bazı arkadaşlar bana kızar..:puke:

çünkü varolan organize inançlara/dinlere/tanrılara "bilinemez" olarak algılarlar agnostizmi.. diğer bir ifadeyle islamiyetin allahtan gelip gelmediği bilinemezdir, semavi dinlerin tanrısı bilinemezdir, cennet cehennem bilinemzdir, olarak algılayıp yansıtırlar agnostizmi.. bu agnostizm değildir, bu inançlı bir insanın şüpheciliğinin artmasından başka bir şey değildir.. agnostizm; varolan gelmiş geçmiş tüm teizm düzeyindeki dinleri, öğretilerini ve onların ifade ettiği tüm tanrıcılığı net bir şekilde reddetmiştir..

agnostizm; daha önce de söylediğim gibi negatif ateisttir aynı zamanda.. ateistin tanrısızlığını reddetmez ve nasıl varlığı sorgulamada deizmi panteizmi olasılıklar içine dahil ediyorsa aynı oranda ateizmi de olasılıklar içine dahil eder.. ve tüm bu yaklaşımları dahil ettikten sonra bunlar bilinemez diyerek bunu tartışmanın anlamsızlığını, akılcılıktan uzak olduğunu göstermeye çalışarak tarafsız kalır..

bir agnostiğin ateizme/deizme/panteizme karşı duruş mesafesi eşit orandadır.. yani sizin algıladığınız tarzda deizm ve panteizme daha yakın ama ateizme karşı çok karşı sert/uzak mesafede değildir.. çünkü bu 3 nonteist tanrısal yaklaşım; kavram olarak bilinen(beyinde ham data) tanrı hakkında kat'i karara varmış ve bildiğini zannetme yanılgısyla deklarasyonda bulunmaktadır.. işte agnostizm bu bu 3 nonteist tanrısal deklerasyona "bilinemez" diyerek tanrısal her türlü negatif/pozitif tarafın, tartışmanın dışında kaldığını beyan etmektedir.. agnostizm tanrı hakkında mutlak inançsızlıktır.. çünkü tanrı, beş duyumuza yansıyan bir nesnel/somut cisim değildir, bunun hakkında vardır, yoktur, şöyledir, böyledir, gibi her ifade ediş bir inançtır.. agnostik ve ignostik; bunlar bilinemez ve beni ilgilendirmez deyip bu anlamsız çatışmadan uzak kalır..

sevgili paslıçivi dolaşmayalım. Siz BENim hakkımda ve benim irademde olan şeyler için fikir yürüttünüz bende kendimden örnek verdim. Eğer bu yaklaşımı bilinçli yapmıyor iseniz söylemlerinize ve üzerinde durduğunuz minvale göre söylenmiş şeyleri eğip bükmeyiniz. Hem çocuklarımızı tanrısallık ile yetiştirmeyelim diyeceksin hemde hem senin hemde benim irademden bağımsız ortak koşulları sanki iradelerimizdeymişde ben dile getirmemişim gibi işleyeceksin. Bu paragrafı böyle talihsiz biçimde bir karşıt görüş şeklinde sunmaktansa normal bir sunumla dile getirseniz daha anlamlı olacaktı. Bende size katıldığımı dile getirmiş olacaktım.



sevgili spartacus.. amacım burda "bu iş bizim iradelerimizde de siz dile getirmediniz" değildir tabii ki.. siz bunu dile getirseydiniz ben de size katılmış ve hemfikir olduğumuzu söylerdim zaten.. benim burda bu konuya biraz daha fazla açılım getirmemdeki amaç varolan durum tesbitinden başka bir şey değildir.. hakikati siz söylemişsiniz ben söylemişim tarzında bir sidik yarışında olmadığımı ifade ettim size..

bu açılımı niçin dile getirme ihtiyacı hissettim.. insanlık birey olarak bu dogmaları bir sonraki nesile/çocuklarımıza kişisel olarak aktarmayabilir ama bu yeterli değildir demeye çalışıyorum.. çünkü bahsettiğim gibi çocuklarımızı bir fanusun içinde yetiştirme şansımız yok, mutlaka bir insan topluluğu içinde yaşayıp zihin bombardımına maruz kalacaktır.. şayet bunu bu haline bıraktığımızda zaten binlerce yıldır varolan argo tabirimle s.ke s.ke bilinç evrimine devam edeceğiz.. yani zihin kaosunda yaşayan insanoğlu birbirini kırarak, bölerek, öldürerek bilinç evriminde varlığın dayatmasına teslim olacaktır.. oysa insan denen canlı bazı konularda varlığın dayatmasına karşı gelebilecek bilinç düzeyine; kaostan düzene doğal evrim süreci de değil de kendisi bazı şeyleri farkederek ve neşteri vurarak, müdahele ederek üst insan bilincine geçebilir demeye çalışıyorum.. o yüzden aktarılan bu bilgi dışındaki şeylerin zihin denen illet bir hastalık olduğundan bahsediyorum..

zihinden hastalık diye bahsederken bildiğimiz tüm tıbbi hastalıklar gibi bir sınıflandırmaya sokuyorum.. yani fenerbahçenin hastasıyım, gözlerinin hastasıyım tarzında değil..:becky:

yani ciddi ciddi medikal olarak tedavi edilebilir bir hastalıktır bu zihin dediğim şey.. aynı mide ülseri gibi, grip gibi, şizofreni gibi vs... ve bu hastalığın şimdilik tek tedavisi meditasyondur ama tıptaki gelişmelerden çok umutluyum diyorum.. buna kişisel gözlemlerim de dahil..

zaman gelecek; insanlığı zamanda/zihinde/inançta yaşatmaya zorunlu kılan bu uyuşturucu, insan türünün soyunu tehdit eden ölümcül ve nesilden nesile aktarılan bulaştırılan bu zihin dediğim hastalık medikal/tıbbi olarak tedavi edilebilecektir.. demeye çalışıyorum..

paslıçivi
17-12-2009, 08:56
İnanç konusuna gelince, inanç metafizik, fizik ötesi ve bilgiye dayanmayan özellik taşımamalı. İnanç tanrı kelimesinin tekelinde olmadığı gibi ne dinsel görüşlerin ne dogmatik sanrıların tekelinde görülemez, ve nüvesi bu düzeye indirgenemez. Herkes gündelik hayatında eldeki verilerinin dışında yada eldeki verilerine dayanarak inanç geliştirebilir. Bu çok çeşitli şeyler için geçerlidir. Mesala umudun olduğu yerde inançda gelişir. Neden çünkü umulur ki, inanç gelişsin. Demek ki inanç illa zihinlerimizde kastlaşmış bir tanrı için değildir.


bahsettiğiniz konuya bu topiğin başında başka bir arkadaş değinmişti.. uzaktaki kızının iyi olduğuna inanmak, sezon başında tuttuğu takımın şampiyon olacağına inanmak gibi örnekler vererek.. evet bunlara da inanç diyoruz.. hatta hepimiz ben/sen/o bu işi başarabileceğimize inanıyoruz gibi ifadeleri günlük yaşamımızda kullanırız.. burdaki inanç diye tabir ettiğimiz kavramlar tüm dünya insanlığını bağlamayan, yani evrensel olmayan kişisel gündelik yaşamımızdaki umutlarımızın gerçekleşme isteğidir basitçe.. ve bunlar bilinemez dediğimiz kategoriye girmez.. yaşamında bekleyerek umudunun/inancının gerçekleşip gerçekleşmediğini görebilir ve gösterebilirsin.. yani ölüm sonrası, tanrı gibi bilinemez kavramlar üzerine kurgulanmamıştır.. o yüzdendir ki tüm dünya insanlığı açısından bölücülüğü ayrımcılığı olmadığı için bir önem arzetmez.. yani bu bahsetiğimiz şeylere inanç da diyebiliriz umut da ya da başka bir şey de.. dediğim gibi hiç bir önemi olmayan şeylerdir bunlar..

Dinsel dogmalara karşı duruşlar, dinsel-politik dayatımlar dışında, ve bu savların dayatımları dışında ne tanrının varlığı nede yokluğu anlamsızdır. Burada ele aldığım şey tanrı değil teistin savlarıdır, zihinsel iddialardır. Bu minvalde ele alırım ve merkeze savları, onunda merkezine savların merkezini, yapıtaşını koyarım. Her zaman demişimdir yine diyorum, inanmak aldanmanın öbür yarısıdır. Birisi yoksa diğeride yoktur.


bu söylediklerinize katılıyorum..

Ateist açısından Tanrının varlığı yokluğu hangi düzlemde olduğu ortadadır. Dolayıısyla böylesi bir ikilimden kaçmak namına bilinemez yollu bir inanç geliştirilemez. Zaten teist sav -sözde- bilinebilir olduğu temelinden ilerler. Bilinemez olması için zaten bilinebilir-adlandırılmış, tanımlanmış, şey düzeyine yükseltilmiş- olması gerekir. Çünkü burada tanrı öznedir. nedir bilinemeyecek olan? cevap:Tanrı. İşte bildin.


bu son paragrafınıza ayrıntlı cevap vermiyeceğim.. çünkü bilinemez dediğim şeyin izole anlamda tanrı kavramı olmadığını, nonteist tanrısal deklerasyonlara taraf olunmadığını ifade etmek için olduğunu daha önce dile getirdim..

agnostizm bir inanç değil, duvarın arkasında olan ve bizim 5 duyumuza yansımayan ve algılayıp yansıtamadığımız her türlü olasılığa eşit mesafede durulması gerektiğini söyler.. zihne düşen düşmeyen ama 5 duyumuza yansımayan kişisel her hayalimiz, her kavram duvarın arkasındadır ve bilinemezdir...

bir agnostiğin; dünya denen gezegen dışında bizden daha üstün canlıların gezegenimizi bir deney laborutuvarı gibi kullanmaları olasılığına yaklaşım mesafesiyle, bir ateizme bir deizme bir panteizme yaklaşım mesafesi eşittir.. hepsi eşit oranda mutlak gerçek/hakikat olma olasılığı olan basit bir olasılıktır sadece.. ve bu sonsuz sayıdaki olasılıktan hangisinin mutlak manada gerçek/hakikat olduğu bilinemez der, agnostizm..

spartacus
17-12-2009, 11:19
bahsettiğiniz konuya bu topiğin başında başka bir arkadaş değinmişti.. uzaktaki kızının iyi olduğuna inanmak, sezon başında tuttuğu takımın şampiyon olacağına inanmak gibi örnekler vererek.. evet bunlara da inanç diyoruz.. hatta hepimiz ben/sen/o bu işi başarabileceğimize inanıyoruz gibi ifadeleri günlük yaşamımızda kullanırız.. burdaki inanç diye tabir ettiğimiz kavramlar tüm dünya insanlığını bağlamayan, yani evrensel olmayan kişisel gündelik yaşamımızdaki umutlarımızın gerçekleşme isteğidir basitçe.. ve bunlar bilinemez dediğimiz kategoriye girmez.. yaşamında bekleyerek umudunun/inancının gerçekleşip gerçekleşmediğini görebilir ve gösterebilirsin.. yani ölüm sonrası, tanrı gibi bilinemez kavramlar üzerine kurgulanmamıştır.. o yüzdendir ki tüm dünya insanlığı açısından bölücülüğü ayrımcılığı olmadığı için bir önem arzetmez.. yani bu bahsetiğimiz şeylere inanç da diyebiliriz umut da ya da başka bir şey de.. dediğim gibi hiç bir önemi olmayan şeylerdir bunlar..


Evet ama özünde tanrı inancıda bunlara benzerlik gösterir. Tanrı inancını farklılaştıran, inanç olmaktan çıkartıp politik bir örgütlenmeye götüren, inançların kullanımı temelinde yükselen dini ayırdığımızda; bir piyango oynarının bu sefer bana çıkacak inancı ile, bu kısa hayatının sonunda sonsuz mutlu bir hayat beklentisinde olan birisinin arasında, umut etmek temelinde belirli bir fark yoktur. Tanrı nın kendisini gördüğünü, ona yakarırsa şu kötü hallerinde bir iyileşme olacağını, yada bazı beklentilerinin gerçekleşeceğini vs ummak yada, herhangi bir nesneye çeşitli anlamlar yükleyerek(örneğin şekilli renkli bir taş) şans meleği haline getirmeside böyle bir şeydir. Yani umut besleyebilmek için, umudunu adlandırabilmek için, yada beklentilerinin boşlukda kalmaması için türettiği ve yüklemlediği şey(tanrı, noel baba vs), temelde inandığı değil, umduğu yada beklentilerini hayata geçirecek araç olarak gördüğü şeyler iken, din bu olguyu kafası üstüne diker. Oysa tanrı, beklentileri gerçekleştiren olarak doğru yere otururken, o bir hayali gerçekleştiren, gerçeğe dönüştürendir. Bu temelde bir inanç olma haline gelebilir. Tanrı yükleyen değil yüklenen, dinde ise; tam tersi yüklenen değil yükleyendir.

Mesala dinler insanlara tinselliği(ruhani) öğütlerken diğer taraftanda dua etmeleri, yalvarmalarını yakarmalarını emreder. Oysa tüm kaderli inanışlarda yalvarmanın mantıki açıdan hiç bir anlamı yoktur. Kastlaşmış olan Tanrı(dinlerde tanrı kastlaşıyor) çok öncelerden bildiği şeyi yada zaten kendi iradesinde olan gidişatı bir dua ile değiştirmeyecektir. Bunu yapması halinde hem ilminde hemde sınavında yanılmış olur. Oysa dinler bu tür mantıksal konularla ilgilenmez, kulübünün insanlar üzerindeki etkinliği-nüfuzu ve onları ne düzeyde homojenleştirdiği(tektip) ve ne düzeyde yönlendirebildiği, Tanrı adına onlara neleri yüklediği! ile ile ilgilenir. Burada bilinçli bir iradenin yönlendirmesi ile dinsel yapı inançlardan ve kullanımından beslenirken inanç olmaktan çıkıp politik bir yapıya, bir örgütlenmeye, bir egemenliğe dönüşür. Tanrı inancı özgülünde bir inanç iken, tanrıcılık(teizm) şekliyle politik bir duruşa dönüşür.

agnostizm bir inanç değil, duvarın arkasında olan ve bizim 5 duyumuza yansımayan ve algılayıp yansıtamadığımız her türlü olasılığa eşit mesafede durulması gerektiğini söyler.. zihne düşen düşmeyen ama 5 duyumuza yansımayan kişisel her hayalimiz, her kavram duvarın arkasındadır ve bilinemezdir...

İşte benim üzerinde durduğum ney? sorusuna aranan cevaptır. Elbette duyu organlarımızla, algılarımızla yada çeşitli deney ve araçlarla erişemeyeceğimiz bir şey hakkında o an bilgi sahibi olamayacağızdır(bu sahipsizlik tanımlayamama, adlandıramama, betimleyememe de içerir.....). Konu Tanrı olduğunda ise zihinlerde çerçevesi çizilmiş, tanımlanmış ve bir özne konumuna eriştirilmiş şeyden bahsediyorum. Böyle bir şeyi, merkeze alıp bu şey bilinemezdir dememiz dahi, zihinlerde çerçevesi çizilmiş, öznel bir bilinirlikle tanımlanmış olur (oysa bilinmeyen tanımsızdır). Daha doğrusu eğer formüle edeceksek;

Bilinemezlik-bilinebilirlik algısal alandadır. Tanrının bilinemezliği için tanrının gözlemlenmiş, algılanmış ancak bilinemez olduğu ifade edilmiş olması gerekir. Mesala algı A yı gözlemler ve A nın arkasında bir B ninde olacağını A ya dayanarak ifade edebilir. B nin bilinebilir yada bilinemezliği A ya göredir. yada A nın bilinemez yönleri yine A ya dayanır. Tanrı nın bilinebilirliği yada bilinemezliğinin bir göresi yoktur. Bir göresi(bir bilgi) olmalıdır ki bilinemez diyebilelim. Bir ad verelim bir tanım getirelim. Sonuçda gelinen nokta, bir yaratan(yüklem haliyle) varmıdır yokmudur bilemeyiz olmaktadır. Oysa bu tanımdan sonrası varlığından da, yokluğundan da, bilinebilirliğinden de, bilinemezliğinden de bahsedemeyiz şekline dönüşmelidir. İşte bu paragraf ateizmle değil felsefe ile ilgilidir ve felsefi olarak ele alınabilir. Kişilerin "ist"lerinden bağımsızdır.

Uzak doğu inancında örneğin Tao, bir taocu "O'nun bir ismi varmı bilmiyorum, ona bu ismi ben verdim" der. Hatta daha ileri giderek Tao görmez, tao duymaz, Tao buyurmaz, Tao konuşmaz... ona bu yönleri ben verdim der. Yani yükleyen insandır Tao ise hem içsel hemde dışsal olarak şekilsiz olmakla birlikde bir şey değil ama her şeydir. yani tao demeniz o nun Tao olduğu anlamı taşımaz.

Bilinebilirlik içermeyen şey bilinenemzlik, bilinemezlik içermeyen şey de bilinebilirlik içeremez. Yani bunlar aynı sepetin yemişleridir ve erişim temellidir. Tanrı bilinebilirlik içermeli ki,bilinemez şeklinde bir bilgiye sahip olabilelim. Eğer bilinemez yönlü ortaya koyduğumuz şey bilgiye dayanmaz ise bu bilgi değil inanç halini alır veya inançtır. Tanrının tanımsız olabilirliğine veya olmadığı kaygısına-olasılığına karşı içsel bir karşı koyuş, bilinemez olduğu temelinde geliştirilmiş bir inanıdır. Tekrar sözü açarsak; yüklenen-yüklem- Bilinemezdir. Ney,kim o bilinemez olan? Tanrı. O nedir? Madem bilinemezdi özne olarak burada ne işi var ?

paslıçivi
18-12-2009, 08:08
Evet ama özünde tanrı inancıda bunlara benzerlik gösterir. Tanrı inancını farklılaştıran, inanç olmaktan çıkartıp politik bir örgütlenmeye götüren, inançların kullanımı temelinde yükselen dini ayırdığımızda; bir piyango oynarının bu sefer bana çıkacak inancı ile, bu kısa hayatının sonunda sonsuz mutlu bir hayat beklentisinde olan birisinin arasında, umut etmek temelinde belirli bir fark yoktur. Tanrı nın kendisini gördüğünü, ona yakarırsa şu kötü hallerinde bir iyileşme olacağını, yada bazı beklentilerinin gerçekleşeceğini vs ummak yada, herhangi bir nesneye çeşitli anlamlar yükleyerek(örneğin şekilli renkli bir taş) şans meleği haline getirmeside böyle bir şeydir. Yani umut besleyebilmek için, umudunu adlandırabilmek için, yada beklentilerinin boşlukda kalmaması için türettiği ve yüklemlediği şey(tanrı, noel baba vs), temelde inandığı değil, umduğu yada beklentilerini hayata geçirecek araç olarak gördüğü şeyler iken, din bu olguyu kafası üstüne diker. Oysa tanrı, beklentileri gerçekleştiren olarak doğru yere otururken, o bir hayali gerçekleştiren, gerçeğe dönüştürendir. Bu temelde bir inanç olma haline gelebilir. Tanrı yükleyen değil yüklenen, dinde ise; tam tersi yüklenen değil yükleyendir.

Mesala dinler insanlara tinselliği(ruhani) öğütlerken diğer taraftanda dua etmeleri, yalvarmalarını yakarmalarını emreder. Oysa tüm kaderli inanışlarda yalvarmanın mantıki açıdan hiç bir anlamı yoktur. Kastlaşmış olan Tanrı(dinlerde tanrı kastlaşıyor) çok öncelerden bildiği şeyi yada zaten kendi iradesinde olan gidişatı bir dua ile değiştirmeyecektir. Bunu yapması halinde hem ilminde hemde sınavında yanılmış olur. Oysa dinler bu tür mantıksal konularla ilgilenmez, kulübünün insanlar üzerindeki etkinliği-nüfuzu ve onları ne düzeyde homojenleştirdiği(tektip) ve ne düzeyde yönlendirebildiği, Tanrı adına onlara neleri yüklediği! ile ile ilgilenir. Burada bilinçli bir iradenin yönlendirmesi ile dinsel yapı inançlardan ve kullanımından beslenirken inanç olmaktan çıkıp politik bir yapıya, bir örgütlenmeye, bir egemenliğe dönüşür. Tanrı inancı özgülünde bir inanç iken, tanrıcılık(teizm) şekliyle politik bir duruşa dönüşür.


günlük yaşamımızda mutlu olmamızı sağlayan züğürt tesellisi diyebileceğimiz bu umudun gerçekleşmesine yönelik inançlarımızla, dinsel inançlarımız arasındaki farka şöyle bir açılım getirmeye çalışayım..

uzaktaki evladımızın iyi olduğuna inanmak, bu işi başarabileceğimize inanmak, takımımızın sezon sonunda şampiyon olacağına inanmak, aldığımız piyango biletine, oynadığmız lotoya, totoya, 6'lıya büyük ikremiye çıkacağına inanmak vs.. bunları dinsel inançlardan ayıran çok keskin hatlar vardır.. ikisinin de özünde mutlu olabilmek için umut etmek vardır ama aralarında çok büyük bir farkındalık düzeyi vardır..

günlük umutlarımızdan doğan inançlarımız bize zihin olarak yüklenmez, yani dogma değildir.. kişi buna inanırken bunun basit bir olasılık hesabı olduğunun ve şans gücünü yükselten bir hissi durum olduğunun ve bu inancının gerçekleşmeme olasılığının farkındalığındadır.. bu gerçekleşme olasılığı ile gerçekleşmeme olasılığının arasındaki farkındalık; şans oyunlarında adrenalin(heyecan/tutku), yapacağımız iş, sevdiğimiz insanın iyiliği konusunda da bize kaygı/endişe olarak yansır..

yani insan denen canlı bunu bir gerçeklikmiş gibi bilinç düzeyini düşüren uyku durumunda yaşamaz.. her zaman umut ettiği inancının aksi olasılığının farkındalığındadır, sadece kendini iyi/mutlu hissetmesi için diğer olumsuz olasılıkları egonun savunma mekanızmaları biraz öteler, dışlar, yadsır ve değersizleştirir..

yani kişinin aklı; dini dogma inançlardaki gibi tam bir teslimiyet içinde değildir.. çünkü kişi yaşamında bir süre bekleyerek bu gündelik kişisel umudunun/inancının sonucunu sınanabilinir, tüm çevresindeki insanlar tarafından hemfikir şekilde onaylanacağının farkındalığındadır.. o yüzden bilinci uyku düzeyinde kapanmaz ve aklı tam bir teslimiyet içine girmez/giremez.. girse bile yaşamında alacağı bir kaç darbe/tokat onu bu hayallere/umutlara fazla bel bağlamamasını/kaptırmamasını acı bir tecrübeyle/kazıkla öğretir..:D

gelelim dini inanca...

bu durum çok farklıdır.. herşeyden önce bu inançlar dogmadır.. insan yavrusunun gelişim çağındaki 0-18 yaş aralığında yaşadığı aile/toplum/medya/okul tarafından zihin olarak yüklendiği için kişinin beyin dolayısıyla bilinç gelişimine bir maya/hamur/aşı gibi katılarak oluşur..

ve insan yavrusu doğadaki en savunmasız, en zor büyüyen, ebeveynlerine en fazla bağımlı bir canlı türüdür.. varlığın ona dayattığı "hayatta kal ve soyunu devam ettir" i gerçekleştirebilmesi için ebeveynlerine/atalarına mutlak bir bağımlılık düzeyinde ihtiyaç duyar, aksi halde yaşamda kalması imkansızdır..

işte bu şartlar altında insan yavrusu büyüyüp yetişkin yaşa gelene, kendisi hayatta kalıp üreyebilecek özgürlüğe erişene kadar atalarının ona yüklediği her zihin katmanını hücrelerine/atomlarına/elektronlarına kadar nüfuz eder.. O artık bir müslümandır, bir hristiyandır, bir budisttir, bir jainadır, bir musevidir, bir isevidir, bir hindudur vs... işte dogma dediğimiz olay budur.. kişi elektronlarına kadar işlemiş/aşılanmış/mayalanmış dini inancını artık bir hakikatmiş gibi algılayarak yaşar..

yani onun bu dogma inancı günlük yaşamdaki umutları/inançları gibi basit bir olasılık değildir artık.. kişi bunu bir gerçeklikmiş gibi yaşar, kendi inancının yanılgı/hata olduğunu aklına bile getirmez, çünkü akıl tam bir teslimiyet içine girip bilinç derin bir uyku moduna girmiştir.. kişi için artık dini inancı mutlak gerçekliktir ve çoğu teizm düzeyinde bilinç açıklığı olan insan inanıyorum değil biliyorum diye ifade eder.. yani kişi kendisine yüklenen teizm düzeyindeki bilinç açıklığının izin verdiği dogmayı bildiğini zannederek yaşar, bu çok büyük bir farkındasızlıktır.. adeta koma düzeyinde bir bilinç kapanması yapar kişi de.. yani bir züğürt tesellisi değildir kişi için.. bunun farkındalığında değildir..

kişi o yüzden kendisine yüklenen dini öğretiler eşliğinde ölüme gitmekten hiç çekinmez.. daha önce de bahsettiğim gibi buna bir de insan eliyle dünya coğrafyasında çizilmiş çizgiler(vatan sınırı) eklendiğinde karşına adeta canlı bir bomba çıkar.. zihin dediğim hastalık bu derece ölümcüldür..

israil filistin örneğini verirsek; her iki tarafın askerleri de kendisine yüklenen zihinde yaşadıkları için bu uğurda öldüklerinde gerçekten cennete gideceğini zannetmektedirler.. ya da bir budist pilot vatanı uğruna kamikaze dalışı yaptığında kendisini çok güzel yeniden bir doğum(reenkarnasyon) beklediğini zannetmektedir.. ya da talibanın, usame bin ladinin askerleri amerikadaki ikiz kulelere uçakla dalış yapıp o kadar masum insanı katlettiğinde bile hala tanrısına hizmet ettiğini ve bunun ölüm sonrası ödüllendirileceğini bildiğini zannederek bir yaşam sürer.. bilmiyorum, derin koma dediğim teizm düzeyi bilinç açıklığını algılayabildiniz mi...

diğer ayırıcı bir faktör; bu dini inançlar sonsuzluk içerir.. yani kişi günlük umut/inançları gibi bu dünya gözüyle inancının doğrulamasını yapamayacağını bilir.. çünkü dini inanç ölüm sonrasını ilgilendiren bir konudur.. kişi ölümü beklemek zorundadır.. herkes cennete gitmek ister ama kimse ölmek istemez..:D

gündelik inançlardaki olumsuzluk olasılıkları; kişiye adrenalin/heyecan/tutku/endişe/kaygı olarak yansıdığı gibi dini inançlardaki olumsuzluk olasılığı kişiye şüphe olarak yansır.. burda yine arka planda egonun savunma mekanizmaları canavar gibi çalışmaktadır, kişiyi uyutup rahatlatmak için..

çünkü bu yaşamda inancını sınama/doğrulama şansı yoktur, o yüzden dini inançlar kişide afyon etkisi yapıp kişiyi çok güzel uyutur.. hangi teizm düzeyi dine inandığının hiç bir önemi yoktur.. ister müslüman olsun, ister budist, ister hindu, ister hıristiyan, ister satanist hiç farketmez.. kişi dini inancının beraberinde getirdiği şüphe bonusuyla yaşamak zorundadır.. tinsellik ve dini ritüeller de bu şüpheyi bastırmaya/yoketmeye yönelik davranışlardır zaten.. kişi dini öğretilerinin ritüelleri neyse artık onları tekrarlayarak yani afyonu çekerek uykusunu derinleştirmekten başka bir şey yapmamaktadır..

bir müslümanın allaha inanıp dua etmesiyle bir budistin budhaya inanıp dua etmesi, bir isevinin isayı rab olarak görmesi, kişinin bir putu, bir maymunu bir ineği bir fareyi kutsal görmesi arasında bilinç düzeyi arasından hiçbir fark yoktur.. çünkü bunların hepsi kişiye ataları tarafından dogma olarak kutsal yüklenmiştir.. kişi bu dogmanın kutsalın dışına çıkamaz, bilinci yükselip çıktığı zaman zaten nonteizm düzeyine sıçramıştır.. yani yavaş yavaş o uyuduğu derin uykudan uyanmaya başlamıştır ama henüz tam bir uyanıklık/farkındalık/aydınlanma içinde değildir..

gelelim dini inancın siyasallaşıp bir otorite bir dayatma aracı olmasına..

bu konuyu zaman algılamaya çalışırım ama henüz bir karara varabilmiş değilim.. yani bir humeyni; bir o kadar masum insanı katlederken gerçekten dini inancı ve tanrısına hizmet karşılığında bir çıkar ilişkisiyle mi bu işi yapıyor yoksa böyle bir inancı yok da egosunun iktidar hırsının kurbanımı oluyor, bunu çözemdim.. ya da bizim ülkemizdeki RTE, erbakan, fetullah(fetoş:D) gibi adamlar bir taraftan islam/müslümanlık diye kıçını yırtarken diğer taraftan islam dininin öğretilerine aykırı cep doldurma ve iktidar hırsı gibi amaçlar peşinden koşmaları bir inancın gereği mi yoksa inançsızlığın verdiği ama inancın insan üstündeki gücünü görüp, insanları kullanıp söğüşlemeleri mi... bunu henüz algılayıp çözebilmiş değilim.. gerçi ikinci olasılık çok daha akılcı/güçlü olasılık olarak geliyor ama kimsenin günahını almak istemem..:D yada bir hitler o kadar yahudiyi katlederken hangi zihnin kurbanı oluyor, hristiyanlık zihni mi, üstün alman ırkı zihni mi, her ikisi de mi, ya da tamamn kişisel ego iktidar/erk derdimi.. bunları çözmek çok zor..

paslıçivi
18-12-2009, 09:10
İşte benim üzerinde durduğum ney? sorusuna aranan cevaptır. Elbette duyu organlarımızla, algılarımızla yada çeşitli deney ve araçlarla erişemeyeceğimiz bir şey hakkında o an bilgi sahibi olamayacağızdır(bu sahipsizlik tanımlayamama, adlandıramama, betimleyememe de içerir.....). Konu Tanrı olduğunda ise zihinlerde çerçevesi çizilmiş, tanımlanmış ve bir özne konumuna eriştirilmiş şeyden bahsediyorum. Böyle bir şeyi, merkeze alıp bu şey bilinemezdir dememiz dahi, zihinlerde çerçevesi çizilmiş, öznel bir bilinirlikle tanımlanmış olur (oysa bilinmeyen tanımsızdır). Daha doğrusu eğer formüle edeceksek;

Bilinemezlik-bilinebilirlik algısal alandadır. Tanrının bilinemezliği için tanrının gözlemlenmiş, algılanmış ancak bilinemez olduğu ifade edilmiş olması gerekir. Mesala algı A yı gözlemler ve A nın arkasında bir B ninde olacağını A ya dayanarak ifade edebilir. B nin bilinebilir yada bilinemezliği A ya göredir. yada A nın bilinemez yönleri yine A ya dayanır. Tanrı nın bilinebilirliği yada bilinemezliğinin bir göresi yoktur. Bir göresi(bir bilgi) olmalıdır ki bilinemez diyebilelim. Bir ad verelim bir tanım getirelim. Sonuçda gelinen nokta, bir yaratan(yüklem haliyle) varmıdır yokmudur bilemeyiz olmaktadır. Oysa bu tanımdan sonrası varlığından da, yokluğundan da, bilinebilirliğinden de, bilinemezliğinden de bahsedemeyiz şekline dönüşmelidir. İşte bu paragraf ateizmle değil felsefe ile ilgilidir ve felsefi olarak ele alınabilir. Kişilerin "ist"lerinden bağımsızdır.

Uzak doğu inancında örneğin Tao, bir taocu "O'nun bir ismi varmı bilmiyorum, ona bu ismi ben verdim" der. Hatta daha ileri giderek Tao görmez, tao duymaz, Tao buyurmaz, Tao konuşmaz... ona bu yönleri ben verdim der. Yani yükleyen insandır Tao ise hem içsel hemde dışsal olarak şekilsiz olmakla birlikde bir şey değil ama her şeydir. yani tao demeniz o nun Tao olduğu anlamı taşımaz.

Bilinebilirlik içermeyen şey bilinenemzlik, bilinemezlik içermeyen şey de bilinebilirlik içeremez. Yani bunlar aynı sepetin yemişleridir ve erişim temellidir. Tanrı bilinebilirlik içermeli ki,bilinemez şeklinde bir bilgiye sahip olabilelim. Eğer bilinemez yönlü ortaya koyduğumuz şey bilgiye dayanmaz ise bu bilgi değil inanç halini alır veya inançtır. Tanrının tanımsız olabilirliğine veya olmadığı kaygısına-olasılığına karşı içsel bir karşı koyuş, bilinemez olduğu temelinde geliştirilmiş bir inanıdır. Tekrar sözü açarsak; yüklenen-yüklem- Bilinemezdir. Ney,kim o bilinemez olan? Tanrı. O nedir? Madem bilinemezdi özne olarak burada ne işi var ?


Agnostisizm, tanrının varlığının "bilinemez" olduğunu savunur. Dinlerin tanrıdan gelmediğini söyler ve dinlerin tanrısını da reddeder ancak başka bir tanrının, bir yaratıcının varolup olmadığının hiçbir zaman bilinemeyeceğini söyler

bu sitenin ana sayfasındaki agnostizmin tanımından tekrar alıntı yaptım.. burda bahsedilen izole bir tanrı ifadesi değildir.. zaten varolan dinlerin tanrıdan gelmediğini ve bu tanrılarını reddettiğini çok net bir şekilde ifade ediyor..

bilinemez dediği şey; tanrı değildir..

bilinemez dediği şey; tanrının varlığı yokluğudur..

peki niçin böyle ifade etme ihtiyacı duymuştur..?

gnostizm; eski yunancada kelime anlamı olarak "sezgi ve düşünce yoluyla bilmek" ifadesi taşır..

nonteizm içindeki ateizm, deizm ve panteizm bilinç düzeyindeki insanlar kavram olarak her insanın bildiği tanrı odaklı bir varlık/yokluk deklerasyonunda bulunurlar..

yani gnostik bir yaklaşım içindedirler..

her ne kadar ateistler, bizim için tanrı tanımsızdır/anlamsızdır deseler de dinlerden özgür bir tanrının varlığı olasılığını kabullenemezler..bu bilinemzdir diyemezler direk böyle bir olasılık yoktur derler.. yani deistin panteistin tanrı algılarını da reddederler..

oysa tüm bunlar dediğim gibi bilmediğimiz/görmediğimiz 5 duyumuza yansımayan duvarın arkasıdır..

işte tam burda dinlerden özgür bir tanrının varlığına/yokluğuna pozitif yaklaşan deizm/panteizm ile negatif yaklaşan ateizmin gnostik tavrına karşı bir çıkış olan a-gnostizm kavramı doğmuştur..

burda tanrı denen özneyi koyan agnostizm değil, ateizm deizm ve panteizmdir..

yani demeye çalıştığı şey şudur..

düşünce ve sezgi yoluyla; dinlerden özgür bir tanrının varlığı yokluğu hakkında hüküm veremezsiniz, bilemezsiniz...

spartacus
18-12-2009, 11:41
nonteizm içindeki ateizm, deizm ve panteizm bilinç düzeyindeki insanlar kavram olarak her insanın bildiği tanrı odaklı bir varlık/yokluk deklerasyonunda bulunurlar..

yani gnostik bir yaklaşım içindedirler..

her ne kadar ateistler, bizim için tanrı tanımsızdır/anlamsızdır deseler de dinlerden özgür bir tanrının varlığı olasılığını kabullenemezler..bu bilinemzdir diyemezler direk böyle bir olasılık yoktur derler.. yani deistin panteistin tanrı algılarını da reddederler..


İşte sevgili Paslıçivi "her insanın bildiği tanrı odaklı bir varlık/yokluk deklerasyonunda bulunurlar.." bilinmeyen bir şey için bir deklerasyonda-bilinebilir mi, bilinemez mi de dahil- bulunulamaz diyorum. Şu ana kadar getirdiğiniz tüm tanımlara katılıyorum, dikkat ederseniz itirazım sonuca değil önceline. Bilinemez olan nedir? sorusundan yola çıkıyorum. Sonra sırayla şunlar gelir, neden bilinemez? İnsanlar algısal alanda olabilen şeyler için bilinebilir, bilinemez diyebilirler, bu alanda öngörülemeyen bir şey zaten böyle bir özellik taşımaz, bir isim alamaz, yaratım gibi fiiliyatlar taşıyamaz, yüklemlerde, nitelemelerde(zarf, sıfat) bulunulamaz. Üzerinde durduğum gördüğünüz gibi bilinemezliği değil, bilinemez olarak ifade edilenin dayanak alınıp alınamazlığıdır. Bu bahisle Tanrı dayanak alınamaz. Buradaki bilinemezlik ibaresi öncül değil ardıldır, birincil değil ikincildir, bir sebep değil sonuçtur, belirleyen değil belirlenendir, bu durumda nereye bakmamız gerekecek elbetde şey'in(iddia edilenin, sözde varlığı öne sürülenin, yani tanrı) kendisine. Kısaca bilinemez kelimesi yerine anlamsızdır diyorum bunun dışında tüm tanımlarınızla zaten hemfikirim.

Eğer bu söylem, bir inanç değil bir bilgi ise!?, öznesinin havada kalması düşünülemez. Bilgi açısından Bilinmeyen bir şey, belirleyen olamaz dolayısıyla bilgi olabilmesi için ele-avuca gelir olması gerekir.

Özetlersek; bilinemeyecek olan, bilinmeyen neler taşımaz;
1. İsim alamaz
2. Tanım konamaz
3. Zarf(konum), Sıfat (nitelik) alamaz.
4. Oluş bildirilemez(örn:yaratmak)
5. Nicelik taşıyamaz.
6. Özne olamaz(bir iş yüklemlenemez, örn:yaratmak)

a. Varlığı ve yokluğu gibi bir şey anlamsızdır.
b. Bilinebilirliği-bilinemezliği (nitelik, nicelik taşıma bakımından) öngörülemez. Söylemde öncel olarak kullanılamaz.

Ben bu maddeler üzerinden açıklığa kavuşturulması gerektiğini aksi halde bu kelimenin, tanrı söyleminin ardılınca, bilgi temelinde ifade edilemeyeceğini, bir inanç temelinde olduğunu dile getiriyorum.

Elbette öznel veya subjektif alan ile nesnel alanda bilinebilirlik-bilinemezlik, soyut-somut farklı şeylerdir ama biz bilgi temelinde yaklaşacaksak nesnel temelde eğilmek durumundayız-aksi inanç temelinde ve kişiler temelinde(evrensel olmayan) yaklaşım olur-. Subjektif alanda Tanrı salt soyuttur. Ama subjektif-somut; yaratım, görme, duyma, isim, tanım, işitme, buyurma, seslenme gibi nitel-nicel özellikler yüklenerek(üstteki 6 maddeye bakınız), tanrının ne olduğu ne iş yaptığı tanımlanarak subjektif açıdan somut hale getirilebilir. Oysa bu nesnel alan(objektif) açısından hiç bir şey ifade etmez. Nesnelde hiç bir anlam ifade etmeyende bilinebilirlik-bilinemezlik açısından bir anlam ifade etmeyecektir. Anlamsızdır, işlem yapılamaz. Formüle edersek hiç bilineni olmayan bir denklemdir ve sonuç tanımsız çıkar.

Benim açımdan Tanrı subjektiftir ve dolayısıyla varlığı subjektif-somuttur yokluğuda subjektif-soyuttur(tüm yüklemlerden arınmış hal). Ben tanrıya yok derken nesnelde somut olanı değil, subjektifde somutlanmış, bir oluş, bir iş bildiren(yaratım), bir eylem bildiren, bir nitelik, bir nicelik(kadir vs) olarak inanç-bilinebilirlik!? temelli yüklenmiş şeyleri tersin geri götürmemdir. Varlığıda yokluğuda bu temeldedir ama nesnel açıdan anlamsız ve tanımsızdır. Bir anlam yüklenmediği sürecede ne bilinebilir(anlam-nicel), ne bilinemez(anlam-nicel), ne var(anlam-nitel) ne yok(anlam-nitel) nede mutlak(anlam-nitel-nicel) içermez.

Bu nedenle yok demekde, var demekte, bilinebilir yada bilinemez demekde aynı(subjektif)alandadır, aynı şeye(tanrı) dayanır, kişilere göre değişir, yargılara göre değişir, inanıya göre değişir, "ist-lere" göre değişir, iddiaya dönüşür, ama bilginin temeli burası olamaz.
Kısaca ben böyle yaklaşıyor ama yaklaşımımın temelini oluşturan omurgayıda ortaya koyuyorum, açıklık geitirip izah etmeye çalışıyorum. Bir kelime etrafında kısır döngüye-dayatımlarımıza! düşmemizdense belirleneni değil, belirleyeni ele almak gerekir diye düşünüyorum. Çünkü bilgi kavranabilirdir, akside bu temelde öngörülebilirdir.

paslıçivi
19-12-2009, 09:43
Üzerinde durduğum gördüğünüz gibi bilinemezliği değil, bilinemez olarak ifade edilenin dayanak alınıp alınamazlığıdır. Bu bahisle Tanrı dayanak alınamaz. Buradaki bilinemezlik ibaresi öncül değil ardıldır, birincil değil ikincildir, bir sebep değil sonuçtur, belirleyen değil belirlenendir, bu durumda nereye bakmamız gerekecek elbetde şey'in(iddia edilenin, sözde varlığı öne sürülenin, yani tanrı) kendisine. Kısaca bilinemez kelimesi yerine anlamsızdır diyorum bunun dışında tüm tanımlarınızla zaten hemfikirim.


agnostizmin bilinemezlik duruşu, kendi zihninde yarattığı bir tanrı öznesi için değildir.. ateist deist panteist gibi nonteistik bilinç düzeylerinin, teizmi net bir şekilde reddettikten sonra varlığı sorgulamalarındaki duruşa bir karştlık olarak ortaya çıkmıştır.. çünkü bu bilinç düzeyindeki insanlar teizmi reddettiktin sonra varlığın sorgulamsında bir yerde kat'i hüküm vererek bildiğini zannetme yanılgısı içinde yaşamaktadırlar.. bu egosentrik(teizm) değil, ego egmenliğinden henüz kurtulamamış(nonteizm) bir bilinç düzeyi aşamasıdır..

zaten o yüzdendir ki; bu bilinç aşamaları kademe kademe yükselir.. agnostizm seviyesine geldikten sonra birden bilinçte tatmin olmayan bir boşluk doğar.. uzay aracının artık yerçekim gücünden kurtulup uzay boşluğuna geçmesi gibi birşey..

varlığın sorgulamasında teizm reddedilmiştir, ateizmin deizmin panteizmin yaklaşımları kati hüküm vermiş(biliyormuş zannı) duruşuna karşı bunlar bilinemez dedikten sonra ortaya cevap bekleyen koca bir soru çıkar.. varlık nedir?

yani biilinçli canlı insan olarak kendisine yansıyan ve bu yansıyanı algılayıp yansıttığı varlık/evren/yaşam nedir? kişi artık bunun sorgulamasındadadır.. işte burası farkındalık/uyanıklık düzeyidir.. kişinin farkındalık düzeyine geçebilmesi için ateizmi deizmi panteizmi agnostizmi aşması gerekmektedir.. ve benim son 4-5 yıldır yaşadığım düzey budur..

artık teizm, nonteizm sizin ilgi alanınızda/sorgulamanızda değildir.. siz artık zihinden mümkün olduğunca arındığınız için varlığı sorgularken eski öğretilere bakarak ya da varoaln öğreti/bilgiler eşliğinde mantık kurarak varlığa bir anlam yüklemeye çalışmazsınız.. çünkü mantık kurmak dediğimiz şey kişinin hala kendisine yüklenen zihindeki öğretileri veri olarak olarak kullanması ve bunları benlik(ego) kontrolünde sentez/analiz yoluna gidip bir karara varmasıdır..

insan denen canlının varlıkta/evrendeki varoluş sürecini tam olarak bilmiyoruz.. bu konuda elimizde iki tane yol var.. birisi batının ve doğunun dogma dinlerinin ortaya sürdüğü çok değişik yaratılış/varoluş efsane ve hikayeleridir.. bunları hiçbir bilimsel dayanağı yoktur, adamın/filozofun biri bir efsane uydurmuştur ve bu bir akım olarak nesilden nesile binlerce yıldır bir zihin transferiyle günümüze kadar gelinmiştir.. buna dini inanç diyoruz..

diğer yol da bilimin bize sunduğu evrim ve big-bang teorisidir ve güçlü bilimsel kanıtlarla hergeçen gün güçlenen bir teorilerdir.. ama henüz teori aşamasındadır yani yasalaşıp kanunlaşmamıştır.. sınanabilinir, tekrarlanabilinir ve tüm dünya insanlığını bu konuda tartışmasız hemfikir olacağı güne kadar da teori olarak kalmak zorundadır zaten.. bir çeşit bilimsel inanç da diyebiliriz buna.. çünkü teori bazındaki veriler gün gelip aksi yönde bir takım kanıtlar elde edilince buharlaşıp yanlışlanacak düzeydedir ve bu olasılık her hipotez ve teori için gerçekleşebilecek bir olasılıktır, realitedir..

zaten o yüzden bilim elindeki verileri;
hipotez(varsayım)
teori(kanıtlarla desteklenen güçlenmiş hipotez)
yasa/kanun(tekrarlanabilir, sınanabilinir ve tüm dünya insanlığının hemfikir olduğu)
şekliyle 3 kademede ele alır..

varlığın sorgulamasında farkındalık düzeyinden önce nonteizm düzeyi sorgulama vardır.. bu nonteist yaklaşımların ortak bir paydası bir çıkış nokyası bir tabanı vardır.. teizmi(dogma dinler) net bir şekilde reddetmek..

dogma bütün dinler; ister tanrılı ister tanrısız ister çok tanrılı olsun varlığı bir bütün olarak ortaya koyar ve bir açıklama getirir.. yani evren nasıl olmuştur, evrenin bir başlangıcı varmıdır yoksa zamandan bağımsız bir sonsuz varlıkmıdır, ölüm sonrası yaşamlar gibi konulara çok keskin hatlar getirir.. yani insanları diğer varlıklardan ayıran bilinçli bir canlı türü olmasının yanetkisi/bonusu olarak varlığı sorgulamak kaçınılmazdır.. işte bu sorgulamaya paket program olarak önümüze sunulan şeyler dogma organize dini inançlardır.. ve dünya insanlığının yaklaşık %99'u doğduğu coğrafyadaki zihin olarak aktarılan/yüklenen bu paket programda yaşamaktadır.. yani teizm düzeyindeki bilinç açıklığı olan bir insan için varlığı sorgulamaya gerek yoktur, o zaten varlığın ne olduğu, ne anlama geldiği, yaşamın amacının ve ölüm sonrasının ne olduğunu bildiğini zannetme yanılgısı olan derin koma düzeyinde bir yaşam sürmektedir.. ama bu onun bir kusuru suçu değildir, çünkü bilinç düzeyini oluşturan beyin kimya ve fizyolojisi daha üstünü algılamaya müsaade etmez.. ve bu bahsettiğim %99 oranındaki muazzam kalabalığın yine yaklaşık %99'luk bir kesimi kendi coğrafyasında yüklenen paket program eşliğinde bir yaşam sürerek yine bu şekilde ölüp gider.. bunların içinden yaklaşık %1'i bir şekilde teizm düzeyi bilinçaçıklığını kırarak/aşarak bir üst düzey olan nonteizme geçiş yapabilir..


varlığı/evreni/insanlığı/yaşamı anlamlandıran, sorgulatmaya gerek bırakmayan bu paket programlardan arınmak, bunu kırabilmek nonteizm düzeyidir.. ama tabii ki bir bedeli vardır.. bu paket program(dogma dini inanç) reddedildikten sonra varlık/evren/insanlık/yaşam birden anlamsızlaşır ve bir boşluk oluşur.. işte bu boşluktan sonra bilimsel kanunlar bize bir yere kadar açıklama getirebilir.. ama insanı diğer varlıklardan en önemli özelliği bilinç sadece bu bilimsel verilerle tatmin olamaz.. çünkü bilim varlığın zaman ve mekan boyutuyla birlikte bir bütün olarak biz insanlığa sunamaz..

işte ateizm dediğimiz insanların bilinçdüzeyi bu aşamada tatmin oldukları için kişisel bilinç sorgulamalarını bırakıp akıl teslim olur.. bu aşamada tatmin olmayan bilinçler sorgulamaya devam ederler, deizm, panteizm, panenteizm gibi bir takım duraklarda tanrısal bir yaklaşım ile varlığı anlamlandırmaya/açıklamaya çalışırlar.. ve bilinçdüzeylerinin müsaade ettiği en üst noktada akılları bu kavramlara teslim olur.. o yüzdendir ki bir ateist; bir deistle panteistle empati kurup onu algılayamaz ve şiddetle tanrısal bu yaklaşıma karşı çıkar.. ama bir deist bir panteist ateistle empati kurup onun antitanrıcılığını algılayıp empati kurabilir..

tabii ki tüm ateistleri aynı kategoriye sokmak mümkün değildir.. yoğun teizm düzeyi bir aile/toplum içinde yetişip sonradan bunu kıran ve ateizme geçen(çakma) ile çocukluğunu teizmin öğretilerinden uzak bir aile/toplum içinde yetişen orjinal ateistler çok farklıdır.. bu çakma ateistler; teistlerle azçok empati kurabilirken orjinal ateistler teistlerle empati kurmaları çok zordur, yani onlar için böyle şeylere bir insan nasıl olur da inananıyordur, algılayamaz, anlayamaz.. çünkü kendisi bu düzeyi deneyimleme şansı bulamamıştır.. şanslıdır, bir zihin bombardımanına çok fazla maruz kalmamıştır.. ama çakma bir ateist bu tutuma giremez çünkü kendisi bizzat bu teizm düzeyini deneyimleme/yaşama şansı bulmuştur.. ama zihnini teizm/nonteizm diye iki kısma böldüğü için nonteistik zihnin hakimiyeti ve dominant hale geçip tatmin/huzur/mutluluk bulması gerktiği için zihnindeki teizm düzeyindeki dinle bu dine mensup teistlerle kıyasıya bir tartışma mücadele içine girer.. burda amaç toplumsal siyasi otorite/dayatma olan teizm sıkıntısı değildir aslolan, kendi zihindeki savaşının mücadelesidir..

agnostik ise bu ateizm deizm panteizm tarzı akıl teslimiyetleriyle tatmin olmayan kişidir.. o yüzden bu gnostik yaklaşım içinde bulunanlara bir karşıtlık olarak a-gnostikliğini ifade ve ilan eder.. çünkü sadece teizmi reddetmekle kalmamış, varolan bu akıl teslimiyetlerini bir şekilde redettmektedir.. reddetmek derken bunların varlığın açıklanmasında sonsuz sayıda birer olasılık olduğunun farkındalığına erişmiştir ve temel 3 nonteist yaklaşımın dışında daha binlerce sonuca ulaşılabileceğini dile getirmek için aklın teslim olduğu bu noktalardaki biliyormuş ifadesiyle yaklaşanlara karşı bilinemez ifadesine yer verir..

agnostizm seviyesine ulaşmış bir bilincin kapsamında artık teizm ve nonteist yaklaşımlar yoktur.. çünkü nasıl teizm reddedildikten sonra oluşan boşluk ateizm deizm panteizmle dolduruluyorsa, bunlar da(nonteizm) negatif manada reddedildikten sonra yine bilincin sorgulama işlevinde/sürecinde bir tatmin boşluğu karşımıza çıkmaktadır.. o yüzden gerçek agnostizm düzeyine ulaşmış bir insanın artık işi geriye dönük değil ileriye yönelik bir yaşam bilinç/sorgulama işidir.. geriye dönükten kastım varolan teizm düzeyi inançlarla ya da nonteizm düzeyi inançlarla cebelleşmez, çünkü onların hepsiyle empati kurup anlayabilir.. ama nonteistik inançlı insanlar hala zihindeki mücadeleleri sürdürdükleri için zihinlerindeki yüklü olan teistik dini inançla ve o dinin inanırıyla didişip durular ve bundan büyük haz alırlar.. çünkü teiste karşı kazandığı her tartışma her çürütme onun zihnindeki nonteist kısmın egemen/dominant olmasına müthiş yardımcı olmakta ve zihindeki savaşın şiddetini azaltmaktadır.. bu yazıştığımız sitenin islam formuna bakıp incelediğinizde başta ateistler olmak üzere deistler ve panteistler (pek yok sanırım, pante de sitede yok artık) hala islamiyetle kuranla muhammedle mücadele etmektedir.. gidip bir hinduizle budizmle musevilikle hristiyanlıkla bu kadar yoğun bir mücadeleye girmez.. aynı şekilde hristiyan bir ülkenin nonteist sitesinde de ateistlerin baş düşmanı zihinlerindeki teistik dindir, yani hristiyanlıktır, onlar da isayla incille uğraşıp dururlar.. mesela islamiyeti kazımazlar bile, çünkü zihinlerinde islamiyet hakdin değil batıl/yalancı din olarak yüklenmiştir..


agnostizmde artık ortada ne paket programlar(teizm) ne de nonteist tanrısal odaklı yaklaşımlar vardır.. tüm bunlar aşıldıktan sonra varlık/evren/insanlık/yaşam nedir? yine tüm çıplaklığıyla karşımıza çıkar.. artık tanrı kavramından özgürleşildiği için izole varlık nedir? sorusu sorgulanmaya algılanmaya başlanır.. işte bu aşama farkındalık/uyanıklık aşamasıdır.. bun aşamada tüm zihin bir yere koyulmuş ve mantık denen aldatmacının kurbanı olmadan insanın sahip olduğu bilincin seviyesini yükseltilerek algı/sezgi yoluyla varlığı sorgulamaya başlarsınız.. aklınız hiç bir noktada teslim olmaz, siz bilmiyorum dedikçe bilinç kendini daha da yükseltmeye zorlar.. ve siz bilmiyorum dedikçe varlık size bazı verilerini sunmaya başlar.. biliyorum dediğiniz yerde bilinç stand-by konumuna geçerek akıl teslim olur ve farkındalık kaybolur, uykuya dalarsınız..

ama bahsettiğim tüm bu kademeler kişinin özgür iradesinde olan şeyler değildir, tamamen beyin kimya ve fizyolojisiyle ilintilidir.. yani bir kişi kendi isteğiyle teistik ya da nonteistik bir düzeyi seçip deneyimleyemez.. çünkü insan denen canlı türü nörokimyasal sinir sisteminin basit bir kölesidir sadece.. bu nörokimyasal yapısının müsaade ettiği oranda bazı bilinç aşamaları yaşayıp deneyimleyebilir..

ulpian
19-12-2009, 10:09
zaten o yüzden bilim elindeki verileri;
hipotez(varsayım)
teori(kanıtlarla desteklenen güçlenmiş hipotez)
yasa/kanun(tekrarlanabilir, sınanabilinir ve tüm dünya insanlığının hemfikir olduğu)
şekliyle 3 kademede ele alır..


Sohbeti gereksiz yere bölmek gibi olmasın ama, bu tam doğru değil sevgili paslıçivi,

bilim terminolojisinde varsayımlar yasaya dönüşür, teoriler ise yasalar üzerine inşa edilir. Yani bilimde ''teori'' yasadan çok daha üstün bir idrak düzeyini ifade eder.



bkz:
Kuram veya teori, sistemli bir biçimde düzenlenmiş birçok olayı açıklayan ve bir bilime (http://tr.wikipedia.org/wiki/Bilim) temel olan kurallar, yasalar bütünüdür. Viki (http://tr.wikipedia.org/wiki/Kuram)


ayrıca bkz (video):

http://www.youtube.com/watch?v=H3Hw5yPEVCo&feature=channel_page


saygılarımla

spartacus
19-12-2009, 11:39
Sevgili Paslıçivi

Farklı noktalardayız, açtığım ve üzerinde durduğum bilinebilir-bilinemez denemezliğidir, bilinemez demeyi demek, tekrar etmek çok farklı bir şey, burada denebilirliğini demiş olmaktan öte sizde nedenleriyle ortaya koymalısınız. Kısaca aşağıdaki 6 maddeyi izah ediniz-ki bu yeterlidir- ve Tanrı şahsında-ki tanrıyı özne yapan sizsiniz- açıklık getiriniz;

Özetlersek; bilinemeyecek olan, bilinmeyen neler taşımaz;
1. İsim alamaz
2. Tanım konamaz
3. Zarf(konum), Sıfat (nitelik) alamaz.
4. Oluş bildirilemez(örn:yaratmak)
5. Nicelik taşıyamaz.
6. Özne olamaz(bir iş yüklemlenemez, örn:yaratmak)

Nedir o bilinemez olan ve bu bir yargımıdır, kanımıdır, bilgimidir, nitelik midir, nicelik midir nedir?. Nitelik ise neyini gözlemledik, nicelik ise neye dayandık? Objektifmidir, subjektifmidir(zihinsel)?

İnsan olarak erişemediğim şeylerin olması, Tanrı nın bilinemez olması anlamı taşımaz, bilemediklerimin varlığı subjektif hayal ürünlerinin bilinebilirliği-bilinemezliği yönünde done sunmaz! Onlar subjektif açıdan bilinebilirdir! Aynen subjektif somutun ne olduğunu açtığımda subjektif somutun nasıl olduğunu ortaya koyduğum gibi. Bana şu konuda, en azından tanrı konusunda bilgi olan, inanç olmayan bir şey söyleyiniz. Ama "kerameti kendinden menkul" olmasın.

Benim açımdan Tanrı subjektiftir ve dolayısıyla varlığı subjektif-somuttur yokluğuda subjektif-soyuttur(tüm yüklemlerden arınmış hal). Ben tanrıya yok derken nesnelde somut olanı değil, subjektifde somutlanmış, bir oluş, bir iş bildiren(yaratım), bir eylem bildiren, bir nitelik, bir nicelik(kadir vs) olarak inanç-bilinebilirlik!? temelli yüklenmiş şeyleri tersin geri götürmemdir. Varlığıda yokluğuda bu temeldedir ama nesnel açıdan anlamsız ve tanımsızdır. Bir anlam yüklenmediği sürecede ne bilinebilir(anlam-nicel), ne bilinemez(anlam-nicel), ne var(anlam-nitel) ne yok(anlam-nitel) nede mutlak(anlam-nitel-nicel) içermez.

Gördüğünüz gibi zihinlerde bir oluş, bir eylem, bir iş yüklenerek(yüklem) varedilen-somutlaştırılan tanrı yine zihinlerde tersin geri soyut haline götürülüyor. Ötesi yok! Bu noktada var-yok, bilinebilir-bilinemez gibi olgular anlamsızdır. Çünkü Bir anlam yükleyebilecek hiç bir şeye sahip değilim.

agnostik ise bu ateizm deizm panteizm tarzı akıl teslimiyetleriyle tatmin olmayan kişidir.. o yüzden bu gnostik yaklaşım içinde bulunanlara bir karşıtlık olarak a-gnostikliğini ifade ve ilan eder.. çünkü sadece teizmi reddetmekle kalmamış, varolan bu akıl teslimiyetlerini bir şekilde redettmektedir.. reddetmek derken bunların varlığın açıklanmasında sonsuz sayıda birer olasılık olduğunun farkındalığına erişmiştir ve temel 3 nonteist yaklaşımın dışında daha binlerce sonuca ulaşılabileceğini dile getirmek için aklın teslim olduğu bu noktalardaki biliyormuş ifadesiyle yaklaşanlara karşı bilinemez ifadesine yer verir..

Sevgili paslıçivi benim düşüncelerimi, yazdıklarımı değerlendirmeden yazıyorsunuz. Bakın objektif olarak biliyor olmak var-yok ikilemi, subjektif-tanrı açısından anlamsızdır, hiç bir gözleme, bulguya, algıya dayanmayan bir şeyden bahsediyoruz. İşte bu yüzdendir ki bilgi kümesinde ele alınamaz, mümkün değildir! Tanrı subjektif, salt soyuttur dediğimde, ne anlaşılıyor? Salt soyut, iş, oluş yüklenerek(yüklem) somutlandığında, bu sadece ama sadece subjektif-zihinsel- olmuyor mu?

Konuyu başlatan olarak önce yazdıklarımı değerlendirmeniz gerekir. Agnostiklerin bilinemezliğinin, onbjektifliğe dayandığı yönünde hiç ama hiç bir bilgi sunmadınız. Bir bilgiye dayandığına dair hiç bir emarede yok! Bilinemeyen bir şeyin ÖZNE olarak burada ne işi var? Diye soruyorum cevap vermediniz. Ateistlerinde-teistlerinde tanrı olarak ele aldıklarının Subjektif olduğunu dolayısıyla agnostiklerinde tanrısının subjektif olduğunu defalarca açık açık, nedenleri ile yazdım. örneğin Noel Baba salt soyuttur ama o bir iş, bir eylem, bir oluş yüklenerek! subjektif-somut haline getirilir. Bu halde şöyle bir şey sözkonusu olur, Noel baba bana hediye getirdi? KİM GETİRDİ? Noel baba, işte subjektif somut, işte kişiliği, işte yaptığı bir iş, eylem! Demek ki neymiş, objektif somut ile subjektif somut farklı şeylermiş! Peki özne nedir ? Bir oluş, bir iş yüklenendir. Ahmet topu attı. Kim attı sorusu ile bulduğumuzdur. Tanrı bilinemez! Kim bilinemez Tanrı. Nasıl olurda bilinmesi muhtemel olmayan bir şey için siz bir özellik, bir nitelik, bir isim, bir şahsiyet(kim), bir iş, yada nicelik(kendinden kaynaklı olan) yükleyebiliyorsunuz! Benim aradığım budur, buyrun yanıtlayın.

Eğer akıl teslimiyetinden kurtulmak istiyorsak hiç bir bilgiye, veriye, doneye dayanmadığı halde!!! -nasıl oluyorsa- özne olarak kullanılmış! bir tanrı hakkında özellikler atfetmeyelim. Kendi özgülümüzde ne var, ne yok, ne bilinebilir, ne bilinemez yönlü, kanı ve yargılarımız olmasın. İşte bu andadır ki, zihinlerimizdeki subjektif öznelere teslim olmayalım! Tanrı özne olduğu sürece zihninizin sınırlarına hapsolmuşsunuz demektir, kabul edip etmemek kişiseldir ama bu kendi başına bir anlam ifade etmez. taki algılanıp adı konan bir tanrı olana kadar(olacaksa tabi).

Paragaraf içerisinde kullanımda dağınıklığa yol açıyor sanırım;

Subjektif somut nedir?

Subjektif soyut, kelimedir, isimdir, türevdir. Subjektif somut ise isme yüklenen işlerdir(yüklem), belirteçlerdir, özelliklerdir(sıfat, örn bilinemezlik). Kalem zihnimiz açısından soyuttur, anlam taşımaz, ama ne iş yaptığını ifade ettiğimizde, bir oluş, bir iş yüklediğimizdedir ki, somutlaşır, bir anlama sahip olur, anlaşılır algılanabilir(bilgisel algı) olur. Anlam içermeyen hiç bir şey bilgi içermez, bilgi kümesine alınamaz. Örneğin "kalatakute" dedim ne anladınız? Hiç bir şey. neden? Çünkü soyuttur ve henüz hiç bir anlam taşımıyor. Ne zaman bilgi açısından algılanabilir olur, yüklemde bulunduğum zaman, ne zaman somutlanır, yükleme, özelliğe(sıfat) vs sahip olduğu zaman. Bu somut objektifmidir hayır! Subjektiftir. Objektif somut nedir farklı bir şeydir, dokunduğum kalemdir. Demek ki subjektif açısındanda soyut, somut varmış. Tanrı, yada kalatakute'ye, bir yüklem-anlam eklemediğim-yüklemediğim-tespit etmediğim sürecede ANLAMSIZ, soyut kalmaya devam edecektir. İşte tanrı da budur, "kalatakute'dir"!

paslıçivi
20-12-2009, 08:12
Üzerinde durduğum gördüğünüz gibi bilinemezliği değil, bilinemez olarak ifade edilenin dayanak alınıp alınamazlığıdır. Bu bahisle Tanrı dayanak alınamaz. Buradaki bilinemezlik ibaresi öncül değil ardıldır, birincil değil ikincildir, bir sebep değil sonuçtur, belirleyen değil belirlenendir, bu durumda nereye bakmamız gerekecek elbetde şey'in(iddia edilenin, sözde varlığı öne sürülenin, yani tanrı) kendisine.

ateistlerin en büyük sıkıntısı nedir.. diğer insanlar tarafından tanrıtanımaz olarak bilinmeleri değil mi.. oysa bir ateist sadece tanrı odaklı tanımazlık içinde değildir, fizik ötesi hertürlü kavrama karşı/tanımazlık içinde bir duruş sergiler....ateist bir materyalisttir.. ama kendisine sen nesin? diye sorulduğunda içinde theos(tanrı) kelimesi geçen ateistim diye cevap verir... ateist için tanrı tanımsızdır ve diğer insanlarla olan iletişiminde belli bir terminoloji kullanmak zorunda olduğu için tanrı varmıdır yokmudur? sorusuna tanrı yoktur diye ifade kullanır ve bu böyle bilinir..

şimdi gelelim agnostizmin sıkıntısına.. agnostizm, tanrı bilinemezcilik değildir..

agnostizm, bilinemezciliktir..

"tanrı bilinemezcilik" olsaydı adı agnostizm değil agnostikteizm olurdu..

ateizm panteizm deizm gibi felsefi yaklaşımlar; kelimelerini incelediğidinizde içinde theos kelimesini görüyoruz.. işte bunlar tanrı(theos) odaklı tanımlar yaklaşımlar ve ifadelerdir.. tanrıyı dayanak alan bu görüşlerdir.. agnostizm değil..

agnostizm; insan zihninin yarattığı tanrı kavramından özgürleşmiş bir bilinç düzeyidir.. tanrı kavramının kölesi değildir.. tanrı kavramına taraf değildir, önünde yanında arkasında durmaz.. sorulduğunda bu bilinemez(agnostizm) ya da ilgilenilmez(ignostizm) diye cevap verir.. ve bu bilinemez/ilginelimez dediği tanrı kesinlikle tezim düzeyinde tanrı değildir.. yani bir müslümanın allahını, bir hristiyanın iasamesihini/babasını, bir yahudinin tanrısını, hinduların tanrıları için bilinemez ifadesi kullanmaz aynı bir ateist gibi çok net bir şekilde reddetmiştir, yoksaymıştır..

agnostizmin "bilinemez" ifadesi, sizin algıladığınız gibi tanrı bilinemezcilik değildir.. agnostiğin yaşamında teizm yoktur, o bunları aşmıştır artık bilinç düzeyi olarak.. teizm olmadığı gibi nonteizm de yoktur.. çünkü nonteizm bile yine tanrı odaklı bir tanımdır.. ve bu nonteizm içinde olan kişiler teistlerin tanrısından özgürleştikten ya da daha doğru bir ifadeyle karşıtlığından sonra hala tanrı kavramının çevresinde dolanırlar, kölesidirler.. çünkü sorulduğunda yoktur, vardır, varsa şöyledir, böyledir gibi bir duruş/pozisyon içindedirler.. agnostik tüm bu tanrısal posizyonların dışında olan kişidir.. bir agnostik varlığın bilinemez olduğunun farkındalığına erişip, peki varlık nedir? diye sorgulama aşamasında olan kişidir..

yani bir agnostiğin düşüncesinde nonteistik tanısal yaklaşımlar eğrimidir doğrumudur gibi bir savaşım/çatışma yoktur.. daha önce de bahsettiği gibi, ateistin deistin panteistin tanrısal posizyonlarına eşit mesafede durur, ne bir adım ileri ne bir adım geri.. çünkü varlığın sorgulanmasında bu üç tanrısal pozisyon sadece sonsuz sayıdaki olasılıktan sadece 3 tanesidir.. bir agnostik için varlığın sorgulamasında bu 3 tanrısal pozisyon dışında daha binlerce milyonlarca olasılık vardır düşüncelerinde..

örnek vermek gerekirse; insandan üstün bir takım varlıkların(tanrı değil) olasılığı da vardır, dünyanın insanlar üzerinde deney yapılan labarutuvar olduğu, evrenin sonsuz olmayıp, bir noktada bitip sonra henüz bize yansımayan/algılayamadığımız oluşumların da olabileceği, yaşam yok dediğimiz bize yakın gezegenlerde aslında bizim yetilerimiz/algılarımız/duyularımız dışında bir yaşam tarzı olabileceği ve ordaki varolan yaşam tarzlarının da aynı bizim gibi onların da bizi algıyamadığı, bize yansıyan sonsuz evrenin aslında bütün varlığın çok küçük bir bölümü olabileceği, zaman ve mekan kavramlarından farklı kavramların/boyutların olabileceği, evrenin bir halogram olabileceği vs, sonsuz sayıda arttırabileceğim olasılıklar vardır agnostiğin sorgulamasında..

ve bu bahsettiğim olasılıklara olan mesafesi de ateizme, deizme, panteizme olan mesafesiyle birebir aynıdır.. yani bir tanrının yokluğu da olasılıklar içindedir, bir deisitin tanrı algısı da, dünyanın bir deney laboratuvarı olduğu, panteistin tanrı algısı, evrenin bir halogram olasılığı da.. bu olasılık sayısı &(sonsuzluğu ifade ediyor) tane ise;
ateizm 1/&
deizm 1/&
panteizm 1/&
dünyanın laboratuvar olması 1/&
ve diğer akla gelen gelmeyen tüm olasıklar teker teker 1/& değerindedir/olasılığındadır..

agnostiğin düşüncesinde varlık sorgulamasında;

varlık/bütün= & sayıdaki 1/& ların toplamından ibarettir..
1/&+1/&+1/&+...........................dur..
yani sonsuz olasılıktır..

ve bunun dile getiriliş, ifade ediliş şekli bilinemezciliktir..

yoksa sizin algıladığınız tarzda tanrıbilinemezcilik değildir.. bugün bir ateiste de bu bilinemez deriz, dünyanın/evrenin bir çocuğun elinde oyuncak olma iddiasında olan bir kişiye de bu bilinemez deriz, deiste de bu bilinemez deriz.. ve tüm bilinemez dediğim herşey sadece sonsuz sayıda bir olasılıktan ibarettir ve hepsinin mutlak manada realite olma şansı eşittir deriz..

bir ateist, bir deist, bir panteist, gibi sadece tanrı odaklı bir sorgulamada sonucunda bir olasılığa sabitlenip, aklımız teslimiyet içine girip, varlığı biliyormuş edasıyla uyku mahmurluğunda yaşamayız.... agnostik varlık nedir sorusuna bilimin de eşliğinde kişisel bilinç düzeyine paralel cevap arayan kişidir..

uzun lafın kısası; varoluşu sorgulamada teistik düzey dışındaki her şey olasıdır, mümkündür, olabilirdir ve bu olasıklardan hangisi mutlak realitedir bu bilinemez deriz...

paslıçivi
20-12-2009, 09:12
Özetlersek; bilinemeyecek olan, bilinmeyen neler taşımaz;
1. İsim alamaz
2. Tanım konamaz
3. Zarf(konum), Sıfat (nitelik) alamaz.
4. Oluş bildirilemez(örn:yaratmak)
5. Nicelik taşıyamaz.
6. Özne olamaz(bir iş yüklemlenemez, örn:yaratmak)


efendim bu bahsettiğiniz özellikler teistik tanrı anlayışıdır.. teizmin tanrısı subjektif soyut bir kavram değildir.. gönderdiği dinlerle, seçtiği adamlarla, yazdırdığı kitaplarla, öğretileriyle insanlıkla subjektif olmayan somut kavramlarla iletişime geçmeye çalışan bir tanrı modelidir.. nonteizm ve agnostizm bunları zaten net bir şekilde reddetmiştir.. ve konuştuğumuz konu teizm düzeyindeki tanrı değildir zaten.. ama dediğim gibi ateistler teizmi reddettikten sonra bununla tatmin olabilme bilinçaçıklığına sahip olduğu için tanrı deyince bu bahsettiğiniz özellikte tanrıyı algılarlar sadece.. biraz daha bilinçaçıkları üst düzeye çıkarsa o zaman işte deistle panteistle empati kurabilirler, aksi halde bir teistten farklı olmayan dediğim dedik çaldığım düdük, en güzel çukur benim çukurumdur diyen bir devekuşundan farkları kalmaz.. bu ifadelerimi bir hakaret olarak algılamayın lütfen.. çünkü ben bu ifadeleri teistler, deistler panteistler için de kullanırım.. bu bir hakaret değil bir durum tesbitidir..

ve tekrar üstüne basa basa söylüyorum.. kişisel bilinç düzeyiniz sizin özgür iradenizde değildir, yani teizmi, nonteizmi siz kendi özgür iradenizle seçmiyorsunuz, siz sadece nörokimyasal/nörofizyolojik/psikolojik yapınızın müsaade etttiği bilinç düzeyini yaşayan birer kölesiniz.. kendi özgür iradenizle teizmin çeşitleri ve nonteizm çeşitleri arasında geçiş yapıp bunu yaşamanız deneyimlemeniz imkansızdır.. çünkü sahip olduğunuz duygu düşünce kompenentlerinin simbiyotik ilişkisinde yaşamak zorunda olan varlığın dayatmalarına maruz kalmış bir canlı türüsünüz sadece... özünüzde değil çeperde yaşıyorsunuz hala, daha doğrusu yaşadığınızı zannediyorsunuz, uyanık olduğunuzu zannediyorsunuz, uyku mahmurluğunda olduğunuz halde..

oysa ben diyorum ki; insan denen canlı türü bu nörokimyasal/nörofizyolojik/psikolojik durumuna hükmedilme yetisine sahip bir canlıdır.. bir bilgisayar kullanıldıkça nasıl bir sürü gereksiz, eklenti, çerezler, virüsler, trojanlar, geçici bilmemne gibi dosyalarıyla vs kirlenip performansı düşüyorsa ve ilk alındığı gün gibi güzel çalışmıyorsa ve bunun için aradabir bilgisayara gereksiz yük getirip performansını düşüren dosyalardan arınması için format yada temizlik/bakım programları gerekiyorsa aynı şey insan denen canlı için de gereklidir..


bilgisayar kullanılırken zamanla oluşan bu gereksiz dosyalar, insan yaşarken edindiği hafıza/zihin dediğim şeyle birebir aynıdır.. yaşadığınız toplum içinde ve yaşamınızda bir çok öğreti/tecrübe/edinim gibi hafıza/zihin yüklemesine kirlenmeye maruz kalıyorsunuz.. hangi çöplükte dünyaya geldiyseniz o çöplüğün kiriyle sizi kirletiyorlar.. o bebeklik/çocukluk çağınızdaki evrensel insan paydalarınızın üzerini örtüp elinizden alıyormuş gibi yapıyorlar.. oysa bebekliğinizdeki o mutlak mutluluğunuz, zamanda değil anda yaşamanız, sürekli herşeyi öğrenmeye çalışan sorgulayan o meraklı beyin yokolmuyor.. sadece insan olmanızın verdiği bir zorunluluk olan atalarınız/ebeveynlerinizle birlikte yaşamak sizi mahvediyor.. dünyanın her coğrafyasında 0-6 yaş grubu çocuktan bir tanesini alıp bir odaya koyun ve izleyin.. aralarında hepsi mutludur, anında birbirleriyle empati kurup hemen iletişime geçerler çünkü ortak bir dilleri vardır; özünde yaşayan henüz ego/sahtebenlik oluşmamış saf insan vardır.. ama aynı çocukları alın tekrar kendi coğrafyalarına götürün ve 15-20 yıl sonra tekrar aynı odaya koyun ve izleyin bakalım.. değişen nedir bir algılamaya çalışın, biraz farkındalık kazanmaya çalışın..

işte bu bebekliğinizdeki özvarlığınız kaybolmuyor, sadece bir çok din, millet, etnik başta olmak üzere bir çok öğretilerle zihin bombardımanına tutulup sadece üzeri zihin dediğim katmanla örtülüp derinlere itiliyor.. ve artık siz bu yüklenen zihinde bir yaşam sürüyorsunuz.. yani o zihnin yöneticisi benlikte.. işte onun bilimsel adı egodur, diğer bir ifadeyle sahtebenliktir..

nasıl bilgisayarını bu gereksiz ek yük getirip performansını düşüren dosyalardan temizlemen için temizleyici programlara ya da formata ihtiyacın varsa o çocukluğundaki mutlak mutluluğa, cesarete, merağa yani özvarlığına ulaşman için de senin de formata ihtiyacın var.. yani sana yük getiren, algı/sezgi/mutluluğununun cesaretinin performansını düşüren bu zihin denen gereksiz dosyalardan arınman gerekiyor.. o formatı sana sağlayan şey de meditasyondur..


ve bu bahsettiğim şeyi algılayabilmeniz sözlerle imkansızdır.. yaşayıp deneyimlemeden algılayamazsınız.. bu işi gerçekten yapan budizmin zen ustalarıyla konuşup yaşamlarına bakmanız belki bir parça fikir sağlayabilir..

paslıçivi
20-12-2009, 09:28
Sohbeti gereksiz yere bölmek gibi olmasın ama, bu tam doğru değil sevgili paslıçivi,

bilim terminolojisinde varsayımlar yasaya dönüşür, teoriler ise yasalar üzerine inşa edilir. Yani bilimde ''teori'' yasadan çok daha üstün bir idrak düzeyini ifade eder.



bkz:
Kuram veya teori, sistemli bir biçimde düzenlenmiş birçok olayı açıklayan ve bir bilime (http://tr.wikipedia.org/wiki/Bilim) temel olan kurallar, yasalar bütünüdür. Viki (http://tr.wikipedia.org/wiki/Kuram)

ayrıca bkz (video):

http://www.youtube.com/watch?v=H3Hw5yPEVCo&feature=channel_page


saygılarımla

sevgili ulpian.. söylediklerinizde haklısınız.. ben zaten "hangisi daha yüksek idraktır"dan bahsetmedim.. sadece bilimin elindeki dataları klasifkasyonundan sözettim..tabii ki teori dediğimiz şey varolan bilimsel yasalarla kanunlarla desteklenmiş bir güçlendirilmiş bir hipotezdir, varsayımdır, bilimsel bir öngörüdür..

muhabbettimiz bölmek yaklaşımına gelince:).. hodri meydan davetime henüz aleni bir cevap gelmediği sürece tüm katılımcılara açıktır, biliyorsunuz..:) katılımlarınızdan keyif alırım.. yeter ki sevgili e.i. gibi japonca konuşmayın..:help:

ulpian
20-12-2009, 09:32
muhabbettimiz bölmek yaklaşımına gelince:).. hodri meydan davetime henüz aleni bir cevap gelmediği sürece tüm katılımcılara açıktır, biliyorsunuz..:) katılımlarınızdan keyif alırım..

teşekkür ederim sevgili paslıçivi,

zaten ben de soracaktım, eğer kabul ederseniz, bu başlığı adını değiştirerek, İslam Forumu'na taşıyalım bari diye. Çünkü ''davet'' başlığından çıkalı çok oldu. :)

yeter ki sevgili e.i. gibi japonca konuşmayın..:help:

Öyle kötü alışkanlıklarım yoktur Kosmosa bin şükür. :whistle:

sevgilerimle

paslıçivi
20-12-2009, 09:50
sevgili ulpian benim için hiçbir mahsuru yok, neyi nerde konuştuğumuzun.. yeter ki amaç karşılıklı kazanım olsun.. hatta dediğiniz yere taşırsanız daha çok kişi okuyup faydalanabilir diye düşünüyorum..

paslıçivi
20-12-2009, 09:57
Farklı noktalardayız, açtığım ve üzerinde durduğum bilinebilir-bilinemez denemezliğidir, bilinemez demeyi demek, tekrar etmek çok farklı bir şey, burada denebilirliğini demiş olmaktan öte sizde nedenleriyle ortaya koymalısınız. Kısaca aşağıdaki 6 maddeyi izah ediniz-ki bu yeterlidir- ve Tanrı şahsında-ki tanrıyı özne yapan sizsiniz- açıklık getiriniz;

Özetlersek; bilinemeyecek olan, bilinmeyen neler taşımaz;
1. İsim alamaz
2. Tanım konamaz
3. Zarf(konum), Sıfat (nitelik) alamaz.
4. Oluş bildirilemez(örn:yaratmak)
5. Nicelik taşıyamaz.
6. Özne olamaz(bir iş yüklemlenemez, örn:yaratmak)



sevgili spartacus..

gerçi yukarıda açıklamaya çalıştım ama burda da biraz değinmeye çalışayım.. bu bahsettiğiniz özellikler nonteistik tanrı anlayışıdır işte.. yani bir deistin bir panteistin tanrı algısı yukarıdaki özellikleri taşır.. sadece kişinin varlığı sorgulamada teizmi reddettikten sonra ortaya çıkan bilinçaıklık sorgulama/tatmin olayında boşluğu dolduran bir oran, yakalanan bir seviyedir.. deistin panteistin tanrı algısında hiçbir evrensel, somut, objektif bir şey yoktur.. ne adı vardır, ne görevi bellidir, ne yüklemi ne zarfı... sadece kişisel bilinçaçıklık düzeyine göre sorgulamada varlığa/yaşama bir anlam yükleyebilmek için aklın artık teslim olduğu noktadır.. akıl daha ötesini sorgulayamaz alglayamaz, o noktada sorgulamada pes etmiştir kişi.. ve noktayı koymuştur aynı ateist gibi..

agnostizmin tanrıbilinemezciliği yönünü ön plana çıkaran işte bu nonteistik tanrısal noktalardır.. agnostizm noktayı koymaz, koyamaz, çünkü bilinçaçıklık seviyesi henüz tatmin olacak düzeyde doygunluğa erişmemiştir.. yani agnostik; ateizm deizm panteizm gibi aklın teslim olduğu noktada teslimiyet içine girerek tatmin olamaz ve bu agnostiğin kendi elinde/özgür iradesinde olan bir şey değildir.. bir agnostik kendisini zorlasa da istese de bu ateizm deizm ve panteizmle tatmin olamayacak kişidir..

paslıçivi
20-12-2009, 11:08
Konuyu başlatan olarak önce yazdıklarımı değerlendirmeniz gerekir. Agnostiklerin bilinemezliğinin, onbjektifliğe dayandığı yönünde hiç ama hiç bir bilgi sunmadınız. Bir bilgiye dayandığına dair hiç bir emarede yok! Bilinemeyen bir şeyin ÖZNE olarak burada ne işi var? Diye soruyorum cevap vermediniz. Ateistlerinde-teistlerinde tanrı olarak ele aldıklarının Subjektif olduğunu dolayısıyla agnostiklerinde tanrısının subjektif olduğunu defalarca açık açık, nedenleri ile yazdım. örneğin Noel Baba salt soyuttur ama o bir iş, bir eylem, bir oluş yüklenerek! subjektif-somut haline getirilir. Bu halde şöyle bir şey sözkonusu olur, Noel baba bana hediye getirdi? KİM GETİRDİ? Noel baba, işte subjektif somut, işte kişiliği, işte yaptığı bir iş, eylem! Demek ki neymiş, objektif somut ile subjektif somut farklı şeylermiş! Peki özne nedir ? Bir oluş, bir iş yüklenendir. Ahmet topu attı. Kim attı sorusu ile bulduğumuzdur. Tanrı bilinemez! Kim bilinemez Tanrı. Nasıl olurda bilinmesi muhtemel olmayan bir şey için siz bir özellik, bir nitelik, bir isim, bir şahsiyet(kim), bir iş, yada nicelik(kendinden kaynaklı olan) yükleyebiliyorsunuz! Benim aradığım budur, buyrun yanıtlayın.

Eğer akıl teslimiyetinden kurtulmak istiyorsak hiç bir bilgiye, veriye, doneye dayanmadığı halde!!! -nasıl oluyorsa- özne olarak kullanılmış! bir tanrı hakkında özellikler atfetmeyelim. Kendi özgülümüzde ne var, ne yok, ne bilinebilir, ne bilinemez yönlü, kanı ve yargılarımız olmasın. İşte bu andadır ki, zihinlerimizdeki subjektif öznelere teslim olmayalım! Tanrı özne olduğu sürece zihninizin sınırlarına hapsolmuşsunuz demektir, kabul edip etmemek kişiseldir ama bu kendi başına bir anlam ifade etmez. taki algılanıp adı konan bir tanrı olana kadar(olacaksa tabi).


konuyu başlatan olarak yazılarınızı değerlendiriyorum, merak etmeyin.. zaten farkederseniz konunun başlığı tanrının bilinemezliği değil varoluşun(varlığın) bilinemezliği..

dediğim gibi agnostizmin tanrıbilinemezcilik olmadığını algıladığınızda olay kendiliğinden çözülüp yaşadığınız zihin karmaşasından kurtulacaksınız..

ben kişisel olarak agnostizmi de aşıp farkındalık düzeyine geçeli 3-4 yıl oluyor.. benim sorgulamamda tanrı falan yok.. ben varlığı sorguluyorum.. peki neyle? bana yüklenen zihinden arınarak(meditasyon) özvarlığımdaki algı sezgi işlevlerimle ya da bilgisayar diliyle yazılımlarla(software) diyelim.. çünkü bu mümkün.. sadece bunu keşfedip deneyimlemeniz gerekiyor..

ve varlığı tanrıdan bağımsız sorgulamamda şimdilik ulaştığım ama henüz tatmin olmadığım sonuç varlığın(varoluşun) bir bilinemez olduğudur..


Subjektif soyut, kelimedir, isimdir, türevdir. Subjektif somut ise isme yüklenen işlerdir(yüklem), belirteçlerdir, özelliklerdir(sıfat, örn bilinemezlik). Kalem zihnimiz açısından soyuttur, anlam taşımaz, ama ne iş yaptığını ifade ettiğimizde, bir oluş, bir iş yüklediğimizdedir ki, somutlaşır, bir anlama sahip olur, anlaşılır algılanabilir(bilgisel algı) olur. Anlam içermeyen hiç bir şey bilgi içermez, bilgi kümesine alınamaz. Örneğin "kalatakute" dedim ne anladınız? Hiç bir şey. neden? Çünkü soyuttur ve henüz hiç bir anlam taşımıyor. Ne zaman bilgi açısından algılanabilir olur, yüklemde bulunduğum zaman, ne zaman somutlanır, yükleme, özelliğe(sıfat) vs sahip olduğu zaman. Bu somut objektifmidir hayır! Subjektiftir. Objektif somut nedir farklı bir şeydir, dokunduğum kalemdir. Demek ki subjektif açısındanda soyut, somut varmış. Tanrı, yada kalatakute'ye, bir yüklem-anlam eklemediğim-yüklemediğim-tespit etmediğim sürecede ANLAMSIZ, soyut kalmaya devam edecektir. İşte tanrı da budur, "kalatakute'dir"!

teizmin tanrıcılığı subjektif somuttur.. dediğim gibi gönderdiği diniyle, seçtiği aracı adamıyla, yazdırdığı kitabıyla, yaşama bir şekil vermeye çalışmasıyla somutlaştırılmıştır.. o yüzden burda "bilinemez" kelimesi çok anlamsız kaçar.. çünkü elimizle tutup inceleyebileceğimiz doneler, veriler vardır.. bilinaçıklığımız oranında bunları inceleyerek bir sonuca varabiliriz..

panteizm ve deizmin tanrıcılığı subjektif soyuttur.. ne bir adı sanı vardır, ne bir yüklemi vardır, ne ele avucak gelecek bir dini, kitabı, adamı ve öğretileri vardır.. tamamen kişisek varlık sorgulamasında insan zihnine düşen soyut subjektif bir kavramdır.. böyle bir tanrıcılık hakkında ahkam kesmek, ileri geri konuşmak akıntıya kürek çekmek, rüzgara karşı tükürmeye çalışmak gibi anlamsız beyhude bir şeydir..

teistin tanrısıyla güreşirsin, çünkü önünde somut veriler vardır ama nonteistik tanrıyla güreşemezsin, bir hayaletle yaptığın güreşi kazanmaya çalışmak gibi bir şeydir.. boş yere enerjini gücünü harcarsın.. çünkü karşındki tanrının tutabileceğin en küçük somut bir organı yoktur.. rüzgara tekme sallayıp durursun.. ya da dağa küsmüş fare pozisyonuna düşersin..

ulpian
20-12-2009, 11:17
Başlık önce ''Hodri Meydan'' bölümünde ikili tartışmaya davet amaçlı açılmış olup, ikili bir anlaşma oluşmadığı ve genel bir fikri tartışma başlığına dönüştüğü için, başlık sahibi sevgili paslıçivi'nin onayı ile daha çok üyenin tartışmaya katılabilmesi için buraya taşınmıştır.


saygılarımla

Eliko
20-12-2009, 22:10
Bir şey açıklandığı an gizliğini kayıp eder. Göksel zamanında en görkemli/farklı/kutsal anlaşılmış. Bizim açımızdan gizem olabilir ama Bilimin açıklamadığı şey yoktur. Bir gizemin ise amaçta olduğunu sezebiliriz. Amaçta vardır gizem... Esrarengiz amaç... Nereye gidiyoruz; nedir bu varlık? ya bir yanılgı, yada bir gizem. İşte bu bimediğini itraf ettiğin an gizemi kabul etmek zorunda kalıyorsun.

Saygılarımla
Elikoyum

paslıçivi
21-12-2009, 08:29
Bir şey açıklandığı an gizliğini kayıp eder. Göksel zamanında en görkemli/farklı/kutsal anlaşılmış. Bizim açımızdan gizem olabilir ama Bilimin açıklamadığı şey yoktur. Bir gizemin ise amaçta olduğunu sezebiliriz. Amaçta vardır gizem... Esrarengiz amaç... Nereye gidiyoruz; nedir bu varlık? ya bir yanılgı, yada bir gizem. İşte bu bimediğini itraf ettiğin an gizemi kabul etmek zorunda kalıyorsun.

Saygılarımla
Elikoyum

varoluştaki tüm canlılar bilinçaçıklık düzeylerine göre bir duruş/pozisyon içindedirler ve sergilerler..

olaya insan odaklı baktığımızda (ki bu her varlık için bir zorunluktur, varoluşun bir dayatmasıdır); bilinçaçıklık düzeylerine göre canlıları azdan çoka doğru bitkiler hayvanlar ve insanlar olarak sıralayabiliyoruz..

bitkiler ve hayvanlar için bilinçsiz/bilinci yok ifadesini kullanmak şimdilik zor.. çünkü biz insanlar bu canlı türleriyle henüz bir iletişim içinde değiliz.. onların niçin böyle davrandıkları sadece insan taraflı olarak değerlendirip içgüdüsel/doğalarında var diyebiliyoruz.. ama içgüdüsel ne demek? buna tam bir açılım getiremiyoruz..

insanlara baktığımızda bilinaçıklıklarına göre teizm düzeyi ve nonteizm düzeyi bir bilinçaçıklığını farkediyoruz.. yada dünya felsefe literatüründeki yanlış bir sınıflama olan teist nonteist klasifikasyonu..

teizm düzeyi bilinçaçıklığında olan insanlar doğdukları toplumun organize inancını kabullenip bunu sorgulama bilinçaçıklığında olmayan insanlardır.. doğduklarında kendisine yüklenen zihni hakikatmiş gibi yaşayarak bir ömrü tamamlayarak ölüp giderler..

bu gün tanrıtanımaz bir inanç olan budizmde doğmuş biri, yine tanrıtanımaz ve nonteist denilen ateist/dinsiz seküler toplumlar olan eski SSCB, Küba gibi toplumlarda doğmuş insanlar toplumun ona zihin olarak aktardığını kabullenip daha ilerisini sorgulama bilinçaçıklığına sahip olmayan kişilerdir..

bilinçaçıklık düzeyi açısından japonya çindeki bir budist, küba ve eski SSCB deki bir ateistin, bir müslümandan bir hristiyandan bir hindudan hiçbir farkı yoktur.. yani ateist bir bir rus bir kübalı ve tanrıtanımaz bir budist aynı bir müslüman bir musevi gibidir.. ortak paydaları doğdukları meranın/otlağın koyun sürüsündeki birer koyunları gibidirler.. çünkü dogmayı yutmuşlardır, daha ötesine geçememişlerdir ve bu kesinlikle onların bir hatası suçu değildir.. sadece onların bir insanın yaşayabileceği minimum bilinçaçıklığında, büyük bir farkındalıksızlıkla, derin uykuda güzel bir rüya gördüğünü gösterir..


nonteizm düzeyi bilinçaçıklığındaki kişiler kendisine yüklenen dogmayı kırabilmiş bir bilinçaçıklık düzeyidir.. yani dünyaya geldikleri mera/otlaktaki sürüden ayrılabilme bilincidir.. o yüzdendir ki bana göre kendisine dayatılan dogmayı kırıp başak bir organize dine geçen kişi bile nonteizm düzeyi bilinçaçıklığındadır.. örneklemek gerekirse ateist doğup ateist ölen birine göre ateist doğup sonradan müslüman olan veya başka bir inanca geçen kişi nonteist bilinçaçıklığına sahiptir, çünkü onun dogması ateizmdir, ve dogmasını kırabilecek düzeyde bir bilinç yükselmesi yaşamıştır..

ya da şöyle bir örnekleme yapabilirim.. bu nonteist TD sitesine üye olup inancını tartışan/savunan müslüman üyelerimiz bile sokaktaki kocakarı inançlı bir müslümana göre daha fazla bir bilinçaçıklığına sahiptir.. yani hafif bir uyanma öncesi pozisyon sergilemektedir.. kocakarı inançlı bir teizm düzeyinde bilinçaçıklığ olan kişi inancını sorgulama/savunma ihtiyacı bile hissetmez, çünkü ona göre dini inancı tartışılmayacak savunulmayacak düzeyde hakikattir ve böyle zihin sörfleri bile boşa zaman kaybından başka bir şey değildir.. bu sadece müslümanlar için geçerli değildir, dünyanın neresine giderseniz, toplumun kişiye yüklediği dogmayı kesinlikle tartışma ihtiyacı bile hisetmeyen muazzam bir kalabalık insan topluluğuyla karşılarsınız.. bu kişi müslüman da olabilir, ateist de, budist de musevi de hindud da, ya da afrikanın balta girmemiş ormanlarında ilkek yaşam süren bir kabilenin üyesi de.. bu bilinçaçıklığı tarzında yaşayan insanlar dediğim gibi hayvaan ve bitkilerden sadece bir kademe üst düzeydedir.. 300 beygir gücü olan bir arabanın sadece 1 beygir kuvvetini kullanarak bir yaşam sürüp ölüp giderler.. işteki burdaki 1 beygir gücü onu diğer bitkilerden hayvanlardan ayıran bilinçli bir tür olmanın sadece varlığın dayatması zoruyla oluşan arabayı hiç kullanmama yani 0 beygir gücünden sadece 1 fazladır.. bu da insan denen canlı türünü bilinçsiz bir canlı değil bilinçli bir canlı türü yapar, sadece 1 beygir güç bile.. çünkü varolan 300 beygirin hiçbirini kullanmazsanız araba sadece rölantide çalışır, bunun adı da canlı varlık türü olmaktır sadece.. yani sizi taştan topraktan ayrı/üstün kılar... çünkü araba rölantide bile çalışmıyorsa o canlı bile değildir, bir taştır bir kayadır yani cansız bir varlık türüdür..


varlığın/varoluşun bir gizem/bilinemez olduğunu ifade edebilmek için bir bilinç yükselmesi yaşamanız gerekiyor.. aksi takdirde bilincin insana getirdiği sorgulama olayında aklınız bir noktada teslim olup varlığın ne olduğunu biliyormuş zannıyla yaşarsınız.. yani bir bitkiden bir hayvandan sadece bir üst düzey bilinaçıklığındasınızdır.. algılayabildiğimiz kadarıyla insandışı canlılar dediğimiz bitkiler ve hayvanlar bu boyutta yaşayan canlılardır.. yani ben varım diyemezler, varlığının bile farkında olmadan yaşayan canlı türleridir.. ve bu canlı türlerinin gelişimi/değişimi tamemen varoluşun dayatması olan evrim denen süreçle gerçekleşebilir sadece.. o yüzdendirki binlerce yıl önce yaşayan bir bitki bir hayvanın bugün atalarından tek farkı evrimsel süreç içindeki pozisyonudur sadece.. başka hiç bir gelişim değişim gösteremezler..

ama insan denen canlıyı gözlemlediğimizde bambaşka bir boyutun farkındılığına erişiyoruz.. bilinç.... ve sadece bu bilinç sayesinde zamanında mağarada yaşayan atalarından bugün marsa gitmeyi planlayan kendi cinsini klonlamayı başarabilen bir canlı türüyle karşılaşıyoruz.. yani değişim gelişim sadece bedensel evrimle olmuyor, bir de bilincinin bir evrimi var.. ve zaman içerisinde yaşanan bu muazzam geometrik gelişim/değişim sürecini incelediğimizde önümüzdeki zamanlarda insanoğlunu nelerin beklediğini merak etmemek imkansız.. daha elektrik keşfedileli 100 yıl oldu olmadı, bilgisayar internet tıbbi ve teknolojik gelişmelerin insana sunduklarına baktığımızda bırakın binlerce yıl sonrasını bundan 100 yıl sonrasını bile tahmin etmek çok zor.. zamanda geriye gitme şansımız/teknolojimiz olsaydı da o mağara adamına gidip bugün insanlığın geldiği noktayı gösterseydik nasıl bir tepkisi olurdu acaba, algılayabilirmiydi bizi.. kendi türünden bir canlı olduğumuza inanabilirmiydi...

neyse lafı fazla uzatmak istemiyorum... işte varlıklar bilinçdüzeylerine göre çok farklı kademelerde yaşayan ya da varlıklarını sürdüren şeylerdir.. varoluşun bir bilinemez sonucuna varabilmek için sizin özgür iradenizin dışında gelişen bir bilinçaçıklığı yükselmesi yaşamanız gerekiyor, yani 10 beygirin 50-100 beygire falan çıkması lazım.. aksi takdirde 10 beygir gücü kullandığınız sürece varolan evrensel bilgiler sizi tatmin edip kişisel bir tatmin ihtiyacı duymazsınız.. dünyaya geldiğiniz zaman ve mekan boyutunun size sundukları paralelinde/limitinde bir yaşam sürüp ölür giderseniz..

spartacus
21-12-2009, 11:14
Sevgili Paslıçivi Tanrı nedir?

panteizm ve deizmin tanrıcılığı subjektif soyuttur.. ne bir adı sanı vardır, ne bir yüklemi vardır, ne ele avucak gelecek bir dini, kitabı, adamı ve öğretileri vardır.. tamamen kişisek varlık sorgulamasında insan zihnine düşen soyut subjektif bir kavramdır.. böyle bir tanrıcılık hakkında ahkam kesmek, ileri geri konuşmak akıntıya kürek çekmek, rüzgara karşı tükürmeye çalışmak gibi anlamsız beyhude bir şeydir..

Deizmin veya panteizmin Tanrıcılığı değilki burada ki özne Tanrısıdır. Dolayısıyla Tanrıcı olmayışı Tanrı yı soyut yapmaz. Zihinsel açıdan salt soyut olan hiç bir şey inanç taşımaz. Hiç bir fiil yüklemeden, hiç bir oluş, iş yüklemeden hiç bir şeye inanç geliştirilemez. Bir biçimde, öyle yada böyle inanç geliştirilmiş ise bu inancın öznesi somutlanmış demektir. Yaratım bir fiildir dolayısıyla öznesi olmayan bir fiilden, yani iradi bir oluşdan bahsedilemez. Bir şey özne olduğu sürece subjektifde yani zihinlerimizde soyut kalamaz, özne olduğu anda somutlanmış demektir.

Deizm evreni bir Tanrı nın yarattığına inanır. Temel ayrışımı ise deistler bir Tanrının yaratmasına inanmakla birlikde o her an herşeye ve evrene müdahale eden olarak görülmez. Yani inançların Tanrı adına kullanımı temelinde örgütlenmiş, insanlar üzerinde bir hakimiyet aracı haline gelmiş, dinlerden ayrı ve bağımsızdırlar.

Panteistler ise özneleri ortak olan deistlerden ve teistlerden ayrıdır. Tek başına özneleşmiş bir tanrıları yoktur. Bu anlamda tek bir özneye indirgenmiş bir tanrıya sahip olmamakla birlikde, tanrı bir soyutlamadır. Yani realitenin, tanrı temelinde soyutlanmasını içerir. Mesala bir ağaç hem ağaçtır ama hemde tanrıdır. Tanrıdan bir parçadır, burada Tanrı her şeyin özünde ve özünü oluşturmakla soyutlanmış olur ki, buda zihinsel algı temelinde bir somutlamadır. Zihinlerimizde somtlamadığımız hiç bir şey bilgi edinmemize olanak vermez. Nasıl ki objektif açıda somut için duyu organlarımız devrede ise, zihinlerimizinde duyular gibi algılayabilirliği bir şeyin subjektif olarak somutlanabilmesine bağlıdır. Kalem örneğinde ifade ettiğim gibi, bu nesnenin ne olduğu ne iş yaptığı neye yaradığı ve benzediği bilindiği sürecedir ki biz bilgi temelinde onu algılayabilmiş olalım. Somutluk içermeyen hiç bir şey algı içermez. Bu objektif içinde subjektif içinde böyledir.

Bir Tao öğrencisi ustasına soruyor,
- Usta tanrı nerede?
- Her yerde
- Daha alt düzeyde
- Gördüğün şu taşda
- Daha alt düzeyde
- Şu toprak parçasında
- Daha alt düzeyde
- Şu giden karıncada
- Daha alt düzeyde
- Bokunla sidiğinde

İşte bu konuşma bir algı-bilgi oluşturma temelinde bir somutlama iken nesneler ve Tanrı şahsında bir soyutlamadır.

Daha önce zaman konusuna girdiğimde ölçüden, ölçeklemeden bahsettim. Mesala dedim, akışını algılayamadığımız bir suya bıraktığımız bir çöpden bahsettim. Su akmaktadır bir hareket vardır ama benim bunu kavramam için algılayabilmem için bana bir farkındalık oluşturacak referanslar gerekir. Bu nedenle ne yaptım, çözemediğim akışın belirli bir noktasına bir çöp bıraktım, çöpün bıraktığım yerden hareketini gözlemledim. Bu çöpün bir başlangıç noktası vardı ve ben buraya A demiş olayım, çöp belirli bir ilerleyiş kaydedince bir diğer noktasınıda B olarak işaretlemiş olayım. Buradan açığa neler çıktı, farkındalık. Başka ne çıktı, farkındalığımı ifade edebilme yani ölçü çıktı. A ile B arasında ki fark bana neyi verdi haliyle mesafeyi. Başka neyi verdi, çöpün hızını. Başka neyi verdi iki nokta arasındaki değişim farkını, yani süreyi, zamanı verdi. Oysa;

Ne suyun akışı çöpe bağlı bir şeydi
Ne mesafeye bağlı bir şeydir
Ne hıza bağlı bir şeydir
Ne de zamana bağlı bir şeydir
Oysa biz insanlık sırf durmaksızın işleyen hareketi kavrayabilmek için ona referans noktaları, sınırlar, belirteçler koyarken diğer tarafdan da hali hazır olanada bu çerçeveler, sınırlar temelli bakmaya-sınırlamaya başladık. Şöyle bir soru sorabildik, Varlığın başlangıcı ne?

Varlığın bir başlangıcı olduğunu kim söylüyor ki? Sırf bize has olan ölçekleme ile onu ölçüleyebilip sınırlayabilelim?! Haliyle daha bu ön yargı ile düşeceğimiz yol bizi onulmaz bir sonuca götürmekten başka bir şey yapmayacaktır. Çoğunlukla bu insani-önyargılı bakış açısının varacağı nokta bir başlatana, haliyle bir iradeye haliyle bir tanrıya götürecektir. Kendi içimize dönerek, sırf kendi zihnimiz içerisinde arayacağımız tüm yanıtlar yine zihnimizin temel zaaflarından birisi olan ölçekleme ve sınırlama duvarına çarpacaktır.
Ne demiştik ne o suyun akışı bıraktığımız çöpe bağlıdır ama nede o çöpün hızına, aldığı yola, ve geçen süreye bağlıdır. Bunların hiç biriside değildir ve dolayısıyla varlığada en az 2 referans noktası gerektiren(başlangıç-bitiş, ilk-son) ikilemlerle yaklaşamayız! Biz ancak böyle algılayabiliyor, kavrayabiliyor, farkındalık oluşturuyoruz diye, kavramak için bir yerlerine işaret koyduğumuz şeylerde buna tabidir denemez.

Sonsuzluk yada başlangıç bunlar asla yanyana gelemeyecek olgulardır. Bir şey hem başlangıçlı ama hemde sonsuz olamaz. Bu ister varlık olsun isterse varlığa yüklenen başlatan-yaratan olsun aynen geçerlidir. Bir şeyin başlangıç sebebini arayıp bulduğumuzda yapmamız gereken açıyı ileri taşımaktır. Bu halde sebebinde, sebebinin(örneğin tanrı) başlangıcına yönelmek durumunda kalırız ki bu sonsuz döngüde aklımıza ilk gelecek soru; iyide biz varlığın bir başlangıcı olduğunu kim söyledi ki? olmalıdır.

Peki zaman çerçevesinde-içinde çizilmiş bir sonsuzlukdan bahsedilebilir mi? hayır bahsedilemez çünkü zaman ancak 2 referans noktalıdır. Dolayısıyla referans noktalı hiç bir şeyde sonsuzluk ifade edilemez! Belirli bir noktasında durupda A noktası B noktası diyeceğimiz hiç bir şey sırf biz farkındalık için emareler oluşturuyoruz diye, bizim oluşturduğumuz ölçeğe tabi olacaktır diyemeyiz.

Peki sonsuz olan bir şey, varlığa bir başlangıç oluşturabilir mi? Hayır oluşturamaz, çünkü sonsuz olan bir şey asla sonsuzluk içerisinde belirli bir referans noktası koyamaz. Sonsuzluğu, öncesizliği onun hiç bir biçimde bir nokta edinmesine olanak vermeyecektir. Eğer algılanması için kaba bir örnek verirsem, sonsuzluğun açılımı öncesizlik ve sonrasızlık, bir başlangıçsızlık ve bir bitişsizliktir. Haliyle bir başlangıcı olmayan bir irade asla ve asla belirli bir noktayı işaretleyemeyecektir. Çünkü belirleyebilmesine olanak yoktur. Kısaca öncesi olmayan, günümüze gelemez, o yaklaştıkca öncesizliği onu o denli geriye çeker. Gelebilmek, varabilmek, mesafe, ulaşmak her daim ilksel referanslara muhtaçtır.

O halde ya varlığa salt kendi ölçeklerimizle, sınırlarımızla bakmaktan vazgeçmeliyiz yada mantıksızda olsa anlamsızda olsa bir başlangıç ve bir başlatan koyup kenara çekilmeliyiz. Peki ya başlatan sonsuz ise, ezel ise nasıl olduda sonsuzluk içerisinde bir noktayı yakalayabildi denirse cevabımız, orasınıda tanrı bilir olur artık. Öyleya buraya kadarını biz bildik-neyi bildiysek- bundan sonrasınıda Tanrı bilir. Oysa suya bıraktığımız çöpden bir dirhem olsun ileri gitmemişizdir. Çünkü bakış açımız kendi koyduğumuz sınırlar ve ölçeklere tabidir. Çıkmışız hareket eden su değil, ona bıraktığımız çöptür, yol alan su değil ona bıraktığımız çöpün bıraktığımız yer ile vardığı yer arasındaki farktır, başlangıç demişiz, bitiş demişiz süre demişiz, o halde demişiz suyun akışı benim bıraktığım çöpün bir noktası ile bir diğer noktası arasındaki değişim farkına, geçen süreye bağlıdır. İşte suyun başlangıcı, işte varlığın başlangıcı, başlatanı. İşte ölçeklerimize, sınırlarımıza, algısal zaaflarımıza tabi kıldığımız bakış açımız, ve işte o suya o çöpü bırakan; tanrı. Oysa bu açı hem ters açıdır ve hemde kendi ölçeklerimiz ve sınırlarımızla belirlemeye kalktığımız içinde önyargılıdır.

Buradan açığa çıkan şu ki, varlık zamansızdır, zaman ise içseldir. peki ya sonsuzluk, ilk, son, başlangıç, bitiş gibi tabirlerimiz? Onlarda içseldir, ana küme varlıktır. Peki ya uzay? Evet o da aynen zaman gibi içseldir. Onu çerçeveleyen kendimize has koyduğumuz ölçeklerimiz, sınırlarımız olamaz, olamaz çünkü tüm ölçeklerimizde, sınırlarımızda içseldir, varlığın hareketine, değişimlerine, içsel tepkimelerine bağlıdır. Bu halde varlığın bir başlangıcı vardır denebilir mi? Hayır denemez, başlangıç yada bitişler varlığın dışında değil içinde gerçekleşiyor. İyide şu sonsuz görünen uzay, evet oda varlığın içindeliği temelindedir, dışında değildir, varlık uzayı sınırlar-çizer-çerçeveler, ama uzay varlığı sınırlayamaz. Her uzay içini kapsar dışını değil.

paslıçivi
22-12-2009, 08:39
deizmin veya panteizmin Tanrıcılığı değilki burada ki özne Tanrısıdır. Dolayısıyla Tanrıcı olmayışı Tanrı yı soyut yapmaz. Zihinsel açıdan salt soyut olan hiç bir şey inanç taşımaz. Hiç bir fiil yüklemeden, hiç bir oluş, iş yüklemeden hiç bir şeye inanç geliştirilemez. Bir biçimde, öyle yada böyle inanç geliştirilmiş ise bu inancın öznesi somutlanmış demektir. Yaratım bir fiildir dolayısıyla öznesi olmayan bir fiilden, yani iradi bir oluşdan bahsedilemez. Bir şey özne olduğu sürece subjektifde yani zihinlerimizde soyut kalamaz, özne olduğu anda somutlanmış demektir.

evet bir deist/panteist için tanrı somutlaştırılmıştır ama bu sadece o kişiyi bağlayan bir şeydir.. zaten inanç dediğimiz kavram da; bildiğini zannetme yanılgısı değilmidir? yani tanrı kavramı inanan kişi için somutlaşmıştır, evrensel anlamda tüm insanlık için değil..

deist/panteist olmayan biri için deistin panteistin tanrısı soyuttur, yani bir teist, bir ateist bir agnostik için deistin/panteistin tanrısı soyuttur.. bana göre soyuttur, size göre soyuttur, ama bir deist/panteist için soyutluktan somutluğa çevrilmiştir.. çünkü varlığı sorgulamada akıl/düşünce daha ötesini algılayamamakta ve teslim olup noktayı koymaktadır..

Deizm evreni bir Tanrı nın yarattığına inanır. Temel ayrışımı ise deistler bir Tanrının yaratmasına inanmakla birlikde o her an herşeye ve evrene müdahale eden olarak görülmez. Yani inançların Tanrı adına kullanımı temelinde örgütlenmiş, insanlar üzerinde bir hakimiyet aracı haline gelmiş, dinlerden ayrı ve bağımsızdırlar.

Panteistler ise özneleri ortak olan deistlerden ve teistlerden ayrıdır. Tek başına özneleşmiş bir tanrıları yoktur. Bu anlamda tek bir özneye indirgenmiş bir tanrıya sahip olmamakla birlikde, tanrı bir soyutlamadır. Yani realitenin, tanrı temelinde soyutlanmasını içerir. Mesala bir ağaç hem ağaçtır ama hemde tanrıdır. Tanrıdan bir parçadır, burada Tanrı her şeyin özünde ve özünü oluşturmakla soyutlanmış olur ki, buda zihinsel algı temelinde bir somutlamadır. Zihinlerimizde somtlamadığımız hiç bir şey bilgi edinmemize olanak vermez. Nasıl ki objektif açıda somut için duyu organlarımız devrede ise, zihinlerimizinde duyular gibi algılayabilirliği bir şeyin subjektif olarak somutlanabilmesine bağlıdır. Kalem örneğinde ifade ettiğim gibi, bu nesnenin ne olduğu ne iş yaptığı neye yaradığı ve benzediği bilindiği sürecedir ki biz bilgi temelinde onu algılayabilmiş olalım. Somutluk içermeyen hiç bir şey algı içermez. Bu objektif içinde subjektif içinde böyledir.


deistin ve panteistin tanrı algısına belli sınırlar özellikler getirilemez.. çünkü bu inançların belli bir öğretisi yoktur.. yani kişi bir yerden okumakla/duymakla deist/panteist olmaz.. dünyaya geldiği ortamda kendisine dayatılan bir dogma(organize dini inançlar) varsa bunu reddettikten sonra varlığın sorgulamasında yakaladığını kişisel tatmin noktasıdır.. dünyada bir çok insan dogmayı reddettikten sonra deist panteisttir ama sorduğunda bu kavramların adını dahi bilmiyordur.. ancak açıkladığınızda "aaa evet ben deistim/panteistim o zaman" derler.. yani bir öğreti değil bir kişisel sorgulama sonucu aklın teslim olduğu noktadır.. örneğin ben yıllarca deist/panteist düzeyinde yaşadıktan sonra adının deizm/panteizm olduğunu öğrendim..

deizmle panteizmin tek ayırıcı noktası sizin de söylediğiniz gibi özne tanrı benim ifademle birey tanrı anlayışıdır.. deistlerin tanrısı aynı teistlerin tanrısı gibi bireydir/öznedir.. ama panteistler dediğiniz gibi tanrısal bir evren algıları vardır.. yani evrenin her parçası ya da evrenin bütünü zaten tanrının kendisidir tarzı bir tanrı algıları vardır..


deizmin tanrısına yaratıcılık özelliği yükleyemezsiniz.. bu tamamen kişisel bir algıdır, bazı deistlere göre algıladığı tanrının yaratıcılık özelliği vardır bazı deistlere göre de yoktur, sadece bir birey/özne tanrının varlığına inanırlar, yani diğr özellikler ortak payda altında toplayamazsınız, çünkü dediğim gibi bu teizmdeki gibi bir öğreti değil kişisel bir sorgulama sonucu ortaya çıkan tanrıdır.. kişi istediği özelliği yükleyebilir inandığı tanrısına.. bu tamamen kişiyle tanrısı arasındaki bir bağdır ve sadece o kişiye özeldir.. deizmi panteizmi tam olarak algılayabilmeniz için bunu bizzat yaşayıp deneyimlemeniz gerekir.. çünkü dediğim gibi organize olmayan, öğreti olmayan bir tanrıcılıktır bu...

paslıçivi
22-12-2009, 09:08
Buradan açığa çıkan şu ki, varlık zamansızdır, zaman ise içseldir. peki ya sonsuzluk, ilk, son, başlangıç, bitiş gibi tabirlerimiz? Onlarda içseldir, ana küme varlıktır. Peki ya uzay? Evet o da aynen zaman gibi içseldir. Onu çerçeveleyen kendimize has koyduğumuz ölçeklerimiz, sınırlarımız olamaz, olamaz çünkü tüm ölçeklerimizde, sınırlarımızda içseldir, varlığın hareketine, değişimlerine, içsel tepkimelerine bağlıdır. Bu halde varlığın bir başlangıcı vardır denebilir mi? Hayır denemez, başlangıç yada bitişler varlığın dışında değil içinde gerçekleşiyor. İyide şu sonsuz görünen uzay, evet oda varlığın içindeliği temelindedir, dışında değildir, varlık uzayı sınırlar-çizer-çerçeveler, ama uzay varlığı sınırlayamaz. Her uzay içini kapsar dışını değil.

varlığın bir başlangıcı var mı? yani hiçlik/yokluk gibi bir şey mümkün mü? bize yansıyan algıladığımız evren hiçlikten mi varlığa geçmiştir yani bir başlangıcı varmı dır yoksa varlık sonsuzlukmudur yani başlangıcı yokmudur?

evet bu sorular insan zihnini zorlayan sorulardır.. agnostizmin bu sorulara yaklaşımı yine eşit mesafededir.. yani zihne düşen bu iki olasılık da aynı oranda mümkündür, bu bilinemez der.. yani varlığın başlangıcı vardır ya da yoktura taraf olmaz, taraf olması da mümkün değildir zaten, çünkü bu olasılıklardan birine taraf olmak inançtır der.... agnostisizm; varlığı sorgulamada her olasılığa eşit mesafede yaklaşımdır, tarafsızlıktır, mutlak inançsızlıktır..

evrensel-insan
22-12-2009, 19:43
Saygideger arkadaslar;

Felsefenin metafizik dalinin, "to exist to be", yani var olmak tan yola cikacaginiza, epistemolojinin, "to cause to become", yani kilmak, icra etmek,
-lestirmek, -lastirmak tan yola cikarsaniz, konu aydinliga kavusur.

Cunku varlik; vari yansiyanin, algisinin kavramlastirilmis yansitimidir. Bilgidir ve turevdir.

Var da, zaten insanoglunun bir belirtimidir. Sey kendi kendini var kilamaz. Onu var kilacak, insanoglu vari gerekir.

Bu temelde, varolusun; var olmak tan yanasimi, var kilmanin bilmekten yanasimiyla karistirilmaktadir.

Cunku var olmak tan yanasip; varolus, bilinemez demek; metaphysicsten yanasip; epistemolojiye yonelmektir.

Yani, sorun; ya metaphysicsten yanasip; metaphysics te kalmak, ya da epistemolojiden yanasip epistemolojide kalmaktir.

Temelleri farkli olan bu iki felsefe dalinin, yanasimlari, mantiklari kisaca herseyi farklidir.

Dolayisiyle, metaphysics temelde; madde ve dusunce den ve de yok tan yanasilmak istenmiyorsa; buradaki agnosticizm. Varolusun, varin kendisi, ya da yansisi olarak ORTAYA KONAMAYACAGI olmalidir. Cunku ortaya konan; var ve yansisi degil; yansinin algisinin kavramlastirilmis yansitilmasidir.

Bu temelde madde de dusunce de, yansisi algilanip kavramlastirilmis yansitimlardir. Ne varin kendisi, ne de varin yansisidir.

Zaten pozitivizm de, mustakil var olan varliga bu bakis acisiyla yanasip, aradaki yansi, algi, kavram, yansitma bagini kuramadigindan, mustakil var olan varligi yok sayar.

Aslinda, sorunun kokeni temel karmasasidir. Cunku, tek bir temele indirgeme zorunlulugu, mustakil var olan varligi, ya maddeye, ya dusunceye, ya da yoka indirger. Cunku pozitivizmin acisindan da, madde ve dusunce var katagorilerine girdiginden, o ikisini de kabullenmediginden yoklar.

Buradaki tek cikar yol KAVRAMLASMISLIK'in algilanmasi ve bunun nasil ve ne sekilde zuhur ettiginin algilanmasidir.

Saygilarimla;
evrensel-insan

No comments:

Post a Comment